Son bulgular, Eski Mısırda krallara öte dünyaya yapacakları yolculukta eşlik etmeleri amacıyla insan kurban edildiğine işaret ediyor. Kral Aha (savaşçı), Nilin savaş halindeki iki krallığını birleştirmeye veya başkent Memphisi inşa etmeye çalışırken ölmemişti. Bir efsaneye göre, birleşik Mısırın ilk hükümdarı 62 yıl süren saltanatının ardından bir av kazasında yaşamını yitirmiş; kızgın bir suaygırının ayakları altında ezilerek hiç de efsanevi olmayan bir şekilde ölüme gitmişti ve ölüm haberi çalışanlarına farklı, özel bir korku salmıştı. Birçoğu için, krala yaşamında hizmet etme onuru, sonunun ne olacağı daha da belirsiz bir ayrıcalık olan, ölümünde hizmet etme yolunu da açacaktı.Ahanın gömüleceği gün, görkemli bir cenaze alayı, Mısırın ilk krallarının hânedân mezarlığı olan Abydosun kutsal alanları arasından ilerledi. Rahiplerin öncülük ettiği cenaze alayında; kraliyet ailesi, vezir, haznedar, yöneticiler, ticaret ve vergi memurları ve Ahanın ardılı Djer de yer alıyordu. Alay, kent kapılarının hemen ardında, açık bir meydanı çevreleyen heybetli kerpiç duvarlara sahip anıtsal bir alanın önünde durdu. Duvarların çevrelediği bu alanda rahipler, tütsünün oluşturduğu bir bulut denizi arasından Ahanın ölümsüzlüğünü sağlamak için gizli ritüeller yapacakları küçük bir tapınağa doğru ağır ağır ilerlediler. Dışarıda, alanı kuşatan duvarların çevresinde, altı açık mezar yer alıyordu. Gerçekleşen son kendini adama veya zorla adatmada altı kişi zehirlenmiş ve öte dünyaya götürmeleri amacıyla yiyecek ve şarapla gömülmüşlerdi. Aralarından biri, belki de kralın sevgili kızı veya oğlu, fildişi bilezikler ve değerli küçük taşlardan boncuklarla cömertçe süslenmiş olan, yalnızca dört beş yaşlarında, bir çocuktu.Alay daha sonra, kumulları aştı ve mezarlığa ulaşmak için batan güneşe doğru yürüdü. Ahanın üç odalı mezarı, sonsuzlukta bolluk içinde yaşayabilmesi için erzakla doldurulmuştu. Her biri Ahanın resmi mührünü taşıyan iri öküz eti parçaları, yeni öldürülmüş su kuşları, somunlarca ekmek, peynir, kuru incir, kaplarca bira ve düzinelerce şarap testisi vardı.Mezarının yanında üç düzgün sıra halinde uzanan 30′un üzerinde gömü daha yer alıyordu. Törenler doruk noktasına ulaştığında birkaç aslan öldürülüp ayrı bir çukura gömüldü. Ahanın cansız bedeni tuğlalarla inşa edilmiş mezar odasına doğru indirilirken, sadık maiyeti ve hizmetkârlarından oluşan seçkin bir grup da zehir içerek krallarına öte dünyaya yolculuğunda eşlik etti. M.Ö. 2900′de bir firavunun cenaze töreni gerçekten bu şekilde mi yapılıyordu? Uzmanlara göre bu, akla uygun bir senaryo. Arkeologlar yüzyılı aşkın bir süredir Abydosta kumları eleyerek araştırmalarını sürdürüyor.Şimdiyse Mısırlıların gerçekten insan kurban etme ritüelleri olduğuna ilişkin güçlü kanıtlar buldular ve bu kanıtlar, antik dünyanın en büyük uygarlıklarından birine yeni bir ışık tutuyor.uygarlıklarından birine yeni bir ışık tutuyor. İlk Firavunun Son Töreni Önceleri her Mısır hükümdarı iki bölümlü bir mezar kompleksi hazırlatırdı: Bir tören alanı ve Batı Çölünün daha içlerinde, ölüler diyarında bir mezar. Yakın dönemde Abydosta yapılan kazılarda, I. Hanedanın ilk kralı Ahanın kerpiç tuğladan yapılmış, 5000 yıllık tören alanı ortaya çıkarıldı. Olasılıkla kraliyet gömü töreniyle bağlantılı olarak zehirlenen altı kişi, tören alanı duvarının hemen dışına gömülmüştü. Kazının başkan yardımcısı Matthew Adams, Firavun kendi maiyetindekilerin yaşamları hakkında karar verebiliyordu, diyor. Öte dünyada kendisine hizmet etmek üzere seçtiği veya gerek duyduğu kişileri beraberinde götürme gücüne sahipti.Ölüm ve Sonsuz Yaşam Arkeolog Günter Dreyer, beş yıllık kazı çalışmasıyla ortaya çıkan yapıyı gözden geçiriyor: II. Hanedanın son firavunu Hasehemvinin 4700 yıllık mezarı. Geçmişte çöl platosundaki bir vadi olasılıkla ölüler diyarına giriş kapısı olarak görülüyordu. Mezarlar bu diyara giden yol üzerindeki geçici konaklardı. diyor Dreyer. Hasehemvinin mezar çukurunun köşesinde bir rampa vadiye doğru yükseliyor ve böylece yaşamını yitiren firavuna öte dünyaya gitmesi için kalıcı bir yol sunuyor.Çok Önemli Arşivler Hanedanlar öncesi dönemde yaşamış bir krala ait mezarda bulunan bu kemik ve fildişi etiketler, 5000 yıla tarihlenen resmi kayıtlar, bilinen en eski yazılardan bazılarını taşıyor. Günter Dreyer, üst sıradaki her etikette bulunan çentik sayısının kumaş parçasının büyüklüğünü gösterdiğini düşünüyor. Ve bir çentik yaklaşık 0,2 metre kareye denk düşüyor. Soldaki tablet üzerindeki kuş her sabah doğuda beliren güneş ışığını simgeliyor. Sağdaki tablette yer alan iki simge ise teslim edilen malların nereden geldiğini gösteriyor; bir ağaç tarım çiftliğini tanımlarken, bir köpek de çiftlik sahibinin kimliğine işaret ediyor. Kutsal Topraklar Kırık parçaların oluşturduğu bu yığınlar, eski çağ hacılarının bıraktığı kupa, kâse vb. kalıntılar. Orta Krallık dönemi rahiplerinin, I. Hanedan firavunlarından Djerin mezarını ölülerin tanrısı Osirisin gömüldüğü yer olarak ilan etmesinden sonra, Abydos önemli bir hac merkezi haline geldi. Osirisin ölüm ve dirilişinin anısına her yıl düzenlenen şenlik için ülkenin dört bir yanından büyük kalabalıklar bu kutsal merkeze gelirdi.İnancın Payandası Büyük olasılıkla Osirise tapınmak için inşa edilen bu tapınakta, 30. Hanedan firavunlarından I. Nektanebo ve II. Nektanebonun adlarıyla süslenmiş kaya parçaları hâlâ duruyor. New York Üniversitesine bağlı Güzel Sanatlar Enstitüsünden arkeolog Michelle Marlar, bu alandaki ilk kazı çalışmasını yıkıntıların üzerinden gözlemliyor. Burasının Osiris tapınağı olduğu kanıtlanırsa, diyor, Hanedanlar döneminin ilk zamanlarına kadar inen uzun bir tapınaklar zinciri olduğu düşünülen yapının son evresini temsil ettiği ortaya çıkacak. Bunu Biliyor muydunuz? Abydosta ilk arkeoloji çalışmaları bugün yürütülen zorlu kazı süreçlerinden çok farklıydı; burada bilim insanlarından çok hazine avcıları hüküm sürdü. Eski Mısırlılar bile firavunların gömülü olduğu yerlerde altın, gümüş ve mücevher bulacaklarını bildikleri için atalarının mezarlarını yağmalamaktan geri kalmadılar. İlk Batılı arkeologlar da aynı şekilde eserlere zarar verdiler. Mısır Antik Eserler İdaresi Müdürü, 1895 yılında Émile Amélineauya Abydosta kazı yapabilmesi için bir ayrıcalık tanıdı. Amélineau bunu, istediğini yapma ve dilediği nesneleri alma özgürlüğü olarak kullandı. Anlaşıldığı kadarıyla sağlam, çarpıcı ve satılabilir durumdaki eserler (ki Osirisin lahdi üstünde bulduğu büyük heykel başta olmak üzere bunlara ilişkin birçok örnek verilebilir) dışındakilerle pek ilgilenmedi ve bugün birer hazine sayılacak yığınlarca nesneyi işe yaramaz diye attı. Hatta bazı kaynaklar, I. Hanedan dönemine ait ahşap eserleri kamp ateşinde yakmakla ve beraberinde götürmesine değecek ölçüde çarpıcı olmayan eserleri parçalamakla böbürlendiğini aktarıyor.Abydostaki ilk arkeoloji çalışmalarına ilişkin en tuhaf öykü kayıp kol ile ilgili. 1899 yılında Abydos kazılarının sorumluluğunu devralan Flinders Petrie, öncülü Amélineauya göre çok daha titiz ve düzenli çalışan bir uzmandı; doğru bir belgeleme için önceki kazı alanlarına el attı ve Amélineaunun çalışma yaptığı alanlardan birçoğu üzerinde yeniden kazı yaptı. I. Hanedan firavunlarından Djerin mezarında mumyalanmış bir kol buldu; mezar duvarındaki küçük bir oyuğa tıkıştırılan kol, mücevherle bezenmiş altın bileziklerle süslüydü. Petrie, kolun Djerin eşine ait olduğu görüşündeydi; ilerleyen dönemlerde uzmanlar kolun Djere ve belki de firavunun yakınına defnedilen bir soyluya ait olabileceği görüşünü ortaya attı. Ne yazık ki, gerçeği asla öğrenemeyeceğiz. Petrie, bir sorumluluk örneği göstererek kolu bez sargı ve bileziklerle birlikte Kahire Müzesine gönderdi. Müze müdürü de bilezikleri sergilemek üzere çıkardı ve kolu çöpe attı. Petrienin o dönemi özetleyen sözleriyle belirtmek gerekirse, Müze, tehlikeli bir yer. JOHN CALVİN