Samuraylar ve Felsefe Samuray dendigi zaman orta çag Japonyasi�nin görüntüsü beynimize damgalanmaktadir. Ve hala Japonya�yi anlatan, ifade eden çok önemli bir kültürün önemli yapi taslarindandir. Onlar mükemmel savasçilar olarak görünmekte, bir tehlike aninda her an savasmaya hazir, bunun yaninda beklentilerini yerine getiremediklerinde, onursuzluk sergilediklerini düsündüklerinde ve temel prensiplerine aykiri davrandiklarinda her an intihar etmeye egilimliydiler. Düsmanlarina karsi acimasiz ve ölüm fikrine çok bagli akimin en büyük temsilcilerindendiler. Bir model olarak ele alindigi zaman, samuraylarin bu görüntüsü hem yanlis hem de dogru görünebilirdi. Çünkü onur, cesaret, nezaket, sadakat, büyük düsmanlara deger veris gibi manevi yönü güçlü davranislarinin yaninda bazen asice bas kaldirabilecek, kendi düsüncelerinin dikine gidecek, çok muhafazakar bir görüntüyü sergileyecek, zalimlik gösterecek ve gerektiginde gözünü kirpmadan acimasizca öldürecekti. Japonya tarihi boyunca onlarin pozisyonlari, katkilari, durumlari sürekli degismistir ve yüzyillar geçtikçe agirliklarini ortaya koymuslardi. 10. yüzyilda imparatorluk sarayi ve büyük toprak sahiplerinin muhafizlari, özel koruma görevlileri olarak ise baslayan samuraylar, özel olarak egitilmis ve silahlandirilmis kiralik askerlerdi. Sonra zamanla klanlar olusturacaklar, daimyolara (feodal derebeyleri) hizmet edecekler, ülkenin politik ve askeri gücünü ellerinde tutacaklar ve Japonya tarihine 700 yil hükmedeceklerdi. Samuray çok serefli prensipleri üzerinde tasimaya özen gösterecekti. Bunlardan bazilari görev sorumlulugu, sadakat, kahramanlik, cesaret, dürüstlük, nezaket, sefkat, samimiyet ve onurdu. Peki samurayin ölümsüz çekiciligini saglayan düsünceler bunlar degil miydi? Bu prensipler siradan insanlarca da belki yerine getirilmektedir ama samuraylarin bu prensiplere bagliligi ve uygulama yöntemleri çok farkli, etkileyici olmustur. Karsimizda bir görev, sorumluluk ve sadakat ugruna karsisina yüzlerce savasçi çiksa dahi, basa çikilmasi olanaksiz olsa bile gözünü hiç kirpmadan kilicini kullanan, kelleler alan ve yeri geldiginde düsman elleri tarafindan öldürülmektense kendisini öldüren bir model vardi. Dünyada bilinen normal savasçi kaliplarinin çok disina çikiyorlardi. Dünya üzerinde onlar kadar tehlikeli ve mükemmel kiliç kullanan savasçi grubu çok az olmustur. Yedi yüzyillik hakimiyetleri sürecinde bilindik savasçi kaliplarinin ötesine geçmelerinin en önemli nedenlerinden biri; saygideger düellocudan, kiralik askere, silah tasiyan bir profesyonele, sonra da en önemli devlet koruyucusuna ve sosyal sinifin en üst tabakasindaki aristokratlara dönmeleridir. Bunda ülke yönetiminin agir militarist yönde yogunlasmasinin büyük etkisi vardir. Bir kismi samuray (sövalye) olarak adlandirilirken bir kismi da bushi (savasçi) olarak adlandirilacakti. Samuraylari diger savasçilardan ayiran baska özellikler nelerdi? Samuraylar için söhret kazanmak çok kolaydi. Bunun için çok basarili savasçi olup, savas alaninda yigitlik gösterip, kelleler toplamasi yeterlidir. Savas sona erdigi zaman samuray topladigi kelleleri savas hatirasi olarak generaline sunuyor, karsiliginda ün kazaniyor, altin ve gümüs aliyor, terfi atliyor ve hatta eger toprak alinmissa toprak sahibi oluyordu. Alinan kellelerin önemi neden büyüktü? Generaller basarilarini göstermek, göz dagi vermek ve prestijlerini saglamlastirmak için maglup ettikleri rakiplerinin kellelerini açik alanda halka teshir ediyordu.
Samuraylarin diger farkliligi; savas zamaninda acimasizca kelleler alirken, acimasizca savasirken, ölmek ve öldürmekten baska hiç bir seyi düsünmezken, baris döneminde ya da savasmadiklari zamanlarda farkli dünyalara, boyutlara geçmesiydi. Savasçi samuraylar ayni zamanda dinine çok bagli Budist de olabilirdi. Dinin sogukkanlilik konusunda kendisine kazandirdiklarini, savas teknigine ekleyecek ve teknigini mükemmellestirecekti. Bunun haricinde daimyolar ve üst düzey samuraylar siirler yaziyor, Noh Tiyatrosu oyunlarina katiliyor, çiçek ve çay törenleri düzenliyorlar, hatta samizen (bir çesit ut) çaliyorlardi. Üst düzey samuraylar en çok çay törenlerine düskündüler ve bu töreni bir nevi dinsel bir havada zarafet gösterisine çevirmislerdi. Söz konusu törenle savas sonrasi yogun olan zihnini dinlendiriyor, ölüm ve yasam ikilemini düsünüyor, o anin zevkini çikariyordu. Ama en önemlisi, egosunu dar bir alana hapsediyor ve savunma halinden uzaklasmis oluyordu. Çay evine girerken samuraylarin kiliçlarini çikarmalari gerektigini eklememizde fayda var. Ayrica bünyeyi yorucu savaslar sonrasi, ufak çay evine girip huzurla dolmak, bir nevi yorgunluk çayi içmek, bazen dogayla iç içe olmak, gözleri kapatarak zihni dinlendirmek onlar için vazgeçilmez motivasyon ve rahatlama yöntemlerinden biriydi. Çay evlerinin çok ufak olmasi, harika bir estetikte yapilmasi ve içine girildigi an huzur vermesinin nedenlerini bilmek güç degildi. Bazi samuraylar için çay takimlari çok önemliydi ve Japonya tarihinde bir iki savasin içeriginde çay takiminin da özel rol oynadigini söyleyebiliriz. Samuray denildigi zaman aklimiza gelen en önemli seylerden biri de nisan ayi sonu ve mayis ayi basinda açan, manzarasi nedeniyle günümüz Japonyasi�nda üzerine festivaller, gezintiler yapilan kiraz agaci ve çiçekleridir. Samuraylar diktirdikleri kiraz agaçlarinin çiçekleri ortaya çiktigi zaman uzun uzun seyrederlerdi. Bu olayin felsefe derinligi surada yatiyordu: Kiraz çiçekleri en olgun zamanlarinda düsmektedir ve bu yönüyle samurayin savas aninda, en güçlü zamaninda ölebilecegini, her an ölüme hazir olmasi gerektigini hatirlatiyordu. Yasam ve ölüm kavramlarinin sorgulamasini, kiraz çiçeklerine derin derin bakarak en anlamli sekilde yapmis oluyordu. Su ana kadar anlattiklarimiz samuraylarin genel özelliklerinden bazilariydi. Ama onlarin degismez prensipleri vardi: Mesela, ölmek ya da öldürmek zorunda olduklari gerçegi... Onlar için en önemli sey buydu ve bununla birlikte bazi prensipler bushido olarak adlandirilan Savasçinin Yolu�nu kapsiyordu.
Bushido, yani savasçinin yolu, 17. yüzyilda Yamaga Soko isimli neo-konfüçyüsün yazisinda, samuray ahlak kurallarinin tanimlandirilmasi için kullanilmistir. Bushido prensipleri çok daha önceden gelmis, yazilmamis, gayri resmi olarak Japonya�da gelismis ve Çin savas doktrinlerinden temel almistir. Ek olarak, Bushido ögeleri Budist, Zen, Konfüçyüs ve Shinto prensiplerini içermektedir. Yamaga Soko�nun disinda Edo dönemi sogunu Tokugawa Ieyasu, Buke Sho Hatto (Savasçi Ailelerin Kurallari) isimli bir eser çikarmisti. Söz konusu kitap, bushido prensiplerinin yaninda titiz kurallar ve baris zamaninda samuray klanlarinin davranislarini yönetmek gibi konulara egildi. Savas prensipleri ögelerini biçimleyip samuraylar için yeni ilgi odaklari yaratmayi umut etmistir. Böylelikle kurdugu sogunluga karsi dogabilecek isyanlari azaltmak istemistir. Ayrica samuraylarin kendilerini felsefi islere adamasini, yogun egitimli ve disiplinli bir hayati, baris zamanlari boyunca savas sanatinin muhafaza edilmesini ve arilastirilmasini yansitmistir. Bu kitap klasik samurayi yaratmistir. Bushido; samuraylarin var olma nedenini ve baslangiç prensiplerini içerir. Bu prensipler sadece Sengoku döneminin sonu (1477-1615) ve Tokugawa döneminin (1603-1867) baslangicinda yazildi. Bushido�nun amaçlari orta çag sövalyelerinin kurallariyla benzerlik gösterir ama daha farkli prensipleri de içerir: Normal savasçilarin aksine samuraylarin yasama dair kendilerine özgü prensipleri ve fikirleri vardir. Dürüstlük, dayaniklilik, tutumluluk, cesaret, nezaket, onur ve hepsinden önemlisi sadakat ve korkusuzluk bushido prensiplerinin içinde yer alan faziletlerdir. Samuray prensiplerinin kilit noktasi vazifedir. Samuray ölüm korkusundan, acidan kendisini yalitmistir ve efendiye hizmet ilkesini benimsemistir. Bir samuray ancak hizmet verdigi taktirde samuray olabilirdi. Efendisiz, vazifesiz ve amaçsiz samuray sadece bos bos dolasan silahli bir adam, bir ronin ve bir avaredir. Söz konusu basibos samuraylar yani roninler, baris halinde geçen Edo döneminde (1603-1867) çok büyük sikintilara neden olmuslardi. Ayrica sadakat ve vatanseverligin tüm sekilleri cesaretlendirilmisti. Shinto dininden ulusal onur; Konfüçyüs dininden sadece daimyo ve samuraylar arasinda degil, aile üyeleri ve arkadaslar arasindaki özel iliskilere önem verilmesi gibi etkilenimler söz konusu olmustur. Dürüstlük ve görgü kurallarina hatasiz baglilik çok önemliydi. Bütün iliskilere çok dikkat edilmistir. Ideal bir samuray; bütün akrabalari ve arkadaslari için sirtlarini dayayabilecekleri bir kaya, Japonya ya da daimyoyu tehdit edecek kisilerin cesur bir düsmaniydi. Bütün toplumsal iliskilerde mükemmel bir agirbaslilik, ciddiyet, dürüstlük ve resmiyet çok önemliydi. En sonunda onun sadakati efendisine olurdu. Bir samuray yüce gönüllü, cömert, yardimsever ve koruyucu olmali, kendi bilgisi ve iç odaklarini gelistirmeliydi. Her seyden önce yasli ve zayiflari korumali, dürüst ve merhametli olmali, akil ve bilgeligi arastirmali ve saygin olmaliydi. Nihayetinde diger siniflara, çevresine harika bir örnek olmaliydi. Kendisinde bütün faziletleri örnekleyen, yüksek standartlarda yasayan gururlu bir adam olma olgusu kilit noktaydi.
Samurayin en önemli tutkusu onura sahip olmakti. Bütün fikirlerin ötesinde bu sabit fikir, onlarin en önemli özelligine damgayi vuruyordu: Onurunu kaybettigi zaman tekrar onurunu kazanabilmek için kendisini gözünü kirpmadan öldürmesi, yani seppuku, batida bilinen adiyla harakiri yapmasidir. Düsmanlari tarafindan sarilan bir samuray, hala onlara dogru ilerliyorsa, sonuna kadar savasiyorsa, yasamini verene kadar mücadele ediyorsa bunun nedeni bagli olduklari bushido prensipleridir. Bu olay samuraylarin söz konusu prensiplere bagliliklarini samimi bir sekilde gerçeklestirdiklerini kanitliyordu. Hem prensiplere baglilik hem de hizmet ettikleri kisilere, liderlere ve güçlere baglilik... Bu noktada günümüz insanlari bu erdemlere çok tuhaf gözlerle bakabilmektedir. Özellikle samuraylarin kendilerini öldürmelerine. Günümüz insanlarinin bu prensiplere nasil baktiklari su an için önemli degil. Bu durum, günümüz insanlarina çok sasirtici, anlamsiz geliyorsa demek ki manevi degerlere bakis noktasinda dönemlere göre farkliliklar ve degisimler söz konusu. Tabi kültürel, geleneksel özellikleri de hesaba katmamiz gerekiyor. Samuraylarin bir çok fikri, Orta Çag Avrupasi�nin sövalyelerinin prensiplerinden çok farkli degildi. Bushido felsefesinin tüm rüzgarlariyla dolu olan bir samuray, hareketlerini yaparken ve adimini atarken kendi hayatini bencilce düsünmemistir. Ölüm ve yasam sonuç olarak tesadüfiydi, o kadar da önemli degildi. Önemli olan dogru seyleri yapmak ve degerleri korumakti. Nerede ve nasil yasandigi, ölü ya da canli olmak önemli degildi. Önemli olan hayatin her yerde olmasi, onurun ve manevi degerlerin korunmasiydi. Çabalamak, denemek ve ölmek, hiç bir sey yapmamaktan çok degerliydi. Çünkü bu girisimler kisisel ve bedensel korkular tasimadan, büyük bir rahatlik ve içtenlikle yapiliyordu. Bu prensipler savaslardan kaçmak zorunda kalan samuraylari da durdurmuyordu. Her seyden önce onlar bir insandi. Ama hiçbir sey yapmadan kaçmak zorunda kalinmissa, bushido prensipleri yerine getirilememisse yapilacak sey belliydi. Eger prensipler yerine getirilememisse artik yasamanin bir anlami yoktu. Artik intihar etme zamaniydi. Bir örnek vermek gerekirse; bir kaleyi düsmana vermektense kaybedecegini ve ölecegini bile bile direnmek, her seyi göze alip kaleden çikip düsmana saldirmak ve son adam kalincaya kadar savasmak da farkli bir intihar yöntemiydi. Bir düsman kaleyi kusattigi zaman kaleyi düsmana kaptirmak, intihar etme sebeplerinden biriydi. Eger düsmanin kaleyi ele geçirmesini engellerse, bagli oldugu efendisinin savasi kazanmis olmasini saglayabilirse bu sadakat ve cesaret dolu bir davranis sanatina eslik edecekti. Günümüz kosullarini göz önüne aldigimizda binlerce, on binlerce askerin iki yüz kisilik bir kaleyi kusattigini düsünelim. Söz konusu iki yüz kisinin kaleyi savunmanin ötesine geçip, kaleden çikarak devasa düsmana saldirmasi sizce bir nevi intihar degil midir? Bu örnegi dogrulayan yasanmis bir gerçek olaydan bahsedebiliriz: 1600 yilinda Japonya Bati ordulari Fushimi Kalesi�ni kusatmislardi ve iki yüz kisilik Tokugawa klani savunmacilari, kale kapisini açip düsmana defalarca saldirmislardi. Iste bu saldirilara banzai saldirilari denilmektedir. Banzai saldirisi, her seyi göze alarak yapilan saldiriydi ve derinligi bushido felsefesinde yatiyordu. Ikinci Dünya Savasi sirasinda Japonya birlikleri tüm Pasifik�te sayisiz banzai saldirisini gerçeklestirmistir. 20. yüzyil Japonya imparatorlugu askeri kuvvetlerinin bushido kurallarini yasattiklarini görebiliyoruz. Ayrica Ikinci Dünya Savasi�nda Amerika Japonya�yi isgal ettigi zaman tüm kiliçlari toplatmistir. Çünkü Amerikalilar kiliçtan, kilicin mistik gücünden çok korkmuslardir. Eline kilicini alan bir samuray ya da samuray kanini tasiyan bir Japon, mistik güçlerle kaplanmis gibi her an banzai saldirisini gerçeklestirebilirdi. Kiliç ve samuray arasindaki iliski baska bir baslik altinda incelenecek bir konudur.
Bushido, davranis prensiplerini biçimlendirdigi gibi karanlik yönlere de sahip olabilirdi. Samuraylar esirlere sik sik acimasiz ve sert davranmislardir. Çünkü tutsaklar bushido prensipleriyle yasamanin gerekliliklerini yerine getirememis, basarisiz olmus sayiliyorlardi. Bazi düsmanlar sirf bu nedenden dolayi idam edilmislerdir. Ayrica esir düsen büyük savasçi samuraylarin onurlarini kazanabilmeleri için seppuku yapmalarina imkan verdiklerini de söyleyebiliriz. Orta Çag Avrupasi döneminde önemli savasçilar ve sövalyeler fidye karsiligi serbest birakilabilirken, samuray savaslar döneminde nakit karsiligi esirleri serbest birakmak yöntemine asla basvurulmamistir. Savas alaninda esir alinmis bir samuray ya da daimyo, onlarin elinde rezilce ölmeyi bekleyecekti. Gerçek bir samurayin çok yetenekli bir savasçi olmasinin yaninda çok kültürlü bir yapiya sahip olmasi da beklenir. O sadece kiliç kullanma konusunda ustalasmis degildi ve yukarida anlattigimiz gibi bir çok vasfa sahipti. Özellikle siirler yazilirken en büyük rakipleri düsünülerek çesitli siirler yazilir, akilli sözcük oyunlari ve imalar kullanilirdi. Bunu yapabilmek için iyi bir zekaya sahip olmak gerekiyordu. Samuraylar, sosyal sinifin en üstünde yer alarak yasamin en güzel yönlerini saf kendi gücüyle saglamis; daimyolar da dünyanin en zengin insanlarindan biri olarak yasamisti. Onlarin asagidaki siirsel inançlari pek çok seyi açikliyor: Anne babam yok; gökyüzü ve dünya anne babamdir. Evim yok; Tan Tien evimdir. Ilahi gücüm yok; dürüstlügüm ilahi gücümdür. Huysuzlugum yok; uysalligim huysuzlugumdur. Büyü gücüm yok; kisiligim büyü gücümdür. Ne ölümüm ne de yasamim yok; Um ölüm ve yasamimdir. Bedenim yok; sabirlilik bedenimdir. Gözlerim yok; simsegin çakmasi gözlerimdir. Kulaklarim yok; duyarliligim kulaklarimdir. Bacaklarim yok; çabuklugum bacaklarimdir. Kanunum yok; kendimi savunmam kanunumdur. Stratejim yok; dogru öldürmem ve yasamimi dogru vermem stratejimdir. Planim yok; firsati degerlendirmem planimdir. Mucizem yok; dürüst kurallarim mucizemdir. Prensiplerim yok; bütün kosullara adapte olmak prensibimdir. Taktiklerim yok; bosluk ve doymuslugum taktigimdir. Dogal yetenegim yok; zekami hazir tutmak dogal yetenegimdir. Arkadaslarim yok; aklim arkadasimdir. Düsmanim yok; dikkatsizligim düsmanimdir. Zirhim yok; yardimseverligim zirhimdir. Kalem yok; degismezligim kalemdir. Kilicim yok; zekam kilicimdir. Atilla ÇELİK