Herakleitos- Kosmos'tan İnsan'a

Discussion in 'Felsefe-Psikoloji-Sosyoloji' started by Uygu, Sep 23, 2012.

  1. Uygu

    Uygu New Member

    Ölçüsüzlüğü söndürmek yangın söndürmekten önemlidir.

    (Herakleitos fr. 43)


    Belirli tarihsel dönemler felsefî problemlerin de biçimlendiği dönemlerdir. Antik çağın evreni kosmos olarak gören kozmolojik metafiziğinde insan doğrudan doğruya felsefenin konusu değildir. İlk bildiriler evren ve onun temel yapıtaşı yani arkhe üzerinedir. Bu manada evrene ve onun yapısını çözmeye yönelmiş filozofun yıldızların hareketlerini incelerken önündeki kuyuyu görememesi ironiktir. Daha da ironik olanı evren muammasını çözmeye çalışan bir bilincin kendi muammasının farkında olamamasıdır.

    Gerçekten böyle midir?

    Evren hakkında soru soran bilinç "benim bu evrendeki yerim nedir?" sorusunu hesaba katmadan mı kendi sorusunu oluşturmuştur?

    Felsefî düşüncenin bilinen ilk döneminden itibaren evrenin yapısı üzerine düşünmede düşündüğümüz varlık ile düşünen varlığın varlık referansını veren temel öğe aynı olduğu için insan problemi evren problemi çerçevesinde ele alınmakta ve bu ikisi arasındaki bir tür aynılık veya uyum düşünülmekteydi. Antik düşüncesinin temel yönelimibu uyumu kurma biçiminde olmuştur. Thaïes'deki yaratıcı ilkenin (suyun) yaratıcı (tanrılarla dolu) olması ve Anaximenes'te alemin ruhu olan hava ile bedenin ruhu olan hava arasında paralelliğin kurulması bu uyumun göstergesi olarak okunabilir. Bunun sonucu olarak insan ilk dönem felsefede kozmosun tüm öğe ve formlarını içinde barındıran bir mikrokozmos olarak algılanıyor; insan evrenin küçük bir modeli evren de insanın büyük bir modeli olarak telakki ediliyordu.

    Bu telakkiye göre kozmik düzenle uyum içindeki hayatdoğru ve iyi bir hayat demekti. Evrenin bir kosmos olduğuna bir kez inanıldı mı kozmik düzenle uyum içinde yaşamak ahlâkî gaye olarak kendiliğinden meydana geliyordu. İnsan kendinde bir evren dokusu taşıyan varlık olunca evren düzeni onun için aynı zamanda bir değer düzeni meydana getirmekte ve doğa yasası aynı zamanda bir ahlâk yasası olmakta idi.

    Evren-insan ilişkisini makrokosmos/mikrokosmos kavramlarıyla açıklayan bu tarihsel düşünce çerçevesinde insan felsefesi açısından Herakleitos önemli bir uğrak yeridir. O Ernst Cassirer'in İnsan Üzerine Bir Deneme adlı eserinin giriş kısmında belirttiği gibi evrenbilimsel ve insanbilimsel düşünceler arasındaki smır çizgisi üzerinde durmaktadır.


    Herakleitos'un tarzının özgünlüğü hakikati kendi dışına yönelerek arayan insanın bu dışı kendi içinde keşfetmesi özgünlüğüdür. Bu tarz daha sonraları St. Augustinus tarafından ifade edilen ve çağımızda Husserl tarafından yinelenen "hakikat dış dünyada bulunmaz o insanın içselliğinde ikamet eder" diskurumuyla uyuşur; insani doğamızın bir öz-çözümlemeyle keşfedilmesi gereken gizli bir gerçeklik değil de kim olduğumuza ilişkin kamusal tanımlar vermek yoluyla seçtiğimiz biçimlerin toplamı olarak gören ve insan doğası diye bir şeyin olamayacağını öne süren söylemlerden ayrılır .

    Bu manada insanı 'insan' kılan 'öz'e yahut insanın kendisi hakkındaki hakikate ulaşmasının yolu/yöntemi açısından Herakleitos'un "kendimi aradım araştırdım"(fr.101)ifadesi insan felsefesi için temel olabilecek bir ifadedir ve ifadenin bizi götüreceği yer insana ilişkin hakikatin onun kendi tikelliğinde içerilmiş tümel-evrensel bir hakikat olduğudur.

    Cassirer'in dile getirdiği gibi felsefenin son tahlilde insanın kendini bilmesi olduğu şeklinde ortak bir kanaat vardır. Felsefî araştırmanın nihaî amacı da budur. Kendini aramak/araştırmakinsanın kendisi hakkındaki bilgiye ulaşmasının asırlardır yolu/yöntemi olmuş ve çoğu zaman 'kendini bilmek' kendisi hakkındaki gerçeği keşfederek 'kendini bulmak' olarak anlaşılmıştır. Kimine göre kendini bilmek evrendeki yerini bilmesi/bulması ve bu yerdeki 'duruş'unu sorgulaması; kimine göre "kendi üzerine titizlenmesi" kendine yani öz-benliğine dikkat etmesi kimine göre de insanı 'insan' kılan 'öz'ün yahut kendisi hakkındaki hakikatin keşfedilmesidir. Böylece bir tür bilgelik araştırması olarak kendini soran sorgulayansoruşturan araştıran bir adam da 'kendini arayan adam'dır. Bütün bu çaba insanın kendini niçin aradığı sorusunun cevabı olarak düşünülebilir. Peki insan kendini nasıl arar/araştırır?

    İnsan kendini bir nesneyi aradığı ve araştırdığı -mesela kaybettiği anahtarını aradığı veya anahtar hakkındaki doğru bilgiye ulaşmak için onu araştırdığı gibi- aramaz. Nesneyi aramanın yeri onu araştırmanın yolu/yöntemi bellidir. İnsan sadece nesne bağlamındaki bir olgu dünyasının parçası olmadığı; aynı zamanda değer dünyasının da parçası hatta bu dünyanın yaratıcısı olduğu için nesne düzleminde bir araştırma insan araş-turnalarında tümüyle geçerli bir yöntem olamaz. Çünkü nesne hakkında nesneden hareketle doğru bilgiye ulaşılabilir. Nesne bilginin konusu olabilir ama bilmenin kendisi olamaz.

    Oysa insan kendini bilme eylemi içinde hem bilen hem de bildiğini bilendir. Üstelik bu bilgi yani insanın kendisi hakkındaki bilgisi nesne bilgisinden farklı olarak değerle doludur; nesnenin kendinde bir değeri olmadığından değeri ona biz atfederiz. Oysa insan değer atfettiği ve hatta onu yarattığı için bu yaratmanın zemini olan 'insanlık (adamlık) bilgisi' de değer yüklü bilgidir ve ahlâkîdir. Öyle ki kendimiz ve başkaları için biçtiğimiz ölçüyü bu insanlık değerine göre belirleriz. İnsanı kendini gerçekleştirdiği alan belki de burasıdır. Dolayısıyla insan sadece olgusal bir araştırmanın sınırlan içine sokulamaz. Çünkü 'insanlık' deyince adına dünya dediğimiz gezegende yaşayan zeki bir canlı türünden daha çok bu kavramının değer boyutu gelmektedir. "İnsan ol" "Adam ol" emir kipinde bu kavramın değere ilişkin kullanımı açıktır.

    İnsan olmak asıl anlamıyla ahlâkî sahada gerçekleştiği ve insan özü itibarıyla ahlâkî bir varlık olduğu için insanın kendisi hakkındaki bilgisi yani kendini bulmak/bilmek ahlâkî olanda gerçekleşir. İnsanın kendisiyle ilgili bir gerçekliği keşfetmesi bağlamındafelsefenin bilim ve dinin de amacı bu noktada; insanın kendini tanımasıdır. "Alemin mihrakı insandır. Ham gerçekliğe katılmış ne varsa insanın eserindir onun içindir. İnsan ise her şeyden önce ve en mühim vasfıyla ahlâkî bir varlıktır. Ahlâkî varlık demek ferdin fiiliyle kamulaşması; parçanın kişilik halinde bütüne açılması demektir."

    Kendini arayan insan kendindeki ve varlıktaki bu gerçekliği bulmak isteyen insandır. Bu 'kendi gerçekliği'ni nerede bulur insan ve kendisini nerede arar? İnsanın kendisini aradığı yer yine kendisidir. Bu yer; yukarıda zikrettiğimiz ve insanî doğamızın olmadığını varsayan onu kim olduğumuza ilişkin kamusal tanımlar vermek yoluyla seçtiğimiz biçimlerin toplamı olarak gören anlayışın aksine toplumun ideolojinin dinin oluşturduğu bir 'benlik' (superogo) değildir. Peki o zaman nedir?

    Bu yer "kendini araştırmak" ile ilgi fragmanından hareketle kendisi üzerine konuştuğumuz Herakleitos ve bir çok düşünür şairler ve mistik eğilimli filozoflarca insanın kendi içerisindeki yolculuğu ile kendini ve kendinde içerilmiş insanlık durumunu keşfettiği yer olarak gösterilmiştir.Bu Yünus'un diliyle "benden içeri olan Ben"in keşfidir. Kendini dışarıda aramaşeyleşme nesneleşme benlik açısından bir yitme kaybolma halidir. İçteki bu beni aramak(kendini-düşünme=self reflection) bir tür dalgıçlığa benzetilebilir. Derin bir nehirde bu nehrin ya da akarsuyun üzerinde aktığı dibe dalmak... Bununla beraber Herakleitos'un dediği gibi"Tüm yolları denese de insan ruhun sınırlarına ulaşamaz yolculuğunda; öylesine derindir ondaki logos " (fr.45).

    Nefiir ve dalgıçlık kavramlarını Herakleitos felsefesindeki akış öğretisi ile onun hakkında Sokrates'in "anlamak için dalgıç olmak gerekir" ifadesiyle ilişkili olduğu böylece bu felsefenin bağlamında yerli yerinde oturduğu ve buradan çıkacak bir insan felsefesine zemin sağlayacağını düşündüğümüz için yineliyoruz. Bu felsefenin imgelem dünyası çerçevesinde konuşacak olursak 'nehir' ve 'dalmak' terimlerinden ilki kendini araştırma zemininin ikincisi yönteminin simgesel ifadesidir ve bundan murat gerçekliğin araştırılmasıdır. Her ne kadar insan ruhdaki logosun derinliği nedeniyle -filozofa göre "yaratılış (füzis) derinlerdedir ve gizlenmeyi sever" (fr.123)- onun sınırlarına ulaşılamasa da bu gerçekliği keşfetmek isteyen onun derinliklerine dalmak durumundadır.

    Yaratılışın özü hakkındaki böyle bir araştırma ruhun kendi kendini araştırmasıdır.Bunun için Herakleitos felsefesi yazının başında verdiğimiz özdeyişi çerçevesinde özetlenebilir: "Kendimi araştırdım!" Bu cümleyi "kendimi aradım" şeklinde okumak daha anlamlıdır zira fragmanİngilizce çevirilerinde "I searc out myself "I have sought myself "I have striven myself "I have inguired myself şekillerinde verilmektedir.Searc out aramak araştırmak öğrenmek ve bundan sonuca varmak; sought (seek) aramak araştırmak; strive çalışmak uğraşmak anlamlarına gelmektedir. Aramak mastarının orijinal metindeki karşılığı olan airistos fiilininGrekçe'ye özgü belirsiz geniş/geçmış zamanda çekiminden ötürü bu cümleyi "Kendimi ararım" biçiminde de okuyanlar bulunmaktadır.

    Kendini aramanın yöntemi ise içe dalmak ve logosun bir kopyası olan ruhtan bütün bir evreni çıkartmaktır. Çünkü ruhta kendi kendine çoğalan bir logos vardır (fr. 115).Türkçedeki ikili (isim ve fiil) köklerden olan biri olan dalmak dal isminden türetilmiştir. Dal: çıkma bir yerden çıkan uzanan ayrılan kısım; dalmak fiili bulunduğu durumdan çıkmak kendinden geçmek anlamlarına gelmektedir. Türkçe'nin kelimeye yüklediği anlamla fragmanı yorumladığımızdakendini aramak; varolan fizik realitenin yani dış gerçekliğin dışına çıkmak iç gerçekliğin içine geçmek demektir. Realitenin dışına çıkma durumu da bir tür 'dalgıç'lık olacaktır. Sokrates'in Herakleitos için; "Anlayabildiklerim dahice sanırım anlamadıklarım da öyle; ama Delos'lu bir dalgıç gerek" demesi bu manada manidardır.

    Herakleitos felsefesi bir tür dalgıçlığı gerektirdiği için rivayetin gerçekliğe tekabüliyetirivayetten daha önemli görünmektedir. Yukarıdaki ifadebu bakımdan bizce Sokrates'in ironisi gibi görülmemelidir. Eğer Sokrates ironi yapmış olsaydı şöyle demesi gerekirdi: "Anlayabildiklerimde pek bir şey yok ama sanırım anlayamadıklarım dahiyane olmalı." Sokrates'in dalgıçlıkla ilgili tespitinde gerçek olan bir başka husus Herakleitos metninin kapalılığıdır. Bu kapalılık sadece metnin kapalılığı olmayıp bizatihi bu metnin yöneldiği konunun yani bir türlü kendine nüfuz edilemeyen yaratılışın kapalılığı olarak yorumlanırsabunun sebebini "görünmezi koklayan ruh"(fr.98) un "görünürlerden güçlü olan görünmezdeki uyumu (fr.54)" tasvir edişinde aramak gerekir.

    Herakleitos'un "karanlık" (obcure) unvanıyla anılması yaratılışın (füzis) sırrı (fr. 121)kadar bu sırrı ifşa ederken kullandığı zengin imgelem dilini kullanmasından olsa gerektir. Onu güç bir filozof olarak görmemiz kadar ilgi çekici bulmamız da bu kapalılıktandır. Tam da burada kapalılıkla ilgili şu söylenebilir: "Einstein'in çalışmalarının matematikle anlatımı konusu nedeniyle kapalıdır; araştırıcının içeriği yabancılardan gizlemek istemesi ya da ekleme zorluklarla okuru dürtmek istemesi nedeniyle değil: gerçek kapalılık nesnenin doğasından gelmektedir. 'Evren' ve 'bizler' fazlasıyla bilmeceyiz zaten buna bir şeyler 'eklemek' de gerekmez. Tıpkı Taractatus'un ilk önermesinde "Dünya olduğu gibi olandır" diyen Wittgenstein'in kapalılığı gibi...

    Çabucak el atma kilidine
    Ephesoslu Herakletos'un kitabının
    Çok sarp bir patikadır bu saptığın
    Baştanbaşa karanlık siyah bir gölge

    Kapalılığı deşifre etmek onu ifşa etmek Herakleitos felsefesinde ifşa edilenin yani varlığın diliyle yapıldığı için Tanrı Apollon'un simgelerle konuşması gibi Herakleitos'ta yaratılışa uyarak simgesel bir dil kullanmaktadır. Herakleitos kelimelere başvurmaksızın gerekeni simgeler halinde anlatıyor: Sürekli değişmenin ritmini kulağı ile dinleyen Herakleitos onu diline de verebilmiştir. Bu dil dalgalanışıyla meydana-gelişin yükselip alçalmasını pek güzel taklit etmekte fakat öte yandan düşüncenin özünün sağlamlığı akıp dağılmanın önüne geçmektedir. Bu dilin karanlığı Tanrı dudaklarındaki kâhin sözlerin karanlığıdır: Kendisinin Delpoi Apollon'u için söylediği gibi sadece işaret eder bir işaret bir simge verir .

    "Tanrı Apollon'un bildirdikleri sırlı işaretlerdir: Ne söyler ne gizler sadece işaret verir".(fr 67)

    Bir gün yurttaşlar arasındaki banş üzerine düşündüğünü söylemeye çağrıldığındahatip kürsüsüne çıkarak bir bardak soğuk su alıp üzerine arpa unu sermiş bir parça çöple karıştırdıktan sonra içmiş; bununla eldeki ile kanaat etmenin kentleri barış ve dirlik içinde bulunduracağını anlatıyormuş Herakleitos. Bu simgesel anlatımın bir benzeri Kratylos'ta da bulunmaktadır. Onun varlık öğretisini daha da radikal bir uca götüren Kratylos oluşun kendisini tek gerçek olarak gördüğü ve konuşmanın dahi mümkün olmadığına inandığı için anlatmak isteğini işaretlerle ifade edermiş.

    Bu simgesel anlatıma bir örnek verecek olursak; "İnsan ışığa değer gecenin içinde öldüğünde gözünün feri söndüğünde. Diriyken ölüye değer uykuda gözünün feri söndüğünde. Uyanıkken uyuyana değer"

    Cezbedici bir sözcük kurgusuna sahip bu ifade ile ne kastedildiği bir muamma gibi durmaktadır. Onu cezbedici kılan söylediği kadar söyleyiş biçimi şüphesiz. Biz onun söyleyiş biçiminin söylediği ile de alakalı olduğunu düşünüyoruz; Kapalılık simgeselliği simgesellik de kapalılığı beslemektedir. Herakleitos metninin şiir tadında bir söyleyiş olduğu aşikardır. Ama bu söyleyiş içinde bizim tecrübe dünyamızda birebir karşılıp olmayan bir dizi metafizik tez de bu söyleyişe yapışmış veyahut bu tezler nedeniyle böyle bir söyleyiş meydana gelmiştir.

    Herakleitos'a "Güneş bir insan ayağı kadar" dedirten sözcük kurgusunu anlamayı hiç denediniz mi?" "Sanki bu sabah yazılmış gibi; bizim şiirimiz bu" Bu ifadeler Herakleitos'tan kavram değil imge olarak etkilenen; şiir anlayışı açısından ise derinlemesine Herakleitos'çu olan René Char'a aittir.Gerçekten de Herakleitos'tan kalan özdeyişler biçimindeki sözleri kimi zaman şaşırtıcı çarpıcı bir hal almakta ve kullandığı gizemli dil bir şairin esin kaynağı olacak kadar zengin görünmektedir ki bu husus Heraklietos metafiziğinin 'felsefe'den çok 'şiir' olabileceğini ve şiir olarak daha anlamlı olabileceğini düşündürmektedir.

    Gerçi gerek Ayer gibi analitikçi ve gerekse Heidegger gibi varoluşçu için bile metafizikçi ile şair arasında Önemli benzerlikler kurulabilir. Mesela Heidegger şiirin bilim ve felsefeden daha çok insanî bir faaliyet olduğunu belirtir.

    Metafizik: şiirin sahih-olmayan formudur. Metafizik ise kendini 'şiir-karşıtı olarak düşünen bir şiirdir. Metafiziğin metafordan arınmak olduğunu zanneden metafizikçilere onun bir dizi metafordan öte bir şey olmadığını hatırlatır Heidegger... Şiirsel edimler (poetical acts)Dünya'ya nevi şahsına mahsus açılımlar getirir ve bu edimler yeni tür Varlık'lan var eder. Şiirsel edimler İnsan'ın Dünya'daki duruşunu değiştirirler. Felsefenin bunu gerçekleştirebilmesi için bunu ancak şiirsel söylemin içinden yapılabilir olmasıyla mümkündür.

    Wittgenstein'in da dile getirdiği gibi felsefenin aslında bir şiir olarak kurulması gerekirAyer için ise metafizikçi felsefeciden çok şairdir. Ne var ki onun için bu benzeyiş hem felsefe hem de şiir açısından negatif bir mânâ taşır. Çünkü ona göre bilgi verdiği öne sürülen önerme iki bakımdan anlamlı olmalıdır. (1) Sentaks kurallarına uymalı ve (2) ampirik olarak tahkik edilmelidir.

    Dilin de bu manada iki fonksiyonu vardır:

    (a) bilgiyi alıp verme (b) ruh halini dışa vurma: (a) ile bilim üretilir (b) ile şiir yazılır (edebiyat yapılır). Metafizik mutlak bilgiden ve evrenin sarsılmaz temelinden söz ederken (b) görevini gerçekleştiriyor fakat bunu yaparken (a) nın malzemesini kullanıyor. Bu sebeple metafizik (a) formu bakımından anlamsız (b) görevi bakımından da şiirdir; uygun olmayan bir dille yazılmış bir şiirdir ve "metafizikçi yolunu şaşırmış bir ozandır."

    Herakleitos evren yasasından söz etmekte -ki bu her şeye hükmeden tek bir tanrısal dünya-kanunudur; bu varlık ve evren yasasını bilmenin yolunun kendini bilmekten geçtiğini söylemekte evrensel varlığa geçmek için ruhun kendini araştırması ve evren yasasını kendi içine dalarak bulması gerektiğinden bahsetmekte; böylece ruh halini de dışa vurmaktadır; bu dünya-kanuna sezgi -intuition- yoluyla evrenin derinliklerine dalarak bulmakta ve sonsuz logosun dili olarak poloriteyi (kutupluluğu) ortaya koymaktadır.

    Yani mantıkçı pozitivistler açısından dilin (a) görevini yerine getirmekte ama üslubu yani bir şaire ilham veren şaşırtıcı söz dizimi ile şair olarak durmaktadır. Çünkü şairin varlığı şuurunda adeta yeniden yaratarak yeniden bir mana kalıbına soktuğu içingerçek şiir metafizik bir yük taşımaktadır. Şiirin manalarından biri de ilimden daha özel bir kelime olup bir nesneyi hoşça fehmedip zekazihin ve fatanetle (zihin açıklığı) zaviye ve inceliklerine varıp iyice idrak etmek anlamlarına gelmektedir. Şiir bu biçimiyle anlaşıldığında bilimsel olmayan bir bilgiyi üretebilme imkanı olarak görülür.....

    ALINTI
     

Share This Page