Tasavvuf Edebiyatının Genel Özellikleri

Discussion in 'Türkçe-Edebiyat' started by Uygu, Sep 25, 2012.

  1. Uygu

    Uygu New Member



    Dinî-Tasavvufî Türk edebiyatı İslâmiyet’in ve Tasavvufun etkisiyle ortaya çıkmıştır. İslâmiyet'in kökleşip yayılmasında büyük etkisi olan tasavvuf, zamanla edebî eserlerde de işlenmiş, din ve tasavvuf, edebiyat aracılığıyla yayılmaya çalışılmıştır. Dinî -Tasavvufî Türk edebiyatına Tekke edebiyatı da denir. Dinî -Tasavvufî Türk edebiyatında asıl olan sanat yapmak değil, dinî-tasavvufi düşünceyi yaymaktır. Tekke şairlerinin çoğu tarikatlarda yetişmiş şeyh ve dervişlerdir. Tekke şiiri, halk şiirinden de divan şiirinden de nazım şekilleri almıştır.

    En belirgin özellikleri şunlardır:
    Kurucusu 12. yüzyılda Doğu Türkistan'da yetişen Hoca Ahmet Yesevi'dir.
    Tekke Edebiyatı, Anadolu'da 13. y.y.'dan itibaren gelişmiştir.
    Bu edebiyat şairleri tarikat merkezi olan tekkelerde yetişmiştir.
    Nazım birimi genellikle dörtlüktür.
    Hem aruz hem hece vezni kullanılmıştır.
    Şiirlerin çoğu ezgilidir.
    Allah, insan, felsefe, doğruluk, ibadet gibi konular işlenmiştir.
    İlahi, nefes, nutuk, devriye, sathiye, deme gibi nazım şekilleri kullanılmıştır.
    Dili Âşık Edebiyatı'na göre ağır, Divan Edebiyatı'na göre sadedir.
    Âşık, maşuk, şarap, saki gibi mazmunlara yer verilmiştir.



    Yüzyıllara göre bu edebiyatın en önemli temsilcileri şunlardır:
    12.yy.: Hoca Ahmet Yesevi
    13.yy.:Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli
    14.yy.:Kaygusuz Abdal
    15.yy.: Hacı Bayram-ı Veli, Eşrefoğlu Rumi
    16.yy.: Pir Sultan Abdal
    17.yy.: Niyaz-ı Mısrî, Sinân-ı Ümmî, Hüdâi
    18.yy.: Sezai
    19.yy.: Kuddusi, Turâbi



    Bu özelliklerin dışında kalan; eserlerini aruz ölçüsüyle ve Divan Edebiyatı diliyle, hatta tamamıyla Arapça-Farsça yazan tasavvufçular da vardır. Örneğin Mevlana Anadolu’da yetişen ilk ve en büyük Türk mutasavvıf olduğu halde eserlerini Farsça yazmıştır. Şeyh Galip, Divan tarzında eser verdiği için Tekke Edebiyatı çerçevesinde düşünülmez, Di-van Edebiyatı mensubu sayılır.



    TASAVVUF DÜŞÜNCESİ


    Allah'ı bilmek nasıl olur? Kâinatın yaratılışı nasıldır? Biz neyiz? Niçin geldik dünyaya? Yaşamımızın anlamı, var olmanın aslı, gerçek, başlangıç ve son nelerdir? Bu ve bunun gibi fizik ötesi sorulara cevap vermeye çalışan düşünüş yoluna Tasavvuf düşüncesi denir. [Vahdet-i Vücut (Varlığın Birliği) Teorisi].

    Bu düşünüşe göre Allah tek varlıktır. (Vücud-i Mutlak). Aynı zamanda tek güzelliktir (Hüsn-i Mutlak).

    Tek varlık olan Allah kendisini görecek gözler, sevecek gönüller istemiş ve kâinatta bilinmek istemiştir.

    Bu tıpkı aynayla kaplı bir odada olmak gibidir. Ayna varlığın çeşitli görüntülerini yansıtır.

    O halde, evren ve tüm insanlar Allah'ın bir görüntüsüdür. Öyleyse insanlar arasında renk, inanç, dil, ırk gibi ayrımlar yapmak anlamsızdır.

    Bütün görüntülerde "varlık" ve "yokluk" öğeleri bir arada-dır. İnsan dünyaya bağlı tutku ve zevklerini yok ederek "varlık" öğesini geliştirir. Bunun yolu da tekkelerden (tarikatlar) geçer. Burada insan sıkı bir eğitimle dünya nimetlerinden vazgeçerse, sonunda özü olan Allah'a kavuşabilir. Bu da gerçek aşktır. İnsanların birbirlerine duyacakları aşk ise mecazdır. Bu, kişiyi Allah'tan uzaklaştırır. "Bir hırka, bir lokma" insana yetmelidir. Tekkelerde bu yolla Allah'a ulaşan insan sonunda "Enel Hak" ("Ben Allah'ım") derecesine varır. Bu kişilere "İnsan-ı Kâmil" ya da "Ermiş" denir.



    Tasavvufla İlgili Bazı Terimler


    Vahdet-i Vücud (Varlığın Birliği): Evrende sadece Allah’ın varlığı söz konusudur. Diğer varlık zannettiğimiz, bu “mutlak varlığın”, Allah’ın bir parçası ve görüntüsüdürler.

    Tekke: Tasavvuf ehli kişilerin, tarikat mensuplarının barındıkları, eğitim gördükleri yer, kuruluş.

    Pir: Tarikat kurucusu

    Şeyh: 1.Tarikat kurucusu. 2. Tarikatta en yüksek dereceye ermiş kişi. 3. Tarikat kollarından birinin başında bulunan kimsedir.

    Tarikat: Allah’a varma yolunda benzer biçimde düşünenlerin oluşturduğu topluluk.

    Derviş: Bir tarikata girmiş, onun kurallarına uygun yaşayan kimse.

    Abdal: Gezgin derviş

    Halife: Tarikat kurucusunun ya da şeyhin kendisine vekil tayin ettiği, yetki verdiği kişidir.





    TASAVVUF EDEBİYATININ NAZIM TÜRLERİ


    Tekke şiirinde görülen ve dinsel içerikli konuları işleyen ilahi, nefes, deme, şathiye ... gibi ürünler nazım biçimi değil, birer nazım türüdür. Çünkü bunlar da koşma tipi nazım biçimiyle ve hece ölçüsünün genellikle 7, 8 ve 11'li kalıplarıyla söylenir. Söz konusu türlerde dörtlük sayısı genellikle 3 - 7 dir. İlahi, nefes ve demeler, bestelenerek söylenir.



    İlahi
    Herhangi bir tarikatın izini taşımaksızın Allah'ı öven şiirlere denir.
    Daima özel bir ezgi ile söylenir.
    Divan şiirindeki tevhit ve münacaatın Halk Edebiyatındaki karşılığıdır.
    En ünlü şairi Yunus Emre'dir.
    Değişik tarikatlara göre "deme, nefes, ayin" gibi adlar alır.
    Şekil olarak koşma biçimindedir. Yani dörtlüklerden oluşur.
    Son dörtlükte şairin adı veya mahlası geçer.
    Genelde 7'li hece ölçüsü kullanılır. Bazı ilahilerde aruz vezni kullanılmıştır. Aruz vezninin kullanıldığı ilahiler gazel şeklindedir.



    İlahi Örneği:

    Aşkın aldı benden beni
    Bana seni gerek seni
    Ben yanarım dünü günü
    Bana seni gerek seni

    Ne varlığa sevinirim
    Ne yokluğa yerinirim
    Aşkın ile avunurum
    Bana seni gerek seni

    Aşkın âşıklar öldürür
    Aşk denizine daldırır
    Tecelli ile doldurur
    Bana seni gerek seni
    Yunus Emre


    Nefes

    Bektaşî şairlerinin yazdıkları tasavvufî şiirlerdir.
    Nefeslerde genellikle tasavvuftaki vahdet-i vücut (varlığı birliği) kavramı anlatılır. Bunun yanı sıra Hz. Muhammet ve Hz. Ali için övgüler de söylenir.
    Nefeslerde kalenderane ve alaycı bir üslûp göze çarpar.
    Edebiyatımızda Pir Sultan Abdal nefesleriyle ünlüdür.



    Nefes Örneği:

    Şu görünen yayla ne güzel yayla
    Bir dem süremedim giderim böyle
    Pîrim ben gidiyom sen himmet eyle
    Bu yıl bu yayladan Şâh'a gidelim

    Eğer ekilir de bostan olursam
    Şu halkın diline destan olursam
    Kara toprak senden üstün olursam
    Bu yıl bu yayladan Şâh'a gidelim

    Bir bölük turnaya sökün dediler
    Yürekteki derdi dökün dediler
    Yayladan öteki yakın dediler
    Bu yıl bu yayladan Şâh'a gidelim
    Pir Sultan Abdal



    Deme
    Alevi-Bektaşi tarikatından tasavvuf şiirlerinin tarikatlarını ve hareketleriyle ilgili temaları işleyen, sorunlarını konu edinen şiirlerine "deme" adı verilir.
    Genellikle 8'li hece ölçüsüyle yazılan demeler saz eşliğinde kendine özgü bir makamla söylenir.



    Deme Örneği:

    Gel benim san tanburam
    Sen ne için inilersin?
    İçim oyuk, derdim büyük
    Ben anınçün inilerim

    Koluma taktılar perde
    Uğrattılar bin bir derde
    Kim konar kim göçer burda
    Ben anınçün inilerim

    Gel benim sarı tanburam
    Dizler üstüne yatıram
    Yine kırıldı hatıram
    Ben anınçün inilerim

    San tanburadır adım
    Göklere ağar feryadım
    Pir Sultan’ımdır üstadım
    Ben anınçün inilerim
    Pir Sultan Abdal



    Nutuk

    Tekke Edebiyatı'nda Pirlerin ve mürşitlerin, tarikata yeni giren müridleri bilgilendirmek tarikat derecelerini ve tarikat adabını öğretmek amacıyla söylenen didaktik şiirlerdir.



    Nutuk Örneği:

    Evvel tevhid sürer mürşid dilinden
    Erişir canına fazlı Huda'nın
    Kurtulursun emarenin elinden
    Erişir canına fazl-ı Huda'nın

    İkincide verir lafzatu'llâhı
    Anda keşf ederler sıfatu'llâhı
    Hasenat yeter der eder günahı
    Erişir canına fazl-ı Huda'nın

    Üçüncüde yâ Hû ismini oku
    Garib bülbül gibi durmayıp şakı
    Kendi vücudunda bulagör
    Hak'ı Erişir canına fazl-ı Huda'nın



    Devriye

    Evrendeki canlı cansız her şey Allah'tan gelmiştir, yine Allah'a dönecektir. Bu felsefeyi yansıtan şiirlere Tekke edebiyatında devriye denilmiştir.



    Devriye Örneği:

    Ak süt iken kızıl kana karışıp
    Emr-i Hak'la coşup cevlana geldim
    Mâ-i carî ile akıp yarışıp
    Katre-i na-çizden ummana geldim

    Dokuz ay on gün batn-ı maderde
    Kudretten gözüme çekildi perde
    Vaktim tamam olup ahiri yerde
    Çıkıp ten donundan cihana geldim

    Hakikat meyinden nûş edip kanıp
    Can gözlerim o gafletten uyanıp
    Kudretten her türlü renge boyanıp
    Bu âlem-i nakş u elvana geldim

    Bir zerreyim âfitâbımdan durum
    Aşk ile mesrurum kalbi pür-nûrum
    Ta ezelden zevk-ı seyre mecburum
    Seyr ü sülük edip seyrana geldim
    Hüsni



    Şathiye
    Dini ve tasavvufi halk şiirinde genel olarak mizahi manzumelere şathiye adı verilir.
    Tasavvufi konuları işleyenleri şathiyat-ı sûfiyâne adını alırlar, inançlardan alaylı bir dille söz eder gibi yazılan şiirlerdir. Görünüşte saçma sanılan bu sözlerin, yorumlandığında tasavvufla ilgili türlü kavramlara değindiği anlaşılır.
    Bu tür şiirlere genellikle Bektaşi şairlerinde rastlanır.
    Medrese hocalarına göre bu şathiyeler küfür sayılır.
    Bu türün en tanınmış şairi Kaygusuz Abdal'dır.



    Şathiyye Örneği:

    Yeri göğü ins ü cinni yarattın
    Sen ey mimarbaşı eyvancı mısın
    Ayı günü çarhı burcu var ettin
    Ey mekân sahibi rahşancı mısın

    Denizleri yarattın sen kapaksız
    Suları yürüttün elsiz ayaksız
    Yerleri temelsiz göğü dayaksız
    Durdurursun acep iskâncı mısın

    Kullanırsın kanatsızca rüzgârı
    Kürekle mi yaptın sen bu dağları
    Ne yapıp da öldürürsün sağları
    Can verip alırsın sen cancı mısın

    Sekiz cennet yaptın sen Âdem için
    Adın büyük bağışla onun suçun
    Âdemi cennetten çıkardın niçin
    Buğday nene lâzım harmancı mısın
    Azmî


    Alıntı


     

Share This Page