Berdel

'Serbest Kürsü' forumunda bermer tarafından 16 Nis 2013 tarihinde açılan konu

Konu etiketleri:
  1. bermer

    bermer Well-Known Member

    BERDEL:

    Eğer aşkın doksan dokuz ismi varsa iki hatta dört insanı bir araya getiren berdel bunlardan biri olabilirdi. Aşıkların iradelerine yer bıraktığından değil de tahmin bile edilemeyecek kadar uzak bir geçmişin kokusunu taşıdığından. Eros'un kalplerine saplayacağı oku bekleme lüksü olmayan bu insanları kuşaklardır bir araya getirdiğinden. Berdel, bir yanıyla aşkın kayıp adıdır; öbür yanıyla da kayıp aşkın adı.

    Bu kez Urfa'daydım. Yeni evli Ahmet Börek'in genç yaşına kanıp biraz şikâyet kokan bir cevap bekleyerek sordum: "Düğünden önce bir kere gördüğün bir kızla berdelle evlenmek zorunda kalmışsın. Memnun musun?'' Hiç duraksamadı, "evet'' diye kestirip attı. "Gördüm beğendim. Eskiden bu da olmazmış.''

    Gençliği bu kez devreye girdi, buralarda duyduğum en kıvrak yorumu yapmasını sağladı: "Pastanede biriyle tanışma şansım da olmadığına göre..."Durum bundan daha iyi özetlenemezdi herhalde. Yine de şehir merkezinde yaşayan ve ailesi ılımlı biri yirmi üç yaşındaki Ahmet.

    "Kabul etmeseydim babam beni zorlamazdı'' diye devam etti. Gürüldeyen sobanın üzerinden baba Hasan'a baktım. Yükselen sıcak havanın çizgilerini oynattığı sakallı yüzü tebessüm ediyordu.

    Ahmet Börek bir aracının girişimiyle Harranlı bir aileyle berdel yaparak almış karısını. Kız kardeşini de karısının abisine vermiş. Bu geleneksel berdel değişimlerinde pek sık rastlanan bir yol değil. Töre bu konuda "kızı isteme hakkı öncelikle amca oğlunun, olmazsa diğer bir akraba çocuğunundur'' diyerek aileleri karar verme zahmetinden zaten kurtarıyor.

    Daha çok küçük yaşlarda bile büyüyünce kimin kimle evleneceği az çok belli. Kararı çok önceden verilmemiş evliliklerde ise söz yine babaların ve ailenin diğer ileri gelenlerinin. Berdele konu olacak dörtlünün belirlenmesi de yine büyüklerin takdirine bağlı.

    Binlerce yıllık bir kültürün üzerinde oturmaktan gururlu Urfa'da ve Viranşehir ilçesinde, varır varmaz etrafımızı kabak kafalı, adam yüzlü çocukların çevirdiği civar köylerde hep aynı şeyi gördüm. Sakin bir konukseverlik.

    Günlük hayattan eski evlerin kemerlerine kadar her yerde kendini açığa vuran ince bir estetik. Gelenek yaşamda önemli bir yer kaplıyor ve gücünü yörenin geçerliliğini hâlâ koruyan gerçeklerinden alıyor.

    Evlilik de tüm bunların içinde romantik anlamlardan öte toprağın ve mirasın sülale içinde tutulması, aile fertlerinin, işgücünün mümkün olduğunca fazla sayıda ve verimli kılınması gibi görevler yükleniyor. Tarım, aşiret, feodalite halkalarıyla başlayan zincir uzamaya başlıyor böylece.

    Akraba olan, en azından aynı aşiretten olan iki ailenin izdivaç kararıyla bir araya gelmesi toprağın birliğinin ve sosyal hayatın belkemiğini oluşturan aşiretin devamlılığını sağlıyor.

    İki babanın kızlarını oğullarına almak üzere değiş tokuş etmesi olan berdel bu noktada kabataslak bir tanım kazanıyor. Ama teorik açıklama ne kadar okkalı olursa olsun, insan hayatına taşındığında çözüleceği muhakkak. Tüm bunlar insana sosyal tarihin bir aşaması olarak değil, kendi hayatı olarak görünür çünkü. Ve her insan, her topluluk neyi yapması gerekiyorsa onu yapar.

    Berdel, kız değişimine dayanan ve aynı anda dört genci dünya evine sokan bir evlilik yöntemi. Genellikle yakın akrabalar arasında uygulanıyorsa da akrabalık bağı olmayanlar arasında da yaşanıyor. Yukarı Arbitli Nuri Yatkın ile Mengalanlı Mehmet Kerteş de berdel töresiyle kız kardeşlerini değiştirip yuva kurdu. Ama kardeşe karşı sorumlulukları hep geçerli. Berdelle evlenenler sadece kendi kaderini yaşamıyor çünkü. Onlarınki dört kişilik bir kader.

    Berdele "trajik, hüzünlü, şaşırtıcı'' gibi turistik izlenim sığlığında sıfatlar vermek, ait olduğu bütünü görmemizi engellemekten başka bir işe yaramaz bu yüzden. Sonuçta berdel bölgede aile kurma yollarından biridir ve dayanağını tabudan değil çoğunluğun onayından alır.

    Eğer bakacağımız şey "gerçek'' olacaksa, "acı'' görmeye de hazırlanmalıyız.

    Berdel hukukunda değiştirilmiş kızlardan biri boş edilir, baba evine yollanırsa oradaki kız da geri alınıyor. "Mutsuz olan çift yüzünden diğer çiftin de boşanmak zorunda kalması haksızlık değil mi?'' gibi bir soru ise ilk akla gelen olmuyor. Genç Ahmet de öyle yapıyor. Karısını ne kadar severse sevsin kız kardeşinin el evinde mağdur olmasına izin vermeyeceğini söylüyor.

    "Erkek bacısının gölgesidir. O olmazsa kız kime güvenir?'' Evlenmiş olsa bile bacının sağlığı ve namusundan erkek sorumludur ve bu uğurda karısını bile gözden çıkarabilir.

    Karşılığında başlık vererek gelin evde tutulabilir ama bu kez de erkek ailevi baskılarla yüzleşmek zorunda. Evin oğlu anasının "onlar senin bacını istemedi, sen bunu başımızda tutuyorsun'' ya da "bacın eniştenden zulüm görüyor, karını yolla bacını geri al'' gibi saldırılarını savuşturması mümkün mü? Kendi hayatı üzerindeki tasarruf hakkının bir yere kadar kendisinde olduğunu bilmiyor mu?

    Her şeyin, bırakın insanları dağın, taşın, atın, suyun bile hikâyeler anlattığı bu coğrafyada severken ayrılmış karıkocaların acı izleri de zaman zaman çıkıyor karşımıza. Aslında boşanmada her iki taraf aritmetik olarak eşit zarara uğruyor. Ama kadınlık hele burada insan için taşınması daha ağır bir yük ve tamir edilmesi daha zor.

    "Diğer bir kadın'' yabancı olsa bile doğal bir yoldaş ve sırdaş onlar için. Berdelin bozulması yüzünden ayrıldıkları eski kocalarının tesbihlerini öğrenmesi halinde yeni kocalarının gazabına uğrayacaklarını bile bile saklayan kadınları fotoğrafçımız Şebnem'den dolaylı olarak dinliyorum ben de.

    Boşanma dediğimiz de öyle "anlaşarak ayrılma'' yoluyla olmuyor. Evlilik bağı çoğunlukla resmi nikâhla kurulmadığı için bu konuda da sadece berdelin kendi iç hukuku geçerli. İş küçük yaşta kız alıkoyma suçundan ya da sıcak sürtüşmelerde mahkemeye gidiyor.

    Viranşehirli Avukat Aslan Veyseloğlu'nun davalarından biri berdelin mantığı hakkında fikir veriyor bize: Geçen yıl genç bir çift kaçarak evlenmiş. Kız tarafı kaçırılan kızları karşılığında erkek tarafından yine bir kız istemiş. Kız verilmiş ama çok geçmeden iki aile arasında anlaşmazlıklar çıkmış, kızlar geri alınmış. Sonunda mahkemeye düşülmüş ama neyse ki taraflar avukatlarca barıştırılmış.

    Beggara aşireti içerisinde yapılan berdelle baba evinden çıkan Feride, Aşağı Arbit'teki yeni evine karısı olacağı Nuri'nin ablası ve teyze kızının kollarında ilerliyor.

    "teorik açıklaması zor bir olay berdel'' diyor Viranşehir'in genç aydınlarından Veyseloğlu. Zaten evliliklerde berdel ya da diğer nedenlerle çıkan anlaşmazlıklar için mahkemenin hakemliğine pek başvurulmuyor. Hak aramanın ve çözüm bulmanın geleneksel yöntemleri hizmete hazır şekilde hep nöbette. Durumun ve böyle bir tanım yapmaya hakkımız varsa ``sorun''un kadın hakları, sevenlerin ayrı düşmesi gibi konulardan ibaret olmadığı yere geliyoruz böylece.

    Sorun özellikle köylerde hâlâ varlığını sürdüren, hatta günümüz koşullarında daha da eğrilen feodal anlayış. Öyle ki bizim bölgede olduğumuz sıralarda yedi aylık hamile bir kadın töre kadınlara dokunulmaz dediği halde kan davasında vuruluyor. Rakip de kısa süre sonra kendi kurbanını seçiyor: On yaşında bir kız çocuğu.

    Elgün köyünden, eski adıyla Atşana'dan şoför Hasan bir hikâye anlatıyor bana. Sonu kanla yazılmış bir hikâye: "İsmail, yine bizim köyden İbrahim'le berdel yapmıştı. Bir yıla varmadı karısını, karısının abisi İbrahim'i ki aynı zamanda kız kardeşinin kocasıdır ve analarını vurdu. Şimdi Urfa'da hapis yatıyor. Anlatmayacağını bile bile nedenini soruyorum. O yıl köy dışında çalıştığını, bilmediğini söylüyor, "aile meselesi'' diye geçiştiriyor. Büyülü sözler bunlar. Ailenin iç işini değil anlatması, bilmesi bile hoş değil çünkü.

    Hacı Halef Varlı "üzerinden çok zaman geçti, söylesem bir şey çıkmaz artık" diyerek gülümsüyor kendi hikâyesi için. Aşağı Arbitli Hacı Halef Suriye'ye göçmüş dayısının kızıyla ta 60'lı yıllarda berdel yapmış. Gelinlerin değişim anı berdel töresinin en vurucu, en kutsal, en doruk noktası. Aynı bölgede değişimi yapmak kolay, ya farklı ülkeler arasında? "Gelinleri Ceylanpınar'ın doğusundan, huduttan kaçak olarak alıp veriverdik'' diyor Kınalıtepe köyüne on altı yıl muhtarlık yapmış Hacı Halef.

    Geleneksel Arap kıyafetlerine bürünmüş, uzun boylu, güleç yüzlü, kendini ciddiye aldıran bir adam bu.

    Anadolu'nun geniş bir kısmında etkinliğini sürdüren berdel ve onu var eden koşullar Urfa'nın geniş ve verimli düzlüklerinden de kolayca silineceğe benzemiyor.

    Bölgenin en yüksek noktası Karacadağ'ın çevresini saran bereketli topraklar güney yönünde ilerleyip Urfa'yı, Viranşehir'i de aşıyor, Suriye'ye giriyor. Zamanında Arap'ından Safevi'sine, Haçlı'sından Eyyubi'sine onlarca kavmin sahip olmak için birbirini yediği yer burası. Ama hiç bir dönemde bu kadar kısa sürede bu kadar fazla değişmek zorunda kalmadı muhtemelen. Neden basit: Su.

    Atatürk Barajı ve diğer barajların tarımı, tarıma dayalı sanayiyi ve ticareti hareketlendirmesinin verdiği güçle bölge kendine yeniden çekidüzen veriyor şimdi. Sadece pamuk ekimine başlanması bile bir dönüştürücü işlev kazanıyor.

    Ürün çeşitliliğinin artmasının yanında ücretli işçilik anlayışı yerleşiyor ve emeğin tanımını yeniden yapıyor. Ağalık ilişkileri çözülmeye başlıyor. Etkileri eğitime ve değer yargılarına da yansıyacak ekonomik dönüşüm ve iletişim olanaklarının artması, düğümlerinden biri de berdel olan ağın yırtılmasının en etkili yollarından biri olacak kuşkusuz. Anahtar sözcük ise zaman. Ama kısa bir zaman değil bu.

    Urfa'da şimdiki başlık fiyatları iki milyardan başlıyor, yediye sekize kadar tırmanıyor.

    Veze yeni evine uğurlanırken geride kalanlara hüzün çöküyor, âdet olduğu üzere arkasından gözyaşı dökülüyor. Ama birazdan eve Veze'nin ağabeyi Ahmet'e eş olacak Dürsün gelecek ve kadınlar bu kez gelinin gelişini kutlayacak. Urfa beş yıl öncesinin Urfa'sı değil artık. Daha kalabalık, daha karmaşık, daha hareketli. Umutlar da büyümüş, hayal kırıklıkları da.

    Gayet başarılı bir restorasyondan sonra kent yaşantısının odağına dönüşen Balıklı Göl'den kaleye, Urfalıların "mancınık'' dediği çifte sütuna bakıyorum. Efsane, Hazreti İbrahim'i sonradan göle dönüşen ateşe fırlatan düzeneğin parçaları olduğunu söylediğinden "mancınık'' diyorlar. Nasıl bir yer Urfa? Tarihi bir olaya karışmamış tek bir karışı yok mu?

    Binlerce yeni insan, binlerce yeni hayat yaratmaya çalışıyor şimdi yoğun göç alan kentte. Yeni mahallelerden Eyübiye'de Yön ve Öğüş ailelerinin cumadan beri pembe bayrak dikili evlerinde atıyor kentin kalbi bizim için. Bayrağın anlamı açık: Düğün. Berdelli bir düğün.

    Abuhamdan aşiretinin iki reisinden biri altmış altılık Kadir Yön. Doksanların başında beş kuşaktır yaşadıkları köylerini, topraklarını satıp da gelmiş kente. Evin babası olduğundan heyecanlanıyor da mı gözleri buğulanıyor yoksa köydeki düğün coşkusunun şehirde yakalanamadığını mı düşünüyor? Yemek için kurulan kara çadırlar, toz kaldıra kaldıra koşturan Arap atları, ateşlenen barutun kokusu yok artık. Sesleri eskiden ovaları tutan dablanın yani davulun ve zılgıtların sesi mahalle arasında sönük çıkıyor belki.

    Yine de etkileyici bir ses, renk, koku ve şekil cümbüşü olarak ilerliyor düğün. Kadife ve ipekten "vardel tufah''larını yani düğünlük ve bayramlık giyisilerini kuşanmış kadınlar, başlarına günlük "cemdeni''lerini dolamış erkekler ve yüzlerce çocuk sokaklarda, iki düğün evi arasında akıp gidiyor.

    Düğünün diğer ayağında, Öğüş ailesinin evinde eğlence sokağa çıkmamış da kendine avluda yer tutmuş. Büyük bir insan yoğunluğu, birbirine geçen sesler ve nereden geldiğini anlayamadığım hafif bir duman görüyorum. Düğün(ler) son aşamaya gelmiş. Önce çeyizler yollandı, cumartesi kına gecesi yapıldı. Bugün pazar. Berdel günü.

    Giderek uzayan, kadınlı erkekli bir zincir ağır bir halay tutturmuş Yönlerin evinin sokağında. Yüzlerinden büyük bir coşku okunmuyor, bir görevi yerine getirmenin ciddiyeti var sanki üzerlerinde. Derken zurna ve dabla susuyor, kalabalıktan dalga dalga heyecan yükseliyor. Kadir Yön'ün kızı Veze çıkarılıyor evden. Arabaya bindiriliyor. Ağabeyi Ahmet'in karısı olacak Dürsün'le değiştirilmek üzere kararlaştırılan yere götürülüyor.

    Dürsün'ün arabasını bekliyoruz. Gelmiyor. Taraflar yakın akraba olduğu için fazla sorun edilmiyor bu gecikme. Ama iki üç arabalık pembe bayraklı bir konvoy korna çala çala ortaya çıkınca iş değişiyor. Veze'nin büyük ağabeyi "arabaya'' diye bağırıyor. "Gelini vermiyorum!'' Karşı taraf birer arabayla gelinecek diye kararlaştırdıkları halde daha kalabalık geldi diye. Eşitlik bozuldu, gelin verilmeyecek. Diğer erkekler ``aman etme'' diye araya girerken konvoy az ötemizden geçip gözden kayboluyor.

    Başka bir berdelin tarafıymış bu konvoy. Bir iki sokak öteden silah sesleri geliyor. Diğer berdel yapılıyor.

    Dürsün'ün konvoyu da geliyor çok geçmeden. Kızlar aynı anda arabadan çıkarılıyor, aynı anda diğer arabaya bindiriliyor. Sessiz, gösterişsiz, heyecan barındıran ama sakin görünen bir tören. Berdel tamamlanınca herkes derin bir soluk alıyor. Kutlama için havaya sıkılan birkaç merminin kovanı pıt pıt üzerime sıçrıyor. Uzanıp birini alıyorum.

    Veze Yön, Ahmet Öğüş'ün; Dürsün Öğüş, Ahmet Yön'ün eşidir artık. Adlarını aynı yapan tesadüfün bu çaprazlama içinde daha bir ince durduğunu düşünüyorum ben. Binlerce kez yapılmış bir iş nasıl da hünerle ilkmiş gibi tekrarlanıyor yine. Gelin arabaları Balıklı Göl'e, Hazreti Eyüp'ün ve Hazreti İbrahim'in makamlarına uğrayacak, sonra evlere varacak. Gelinler mancınığı görecek, Urfa'ya tepeden bakan Hazreti İbrahim'e şehrin nasıl göründüğünü düşünecekler mi? O zamanın gelinlerinin nasıl everildiğini merak edecekler mi?

    M. Türker ERŞEN / Atlas Dergisi'nden ALINTI
     

Bu Sayfayı Paylaş