Anı, Örnekleri, Açıklamaları

'Türkçe-Edebiyat' forumunda SeaBoy` tarafından 17 Nis 2010 tarihinde açılan konu

Konu etiketleri:
  1. SeaBoy`

    SeaBoy` " ۱۹ ٦ط "

    Anı, Örnekleri, Açıklamaları
    Bir kimsenin kendi hayatını, yaşadığı devrede şahidi olduğu ya da duyduğu olayları edebî değer taşıyan bir dille anlattığı yazılara anı (hatırat) denir. Bir başka deyişle, özümüzde bir iz bıraktığı için unutulmayan ve anılmaya değer bulduğumuz olayları anlatan yazı türüdür. (S. SARICA - M. GÜN-DÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 374)

    Edebiyat sahasının en yaygın türlerinden biridir. Bu türde verilen eserlerin çok değişik sahalarda oluşu, ona belli bir sınır çizme imkânını zorlaştırır. Anıların önde gelen özelliği, yazarının hayatının belli bir kesitini alması ve çok sonra yazıya dökülmesidir.

    İçlerinde anı türünün özelliği bulunabilecek seyahatname, sefaretname, muhtıra, tezkire, menkabe, günlük, otobiyografi ve tarih türleri ile anı türünü karıştırmamak gerekir. Bu türlerin her birinin yazılış gayeleri ayrıdır. Ortak özellikleri ise yaşanmış olaylar üzerine kurulmuş olmalarıdır. Ancak bu özellik, onları birbirinin yerine koyma sebebi olamaz.

    Anıların, tarihî gerçeklerin açıklanması sırasında, önemli yardımları dokunur. Anı; tarih değilse de, tarihe yardımcıdır. Devirlerin özelliklerini anlatan anılar, o devrin tarihini yazacaklar için önemli birer belge niteliğindedir. Bundan ötürü, anı yazarı, anılarını yansıtırken tarihî gerçeklerin bozulmamasına çok dikkat etmelidir. (H. F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 528)

    Anı (Hatırat) ile günlük, en çok karıştırılan iki türdür. Bu iki türün en önemli ayrılığı günlüklerin yaşanırken, anıların ise hayatta ya da ömrün sonunda kaleme alınmalarıdır.

    Her ne sebeple kaleme alınırsa alınsın anı türünde dürüstlük, samimiyet ve sorumluluk duygusu ön plânda tutulmalıdır. Anı yazarken önce konu tespit edilmeli; sonra ya günü gününe tutulan notlar ya da hafızada saklanan olaylar zinciri, plâna göre düzenlenmelidir. Anı yazılırken süslü sanatlı bir anlatımdan kaçınmalı; açık, sade ve akıcı bir üslûp kullanılmalıdır. Duygu ve düşünceler, içtenlikle gerçeği yansıtmalıdır.

    Anılar, ya günü gününe tutulan notlar hâlinde ya da sonradan hatırlanmak suretiyle yazılır. Batı edebiyatında en ünlü anı yazarları; Sain-Simon (1675-1755) ve Rousseau (1712-1778)' dir. (H. F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 528)

    Batı edebiyatındaki ünlü anı yazarları ve eserleri şunlardır:

    Sain-Simon - "Hatıralar"

    Rousseau - "İtiraflar"



    Türk edebiyatındaki anı eserlerine örnekler ise şunlardır:

    Ziya Paşa - "Defter-i A'mâl"

    Muallim Naci - "Ömer'in Çocukluğu"

    Ahmet Rasim - "Falaka" ve "Muharrir, Şair, Edip"

    Halit Ziya UŞAKLIGİL - "Kırk Yıl" ve "Saray ve Ötesi"

    Hüseyin Cahit YALÇIN -"Edebî Hatıralar"

    Falih Rıfkı ATAY - "Çankaya" ve "Zeytindağı"



    Anılar, genellikle aşağıdaki nedenlerden dolayı yazılır:

    (1) Geçmişi bir kez daha yaşamak ve yazma alışkanlığı kazanmak.

    (2) Anıları unutulmaktan kurtarmak.

    (3) Yok olup gitmesini göze alamadığımız bir gerçeğe kalıcılık kazandırmak.

    (4) Anıyı oluşturan olayı, durumu, yerleri, kişileri söz konusu edip, başkalarının bilgisine, yararına sunmak.

    (5) Kamuoyu önünde aklanmaya çalışmak, pişmanlığı dile getirip içini boşaltmak, günah çıkarmak.

    (6) Gelecek kuşaklara geçmişten sonuçlar çıkarıp sunmak.

    (7) Gerektiği zaman bir eleştiride bulunmak.

    (8) İnsanoğlunun; yaşantılarını, deneyimlerini başkalarıyla paylaşmak gereğini duymak.




    ANININ TARİHÇESİ VE GELİŞİMİ ;

    'Anı'nın eski karşılığı 'hatıra'dır. Edebî bir tür olarak anı, bir kişinin aklının erdiği dönemden itibaren görüp yaşadığı, kendisi ve toplum için önemli gördüğü olayları ve durumları belli bir sistem içinde yazıya döktüğü, genellikle, otobiyografik metinlere denir. Otobiyografi, kişinin yalnızca kendisiyle ilgili bilgileri verirken anı, hem bireysel hem de sosyal anlamda bilgi içerir. Günlük tutan yazar, sıcağı sıcağına o günün olay, yaşantı ve düşüncelerini aktarırken; anı yazarı, tarih olmuş eski zamanların olaylarını belleğe ya da belgelere dayalı olarak ortaya koyar. Bu bakımdan anı metinleri yalnızca hatırlanabilen, unutulmayan, kaydedilebilen olayları içerdiği için tarihi aynen aksettirmekten uzaktır, büsbütün objektif olması beklenemez. Toplumların sosyal hayatlarında anı aktarmak önemli bir gelenektir. Özellikle yaşlı insanlar kendilerinden daha genç kimselere daha önce görüp geçirdiklerini, yaşadıkları ilginç olayları anlatırlar.

    Anı yazma geleneği, Tanzimat döneminde, kimi devlet adamlarında batıdaki meslektaşlarına olan özentiden başlamış ve giderek günümüze kadar gelmiştir.




    Tanzimat öncesindeki şuara tezkireleri, menakıpname, siyer, vekayi'name, gazavatname, fetihname, sefaretname gibi eserler bilinen anlamıyla birer anı eseri olmasalar da bu türe özgü özellikleri taşırlar.




    Anılar konuları itibariyle genellikle siyasî ve edebî olmak üzere iki kategoride değerlendirilmektedir. Bunlar kesin sınırlandırmalar değildir. Bir siyasî anı kitabında edebî anılar da olabilmektedir. Kimi anı kitapları da toplum içinde belli özellikleriyle seçilmiş kişilerin portrelerinden oluşmaktadır. Halit Fahri Ozansoy Edebiyatçılarımız Geçiyor (1939), Yahya Kemal Beyatlı Siyasî ve Edebî Portreler (1968); Yusuf Ziya Ortaç Portreler (1960); Hakkı Süha Sezgin Edebî Portreler'i (İstanbul 1997); Beşir Ayvazoğlu Defterimde 40 Suret (İstanbul 1996)... gibi.




    5.1. Siyasî ve Askerî Konulu Anılar
    Tanzimat'tan sonra anı yazma geleneği devlet yönetiminde bulunmuş önemli kişiler arasında da yaygınlaştı.




    5.1.1. Askerî Konulu Anılar
    Afet İnan Atatürk'ten Hatıralar (1950), Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler (1959); Falih Rıfkı Atay Atatürk'ün Bana Anlattıkları (1955), Atatürk'ün Hatıraları (1965), Çankaya (1969); Celal Bayar, Şevket Süreyya Aydemir Suyu Arayan Adam (1959); İsmet Kür Anılarıyla Atatürk (1965); Ali Fuat Cebesoy Sınıf Arkadaşım Atatürk (1997); Hilmi Yücebaş Atatürk'ün Nükteleri Fıkraları Hatıraları (1963); Ahmet Cevat Emre İki Neslin Tarihi (1960); Nadir Nadi Perde Aralığında (1965); Erdal Öz Deniş Gezmiş Anlatıyor (1976); Safa Güner Köy Enstitüleri Hatıraları (1963); Yakup Kadri Karaosmanoğlu Zoraki Diplomat (1955). Politika'da 45 Yıl (1968); Samet Ağaoğlu Strazburg Hatıraları (1933), Babamdan Hatıralar (1939), Aşina Yüzler (1965)... Ahmet Ağaoğlu Serbest Fırka Hatıraları (2. baskı, 1969); Erdal İnönü Anılar ve Düşünceler; Rauf Denktaş Rauf Denktaş'ın Hatıraları (4 cilt, 1996); Emre Kongar Ben Müsteşarken (1996); Gülsün Bilgehan Mevhibe İnönü'nün Anıları, Milliyet, 08.03.1998...




    5.1.2. Hariciye ve Elçilik Anıları
    Ülkemizi yurt dışında temsil eden, yurt dışı görevlerinde bulunan bazı kişiler oradaki kimi ilginç gözlem ve izlenimlerini yazıya dökmüşlerdir. Ali Fuat Cebesoy Moskova Hatıraları (1955); Feridun Cemal Erkin Dışişlerinde 34 Yıl (1980); Zeki Kuneralp Sadece Diplomat (1982)...




    5.1.3. Cezaevi ve Avukat Anıları
    Ülkemizde belli dönemlerde özellikle aydınlar, sanatçılar, edebiyatçılar ve politikacılar zaman zaman tutuklanmışlardır. Onlar hapishanede yaşadıklarını, yargılanmaları s ırasında başlarından geçenleri, çektikleri sıkıntıları ve bu tür kişilerin davalarını üstlenen avukatlar gözlem ve izlenimlerini anı biçiminde yazmışlardır: Necip Fazıl Kısakürek Cinnet Mustatili (1955), Yılanlı Kuyudan (1970); Bediî Faik Hapishane Notları (1958); Halikarnas Balıkçısı Mavi Sürgün (1971); Aziz Nesin Bir Sürgünün Anıları (1971); Nazlı Ilıcak Allah Kurtarsın (1987); Zeynep Oral Bir Ses (1987); Sevgi Soysal Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu (1976)...

    5.2. Edebiyat ve Sanat Konulu Anılar
    Tanzimat döneminden sonra pek çok sanatçı ve yazar, özellikle olgunluk yaşlarında siyasî, sosyal, edebî, kültürel alanlardaki düşünce, gözlem ve izlenimlerini, eserleriyle ilgili açıklamaları yazmışlardır.




    5.2.1. Edebiyat Konulu Anılar
    Refik Halit Karay İstanbul'un İç Yüzü (1920), Üç Nesil Üç Hayat (1943); Ercüment Ekrem Talu Dünden Hatıralar (1945); Nihat Sami Banarlı Yahya Kemal Yaşarken (1959), Hilmi Yücebaş Yedi Şairden Hatıralar (1960); Yusuf Ziya Ortaç Portreler (1960); Oktay Akbal Şair Dostlarım (1964); Zekeriya Sertel Mavi Gözlü Dev (1968), Nazım Hikmet'in Son Yılları (1979); Orhan Kemal Nazım Hikmet'le Üç buçuk Yıl (1965); Mehmet Seyda Edebiyat Dostları (1970), Çocukluk Yılları (1980); Mehmet Başaran Yasaklı (1987); Mehmet Kemal Acılı Kuşak (1968); Demir Özlü Sürgünde 10 Yıl; Ömer Faruk Toprak Duman ve Alev (1969); Sabiha Sertel Roman Gibi (1969); Aziz Nesin Bir Sürgünün Anıları (1971), Poliste (1967)...





    Halide Nusret Zorlutuna Bir Devrin Romanı (1978); Meral Tolluoğlu Babam Nurullah Ataç (1980); Talip Apaydın Bozkırda Günler (1952), Karanlığın Kuvveti (1967), Akan Sulara Karşı (1985); Hikmet Erhan Bener Bürokratlar (197879); Muzaffer Buyrukçu Arkadaş Anılarında Orhan Kemal (1984); R ıfat Ilgaz Yokuş Yukarı (1982), Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra (1986); Hasan İzzettin Dinamo 67 Eylül Kasırgası (1971), 2. Dünya Savaşında Edebiyat Anıları (1984); Baki Süha Ediboğlu Bizim Kuşak ve Ötekiler (1968); Samim Kocagöz Bu Da Geçti Ya Hu (1992); Melih Cevdet Anday Akan Zaman Duran Zaman (1984); Ahmet Hamdi Tanpınar "Cahit Sıtkı'ya Dair Hatıralar", Edebiyat Üzerine Makaleler (1969)...




    5.2.2. Tiyatro ve Tiyatro Sanatçıları İle İlgili Anılar
    Kimi tiyatro yazar ve sanatçıları da meslek hayatları boyunca başlarından geçen ilginç olayları kaleme almışlardır. Hafi Kadri Alpman Ahmet Fehim Bey'in Hatıraları (1976); Vasfi Rıza Zobu O Günden Bu Güne (1977), Uzun Hikâyenin Sonu (1990); Halit Fahri Ozansoy Şehir Tiyatrosunun 50. Yılı Darülbedayi Devrinin Eski Günlerinde (1964); Haldun Dormen Sürç ü Lisan Ettikse (1977); Gülriz Sururî Kıldan İnce Kılıçtan Keskince (1978); Mücap Ofluoğlu Bir Avuç Alkış (1985)..

    .

    5.3.3. Basın Anıları
    Basın çalışanlarının, yazar ve muhabirlerinin anıları vardır: Ahmet Rasim Muharrir, Şair, Edip (1926, 1980); Ahmet İhsan (Tokgöz) Matbuat Hatıralarım (19301931); Yusuf Ziya Ortaç Bizim Yokuş (1966); Necip Fazıl Kısakürek Babıali (1975); Vedat Nedim Tör Yıllar Böyle Geçti (1976)...




    5.3.4. Eğitim ve Öğretmenlik Anıları
    Eğitimciler ve öğretmenler, meslekleri gereği yurdun pek çok yerinde bulunarak ülke çocuklarını ve toplumu eğitme sorumluluğunu üstlenmiş kişilerdir. Dolayısıyla eğitimciler birçok sorun, kişi ve gruplarla gerektiğinde mücadele eden kişilerdir. Kimi eğitimciler önemli olaylara tanıklık etmiş olan hayatlarını kaleme almışlardır: Hıfzırrahman Raşit Öymen Mektepçiliğin Kâbesinde İntibaât ve Tahassüsat (1926); Şevket Süreyya Aydemir Toprak Uyanırsa (1963); Fikret Madaralı Ekmekli Dönemeç (1965); Enver Demir Bir Öğretmenin Defterinden 41 Yılın Hikâyesi (1968); M. Rauf İnan Bir Ömrün Öyküsü (1986); Kemal Kurdaş ODTÜ Yıllarım (1998)...




    Bu sınıflamanın dışında birkaç örnek: Abdülhak Şinasi Hisar Geçmiş Zaman Köşkleri (1956), Geçmiş zaman Fıkraları (1958)... Nahit Sırrı Örik Eski Zaman Kadınları Arasında (1958); Halit Fahri Ozansoy Eski İstanbul Ramazanları (1968); Malik Aksel Resim Sergisinde Otuz Gün (1943); Samiha Ayverdi Bir Dünyadan Bir Dünyaya (1974), Hatıralarla Başbaşa (1977), Hey Gidi Günler Hey (1989); Esin Afşar Anılar Yanıltır mı? (1995); Halit Kıvanç Hadi Anlat Bakalım Anılar 1 (1998)...
     
  2. SeaBoy`

    SeaBoy` " ۱۹ ٦ط "

    ÖRNEKLER



    atatürk kurtuluş savaşı sonrası anadolunu bir köyüne gider ve orda bir eve girer.Yaşlı teyze hemen ayran getirir atatürke ve yanındakilerine verir.
    atatürk baktığında ayranın içinde küçük bir saman parçası vardır.Atatürk hiç bişe demez bardağı bir ordan tutar bir burdan ayranı içmeye çalışır.En sonun da giderken der:
    -nine bunun içine saman düşürmüşsün herhalde
    -yok der ben onu bilerek koydum
    -nasıl yani der atatürk
    -ayran soğuktu!! sonra hasta olursun diye samanı attım ki yavaş yavaş içesin sonra hasta olmayasın...
    atatürk nine nin elini öper.
    nine de "allah senin başımızdan eksik etmesin" der.....





    Atatürk'le ilgili anılar


    Günlerden birgün İtalyan Büyükelçisi, Atatürk ile görüsmek ister ve
    huzura kabul edilir.
    O zamanin muhtelif ekonomik-siyasi konulari hakkinda konusulduktan
    sonra, Büyükelçi :
    -Ekselans, dün Roma ile yapmis oldugum bir görüsmede hükümetimizin
    Hatay'i almak istedigi kararini size iletmem söylendi" der.
    Odada buz gibi bir hava eser. Ata, büyükelçiye birşeyler daha ikram
    eder ve iki dakikaliginina odadan ayrilir.
    Döndügünde ayaginda çizmeleri, üzerinde maresal üniformasi, belinde
    tabancasi vardir. Dogruca masasina gider, manyetolu telefondan Maresal
    Fevzi Çakmak'ın baglanmasini ister ve Çakmak' a:
    - Pasa, İtalyan dostlarimiz Hatay'a gelmek istiyorlarmis. Hazir
    miyiz?
    Fevzi Çakmak durumu anlar ve "biz haziriz Pasam" diye yanitlar...
    Ata, Büyükelçiye döner ve: "Biz hazirmisiz. Hükümetinize söyleyin, ne zaman
    isterlerse gelip Hatay'i alabilirler" der.......



    Kurtuluş savaşından bir anı


    Izmir kurtuldu, cok tatli bir yorgunluk,Ankara'ya hareket edecekler. Ertesi gun kompartimanin kapisini calar yaveri, açar yorgun, bitkin, kravatini yikamaktadir Ataturk.

    Yaveri "ya pasam bu ne hal hic uyumadiniz herhalde niye boylesiniz" der.
    "Ya çocuk kompartimanima yastikla battaniye koymayi unutmussunuz. Kolumu yastik yaptim agridi setremi yastik yaptim usudum bende uyumadim kalktim" der.

    Yaveri; "aman pasam! Birimize haber vereydiniz hemen size bir yastikla battaniye getirirdik" der.
    Ve bir ulke kurtarmaktan donen komutan soyluyor bunlari tarihi bir cevap der ki "Gec farkettim hepiniz en az benim kadar yorgundunuz.Hicbirinize kiyamadim.
    Onemli olan benim uyumam degil milletimin rahat uyumasi".






    Cumhuriyet'in ilânından sonra İstanbul'da bir resepsiyon verilir. Tüm
    dünya ülkelerinin elçileri ve ateşeleri de davet edilir. Davet güzel bir
    şekilde devam etmektedir fakat İngiliz ateşesi olan binbaşının

    bakışları Mustafa Kemal'in gözünden kaçmaz. bütün davet boyunca kendisine
    dik dik bakmıştır ve bakmaya devam etmektedir. ne olduğunu

    öğrenmek için yaverini gönderir. Yaver Mustafa Kemal'e şöyle der:
    Paşam kendisine neden ters bir tavır takındığını sordum, o da bana Mustafa
    Kemal'in Çanakkale'de babasını öldürdüğünü söyledi.
    bunun üzerine Mustafa Kemal şöyle der:
    Git sor bakalım babasının Çanakkale'de ne işi varmış?




    ASKERLE GÜREŞ

    ir gezisinde, Kolordu binasının kapısında aslan yapılı bir Mehmetçik gördü. Çağırdı ve güler yüzle sordu:
    - Sen güreş bilir misin?

    Yanındakilerden en kuvvetli görünenlerle Mehmetçiği güreştirdi. Genç asker her zaman üstün geliyordu. Çok neşelendi, ayağa fırladı.

    Ceketini çıkarıp Mehmet'e ense tuttu:
    - Haydi, bir de benimle güreş!

    Katıksız ve temiz Anadolu çocuğu Ata'sının yüzüne hayranlıkla baktı:
    - "Atam," dedi. "Senin sırtını yedi düvel yere getiremedi. Bir Mehmet mi bu işi başarır?"

    Gözleri doldu ve ağlamamak için gülmeye çalıştı.






    Bayrağa Saygı

    30 Ağustos sabahı, Mustafa Kemal muharebe sahasında dolaşıyordu. Etraf binlerce düşman cesetleri ve birbiri üzerine yığılmış yüzlerce topçu hayvanı, terk edilmiş silah, top ve cephane dolu idi...
    Atatürk şöyle söylendi:
    "Bu manzara insanlığı utandırabilir! Fakat meşru müdafaamız için buna mecbur olduk. Türkler, başka milletlerin vatanında böyle bir harekete teşebbüs etmezler."
    Ganimetlerin arasında yırtılmış ve terk edilmiş bir de Yunan bayrağı gören başkumandan eli ile kaldırılmasını işaret ederek;
    "Bir milletin istiklal alametidir, düşman da olsa hürmet etmek lazımdır, kaldırıp topun üzerine koyunuz."


    Vatanımın Toprağı Temizdir

    Kral Edward İstanbul'a geldiği zaman, yatından bir motora binerek Dolmabahçe Sarayı'na yanaştı. Atatürk de rıhtımda onu bekliyordu. Deniz dalgalı idi ve Kral'ın bindiği motor inip çıkıyordu. Kral rıhtıma çıkmak istediği bir sırada eli yere değdi ve tozlandı. O sırada Atatürk de Kral'ı rıhtıma almak üzere elini uzatmış bulunuyordu. Bunu gören Kral bir mendille elini silmek istediği bir anda Atatürk:
    "Vatanımın toprağı temizdir, o, elinizi kirletmez!" diyerek, Kral'ı elinden tutup rıhtıma çıkarıverdi.






    OMUZ ÇIKTI AMA, MAÇA DEVAM…
    Galatasaray’ın ve Türk futbolunun tarih yazdığı UEFA Kupası finali..
    .. Ve Büyük Zafer .. Ve duaların gözyaşları ile karıştığı muhteşem son.. ..İşte Arsenal maçı ve kolu çıkmasına rağmen kolu çıkık bir şekilde karşılaşmayı tamamlayan Cengaver’in yaşadığı unutulmaz dakikalar..


    Arsenal ile oynadığımız UEFA Final maçı futbol hayatımın en önemli maçıydı.. Ülke olarak, takım olarak, motivasyon olarak inanılmaz bir heyecan, inanılmaz bir coşku yaşıyorduk.. “Avrupa’nın en büyüğü biziz” diyorduk. İnanıyorduk ve bu inançla finale kadar geldik.. Büyük heyecan ve coşku tribünlere de yansımıştı muhteşem bir atmosfer vardı..

    Hagi’nin kırmızı kartla oyun dışı kalması hem oyun gücümüzü, hem de moral motivasyonumuzu olumsuz yönde etkilemişti.. Doğruyu söylemek gerekirse endişelenmeye başlamıştık..

    Arsenal bir ara yüzde yüz bir gol pozisyonu yakaladı.. “Tamam golü yedik” derken Taffarel fizik kurallarına aykırı bir şekilde inanılmaz bir refleksle topu kaleye girmekten kurtardı..
    Işte o an “Bu maç artık bizim” dedim. Taffarel’in kurtarışı ile biranda maç sonundaki sevinç tablomuzu yaşadım gözlerimin önünde.. Arkadaşlarıma teker teker “Bu iş bitti kupa bizim bu maç bizim” diyerek içindeki inancı onlara aktarmaya çalıştım..

    Zaten bu kurtarıştan sonra onlarında aynı hırs ve sonu gördüm.. Maç uzatmalara kalmıştı.. Çok iyi savaşıyorduk.. Bir pozisyon sonrası omzumda dayanılmaz bir acı hissettim..

    Omzum çıkmıştı.. Değiştirelim mi diye sordular “Hayır devam edeceğim” dedim.. **sem bile hiç umurumda değildi.. Futbol hayatımın “Rüya maçında” bu rüyadan kimse beni uyandıramazdı..
    Maç penaltılara kaldı.. Taffarel faktörü ile “Bu iş bitti kupa bizim” dedim.. Artık bir an önce büyük sevinci yaşamak ve kupaya sarılmak istiyordum.. Takım arkadaşlarımızla birbirimize sarıldık.. Kalp atışlarımız sanki tribünlerden duyulacak gibiydi..
    Arsenal iki penaltı kaçırdı.. Dördüncü penaltı için Pope gitti topun başına.. Vurdu veee topu ağlarda gördük…
    Taffarel’in hayati kurtarışında gözümün önüne gelen muhteşem sevinç tablosunun gerçeğini yaşıyordum.. Ellerimi açarak “Allah’ım sana şükürler olsun” derken hüngür hüngür ağlıyordum.. Baktım ki Fatih Hoca da ellerini havaya açmış ağlıyor.. Tüm arkadaşlarım gözyaşları içinde sarmaş dolaş..

    TV başındaki milyonların aynı duyguları yaşadığını düşündüm o an.. Onların duaları duyar gibiydim.. Futbol hayatımdaki en büyük butluğu yaşıyordum..
    Şükürler olsun.. Şükürler olsun..




    Anı Örneği ..
    Bir gün Şay adında bir yer vardı. Yengemler , halamlar , ailece çay gitmiştik. Orada biz deniz girerken halamlar koyun kesiyorlardı. Hasret halam fotoğraf çekiyordu. Denizden çıktığımızda taşların üstüne oturup konuşuyorduk. sonra halamın elinde balık gördüm. Yanına gittim. Balığa baktım . Ama doğru düzgün görememiştim. Çünkü ikide bir de suyas koyuyordu. Halama dedim ki :

    - Az elime verebilir misin ?

    - Tamam al ama baktıktan sonra annenlere ver dedl.

    - Tamam dedim.

    Baktıktan sonra annemlere gösterdim.Onlar da baktıktan sonra yemek hazırladılar.Yemeğimizi yedikten sonra eve döndük. O günü hiç unutmadım




    Atatürk ile ilgili anı örneği :

    "1935 senesinde idi. Atatürk'ün Çanakkale'ye geleceği rivayetleri dolaşıyordu. O zamanlar dünyanın bazı yerlerinde olduğu gibi, memleketimizin de bazı bölgelerinde Yahudiler aleyhinde bir hareket ve ayaklanma baş göstermişti. Bu hal karşısında bütün Museviler mallarını, mülklerini satarak yolculuğa hazırlanıyorlardı. Bunlar, o zaman rivayet olduğuna göre Filistin'e gitmek istiyorlardı. İşte bu sıralarda "Atatürk Çanakkale'ye geliyor!" dediler. Çok sevindim. Çünkü Atatürk'ü daha önce hiç görmemiştim. Heyecanla Atatürk'ün geleceği Balıkesir Caddesi'ne koşarak gittim. Bütün Çanakkale halkı orada toplanmıştı. Ben de bir kenara dikildim. Bu esnada yanımda tesadüfen bulunan birkaç Yahudi'nin fısıltı ile pek hararetli olarak konuştuklarını gördüm. Alakadar olmaya vakit kalmadan karşıdan birkaç otomobil göründü. "Atatürk geliyor!" sözü yeniden ağızdan ağza dolaştı.

    Halkın "Yaşa, Varol!" nidaları arasında Atatürk otomobilinden indi. Alkışlar devam ediyor, o da halkın ortasında ilerliyordu. Garip bir tesadüf ve talih eseri olarak Atatürk bizim önümüze gelince hafif bir duraklama yaptı. Halka bakıyor ve kalabalığı selamlıyordu. Tam bu esnada yanımda bulunan ve biraz evvel fısıltı halinde, fakat hararetli konuşan Yahudilerden biri, ileriye doğru yürüdü ve Atanın önüne atıldı. Muhafızlar mani olmak istediler. Atatürk:

    - Bırakın, gelsin! Dedi.

    Bu Musevi vatandaş, Atatürk'ün önünde ellerini açtı, omuzlarını yukarıya kaldırarak:

    - Paşam bizi kovuyorlar. Biz ne yapacağız? Dedi.

    Atatürk, bu şekilde önüne atılan bu adamın ne demek istediğini ve kim olduğunu derhal anlamıştı. Buna rağmen sordu:

    - Sen kimsin?

    — Ben Paşam, Çanakkale Musevilerinden Avram Palto.

    — Sizi kim kovuyor? Hükümet mi Kanun mu? Polis mi? Jandarma mı? Bana söyle? dedi.

    Bu Musevi vatandaş durakladı, şaşaladı. Biraz sonra kendini toparlayarak cevap verdi:

    - Hayır Paşam, halk kovuyor.

    Atatürk, bu adamın yüzüne dikkatle baktı, gülümsedi ve:

    - Halk isterse beni de kovar, dedi ve yürüdü."
     
  3. SeaBoy`

    SeaBoy` " ۱۹ ٦ط "

    2.Anı örneği

    YENİLSEYDİK SORUMLU BEN OLACAKTIM

    Bir aralık konu İstiklâl Savaşı'na geldi. Dikkat ettim, Binbaşılar dâhil her komutanın hangi birliğe komuta ettiğini, nerede bulunduğunu, -bir gün önce olmuş gibi- hatırlıyordu. O savaş ki araç, gereç, personel kıtlığı bugün güç tasavvur edilirdi. Tümenlere binbaşılar, Kolordulara yarbaylar komuta ediyordu! Fakat, bu kadro canını dişine takmış bir ekipti. Var olmak ya da olmamak bu savaşın sonucuna bağlıydı. 30 Ağustos bu ruh haletinin eseriydi. Böyle bir dramı, hem yazarı, hem baş aktörünün ağzından dinlemek müstesna bir mutluluktu. O anılar Ata'yı coşturdukça coşturuyordu. Anlatmalarında abartma yoktu. Ama bu anlatış öylesine canlı, öylesine plastikti ki, hepimiz heyecandan heyecana sürükleniyorduk. Anlatışlarını şöyle bağladı:
    - İşte büyük zafer böyle ortak bir eserdir. Şerefler de ortaktır.

    Bu alçakgönüllülük şaheseriyle konunun kapanacağını tahmin ediyorduk. Bu arada Atatürk bir duraklama yaptı. Sonra içine dönük, adeta kendisiyle konuşur gibi ilave etti:
    - Ama yenilseydik sorumluluk ortak olmayacak yalnız bana ait olacaktı.

    Bu belagat karşısında gözyaşımı tutamadım. Tarihin, zaferleri kendine mal eden, yenilgileri ise maiyetine yükleyen sahte kahramanlarını hatırladım.




    3.Anı örneği

    TÜRK ORDULARI BAŞKUMANDANIYIM

    Afyonkarahisar'ın hatlarının çözülmesi sonunda birkaç Yunanlı tutsak, geceleyin Mustafa Kemal'in çadırına getirilmişti. Bunlardan birisi, Muzaffer Generalin doğup büyümüş olduğu Selanik'ten gelmişti. Yüz, kendisine yabancı gelmediğinden ve üniformasında da hiçbir bellilik görmediğinden kim olduklarını ve rütbelerini sormaya başlamıştı.
    — Binbaşı mısınız?
    — Hayır.
    — Albay mı?
    — Hayır.
    — Korgeneral mi?
    - Hayır.
    — Peki nesiniz?
    — Ben Mareşal ve Türk Orduları Başkomutanıyım! Şaşkınlıktan ağzı açık kalan Yunanlı kekeledi:
    - Bir başkomutanın savaş hattına bu kadar yakın yerlerde dolaşması işitilmiş değil de!



    HALİT AKÇATEPE

    " Tiyatrocu arkadaşlarla Ankara Gençlik Parkındaki bir çay bahçesinde oturuyorduk. Bir yere telefon etmem gerektiği için ikide bir kalkıp karşıdaki genel telefona gidiyor fakat, telefondan ses gelmediği için tekrar gelip yerime oturuyordum... Gide gele iyice yorulmuş ve sinirlenmiştim... Sonunda garsona seslendim:

    - Kardeşim bir de sen baksana, şu telefondan bir ses geliyor mu ?

    - Peki Halit Ağabey, gidip bakayım.

    Garson koştu telefonun yanına gitti, ahizeyi kaldırmadan, evet, hiç elini bile sürmeden telefona kulağını dayadı dinledi, dinledi, sonra oradan bana bağırdı:

    - Yoo, hiç ses gelmiyor ! "



    3. Anı örneği

    MUSTAFA ALABORA

    " Müjdat ( Gezen ) ve ben eşlerimizden ayrılmıştık. Müjdat yalnız yaşıyordu. Ben de bir müddet onun evinde kaldım. İşte bu dönemde bir akşam ben mutfakta çoban salatası yaparken telefon çaldı. Müjdat açtı, kısa bir konuşma yapıp kapattı ve yanıma geldi.

    - Mustafa, salataya sakın soğan koyma!..

    - Niye?..

    - Şimdi tanımadığım bir kadın telefon etti, yanında bir kadın daha varmış, bize oturmaya gelmek istiyorlarmış...

    İkimiz de bekardık ve iki tane tanımadığımız kadın kendilerinden coşmuş, gelmek istiyorlardı... Eee, Müjdat haklıydı tabi, salataya soğan koymamak gerekirdi...

    Neyse, kısa bir süre geçti. Ben diğer yemeklerle ilgileniyorum. Birden kapı çaldı. Ben mutfakta olduğum için Müjdat kapıya gitti... Ve kapıyı açar açmaz, bana ordan seslendi:

    - Mustafaa...

    - Efendim?..

    - Salataya soğan koyabilirsin!..

    Haklıydı Müjdat, çünkü gelen kadınlar çok çirkindi!... "





    Çankkale Savaşı Anıları

    ... En büyük bela sineklerdi. Milyonlarca sinek vardı. Siperin bir yanı kara bir kütleyle kaplıydı. Açtığın her şey, örneğin bir teneke et, bir anda sineklerle örtülürdü. Bir kutu reçel bulacak kadar talihliysen açtığında önce sinekler dalardı içine. Sinekler ağzının çevresinde, yaralarının, çıbanlarının üzerindeydi. Vücudunun bir yerini açtığında hemen sineklerle kaplanırdı. Bu gerçek bir lanetti.
    (Er Harold Broughton)

    Çanakkale Savaşı Anıları

    ... Ateşe başladıklarında ödüm patladı. Şarapnel dolu gibi yağıyordu. Hemen cepheye gitmemiz gerekiyordu ve orada kurşunlar gerçekten uçuşmaya başladı. Korkmadığını söyleyen yalancıdır! George Washington başının üstünden uçuşan kurşun vızıltısından hoşlandığını söylemişti -ama o benim savaşımda değildi!
    (Deniz eri Joe Murray)

    ... Köy korkunç bir tuzaktı. Her ev ve her köşebaşı keskin nişancılarla doluydu ve sokakta bir görünmek kafana kurşun yemek için yeterliydi...O köyde çok asker ve subay kaybettik. Düşman hiç görünmüyordu, görünen tek şey sadece bizimkilerin orada burada yere devrilmeleriydi. Bir evde keskin nişancı ararken tabancamla bir Türk öldürdüm ama bu arada az daha, önce ben ölüyordum.
    (Teğmen Guy Nightingale)

    ... Aramızda ve askerlerimiz içinde Balkan utancının tekrarını yaşamaktansa ölmeyi tercih etmeyecek tek kişi olduğuna inanmıyorum. Eğer böyleleri varsa onları bir an önce biz kendi ellerimizle kurşuna dizelim
    (Mustafa Kemal)

    ... Türklerin içinde iriyarı biri vardı, neredeyse iki metrenin üstünde olmalıydı. Bizimki de en az onun kadar iriydi. Sanırım prestij için iri adamlarını seçmişlerdi. İkisinde de beyaz bayraklar vardı ve ortada duruyorlardı... Ben ölüleri gömenlerden biri değildim ama siperin kenarında oturdum ve bir süre sonra yanlarına gidip Türk’e sığır kavurması ikram ettim. Gülemsedi, çok sevinmiş göründü ve o da bana ipe dizilmiş incir verdi. Jacko adını verdiğimiz Türk askerlerinden ben de bizimkilerin hepsi de pek hoşlanmıştı. Onun için kötü bir söz söylendiğini duymadım, temiz dövüşürlerdi ve dünyanın en cesur insanlarıydı. En yoğun ateş karşısında bile durmazlardı, adeta fanatik insanlardı. Onlarla ateşkeste karşılaştığımızda çok esaslı insanlar oldukları sonucuna vardık.
    (Er Henry Barnes)





    ANI (HATIRA)
    Batı edebiyatındaki ünlü anı yazarları ve eserleri şunlardır:

    Sain-Simon - "Hatıralar"
    Rousseau - "İtiraflar"

    Türk edebiyatındaki anı eserlerine örnekler ise şunlardır:

    Ziya Paşa - "Defter-i A'mâl"

    Muallim Naci - "Ömer'in Çocukluğu"

    Ahmet Rasim - "Falaka" ve "Muharrir, Şair, Edip"

    Halit Ziya UŞAKLIGİL - "Kırk Yıl" ve "Saray ve Ötesi"

    Hüseyin Cahit YALÇIN -"Edebî Hatıralar"

    Falih Rıfkı ATAY - "Çankaya" ve "Zeytindağı"
     

Bu Sayfayı Paylaş