Efsane Aşklar

'Hikayeler, Efsaneler ..' forumunda ...... tarafından 6 Eyl 2009 tarihinde açılan konu

Konu etiketleri:
  1. ......

    ...... Misafir



    FERHAT İLE ŞİRİN

    --# EfSaNeLeR #-- Efsaneye göre Ferhat Persler döneminde yaşamış ünlü bir nakkaştır. Sultan Mehmene Banu'nun yeğeni Şirin için yaptırdığı köşkün süslemelerini yaparken Şirin'i görür ve birbirlerine sevdalanırlar. Ferhat Sultan'a haber salarak Şirin'i istetir. Sultanyeğenini vermek istemez. Ferhat'ı oyalamak için dağı delip şehre su getirmesini şart koşar. Ferhat zekası teknik bilgisi bilek gücü aşktan aldığı kuvvetle dağı deler.

    Mehmene Banu dağı delip suyun akacağı kanalı tamamlamak üzere olan Ferhat'ın yanına yaşlı dadısını göndererek Şirin'in öldüğü haberini ulaştırır. Ferhat bu acı haber üzerine elinde tuttuğu külüngü havaya atar düşen külünk Ferhat'ın başına isabet eder ve Ferhat orada ölür. Ferhat'ın acı haberini alan Şirin korku ve heyecanla olayın geçtiği kayalığa gelir.Ferhat'ın öldüğünü görünce bu acıya dayanamaz ve kayalıklardan aşağı yuvarlanarak orada can verir. Her iki sevgiliyi can verdikleri kayalıklarda yan yana gömerler.

    Bu aşk öyküsünün Karagöz oyunlarındaki işlenişi ise şöyle :

    Hacıvat tarafına Şirin’in köşkü Karagöz tarafına ise dağ kurulur. Hacıvat’ın tegannîsinden sonra perdeye gelen Karagöz Hacıvat’a “Kendi tarafına köşk benim tarafa ise moloz yığını koymuşsun” diye sitem eder. Bunun üzerine Hacıvat Ferhat ile Şirin öyküsünü anlatmaya başlar. Bu sırada Karagöz ile Hacıvat çekilirler ve olay canlanır.

    Ferhat ile Şirin birbirlerini çok severler. Fakat Şirin’in annesi Şirin’i Ferhat’a vermek istemez. Hacıvat’ın araya girmesi sonucu Şirin’in annesi bir şart koşar. Amasya şehrinde su yoktur eğer Ferhat Elmadağı'nı kazması ile yarıp şehre su getirirse Şirin’i vermeye razı olacaktır.

    Ferhat Hacıvat’tan bir külünk bulmasını ister. Hacıvat Karagöz’e giderek bir külünk ısmarlar. Külüngü zamanında yetiştiremeyen Karagöz evden kendi kazmasını getirir. Ferhat dağı kazma ile yararak şehre su getirmesine rağmen Şirin’in annesi Şirin’i vermeye razı olmaz büyücü bir kadın bularak onları ayırmak ister. Büyücü kadın Ferhat’a gelerek Şirin’in öldüğünü söyler. Ferhat büyücü kadını öldürür tam kendi canına da kıymak üzeredir ki Karagöz gelerek Şirin’in ölmediğini söyler ve iki sevgiliyi birbirine kavuşturur ...​
     
  2. ......

    ...... Misafir



    LEYLA İLE MECNUN

    Leyla ile Mecnun'un aşkları bir Arap efsanesine dayanmaktadır . Bu efsanede Mecnun mahlasıyla şiirler söyleyen Kays ibni Mülevvah adlı bir Arap şairiyle Leyli ( Leyla ) adlı bir Arap kızın arasında geçen ve ayrılıkla sona eren bir aşk serüveni anlatılmaktadır .

    Söylentiye göre Kays ile Leyla kardeş çocuklarıdır .Küçük yaşta birbirlerini severler . Kays'ın Leyla için söylediği şiirler dillerde dolaşır .Leyla'nın babası adını dillere düşürdüğü için kızının Kays'la evlenmesini önler .Leyla başka biriyle evlendirilir .Kays çöllere düşer .Mecnun (deli ) diye anılmaya başlar .Ayrılık acısına dayanamayan Leyla kederinden ölür . Mecnun bunu duyunca onun mezarının başına koşar ve o da orada can verir .

    Bu efsane Arap edebiyatında X. yüzyılda çok yaygın bir hale gelmiş Mecnun'a ait olduğu söylenen şiirlerin arasına nesirler de eklenerek hikaye haline getirilmiştir .Bu konu daha sonra Fars ve Türk edebiyatlarında da işlenmiştir . Bunların arasında en ünlüsü Fuzuli'nin yapıtıdır ( 1535)

    Aşağıda okuyacağınız küçük hikaye Fuzuli`nin Leyla vü Mecnun adlı mesnevisinden alınmıştır.

    Kays bilinen adıyla Mecnun Leyla`nın aşkından kendisinden geçip yarı meczup bir halde çölde giderken namaz kılmakta olan bir dervişin önünden geçer. Derviş hemen namazını selamlayıp Mecnun'a "Namaz kılan birinin önünden geçilmez bunu bilmiyor musun?" diye çıkışır. Mecnun cevap verir "Ben Leyla'nın aşkından öyle bir hale geldim ki senin burada namaz kıldığını görmedim bile sen nasıl bir aşkla namaz kılıyorsun da benim senin önünden geçtiğimi görüyorsun?"

    Leyla ve Mecnun'un hikayesi Türk Halk edebiyatının da etkilemiş ve Leyla ile Mecnun adıyla bir Karagöz oyunu haline getirilmiştir .

    Karagöz oyunlarında işlenen Leyla ile Mecnun hikayesi ise şöyle :

    Oyunun başında Leyla ile Mecnun birbirlerine olan sevgilerini şiirlerle dile getirirler. Aralarında bir gül ağacı vardır. Zebani gelerek gül ağacını alır ve yerine karaçalı koyar. Karagöz bu karaçalıyı almak isterken zebani Karagöz’ü kaldırıp baş aşağı kara çalının üzerine atar. Hacıvat gelerek Karagöz’e Leyla ile Mecnun’un hikayesini anlatarak Zebani’nin kara çalıyı onları ayırmak için koyduğunu söyler.

    Perdeye içinde Leyla’nın babası ve annesinin olduğu bir kervan gelir. Hacıvat onlara bir ev bulur. Daha sonra Mecnun’un babası olan Halepli Haşim gelir. Hacıvat Leyla’nın anne ve babasının olduğu yere ergeç Mecnun’un da geleceğini söyler. Mecnun gelip Leyla’ya olan aşkını Hacıvat’a anlatır ve ondan yardım ister. Bu esnada bir aslan gelip Karagöz’ün köpeğini yutar. Leyla’nın babası kızını Mecnun’a istemeye gelen Hacıvat’ı kovar. Hacıvat Karagöz’ün ninesi olan Cazu’dan yardım ister. Cazu nine Leyla’nın babasına giderek eğer kızlarını Mecnun’a vermezlerse Leyla’nın öleceğini söyler.

    Bunun üzerine Leyla’nın babası kızını Mecnun’a vermek için üç şart koşar. Birincisi Mecnun çok sevdiği dişi ahuyu öldürecektir. İkincisi aslan ile boğuşup onu da öldürmesi. Üçüncüsü ise yedi başlı ejderhayı öldürmesi. Karagöz Mecnun’a bir bıçak verir. Mecnun kendi isteğiyle ahuyu öldürür. Daha sonra aslan ile ejderhayı da öldürür ve koşulları yerine getirmiş olur. Zebani iki sevgilinin kavuşmasını engellemek amacıyla araya yine kara çalı koyarsa da Mecnun bıçağı ile karaçalıyı kesip atar.
    Sevgililer birbirlerine kavuşurlar ve kervanla memleketlerine dönerler ...​
     
  3. ......

    ...... Misafir



    KEREM İLE ASLI

    Bu aşk hikayesinin Aşık Kerem ya da Kerem Dede diye anılan Azerbaycan yöresi halk şairinin aşk serüvenini konu eden şiirleri halk arasında yayıldıktan sonra adı bilinmeyen halk hikayecileri tarafından bu şiirler çerçevesinde oluşturulduğu ileri sürülür .( XVII. yy. )

    İsfahan Padişahı'nın oğlu Kerem keşiş kızı Aslı'ya gönül verir .Ancak din ayrılığı yüzünden onunla evlenmesi mümkün olmaz . İlden ile göçen keşişle kızı Aslı'nın ardından uzun yolculuklar yapan delikanlı Halep Paşası'nın emri üzerine Aslı'yla evlendirilir .Ancak düğün gecesi keşişin kızına giydirdiği gömleğin düğmeleri bir türlü çözülmeyince Kerem ah edip yanarak ölür . Onun külleri arasında kalmış kıvılcımla Aslı'da saçlarından tutuşup can verir .

    Hikaye boyunca Kerem arkadaşı Sofu'yla birlikte uzun yollar aşar . Anadolu'nun birçok yerini gezer Hanlarda kahvelerde şiirler söyler yollara dağlara akarsulara hayvanlara Aslı'ya benzettiği güzellere şiirler söyleyerek derdini anlatır .Aslı'yı yakından görebilmek için kızın annesine bütün dişlerini çektirir .

    Hikayeye olağanüstü ögeler de karışmıştır .İki sevgilinin doğumları bir dervişin verdiği sihirli elmayla olmuştur .Zorda kalan Kerem'i Hızır kurtarır .Dağlar ırmaklar o şiir söyleyince geçit verir .

    Sevgilisine kavuşma yolunda çileler çeken ve onun uğrunda yanan Kerem modern edebiyatta bir ülküye bağlanıp can verebilen kahramanın simgesi sayılmıştır .








    Ala gözlerine kurban olduğum
    Hep senin derdinden yanar ağlarım
    Kime arzedeyim garip halimi
    Ellerin yanında görür ağlarım ..

    Benden kaçar sevdiğim gayrden kaçmaz
    Dahi pek küçüktür aşıkın bilmez
    Yalvarsam Mevla'ya dileğim geçmez
    Yüzümü yerlere sürer ağlarım ..

    Yine düşt'ayrılık vücut şehrine
    Yürek mi dayanır dilber cevrine
    Sürülünce insan mahşer yerine
    Hak'kın divanına durur ağlarım ..

    Kerem der bu firkatla yanarsam
    Tükenir ömrümüz bir gün ölürsem
    Bu hasretle kıyamete kalırsam
    Kefenim boynuma sarar ağlarım ...

    Aşık Kerem
     
  4. ......

    ...... Misafir



    YUSUF İLE ZÜLEYHA

    Divan edebiyatında birçok şairin mesnevilerine de konu olan bu aşk öyküsü Kur'an-ı Kerim'de "öykülerin en güzeli "diye isim bulmuştur . Yusuf sûresinde 98 âyet (4-101) Yusuf Peygamber'in ibretli hayat hikâyesinden söz eder.

    Buna göre Yusuf Peygamber'in on bir erkek kardeşi vardır. Olağanüstü bir güzelliğe sahip olan Hz.Yusuf babası tarafından çok sevilmektedir. Onu kıskanan kardeşleri gezinti için kıra götürürler ve kuyuya atarlar. Babalarına ise kanlı elbiselerini gösterip onu kurdun yediğini söylerler. Yoldan geçen bir kervan su çekerken Yusuf'u bulur ve Mısır'da Hazine Bakanı olan Azîz'e köle olarak satarlar.

    Sarayda ihtimamla yetişen Hz.Yusuf 'a Azîz'in karısı Züleyha aşık olur ve onu yasak ilişkiye çağırır.Hz.Yusuf ona şöyle cevap verir: "Allah'a sığınırım. Efendim bana iyi baktı. Doğrusu zulüm yapanlar kurtuluşa eremez." Yüce Allah o arada Hz.Yusuf'un da Züleyha'yı arzuladığını ancak ihlâslı bir kul olması yüzünden Yusuf'un bu kötülük ve fuhuştan korunduğunu belirtir.

    Eşinin haksız olduğunu tespit eden Azîz olayın hiç bir şey olmamış gibi kapanmasını istemişse de dedikodunun önü alınamamıştır. Bunun üzerine Züleyha dedikodu yapan hanımları yemeğe davet etmiş ve Yûsuf'u onların yanına çağırarak şaşkınlık içinde meyve bıçakları ile ellerini kestiklerini görmüştür. Bununla âşık olmakta haklı olduğunu göstermeye çalışan Züleyha Yusuf'un kendisine ilgi göstermemesi üzerine onun hapse atılmasını istemiştir.

    Güzel bir kadının cinsel isteklerine uymak yerine yıllarca hapiste kalmayı tercih eden Hz.Yusuf bu konuda şöyle dua etti: "Rabbim bana göre zindan bunların beni çağırdığı şeyden iyidir. Eğer onların düzenini benden savmazsan onlara kayarım ve câhillerden olurum." Rabbi onun duasını kabul etti ve onların düzenlerini ondan savdı.

    Mısır hükümdarı bir gece rüyasında yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği yediğini ve yedi yeşil başakla yedi kuru başak gördü. Yorumcular bu rüyaya anlam veremediler. Bu arada zindanda bulunan Hz.Yusuf isabetli rüya yorumları ile ün yapmıştı. Kral onu yorum için saraya çağırdı. Ancak Yusuf Züleyha konusunda iftiraya uğradığını bu eski davanın görülerek sonuca bağlanmasını istedi. Böylece temize çıktıktan sonra rüyanın yorumunu yapabileceğini söyledi. Gerçekten sorguya çekilen Züleyha ve dedikoducu kadınlar doğruyu söylediler. Hz.Yusuf belge ve delillerle temize çıkınca rüyayı şöyle yorumladı:

    Yedi yıl çok bolluk ondan sonra da yedi yıl kıtlık yılları gelecek. Kral tedbir olarak ne yapmak gerektiğini sorunca Hz.Yûsuf ekonomik ve mali işlerin başına kendisi getirildiği takdirde bu kıtlık ve darlık yıllarına çare bulabileceğini söyledi.Bu göreve getirilen Hz.Yusuf ilk bolluk yıllarında halkı tasarrufa teşvik etti tüm fazla hububatı depolara yerleştirdi. Bu arada halk ellerindeki altın gümüş gibi değerli eşyasını da Hz.Yusuf 'un emanet depolarına teslim etmişti. Bunların eline emanet bıraktıkları şeylerin miktar ve niteliklerini belirten makbuzlar veriliyordu. İşte bu makbuzlar J. Dobretberger gibi iktisatçıların belirttiği gibi M. Ö. 1600 yıllarında Ortadoğu' da elden ele kâğıt para gibi dolaşmaya başlar.

    Rivayete göre Mısır Melik'i Hz. Yusuf'a taç giydirmiş kılıç kuşatmış ve inci ile yakut işlemeli bir taht yaptırmıştır. Ancak Hz.Yusuf son ikisini kabul etmekle birlikte taç giymeyi kendisinin ve atalarının giydiklerinden olmadığını söyleyerek reddetmiştir. Ülke kısa sürede Hz.Yusuf 'un adaletli yönetimi ile onun nüfuz ve iktidar alanına girmiştir. Bu arada Hazine Bakanı Aziz vefat etmiş eşi Rail diğer adı ile Züleyha Melik tarafından Yusuf'la evlendirilmiştir. Bir mucize olarak gençleşen Züleyha kocası iktidarsız olduğu için kız olarak Yusuf'la gerdeğe girmiştir. Bunun üzerine Yusuf Züleyha'ya "Bu şekilde meşru olarak evlenmemiz senin haram olarak istediğinden daha iyi değil mi?" diyerek helal ile haram arasındaki farka dikkat çekmiştir. Züleyha'nın Yusuf'tan Efrâim ve Menşa adlarında iki oğlunun dünyaya geldiği nakledilir... ​
     
  5. ......

    ...... Misafir



    BOŞKA İLE ADMİRA

    Boşka ve Admira Yugoslavya parçalanmadan önce Saraybosna'
    da yaşayan iki genç. Admira Müslüman Boşka ise Sırp bir aileden. Ama ikisi de Saraybosnalı. Çocuklukları aynı mahallede geçer. Lise yıllarında bu iki genç birbirlerine aşık olup nişanlanırlar. 1992 yılının ilkbaharında Boşka ve Admira evlilik planları yaparken Bosna'da savaş başlar.

    Bu tarihten itibaren bu iki insanın hayatlarına anlam kazandıran birçok şey savaşın acımasız ellerinde bir bir yok olup gider. Önce Sırp ordusunun Bosna'yı talan edip masum ve savunmasız insanları toplama kamplarında katletmelerini seyrederler. Sonra birlikte büyüdükleri insanların birbirlerine düşman oluşuna oynadıkları sokakların yaşadıkları evlerin yıkılışına şahit olurlar. Bütün bu karmaşanın içinde Boşka ve Admira'nın sarılıp tutundukları iki şey vardır: birbirlerine olan sevgileri ve Saraybosna'ya tutkunlukları.

    Birçok Saraybosnalı gibi Boşka ve Admira da hazırlıksız ve savunmasız yakalanırlar Sırp kuşatmasına. Yine de şehri terketmezler. Bu arada Boşka'nın birçok arkadaşı Saraybosna'yı çevreleyen Sırp çetelerine katılırlar ve Boşka'nın da katılması için baskıda bulunurlar. Boşka her seferinde reddeder.

    Admira ile birlikte Saraybosna'da kalıp şehirdeki yaşlı ve düşkünlere yardım ederler. Onlar için yiyecek kuyruklarında beklerler. Kışın evlerine odun taşırlar. Kuşatma çemberi gün geçtikçe daha da daralır. Yaşam daha da zorlaşır. Bunun üzerine yaşadıkları yeri terkedip şehrin merkezine yerleşirler. Bu arada Boşka'nin ailesi Sırbistan'a göçer.

    Boşka ve Admira'nın Saraybosna'da verdikleri yaşam mücadelesi iki yıl sürer. Bu arada evlenirler de. 1994 ilkbaharında Sırbistan'a Boşka'nin ailesinin yanına gitmeye karar verirler. Saraybosna'nın giriş-çıkışlarını tutan Sırp askerlerinden ve şehri savunan direniş gruplarından izin alırlar.

    Geçiş günü gelir. Boşka ve Admira önce Admira'nın ailesini ziyaret edip onlarla vedalaşırlar. Sonra askerlerin onlara söylediği geçis noktasına doğru yürürler. İkisi elele kilit noktasındaki köprüyü geçerler. Köprüden sonra bir iki adım attıkları sırada birkaç el silah sesi duyulur. Boşka ve Admira yere düşerler.

    O anda mı ölürler yoksa daha sonra mı bilinmez. Fakat ölümde bile rahat bırakmaz savaş Boşka ile Admira'yı. Kimse yanaşamaz yanlarına on gün boyunca. Ailelerin girişimleri sonuçsuz kalır. Ne şehri savunan direniş grupları ne de Sırp askerleri kimseyi yaklaştırmazlar yanlarına. Boşka ve Admira kurtlara köpeklere yem olurlar. Olay büyür televizyona gazetelere yansır. On gün sonra Boşka ve Admira'dan geriye kalanlar aileler tarafından alınıp gömülür. Kurşunlari hangi tarafın ateşlediği bulunamaz. İki taraf da birbirlerini suçlarlar ..

    İlknur SAYIBAS ​
     
  6. ......

    ...... Misafir



    ARZU İLE KANBER

    Birbirlerini kardeş sanarak büyüyen iki gencin asklarini anlatan ve 17. yüzyilda ortaya çiktigi sanilan Türk halk öyküsü. Konusu söyledir: Bir kervan yolda eskiya baskinina ugrar. Baskindan yalniz küçük bir erkek çocugu sag olarak kurtulur. Bir aile tarafindan evlatlik olarak alinan çocuga Kanber adi verilir. Bir süre sonra bu ailenin bir kiz çocugu olur adini Arzu koyarlar. Iki çocuk birbirlerini kardeş sanarak büyürler. Bir süre sonra aralarında ilgi veyakınlık başlar. Kardeş olmadiklarını ögrenince de evlenmek isterler. Arzu"nun annesi bu evlilige karsi çıkar ve kızını zengin bir tüccarla evlendirir. Ama adam kisa bir süre sonra ölür.Arzu ile kanber evlenmek için yeniden uığrasırlarsa da anne engel olur. Asıklar bir rastlantı sonucu birbirlerini bulurlar. Kavusmanin heyecaniyla ikisi de bayilir. Sürekli olarak kızını izleyen kötü yürekli anne onlari gene ayırmak ister ama gençlerin çevresi su ile kaplandigindan yanlarina ulasamaz. Az sonra iki sevgilinin gögüslerinden birer güvercin çikarak uçar ve böylece ikisi de orada can verirler​
     
  7. bushoo*

    bushoo* New Member


    Ali ile Kezban Efsanesi

    Bir zamanlar Uşak’da yaşayan zengin bir Bey ve bu beyin Kezban adında bir kızı vardır. Çobanlık yapan Ali dağ eteklerinde sürü güderken bir gün Kezbanı görür. Çoban Ali ondan sonra Kezbana vurulur. Kezban’da Ali’yi çok sever. Ali yıllarca sevdasını saklar durur. Artık dayanamaz hale gelir. Var git ana Kezbanı babasından iste der annesi oğlunun kıramaz varır beyin evine muradını söyler. Bey kızar ve alinin anasına ;

    - Yüksek dağların başı dumanlı olur baş döndürür. Başını yükseklerde gezdireceğine dağın eteklerinde sürüsünü gütsün dengini bulsun der.

    Bu durum Ali’yide Kezban’ıda derinden yaralanmıştır. Sonunda kaçmaya karar verirler gece yarısı bir derenin başında buluşurlar. Bu adara beyin adamları pusu kurmuşlardır. Orada ikisinide vururlar.
     
  8. bushoo*

    bushoo* New Member


    Halikarnaslı Salmakis İle Hermafrodit Efsanesi


    Tanrıların Kralı Zeus’un Aşk tanrıçası kızı güzeller güzeli Afrodit, üvey kardeşi hırsızların, habercilerin, tüccarların koruyucu tanrısı Hermes ile birlikte olup hamile kalmış ve bir erkek çocuk doğurmuş.

    Ona, baba ve annesinin isimlerini bir arada taşıyan “Hermafrodit” adını vermişler. Dağlarda, bayırlarda, bahçelerde yorulmadan koşan, sıçrayıp hoplayan, bir ceylan kadar zarif ve güzel olan bu körpe, yakışıklı delikanlı, onaltı yaşına gelince çevresini tanımak, gezip görmek için yollara düşmüş. Halikarnas’a kadar gelmiş. Limanın hemen yanında, bugünkü adı Bardakçı Koyu olan yere, “Salmakis Koyu”na ulaşmış. Koy sanki cennetten bir köşe imiş. Küçük, berrak bir gölcük bu koya bambaşka bir güzellik veriyormuş. Gölcüğe şırıl şırıl akan, pırıl pırıl bir de su varmış.

    Bu şirin cennet gibi koyda, kendi güzelliğine hayran, uzun saçlı, mavi gözlü “Salmakis” adında bir su perisi yaşarmış. Salmakis gece gündüz çırılçıplak o güzel vücuduyla suya girer çıkarmış. Suya daldığı zaman, su olur akarmış. Günlerden bir gün Hermafrodit, göl kenarındaki rengarenk, mis gibi kokan çiçeklerin arasında dolaşırken, Salmakis ile karşılaşmış. Salmakis delikanlının güzelliğine hayran olmuş, heyecandan dili tutulmuş, çılgına dönmüş. O anda delikanlıya aşık olmuş.

    Titreyen bir sesle Hermafrodit’e yaklaşmış, ellerinden tutmuş, gözleri gözlerinde güzel şeyler söylemiş ona. Beraber yaşamayı teklif etmiş.

    Genç, toy ve çekingen delikanlı; utanmış, sıkılmış, kızarmış, sesini çıkarmadan hemen oracıktan uzaklaşmış. Serinlemek ve biraz da heyecanını giderip, rahatlamak için bir palmiyenin altına oturmuş. Biraz dinlendikten sonra soyunmuş, çırıl çıplak gölcüğün serin sularında yüzmeye başlamış.

    Salmakis de bir sakız ağacının altında gizlendiği mis kokulu ıtırların arasından delikanlının tüm hareketlerini sevgi ve arzu ateşiyle yanıp tutuşarak seyretmiş. Bu ilahi güzelliğe bir an önce kavuşabilmek için, yerinden fırlamış, suya atlamış, kolları ve bacakları ile delikanlıyı sarıp sarmalamış. Eller ellerde, bacaklar bacaklarda, dudaklar dudaklarda kenetlenmiş. Sevginin ve aşkın doruğa ulaştığı iki bedenin bir birlerine sarıldığı bu anda, su perisi Salmakis tanrılara haykırarak yalvarmış: “Ey yüce tanrılar! Ne olur bu yakışıklı delikanlıyı benden ayırmayın, aynı bedende bir can gibiyiz. Hiç bir güç bizi birbirimizden ayırmasın”.

    Tanrılar bu yürekten gelen sesi cevapsız bırakmamışlar. Salmakis’in o büyük aşkını, Hermafrodit’in bedeninde birleştirerek ölümsüzleştirmişler. O gün bu gün Hermafrodit, insan vücudunda erkek ve dişi yarımlarının bölünmez bir bütünü, iki cinsli bir mitos olarak dünyamızda yaşamış.
     
  9. bushoo*

    bushoo* New Member


    Belkıs Efsanesi

    Aspendos adıyla da bilinen Belkıs harabelerinin Anadolu efsaneleri arasında ilginç bir öyküsü bulunuyor. Antonius Pius (138-164 ) tarihleri arasında inşa edilen tiyatro kadar kentin su ihtiyacını karşılayan kemerlerin de öyküsü halk arasında dilden dile dolaşıyor. Romalılar döneminde kent idaresinin başında bulunan valinin dillere destan güzellikte bir kızı varmış. Kentin iki ünlü mimarıda aynı kıza aşıkmış. Vali ise kızını hangisiyle evlendireceğine karar vermekle güçlük çekerken damat adayını seçmek için bir yol bulmuş.

    Mimarları çağırıp teklifini iletmiş. “Hanginiz kent için yararlı güzel bir eser ortaya koyarsa kızımla o evlenecektir.” buyurmuş. Mimarlar yoğun çalışma dönemi sonrasında eserlerini sunmuşlar. Mimarlardan biri Belkıs’a su yollarını, kemerleri inşa edip kentin su ihtiyacını giderirken, diğeri görkemli Aspendos tiyatrosunu tamamlamış, Her iki muhteşem eser karşısında zor durumda kalan güzel kızın babası hükümdar, bu defa kızını hangisinin daha çok sevdiğini anlamak için başka yolu denemiş.” Her ikiniz çok yararlı eserler yarattınız bu nedenle sözümü tutmak için kızımı ikiye bölüp, bir yarısını birinize diğer yarısını diğerinize verip evlendireceğim.” Mimarlardan biri kızın ortadan bölünmesine kıyamıyarak ben vazgeçtim kızınızı rakibime verin yeter ki o ölmesin demiş. Baba da kızının ortadan bölünmesine razı gelmeyecek kadar çok seven mimarın o olduğuna inanıp kızını vermiş. Diğer inanışa göre vali kızını ikiye bölmüştür.

    Bu sabaple aspendosun halk arasında adı belkıstır. Tiyatro ve su kemerleri hala sağlam ve ayaktadır. Aspendos tiyatrosunda yarım bir kız heykeli bulunmaktadır.
     
  10. bushoo*

    bushoo* New Member

    Hasan Boğuldu Efsanesi

    Efsaneye göre, yöre aşiretinden bir kız ile ovalı bir delikanlı evlenmek ister. Fakat töreler uymaz ve töre sınavları yapılmasına kara verilir. Kız, ovalı delikanlıya “Benimle evlenmek istiyorsan aşiret büyüklerinin kararı olarak, 40 okkalık tuz çuvalını bizim dağa sırtından hiç indirmeden getirmelisin” der.

    Çünkü dağlı kız, tuz çuvalını hiç nefes almadan ovadan dağa götürebilmektedir. Delikanlı Hasan, Emine ile evlenebilmek için tuz çuvalını sırtlanır ve dağa çıkmaya başlar. Ne var ki sıcakta terlemiş ve tuz çuvalı sırtında derin yaralar açmıştır. Yarı yolda çıkamayacağını anlar ve gölete kendisini atar. Uzun süre delikanlıdan haber alamayan Emine, daha sonra gölette Hasanın yemenisini bulur. Terk edilmeye dayanamaz ve dere kenarında Hasana verdiği yemeniyle kendini bir ağaca asarak hayatına son verir.
     
  11. bushoo*

    bushoo* New Member

    Çin Sevgililer Günü (Bir Aşk Efsanesi)

    Çin’in geleneksel Ay Takvimi gereğince, yılın 7. ayının 7. günü, Çin’de halk arasında Sevgililer Günü olarak kutlanır. Söylentilere göre, her yılın 7. ayının 7. günü gökteki Çoban Yıldızı’nın Dokumacı Kız Yıldızı ile randevu günüdür.   Çok eski zamanlarda, gök masmaviydi ve hiç renkli bulut yoktu. Gök Tanrısı, göğün tek renkli çok basit olduğunu düşünerek yedi kızına “gök” için bir elbise dikme talimatı vermiş. Yedi kızın dokuduğu kumaş ya gri ya da beyaz, yani tek renkteymiş. Kızların en küçüğü çok akıllı bir kızmış, bir gün bahçede yedi çeşit renkli çiçek açtığını görmüş ve topladığı renkli çiçeklerle ipliği boyamış ve büyük çaba harcayarak sonunda rengarenk bir kumaş dokumuş. Ablaları çok sevinmiş, küçük kız kardeşi “çok becerikli” diye övmüşler. Kız kardeşler, normalde “göğe” beyaz elbise, yağışlı günlerde gri elbise, sabah ve akşam üstü de renkli elbise giydirmeyi kararlaştırmışlar. Gök Tanrısı buna çok sevinmiş ve en küçük kıza “Dokumacı Kız” ünvanı vermiş.

    Dokumacı Kız her gün kumaş dokumaktan yorulduğu zamanlar sık sık göğe bakar ve orada insan dünyasından yansıyan manzaraları seyredermiş. Bir delikanlı dokumacı kızın dikkatini çekmiş. Kızcağız bu delikanlının tek başına toprak sürdüğünü ve dinlendiği zaman da yalnızca yanındaki yaşlı öküze seslendiğini fark etmiş ve ona çok acımış. Bu delikanlı işte o Çoban’dır.

    Yaşlı öküz bir gün Çoban’a, “Yarın 7. ayın 7. günü, Gök Tanrısı’nın yedi kızı banyo yapmak için dünyaya inecekmiş; fırsat bu fırsattır, Dokumacı Kız’ın elbisesini saklarsan, karın olacak” demiş. Yaşlı öküzün sözlerini dinledikten sonra Çoban bunu denemeye karar vermiş.

    7. ayın 7. günü, Çoban nehir kıyısındaki sazların arasına saklanmış, kısa süre sonra gökte yedi parça bulutun havalandığını, her bulut parçası üzerinde bir peri bulunduğunu ve perilerin nehir kıyısına indikten sonra soyunarak kendilerini tertemiz nehir suyuna attığını görmüş. Çoban hemen saklandığı yerden çıkarak Dokumacı Kız’ın elbisesini alarak koşmaya başlamış. Çoban çok hızlı koştuğu için sazların çıkardığı ses perileri uyandırmış ve hepsi kıyıya çıkmış. Yedi periden altısı elbiselerini giyerek göğe uçmuş. Ancak en küçük peri olan Dokumacı Kız elbisesini bulamamış, şaşkınca kıyıda ayakta durmuş. Çoban kekeliye kekeliye Dokumacı Kız’a, kendisiyle evlenmeyi kabul ederse elbisesini geri vereceğini söylemiş. Dokumacı Kız, Çoban’ın sevdiği delikanlı olduğunu görünce utanarak bunu kabul etmiş.

    O akşam, Çoban ve Dokumacı Kız yaşlı öküzün başkanlığında dünya evine girmişler. İki yıl içinde Dokumacı Kız, biri oğlan diğeri kız olmak üzere iki çocuk doğurmuş. Karı koca, biri toprak sürerek diğeri kumaş dokuyarak, çok mutlu bir hayatları olmuş.

    Yedi yıl hızlı geçmiş… Gökteki bir gün, dünyadaki bir yıl demektir. Gök tanrısı, her yedi günde bir yedi kızını yanına çağırırmış. Dokumacı Kız’ın Gök Sarayı’na dönmediğini ve dünyadaki bir insanla evlendiğini duyunca çok kızmış. 7. ayın 7. günü Gök Tanrısı tarafından gönderilen Gök generalleri Dokumacı Kız’ı yakalayarak, cezalandırmak için Gök Sarayı’na getirmişler. Bunu duyunca çok üzülen Çoban hemen iki sepetle oğlu ve kızını taşıyarak karısının peşine düşmüş. O zaman yaşlı öküz, bir boynuzunu çıkararak uçan bir gemi haline getirmiş. Uçan gemi, Çoban ve çocuklarını taşıyarak göğe doğru uçmuş. Çocuklar yüksek sesle “anne, anne” diye bağırıyorlarmış. Dokumacı Kız, Çoban ve çocuklarının bağırtılarını duyunca var gücüyle Gök generallerinden kurtulmaya, Çoban’a ve çocuklarına kavuşmaya çalışmış. Tam bu sırada Gök Tanrısı ansızın dev elini havada sallayınca, ortaya Çoban ve Dokumacı Kız arasında dalgalanan bir samanyolu çıkıvermiş. Fakat bir anda gökyüzüne çok sayıda saksağan gelmiş ve samanyolu üzerinde saksağanlardan oluşan bir köprü kurmuşlar, Çoban ve Dokumacı Kız’ın köprü üzerinde birbirlerine kavuşmasını sağlamışlar. Çaresiz olan Gök Tanrısı, her yılın 7 Temmuz akşamı Çoban ve Dokumacı Kız’ın saksağan köprüsü üzerinde bir defa buluşmasına izin vermek zorunda kalmış.

    Şimdi her yılın 7. ayının 7. günü, kız çocuklar Dokumacı Kız’dan “becerikli olmalarını” dilerler ve renkli ipliklerle yedi iğne getirirler. İpliği iğnelere başarıyla geçirebilenler becerikli kız olarak ilan edilir. Söylentilere göre, çocuklar 7. ayının 7. günü akşamı üzüm bağları altında Çoban ve Dokumacı Kız’ın fısıltılarını duyabilirlermiş.​
     

Bu Sayfayı Paylaş