İşte: [UZMAN][/UZMAN]KURŞUNU TÜR: Aksiyon, Gerilim, Tutku GİRİŞ Tellerin ucundaki ılık koyuluk hafif bir buhar eşliğinde yere usulca damlıyordu. Biri bitmeden hemen diğeri yerini aldığında yerde ufak kızıl bir gölet oluşturmuştu. Ucu sivri çelik teller çıplak bedeninin içine geçtikçe, o tellerin sardığı bedenin sahibi ağız dolu bir feryatla koyuveriyordu. Ama aldırmıyordu yanındaki duran uzun boylu zayıf adam. Gözleri bön bön bakarak yaptığı işe odaklanmış, hiçbir his belirtisi vermeksizin ona bakıyor ve devam ediyordu işkencesine. Abi yapma ne olursun ben yapmadım! dediğinde ağzının içinde köpükler çıkıyor, gözlerinden yaşlar akıyordu. Sesi sanki zorla çıkıyordu ağzının içinden, kelimeleri anlam bakımından zayıf ve dağınıktı. Söz abi, bir daha hata yapmam ama zaten ben yapmadım dediğiniz şeyi. Bırakın ne olur benim çocuklarım var. Gölgelerin içinde beliren koyu gölge usulca hareketlendi. Tavandan sarkan armut lambanın titrek sarı ışığına yaklaştıkça, kendinden önce iri ürkütesi gölgesi öne çıktı. Cehennemin içinden kaçmış zebanı gibi yaklaştıkça gölgesi ufaldı ve iri beden açıkta dikildi. Kaliteli siyah takım elbiseli iri bedenini sarıp sarmalamış hafif göbeğini görünmez kılmıştı. İnsanı kandırıcı nitelikteki şeytani yakışıklığıyla, esmer pervasız yüzünde oluşan katı bezenişle, keskin hatların sahibi adam işaret parmağını bunun kenarında gezdirerek hafifçe burnunu çekti. Yeni aldığı kokainin genzindeki meşki henüz yeni başlamıştı. Ruhu hafifçe dalgalanıyor, benliği hissizleşiyor, tüm duygu ibarelerini yok sayıyordu. Ondan dışlanmış benliği, bedenini iradesi dışına itiliyordu. Koyu gözlerini hantalca devirerek baygınca karışındaki adama boş boş donuk baktı. Koyu kahve gözbebekleri büyümüş, içinde canı çekilmiş gibi duran irisi neredeyse gözlerinin akını kaplamıştı. Düz bakışları karışındaki adama sorarcasına odakladı: Ellerinden tavana gerilmiş, çırılçıplak zincirlenmiş adama ruhsuzca kafa salladı. Bedenini dikenli çelik tellerle sarmış adam acıyla inelerken, yanında duran adam çarkı çevirerek usulca onların vücuduna batmasını sağlıyordu. Kumral tenindeki kırmızı sıvı yavaşça bir nehir gibi akarken, tok sesli adam dengesiz duruşuyla boğukça konuştu: Anlatacak mısın devam edelim mi? Ardından siyah ceketinden gözüken beyaz kol manşetlerini kenara çekerek saatine baktı. Fazla vaktim yok, bir toplantıya yetişmem lazım ve önemli. Gereksiz insanlarla vakit harcamayacak kadar değerli birisini de görmem lazım onun öncesinde. Yüzünü adama çevirip. Yani anlayacağın, işim başımdan aşkın, vaktim kısıtlı. Konuş! Bunu öyle sakin anlatmıştı ki, sanki ayaküzeri kalburüstü sohbet eder gibi. Artık acısının artması ve şiddetli kasılmalardan başını bile gövdesinde tutamayan adam başını hafifçe kaldırıp morarmış gözlerinin arından yüreksizce baktı. Ben yapmadım abi yeminle, dediğinde öksürerek kan tükürdü. Her öksürükte canı daha çok yandı, bedeni hayli fazla efor harcadı. Ardından çalışan çarkın metalik sesiyle ortalığı gene acı dolu feryatları inletti. Uzun boylu adam artık sıkılmaya başladığını belli edercesine yerinde huysuzca kıpırdandı ve katı sesiyle canice homurdandı. Benim canımı sıkıyorsun. Artık kızmaya başlıyorum. Bilirsin, sinirlenince neler yaparım elimde olmadan. Ölmek istiyorum diye yalvarmak istemiyorsan, konuş aslanım! Yok, ben konuşmayacağım diyorsan sen bilirsin! Ben beklemeyeceğim artık. Dediğinde adamın başında diklen adamına kaşıyla işaret verdi. Ardından geniş omuzlarını umursamazlıkla sarsarak sakince ardını döndü. Uzun bacaklarıyla birkaç adım attı. Çelik halatlarla çekerek, cipe vurun ortadan ikiye gerilerek ayrılsın şerefsiz. Beni gerdiği kadar gerilsin... Kapıya doğru yanaştığında, ardından titreyerek çıkan boğuk dehşete kapılmış ses yükseldi. Tamam, abi ben çaldım! Yemin ederim ben çaldım! Hepsinin yerini söyleyeceğim yeter ki beni bağışla. İsteyerek yapmadım Sadık, o tehdit etti. Borcum vardı ona Daha fazla konuşamadan gene inledi acıyla ve gözlerini sımsıkı yumdu. Tunanın yüzünde sakin bir tebessüm belirirken, koyu gözlerinde şeytani pırıltılar belerdi. Baygın gözlerini devirerek dudak kaslarını seğirtti. Boğuk bir Cık sesini çıkardı dişlerini gösterircesine. Topuklarının üzerinde arkasını döndü. Madem konuşacaktın, bir saattir beni neden zorladın aslanım? Heh şöyle yola gel. Şimdi anlat bakalım nerede mallar? Adam derince bir nefes alarak yutkundu. Bedeni biraz gerginliğinden kurtulmuş kendini salmıştı. Dizlerindeki derman çekildikçe kollarını sıkan tellerin baskısı büyüyor ve dehşet verici bir acıyla sarsılıyordu. Deminden beri onu ayakta tutan can korkusu zorda olsa yüreğinden hafifçe kalkıyordu. Umutlanarak bakıyor genç adama. Topkapı da eski ayakkabı fabrikasında. Sadık Sadıkın zulasında saklı, hepsi orada Abi Bırak beni gideyim. Ne olur abi bir daha gözüne gözükmem. Ekmek Mushaf çarpsın gözükmem. Adımı, varlığımı bile duymazsın yok olur giderim. Tunanın keskin dudakları belli belirsiz kıpırdadı. Tek kaşını kaldırıp Şunu baştan söyleşiydin de beni işimden alı koymasaydın olmaz mıydı aslanım? Bir saattir başımı şişirip durdun. Senin yüzünden diğer misafirim beklemeye başladı. Arkasını döndü ve ardından gelen adama hiç bakmadan Gerin iti ibrete âlem olunsun Barlar sokağına atın. Diye bir saniye dahi düşünmeden insaniyetsizce bakıp, ceberutça başını salladı. Kıyıcı gözleri biran bile pişmanlık göstermeksizin ilgisizce koyuldu. Tuna kapıdan çıkarken ardında acı acı yalvaran adamın haykırışlarını bırakarak, yanındaki adama baktı. Şimdi nerede? Gelmişken birde onu yoklayalım ayıp olmasın, küsmesin sonra. Hem uzun zaman oldu. dedi alaylı sesi donuk, keş gözlerini yayarak yabanice gülümseyerek. Kulağına haykırışlar geliyordu uzaktan. Sanki tünelin sonundan gelir gibi ulaşan acı acı bağıran bir adamın feryatları. Ellerini kulaklarına daha da bastırdı bu sesi durdurmak için, oturduğu yerde büzüldükçe büzüldü. Yetmiyordu. Ne yaparsa yapsın, seslerin keskin tınısın kulağına ulaşmasını engelleyemiyordu. Sonra sesler bir anda kesildi. Haykırışlar, acı inlemeler durdu. Sustu her yer. Gözlerini karanlık yerde gezdirdi. Yutkundu. Yüreğini ani bir sıkıntı bastı. Neden kesilmişti sesler? Ne olmuştu adama? Oysa bağırdığı zaman en azından hayat belirtisi veriyordu. Oysa şimdi Allahım! Neden sesi gelmiyordu? Yanında ufak bir kıpırtı oldu. Ürkekçe gözlerini oraya çevirdiğinde, irice bir sıçan faresinin gözlerinin boncuk boncuk parlayarak yanında gezindiğini fark etti. Cırıl cırıl sesler çıkarıyor, elleriyle ağzına tuttuğu bir şeyi kemiriyordu. Gözleri kaygıyla irildi. O O kanlı şeyde neydi? Hala üzerinden buhar çıkıyordu. Taze et parçası olduğu o kadar belliydi ki. Kalbi ufacık bedenini delercesine atmaya başladı. Zayıflamış cansız bedeni sarsılıyordu irkilerek. Öyle hızlı atıyordu ki kalbi, şimdi bu boş mahzende sadece kalp atışlarının yüksek ritmini duyuyordu. Fare elindekini kemirerek yanına yaklaştı. Duvardaki ufacık camdan sızan ay ışığı onun siyah tüylerini parlatarak üzerine düştü ve gördüğü kadarıyla Gözleri dehşetle irilirken birden oturduğu duvar dibinden zıplarcasına kalkıp çığlığı bastı. O O şey Kulaktı! İnsan kulağı! Cansız sesi boş mahzende yankılanınca inlemeler halinde, derhal ellerini ağzına kapayarak derin derin solumaya başladı. Nefes alamıyor, ciğerleri patlayacakmış gibi beynine baskı yapıyordu. Dolu dolu olmuş mahzun gözlerinden yaşlar süzülerek ellerine akarken, kir içindeki ellerinin pis kokusu, her nefesle genzine iğrenççe yayılıyordu. Bunlar nasıl insanlardı böyle? Allahım ben nereye düştüm! Ürkek gözlerini diktiği fareye bakarak geri geri ilerledi. Sırtı duvara çarpınca durdu ve daha fazla onu taşıyamayan bacakları yere hışımla kapaklandı. Dizlerinin sert zeminle buluşmasıyla canı yanmasına rağmen uysalca oturup, o farenin bir insana ait olduğunu bildiği eti yemesini ağlayarak izledi. Belki de o adamındı! Dünden beri yalvarıp, ağlayan adamın artık sesi gelmiyordu. Narin omuzları sarsılmaya başlamıştı gene. Kaç gün olmuştu buraya geleli? Kaç gece geçirmişti artık hatırlamıyordu. Ay mıydı? Ya da yıl! Zaman var mıydı? En son sekiz geceyi saymıştı. Ama sonra vazgeçmişti saymaktan. Sadece nefes almak ve önüne attıkları kuru ekmeği yiyerek hayatta kalma savaşına tutulmuştu. Elleriyle gözlerini kuruladı. Bakışları karışışında hunlarca insan parçasını yiyen birken dört olmuş hayvanlara kaydı. Bacaklarını kendine çekip başını dizlerine dayadı. Kollarını bacaklarının etrafına sararak ufacık oldu. Nokta gibi küçülmek, zerre kadar yok olmak istedi. Alışmıştı artık onlara. Oysa bir zamanlar nasılda korkardı farelerden. Şimdi Şimdi onların yanında sakince oturur olmuştu. Yaptıklarını, yediklerini, hareketlerini büyük bir sükûnetle, duygusuz bir tekinsizlikle izler hale gelmişti. Ya alışıyordu. Ya da duygusuz ve hissiz oluyordu. Düşündü gene. Zaten burada yaptığı en iyi şeyde düşünmekti. Sonra düşündüklerine isyan eder gibi başını iki yana salladı. Ama hala neye itiraz ettiğini bilmiyordu. O gün gözünü kan bürüyen hiddetini kontrol altına alıp sakinleşerek ona asileşmeseydi, şimdi burada böyle unutulmuş bir et parçası gibi olmayacaktı. Hâlbuki nasılda hevesliydi kaçmak için bir yol bulduğunda. Kaçış yerlerini iyi hesaplasaydı ve nitekim nasıl temkinli be dikkatli olacağını heyecanlanıp unutmasaydı şimdi özgür olacaktı. Lanet aklı heyecana kapılıp her şeyi nasılda bir güzel unutuvermişti. Arkasında o kadar net izler bırakmıştı ki, bir çocuk bile onları takip ederek onu rahatlıkla bulabilirdi. Oysa karanlıkta sessizce dışarıya çıkıp, konağın bahçesine yöneldiğinde ayağındaki ayakkabıları çıkarmayı akıl edebilseydi, yeni ıslanmış çimlerde ardında ayak izi bırakmayacaktı. Karanlığa karışıp yok olduğunu sanarak ormanın içine daldığında aptal gibi hızını kesip biraz dinlenmeseydi, ya koşsa ya da saklansaydı burada olmayacaktı. Oysa bir ağaca tüneyip sabahı beklerken onların varlığından da kamufle olabilirdi. Ya da evin bir köşesine sinerek saklanıp, gittiğini düşünmelerini sağlayabilirdi. Ama aptal aklı telaşa kapılarak kendini denetlemeye alamamış ve hemen ele vermişti. Artık olan oldu. Ben buradan çıkamayacağım diye fısıldadı karanlığın içine umutsuzca. Konuşmadığı için dudakları kurumuş, çenesi bir-iki kelimeyle bile neredeyse ağrır olmuştu. Sonra dili ağzının içinde fazla bir et parçası gibi pelteydi. Konuşmak! Artık konuşabileceğini dahi sanmıyordu. Burada sadece düşünüyordu. Ölümü düşünüyordu. Yaşadıklarını, olanları ve buraya nasıl düştüğünü düşüyordu. Sonunda farelerin sesi kesildi. Bakışlarını onların olduğu yere çevirdi. Hepsi gitmiş, birinin de giderken salladığı kuyruğunun ucu gözüküyordu. Sonunda dedi. O iğrenç mahlûklar gitti. Onları düşündüğü gibi gene burnunu kıvırdı. Onlara alışması mümkün değildi. Sonra ayak sesleri gelmeye başladı. Uzaktan, lap lap lap Sanki boş bir odanın zemininde patlar gibi kuvvetti ve ağır bir bedeni taşır gibi sarsıcı seslerdi. Başını kaldırıp sağa sola bakındı. Ayak sesleri kesildi. Dudaklarını kıvırarak öfkeyle pufladı. Kalbi neredeyse hızlanmaya başlamıştı. Aslında gün içerisinde birkaç defa böyle ayak sesleri duymaya alışıktı. Birileri geliyor ve gidiyordu. Konuşmuyor, görmüyor ya da duymuyordu. Önceleri kalbi sesi duyduğu an depar atar gibi heyecanla çarpıyordu ama şimdi artık heyecanlı değildi zira ona uğramıyorlardı. Unutulmuştu. Dili kuruduğu için ağzını şaplattı. Elleriyle yüzünü ovuşturup parmaklarını başına çıkardı. Lanet bitler, başının içinde saltanat kurup, antik bir batık şehir inşa etmişlerdi. Gün geçtikçe sayıları arttığından kaşıntısı da daha fazla olmaya başlamıştı. Tatlı tatlı saçlarını kaşırken aniden gözetlendiği gibi bir hisse kapıldı. Elleri kafasında duraladı. Derhal dikleşti. Oturduğu yerde huzursuzca kıpırdanıp bakışlarını kapıya çevirdi. Ortada bir şey yoktu. Titrek cansız bir ışıktan başka Gözlerini kıstı. Derince soludu. Gözetlendiği hissinden kurtulmaya çalıştı ama olmadı. Sanki ensesindeki tüyleri İzleniyorsun! dercesine dikleşiyordu. Tüm hücresi kendinden bağımsız çoğalarak kanının hızlı akmasını sağlıyordu. Bedeni ısındıkça, soğuk mahzende ince zayıf vücudundan buharlar çıkıyordu. Bu his birden kalbine dokunurken, görme, duyma, dokunma, koklama duyularını harekete geçirmiş, tüm varlığıyla avaz avaz bağırma isteğiyle dolmasını sağlamıştı. Ellerini kaldırdı. Şakaklarını ovdu. Kendi kendini telkin etmeye başladı. Kafayı yeme! Kendine gel Rüya onların hepsi hayal. Kafanda kuruyorsun. Yalnızlıktan oluyor bunlar yapma. Geçecek şimdi hepsini unutacaksın sakin ol. Artık şizofrene bağlayıp paranoyak olmaya başladığını düşünürken, başını yana çevirdi ve dalgınca baktığı kapıda hafif bir gölge belirdi. Kalbi heyecanla ve dehşet bir korkuyla çarparken, yönünü kapıya döndü ve içeri sızan cansız ay ışığından yararlanarak kapıdaki ufak gözleme penceresine iri gözlerini kısarak baktı. Orada silik bir yüz gördü. Yutkundu ve parmaklarını bacağındaki etlerine geçirdiğini anlayamadı. Ta ki eti kanayıp, tırnakları kırılana kadar, gecenin içinde parlayan kömür tanesi gibi kara elmas gözleri o gölgeye nefes gibi odaklanıp bakarken, orada beliren yüz kısacık bir an daha baktı ve ardından kayboldu. Rüya yerinden irkilerek sıçrayıp kalktı. Buz gibi mahzende aldığı nefesleri buharlaşırken ağır kapı tıkırdamaya başladı. Sonra kapı gıcırdayarak açıldı ve geriye doğru kaykıldı. Sanki kapının sesi kalbinin ritmine takılıp kalmış kulaklarında atıyordu. Titrek sarı ışık içeriyi esir aldığında, Rüya haftalar sonra ilk defa ışık görmesiyle gözlerini kapadı. Gözbebeklerini acıtarak alan ışığın can yakıcı etkisinden kurtulmak için kolunu gözlerine siper etti. Kısık gözleri ışığa alıştığında kolunu usulca aşağı indirdi. Işığı yararcasına iri bir beden kapıyı doldurarak eşikte belirdi. Onu biliyordu! Bu bedeni tanıyordu! Kalbi patlarcasına göğüs kafesini zorlarken, titrek bacaklarındaki güç çekildi. Sırtını duvara dayamasaydı çoktan yere kapaklanırdı. Sonra boş buz gibi mahzeni onun tok, kaba, acımasız sesi titretti. Beni özledin mi Rüya? Seni ziyarete geldim kedicik