Bir Acı Kahve

'Yazılar, Denemeler.' forumunda zipper tarafından 12 Kas 2013 tarihinde açılan konu

  1. zipper

    zipper quae nocent docent

    BİR TÜRKÜDE ‘Ayaş yollarından geçtim de geldim / Boyunu boyuma ölçtüm de geldim / güzeller içinden seni seçtim de geldim / der.

    Aşkın da ölüm gibi kaderden olduğunu söyleyenlere bakılırsa ne seçmek ne de seçilmiş olmak aslında mümkün bir şey.

    Kaderin bir ince yoluydu bu.

    Kendini güven içinde büyütmüş kalbin temkinli haliydi seninkisi.

    Yıkıktım oysa. Meşruiyeti yitik bir yaşamın tuhaf bir seyircisiydim. Çünkü şair haklıydı:
    Çünkü “kimse görmüyordu buruşuk pardesüsüyle bir babanın / kırılgan bir yelpaze olduğunu / akşam eve girince”

    Belki bu yüzden kaç yamaçtan düşmüş de kaygılı dallara tutunmaya yeltenmişim.İçe doğru genişleyip dışa kapalı olmuşum.

    Belki bir insan kalbinden sürgün olmakla başlamış kayboluşum. Hep yeni insanlar aramışım. Oysa ‘eskiler aramaz iz sürerdi’ diyordu şair. Bu yüzden onlar evetle hayır arasına belkiyi koymazdı. Çünkü ‘bilirlerdi / evet’le hayır arasına belki sokulduğunda / felaket gelir.”

    Bu kesret yurdunun, kendi sesimizi yitirdiğimiz bir çokluk ormanına dönüştüğünden artık eminiz.

    Derler ki karanlıkta yolunu kaybedenler birbirlerine ‘sese gel’ diye bağırır.

    Bu yüzden insanın kendi karanlığında yüzünü döndüğü her ümit, o sese benzetilir.

    Ve ancak bir ümidin önünde insanın dilleri dolaşır, elleri yüzünde kaybolurmuş.

    Şimdi ben neyleyim?

    Kalbin o naif, o kırılgan yanını dile getiren türkülerde bir teselli bulabilir miyiz?

    “Dağların rüzgârına öleyim
    yarimin boyuna öleyim
    bir yıldır ki görmemişim
    görenin gözüne öleyim

    Durmuşum gelemiyorum
    dolmuşum ağlayamıyorum
    bir yıldır ki görmemişim
    görenin gözüne öleyim”

    Belli ki ayrılık ateşten gömlek. Samimiyetin o incecik kulvarında ayaklarımızı sağlam kılan bir görüş tecrübesi buluruz her ayrılık söyleminde. Kalbin sızısı, her tür düşünme eyleminin önüne geçiyor. Ne edebî ne de filozofik bir açıklama yetiyor insana. Yokluğunda üstü çizilmiş bir esenlik söylemine dönüşüyor dil. Şair demez mi:

    “Sen varken kötü diye bir şey bilmiyorduk
    Mutsuzluklar, bu karalar yaşamada yoktu…”

    ​Oscar Wilde bir sözünde “insan daha da iyi kalplidir, mutlu olduğunda” der. Kim bilir mutlu olmayı, iyi bir insan olmaya doğru insiyaki eğilimimizin bir sonucu olarak arzu ediyoruz. Çünkü mutluyken yaşamımızda gerçekten karalar olmuyor. Çok şeye güç yetirebilen, yıkıldığında hiçbir şey yokmuş gibi dinelebilecek bir kalbin sahibi oluveriyoruz. Yaşam içinde daha cesur ve belki toplumun birey üzerindeki hakkını verecek kadar etrafına güven bağışlayan bir ışıklı göze dönüyor bakışlarımız. Lakin ayrılık, bütünden nelerin koptuğunu bütün açıklığıyla önümüze seriyor. Hatta çok daha ileri gider sufi filozof. Allah’a dair olarak der: Eğer ‘ayrılığa ulaşabilseydik ona kendi acısını tattırırdık.” Neyse ki bizi insanî olan yanımıza yakınlaştıran biricik duygu olarak görebiliriz ayrılığı. Dünyada fakat ondan hiçbir beklentisi kalmamış, dünyalık olandan kalbini arındırmış bir anneyi, o meşruiyeti sonsuz bir masumiyet içeren anneyi, belki de ayrılık üzerinden anlayabiliyor, o nurlu yüzlerin hüzünlerine eğilebiliyoruz.

    Bir acı kahve işte....


    İsmail Süphandağı
     

Bu Sayfayı Paylaş