Baharla Ölüm Konuşmaları

'Ünlü Şairlerden Şiirler' forumunda DaRkBlooD tarafından 30 Mar 2010 tarihinde açılan konu

Konu etiketleri:
  1. DaRkBlooD

    DaRkBlooD Anne'sinin bidenesi (:

    Baharla Ölüm Konuşmaları

    I
    Memelerim koparıyor
    Yüzyıl süren bir yalnızlık
    dile gelmişçesine
    Nasıl nasıl bir sevinç yarabbi!
    Ve ağrıya
    ağrıya tabi,
    ağraya
    ağraya ağbi...

    Nakkaş Tepe de ancak
    bezmimize böyle gelmiştir
    Gelincikleri ve Nazım Hikmet’leriyle
    Yerbilimsel bir hapisten sonra


    II
    İçimdeki karanlığı patlatacağım
    Zifiri bir su akacak
    kamışımdan toprağa
    Bir kedi yavrulayacak
    köpek dişli bir kedi
    Ve böğürtlenler köpürecak ağzından
    Yedikçe
    kendi
    kendini
    mayhoş
    Ya da Posta Nazırı dedemden kalma
    Mors’un en morundan bir karga
    Konacak karşıki direğin doruğuna
    Düşmanlarım öyle doldurmuşlar ki onu
    Ne kadar taşlasan boş
    oynamıyor yerinden
    Ben kargadan korkmam ama
    bunun gözleri baykuş
    Ve tüyleri güngörmedik deniz dipleri kadar ıslak
    Ve ötüyor
    ötüyor
    ötecek
    Beni ışığa bağlayan
    (Bağlayın beni ışığa!
    Gerin telleri gerin!)
    beni ışığa bağlayan
    o gelin telleri
    o gelin telleri
    kopuncaya dek...
    Akpembe bahar yelkenleriyle
    Güneşin rüzgarına gerilmiş
    bir badem ağacı gibi...
    İçimdeki karanlığı patlatacağım
    Ve beynimin en ölümcül yaşlarıyla
    ağlaya
    ağlaya
    Yepyeni bir insan
    pırıl pırıl bir can
    bitecek toprağa...

    III
    İki çöpçü geliyordu karşıdan.
    Biri
    (Aynen Selahattin-i Eyyubi Haçlılar
    Seferinden, sanırsın, pos bıyıklarıyla
    Tarihin, süpürmeye gelmiş Prens Adalarını )
    Öbürüne
    (Marmara’yı bizim Yaşar Küklopsunun o
    Anavavza gözüyle dünyanın en güzel
    atlarının neredeyse ineceği e biraz
    genişçe bir çakır su gibi görüyordu,
    eminim)
    Eyitti kim:
    Halk Partisi’nin solunda bir parti olsa
    Hiç dinlemez oyumu ona veririm

    IV
    Sevda Tepesinde geçen gün
    Karşıki masanın altında
    İki tane tavuk gördüm
    Toprakla yıkanıyorlardı
    Eşeledikleri çukurda
    İnsanlar için de belki ölüm
    Toprakla bi tür
    Yıkanmaktır diye düşündüm

    V
    Üşüyor mu deniz
    üstüne boşandıkça yağmur?
    Ondan mı dersin
    tüyleri böyle ürperiyor?

    Ben de gidersem bi gün bu biçim bi sağnakta
    Alı al moru mor bir sandal gibi acaba
    Yıllar sonra yılmayıp yine
    Çarpar mı yüreğim yurdumun sahillerine?

    VI
    Buket diye bahçeli bir meyhane vardı Yenişehir’de
    Yıkıldı çoktan GİMA var şimdi yerinde

    Kenarı küpelerle çevrili o küçücük havuzun
    Yamacında bir masa
    Cahit Ağ’beyle otururduk yaz gecelerinde
    Fıskiyenin serpintisiyle sırılsıklamdı muşamba
    Zaten Cahit’in gözleri daim yaşlı
    “Şunu siliver!” derdi garsona
    “Şu muşambayı siliver, mirim!”
    Ne Cahit kaldı, ne Buket, ne fıskiye
    Yine de bu bahar öğlesinde
    Fıskiyenin üstündeki o kırmızı top gibi
    -İsterse kalpten olsun, isterse-
    Hop hop ediyor ya yüreğim bi düziye

    VII
    Ruhum sıkıldıkça, ruhum,
    Mızrapsız bir tambur gibi
    Apayrı bir hava çalıyor vücudum

    Ruhum sıkıldıkça ruhum,
    Senden ayrı, kendimden ve kentten ayrı
    Apayrı bir hava çalıyor vücudum

    Kalk gidelim, kalk gidelim başka yere!
    Başka yere, başka yere, başka yere!

    Ruhum sıkıldıkça, ruhum,
    Cemil Beysiz bir tambur gibi
    Kendi kendini çalıyor vücudum

    VIII
    Yalıların surları boyunca giderken Kanlıca’da
    Duvarda bir gedik ilişti gözüme
    Uydurdum gözümü deliğe:
    Bir bahçe
    Bahçe değil bir havuz
    Havuz değil bir bahçe
    Üstü nilüfer kesmiş silme

    O nefti yapraklarıyla gelmiş
    O aksarı çiçeğiyle
    Ne hevesle gelmiş kim bilir bu güzelliğe!
    İnsanoğlu beni görsün diye mi?
    Bahçede oysa
    Bahçedeki bir havuz
    Bir havuz ki bir bahçe
    Ne in var ne cin ne bey ne ağa
    Surları da çekmişler dört bir yanına
    Bizler de varmayalım diye bu uçmağa
    Sade bir garibim yavru kurbağa
    Serilmiş o ortası çukur
    O sal gibi yaprağa
    Yarı suyun içinde
    Yarı yansımış ışığa
    Pırıla pırıl yeşile yeşil
    Rezil mi rezil
    Başladı birden haykırmağa
    Başladı inin cinin ağanın beyin
    Ne kendi görüp ne kimseye gösterdiği
    Çevresine bizler görmeyelim diye
    Surlar çektiği
    O kimsesiz güzele türkü yakmağa

    Şairim ben
    Benim işte o kurbağa

    IX
    Hep ölümü çalacak değil a Zangoç
    Bu da
    Sema’yla Asaf’ın kızına
    Hoşgeldin demek için

    Oysa
    Ne kadar
    Ne kadar
    Ne kadar yalnız
    Sanıyordum kendimi demin

    X
    Atkestanelerini geçen süvari ışıklar
    Er-erken kaldırmış hanımellerini
    tühallah üşüyecekler!
    Ve zeytinler eski Rum tenteneleriyle
    Esen yel!
    Esen yel!

    Kim gördü böyle gül yiyen horoz
    Tanyeri kokuyor sesi...
    Yuvarlandıkça sanki bayırdan aşağı
    hapiste dolmuş bir şarap şişesi
    Öbür horozlar da ayaklanıyor
    merdiven nakışlı ibikleriyle
    Ve balkonlardan sarkarken
    düşleri bebelerin
    bir albayrak yarışı gibi
    Horozlar nev-icad ediyorlar denizi
    Hırsızlar!
    Hırsızlar!

    Ve deniz
    levent gölgeleriyle Turgut Reis’in
    Bütün bu dizelerden alınıyor
    Bir ala
    bir mora kesiyor yüzü
    Esen yel!
    Esen yel!

    Bu sabah
    bir firardır
    kan-davasından bir çocuk
    Kuşluk vaktine kalmadan önce
    Güneşin kurşunlarıyla vurulacak

    Ve akşamladı mıydı çamlar
    ve karadı mıydı
    Tepelerde
    Tepelerde
    Öyle güzel ki esen yel
    Esen yel!
    Esen yel!

    Bu sabah
    ve bu bahar
    bir firardır
    Baruta koşan bir fitil
    İfil
    İfil
    Öyle güzel ki esen yel!
    Esen yel!
    Esen yel!
    Öyle güzel
    Öyle güzel ki
    Esmese de
    Esmese de
    Güzel

    XI
    İçimden bir his bırakmıyor beni ölmeceye.
    İçimden bir his.
    Bir his ki
    Çapraz oturmuş denizin kıyısına
    Taş
    Taş
    Taş
    Derken bir GÜNEŞ!
    Tıpkı Üsküdarda’ki
    Şemsi Paşa Camisi gibi.
    Sen iskeletlerle değil diyor bana
    Sen iskelelerle kuracaksın cesedini
    Ve öyle köpeksin ki sen
    Öldükten sonra bile
    Yılmaz’ın UMUDundaki
    Paytonların ardından
    Koşacaksın hep
    Geleceğe
    Çın
    Çın
    Çın

    Ve karnımın gevşemesine karşın
    Taş..larımdaki tarçın
    Bırakmıyor beni ölmeceye
    Evet diyemiyorum
    Diyemiyorum ki evet
    O hayırlı
    O hayırlı geceye

    XII
    Ben de
    Boğaziçi de bu bahar
    Mavi sakalına erguvanlar takmış
    Sarhoş bir İskele Babası kadar
    Hem delikanlı
    hem deliler gibi ihtiyar
    Can Yücel
     

Bu Sayfayı Paylaş