Başarılı Olmak İçin Önce Kendinizi Okuyun

'Diğer Dersler' forumunda Uygu tarafından 11 Eki 2012 tarihinde açılan konu

  1. Uygu

    Uygu New Member

    Her öğrencinin en büyük derdi, derslere nasıl çalışacağı konusunda kesin bir yol bilmeyişidir. Bu konuda haklı olarak tek referansı sınavlardan alınan puanlardır. Çünkü alınan zayıf puan bize “daha çok çalışmalısın” derken, içimizden “peki ama nasıl?” der gibi sızlanır dururuz. İşte sözün bittiği an dense yeridir. Zira zaten çok çalışılarak bu puan alınmıştır. Büyükler hesap sorarken “daha napıyım, gece gündüz demeden çalıştım” diye savunma yaparız. Fakat bu cevap bizi kurtarmazken yeni bir “demek ki yetmiyor, daha çok çalışmalısın” tavsiyesiyle karşılaşırız



    Madem öyle, isterseniz önce kendimizden başlayıp bakalım bu “adam gibi ders çalışma” yöntemine. İşin aslı, öğrenci olarak kendimizi yeteri kadar tanımadığımızın altında yatar. Kimiz biz, nasıl düşünür, sonuçları elde ederken hangi yolu izleriz? Daha çok neleri ve neden daha iyi anlar, nelerde zorlanırız? Biri bize “akşam bize gel çay içip ders çalışırız” dese, gerçekten onunla çalıştığımız o dersi anlar mıyız? Peki kendimize ait bir öğrenme özelliğimiz var mı? En son soruya “evet, sizin bir öğrenme özelliğiniz vardır” deyip diğerlerine de cevap vermeye çalışalım.

    Genelde kitaplarda insanlar, düşünme stilleri bakımından işitsel, görsel ve kinestetik (dokunsal) diye üçe ayırırlar. Her ne kadar bir de sezgisel düşünme stili olduğunu söyleyenler olsa da, biz de üç tür olan sınıflamayı kabul edelim. Öğrenme ortamına (anaokuluna, ilk, orta ya da üniversiteye) birey kendi tipini oluşturmuş (farkında olarak ya da olmadan) olarak gelir. Her neresi için konuşuluyorsa, öğretmen bu potansiyelle gelen öğrenciye ders anlatır. Ya da siz öğrenci olarak elinizdeki öğrenme becerilerinizle dersleri anlamaya çalışır, öğrenme faaliyetlerinde bulunursunuz.

    Çoğu anne-baba çocuğunun bu durumunu kabullenirken, öğrenci de bu durumunun sık dile getirilmesiyle aynı yolu kabul eder ve hep o yolu kullanır. Maalesef öğretmen de öğrencilerinin sadece farklı olduklarını teorik olarak bilir ve sözde dersini herkes anlayabilsin diye anlatır. Ne yazık ki bu “herkes anlayabilsin” bakışı dersliklere tam yansımamakta, öğrenciler yine de kendilerine göre ders anlatılmadığı düşüncesindedirler.

    Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır

    Bu eleştirel girişten sonra gelin isterseniz nedir bu öğrenci farklılığı biraz onun üzerinde duralım.

    Yeni doğmuş bir çocuğu (geleceğin okullusu) tüm duyu organları açısından değerlendirmeli, her yönden bilgi akışı sağlanmalı ve tecrübe imkanı sağlanmalıdır. İlk 6 yaş, çocuğun yetişkin hayatında kullanacağı ilk imajların, temel bilgilerin, ilk şablonların oluşumu açısından çok önemlidir. Yeni doğmuş bir çocuk çevreye tepki vermeye başladığı andan itibaren araştırma, inceleme, karşılaştırma, deneme, arama gibi temel beceriler bakımından donanımlıdır ve bu becerilerle hayatını kurmaya başlar ve ilk kazanımlarını tecrübi olarak elde eder. Aslında çocuğun hareket amacı yaşama tutunma gayretinden başka bir şey değildir. Sık sık farklı şeyler yapması da “peki ama nasıl?” sorusunun cevabını arayışıdır.

    Bu nedenle ilk elde ettiği tecrübeler ne ise geleceği büyük oranda bu tecrübeler üzerine kurgulanır. İlk sürünmeye başlayan çocuğun kedinin peşinden gitme sebebi, hareket eden cisim olmasıdır. Buna sinirlenen kedinin attığı ilk tırmık, çocukta bundan sonra buna benzer varlıklara yaklaşırken daha temkinli olmayı öğütler. Evinde soba kullananlar, ya da sıcak demlikten çocuklarını uzak tutmak isteyenler de bu yolu kullanarak henüz birçok şeyi anlamayan çocuklarına en üst seviyede bir bilgi kavratırlar: Soba/demlik yakıcıdır, sakın yaklaşma. Çocuğun bunu öğrenmesi için anneler çocuklarını kucaklar, yakıcı cisimlere yaklaştırıp ısısını algılamasını sağlar, ısı rahatsız etmeye başlayınca “cısss” deyip büyük bir korkma davranışı sergileyip kaçınma, korunma davranışı kazandırırlar. Bu ilk deneme hayatımıza o kadar girmiştir ki, yetişkinler bile kendi aralarında herhangi bir konudan birisinin uzak durmasını isterlerse “bu konular ‘cıss’ yapar” derler. Dolayısıyla ilk bebeklik yıllarından itibaren her ne deneyim elde edersek, kartopu misali yeni öğrendiklerimize ya da öğreneceklerimize şekil ve yön verirler.

    Çocuklar nasıl bir ortama doğarlarsa, o şekli alır, buna bağlı olarak dünyayı algılar, kişiliğini geliştirir ve yine buna bağlı olarak bir hayat kurarlar. Doğal olarak olaylara bakışı, düşünüşü ve sonuçlar elde edişi de bu yoldan olur. Bebek doğduğunda evin kalabalıklığı (gürültü, sık değişen yüzler, farklılaşan kişilikler demektir), evde bulunan oyuncakların azlığı, çokluğu, peluş ya da plastik oluşu, öten ya da hiç sesi çıkmayan oluşu, hemen kırılabilen ya da hiç kırılmayan oluşu, babasını sık görüşü ya da hiç görmeyişi, etrafında resim oluşu, olmayışı, birbirine takılabilen, sökülebilen oyuncakların oluşu ya da olmayışı, ele bulaşabilen boyanın bir yerlere sürülebilme imkanı oluşu olmayışı gibi ortamlar bizim nasıl bir düşünme stiline sahip olacağımızı, buna bağlı olarak da nasıl bir öğrenme yolu izleyebileceğimizi, nihayetinde de nasıl bir kişiliğe sahip olacağımızı belirler.

    Bir annenin ya da birisinin bebekle sık sık konuşması, ona hikayeler anlatması, güldürmeye çalışması, onu övücü sözlerle şakalaşmalar yapışı, bazen de ninni ve manilerle methiyeler dizmesi çocukta sözel-işitsel becerilerin gelişimini sağlayacak, ifade şekillerinin her türlüsünü tüm yüz hatlarıyla birlikte öğrenme imkanı sunacaktır. Bir oyun alanına sık sık tek başına bırakılan ve bazı takıp takıştırılan oyuncaklarla kendi başına oynama imkanı verilen çocuğun kendine özgüveni yüksek, bireysel deneyimlerine ve sezgilerine güvenen, sıklıkla akıl yürütme yollarını kullanabilen ama sessiz, sakin, belki de kimilerimizin “asosyal” diye tabir ettiğimiz bir çocuk olabileceği kestirilebilir. Ailesiyle sürekli gezen, farklı tipler ve yerler gören, sık sık resim, film ve manzara görme imkanı olan bir çocuk çoğunlukla yaramazlıkta zirve tipler olup, kırk defa “dur” deseniz yine durmayan, çoğu kez “leb demeden leblebiyi anlayan”, defterlerine sürekli resimler çizen bir tip olacağı söylenebilir.

    Bu her bir örnek bizlere “çocuk nasıl düşünüyor ve nasıl öğreniyor?” sorusuna isabetli bir cevap vermemize yardımcı olacaktır. Odasını ve çantasını dağınık tutan bir çocuğun annesinden sık sık azar işitmesi, bir gün elinden tuttuğu gibi psikoloğa ***ürüp “Doktor! Benim oğlanın nesi var?” demesi, annesiyle çocuğunun ayrı düşünme tarzlarına sahip olduğunu gösteren bir belirtidir. Çocuğunun dağınıklığını bir bozukluk, adamlık kriterleri bakımından eksiklik olarak değerlendiren anne her şeyin yerli yerinde oluşunu, tertipliliği daha çok alkışlamaktadır. Bu bir öğretmen de olabilirdi.

    Bu örneğin aynısını sınıfta yaşadığınızı düşünün şimdi. Yazıları eğri büğrü, tamamlanmamış cümlelere sahip, büyük küçük harflere fazla dikkat etmeyen, defterinin kenarları resim dolu, kıyısına köşesine çıkartmalar yapıştırılmış, başlıklara yıldızlar koyan, altlarını önce bir renkle, ilerleyen vakitlerde ikinci bir renkle, daha sonraki zamanlarda ise aynı başlığı bu kez çerçeveye alanla, ana başlıkları büyük harflerle ve kırmızı, alt başlıkları küçük harflerle kırmızı, metni ise siyah yazan, metnin sağ ve sol kenarlara olan uzaklıklarına dikkat eden, yazılarını geniş ve genelde ciddi mantıksal dayanaklarla kuvvetlendiren, sürekli tahtaya kalkmak isteyenle, hiç kalkmak istemeyen ama sürekli not tutan öğrenci aynı olmasa gerek. Yine bunun yerine, derslere sürekli maketler getiren, ders çalışırken asla elinden bir oyuncağını eksik etmeyen bir çocuğu da aynı kefeye koyup ortak bir dil kullanamazsınız. Zaten bu öğrencilerden ilki ve sonuncusu sizin tabirinizle yaramazken ve tertipsizken, ikinci öğrenci çok “akıllı”, çalışkan ve gelecek vaad ediyordur. Ailesi de onunla gurur duyuyordur.

    İşte başta aileye ve öğretmene düşen çocukların nasıl bir ortamda büyüdüklerine dikkat etmek, ileriki hayatlarının nasıl olması isteniyorsa, o alana uygun çevresel faktörleri artırmaya dikkat etmektir. Çok küçük yaşlarda bir çocuğun, “gelecekte mühendis olsun” diye yönlendirilmesi aslında pek kabul edilmeyen bir yaklaşımdır. Bu nedenle erken yaşlardan itibaren çocuklar, her üç düşünme biçimine uygun olarak çevresel faktörlerce zenginleştirilmeli, çocuğa her üç alanda da eşit şartlarda bir tercih yapma imkanı sağlanmalıdır. Gelişim her ne kadar büyük oranda erken yaşlarda tamamlansa da ileriki yaşlara kadar devam ettiği bilinen bir gerçektir. Bu nedenle çocuğun yaşam alanına, kariyer alanına ve geleceğine ilişkin tercih yapma aşamalarında kendini her bakımdan donanımlı görmesi gerekir. Böyle bir döneme girmiş bir gencin “ben oldum olası matematiği sevmem”, “ben bir türlü vaktinde çıkamam”, “arkadaşlarım beni hep ‘çok konuşan’ bilir”, “öğretmenime bir türlü projemi beğendiremedim”, “ben sesli okuyarak çalışamıyorum”, “ben ancak kitaptan ve cümlelerin altlarını satır satır çizerek ders çalışabiliyorum”, “of ya, biri olsa da bana konuyu anlatsa” gibi tecrübeleri yaşaması hiç de istenen bir durum değildir.

    Bu kadar geniş bir örneklendirmeden sonra gerek ailelere, gerek öğrencinin kendisine ve gerekse öğretmene şu tavsiyede bulunabiliriz. Lütfen çocuğun çevresinin görsel, işitsel ve dokunsal yönden zengin tutun ki, çocuk her bakımdan tam olsun. Aksi halde herhangi bir yönden kuvvetli olan öğretmeni için çocuğunuz yaramaz, tembel ya da düzensin olarak ilgi dışı kalabilir. Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik tam gelişmemişlik, sosyal tabakalaşmanın farklılaşması, çevresel değişkenlikler ve doğal şartlardan dolayı her aile çocuğuna bu bahsettiğimiz yönde imkan sunamamaktadır. Bu nedenle de belli alanda aşırı baskın olarak büyümektedirler. Bu da büyük oranda her alandan derslerin yer aldığı, ilk ve orta öğretimi öğrenci için çekilmez kılabilmektedir.

    O Halde Ben Kimim?

    Durum böyleyken, öğrenci-öğretmen ilişkisi ve öğrenci-ders ilişkisi istenen seviyede gerçekleşmemektedir. Derslerinizde başarılı olmak istiyorsanız, işte o “adam gibi ders çalışma”nın yolu, öncelikle kendinizin daha çok hangi yoldan öğrenebildiğinizi iyi belirleyin. Eğer işitselseniz, yani konuşmayı çok seviyor, bir şeyi ballandıra ballandıra anlatıyor, bir konuyu anlatırken konu iyice dağılıyor, en ince detaylara bile takılıyor ve başka konulara da girebiliyorsanız lütfen başkalarıyla birlikte ders çalışın. Yok görseli önemsiyor, her yere çeki düzen veriyor, adres soran birine hemen bir kağıda çizmeye kalkışıyor, konuşurken sık sık yukarı bakıyor (sanki bir resim arıyor gibi), gözleriniz fılfır fıldır sağı solu geziyorsa çalışırken not almayı, bazı önemli bilgilerin sağına soluna işaretler koymayı, hatta resimler yapmayı sık kullanın. Ama asla “akşam bize gel de, birlikte hem çay içer hem de ders çalışırız” diyene inanmayın.

    O bir işitseldir ve eğer giderseniz sizdeki tüm bilgileri sohbette alacak canınıza okuyacaktır. Ama ya kinestetikseniz… İşiniz biraz sıkıntılı. Çünkü siz daha çok yaparak yani deneylerle, atölyelerle, sahada öğrenirsiniz. Belki birçok şeyi yerinde, oluşum esnasında görmeli ve dokunmalısın. Yazmak, deneyler yapmak işinize yarayacaktır. Sizler de hareketlisinizdir ama çevrenizce yanlışlıkla “hiperaktif” olarak değerlendirilirsiniz. Çünkü otururken bile bir yeriniz illa oynar. Ya ayak sallar, ya elinizde bir şeyler çevirir durursunuz.



    Şimdi isterseniz bu sınıflandırmalara daha bir düzenlice bakalım:

    Görsel

    Görerek düşünme stiline sahiptirler ve gördüklerini daha çabuk öğrenirler.
    Çok iyi bir görsel hafızaya sahiptirler.
    Sözlü talimatları takip etmekte zorlanırlar.
    Hızlı düşünüp hızlı konuşurlar.
    Düz anlatımdan yeterince yararlanamazlar.
    Bilgiyi yazmadan sadece sözlü olarak söylenip geçilmesi bu tür kişilerin düşünebilmelerini engeller.
    Kendi kendilerine okumayı ve düşünmeyi tercih ederler.
    Öğrendikleri konuları gözlerinin önüne getirerek hatırlamaya çalışırlar.
    Anlamlı düşünebilme için görsel malzemelerle desteklenmesi gerekir. (Harita, grafik, poster, şema, video, VCD, bilgisayar vb.)
    Bir modeli veya etkinliği görmeden yaparken zorlanırlar.

    İşitsel

    Sese ve müziğe karşı duyarlıdırlar.
    Sohbet etmeyi, birileriyle çalışmayı severler.
    Sözlü talimatları kolay takip ederler.
    Başkalarının konuşmalarını dinlemeyi severler.
    İşiterek daha iyi öğrenirler ve işittiklerini kolay unutmazlar.
    Gözle okuma, görme esnasında hiçbir şey anlamayabilirler.
    Bu tür kişilerin sesli düşünmelerine ve okumalarına izin verilmelidir.
    Ses kayıtları ile düşünme etkinlikleri desteklenebilir.
    Daha çok soru sorarak, cevap vererek, tartışarak olayları kavramaya çalışırlar.
    Konuşma ve dinleme olanağı olduğu için grup çalışmalarını tercih ederler.
    Görsel konularda dikkatleri azalır.
    Dersi anlatan kişinin mimik ve dramaları dersi anlamalarına yardımcı olur.
    Düşünme sürecinde kullanılan ses ve görsel materyaller bu tür kişilerin düşünmesine fazla katkı sağlamaz.


    Dokunsal (kinestetikler)



    Çevrelerindeki olayları vücutları ile algılarlar.
    Oldukça hareketlidirler. Uzun süre oturamazlar.
    Konuşurken el ve kollarını kullanmayı severler.
    Otururken ayaklarını sallama ve bir şeylerle (anahtar, kalem, kitap vb) oynama ihtiyacı hissederler.
    Öğrenebilmeleri için mutlaka ellerini kullanacakları, yaparak yaşayarak öğrenecekleri tekniklerin uygulanması gerekir.
    Fiziksel temas kurarak, bozup yeniden yaparak, model oluşturarak, deney gerçekleştirerek, proje yaparak ve rol oynayarak öğrenmeyi tercih ederler.
    Öğretmenlerimiz öğrencilerin bu bakımdan hazır bulunuşluklarına dikkat etmelidir.


    Yukarıda bahsi geçen farklılıklardan hareketle her öğrencinin kendisini anlayabileceği bir yöntemler manzumesi kullanmalı. Her ne kadar sınıfındaki her öğrenciyi bireysel bazda bilemese de, en azından bu üç öğrenme stiline uygun bir ders anlatabilmelidir. Son yıllarda çoklu zeka kuramının yaygın bir şekilde öğretim stratejisi olarak tercih edilmesi, milli eğitim müfredatlarında öncelenmesi bu ihtiyacı karşılıyor gibi görünse de, zaman bakımından öğretmeni kısıtlayabilmektedir. Sınıfların bu bakış açısına göre tefrişatı, ders kitaplarının düzenlenmesi, sınıf içi ve dışı öğrenme etkinliklerinin buna göre çeşitlendirilmesi çoğu öğrenme problemlerini ortadan kaldıracaktır. Eğer öğrenciler adam gibi ders çalışsınlar, yine adam gibi öğrensinler diyorsak, yukarıda bahsi geçen bir bakışla adam gibi bir ortam oluşturmalı ve ona adam gibi bakmalıyız. Zira öğrenci yaşadığı anla şekillenir ve geleceğe öyle yol alır.

    Cengiz Şimşek
     

Bu Sayfayı Paylaş