" Bir çay daha alabilir miyim?"

'Yazılar, Denemeler.' forumunda SeaBoy` tarafından 18 Kas 2012 tarihinde açılan konu

  1. SeaBoy`

    SeaBoy` " ۱۹ ٦ط "

    Yabancı bir kentteyim. Benim olmayan bir evde, yabancı bir masada yazıyorum. Aslında bana ait bir evin ya da bir masanın dünyanın hiçbir yerinde bulunamayacağının bilincindeyim Bunun çoktandır bana acı vermediğinin de… Oysa hiçbir kent yeterince yabancı değil. Ağaçlar aynı ağaçlar, beton aynı beton. Belki, diyorum kendime, bu kez olmak istediğin yerdesin. Artık ara istasyonları sevmeyi öğrendin. Bu kaybolmuşluk hissinin tadını çıkarmalısın. Kimliksizliğin -ne ölçüde mümkünse bu!- yarattığı hafifleme baş döndürücü, hem sıradan, hem olağanüstü. Belleğin tıpasını hafifçe aralayarak, geçmişin usul usul dışarı sızmasına olanak tanıyor, böylece yeniliklere, gelecek düşüncesine yer açıyorum.

    Uzun, çetin bir kışa hazırlanır gibi geleceğe hazırlanmak… Gözlerim olabildiğince boş boş bakıyor ki, yeni görünümleri kaydedebilsinler. Kulaklarım öykülere ve insanlara hazır. En zararsız, en korkutucu gülümsememi takınmışım. Daha otobüs yolculuğunda kaynamış çayla sigaraları istiflediğim mola yerinde, karar kılmıştım bu yüz ifadesinde. Sabahleyin dolaptan bir giysi seçercesine… ” bir çay daha alabilir miyim lütfen? ” Özür dileyerek, neredeyse yaltaklanarak. Garson bile farkına varıyor, bu farklı boyun eğişin. Hiçbir çıkar beklemediğin insanların karşısında alttan almanın tuhaf keyfi…

    Yabancı bir masada oturmuşum, yazıyorum. Sözcükler bu pazar günü evlerinden çıkmak, hayhuya karışmak, riske atılmak istemiyor. Reçetem yok, ne toplum, ne kendim, ne de yaşam için.

    Bu kentin ciddi görünüşlü binaları, bende kendime çekidüzen verme isteği uyandırıyor. Öyküler, insanlar dinliyorum, kulaklarım ardına dek açık, kendimi anlatacak gücü bulamıyorum. Geri çekilme isteği bu, iki yakası bir araya gelmeyen, seyreltilmiş bir varoluş. Önünde titreşen, kıpırdayan, canlanan, tükenen, uzadıkça uzayan görünümlere, kitap kapaklarına bakar gibi bakıyorum. Yoksa biz dünyaya hep böyle mi bakıyoruz, kitap kapaklarına bakar gibi? İnsanlar. Sabırlı, neşeli, temkinli, dertli, aceleci, yorgun… Gün için gereken yüz ifadelerini daha sabahtan takınmış, çatışmalara, pazarlıklara hazır. İnsan hep dünyayı henüz paylaşımı yapılmamış bir arazi sanmak, başkalarının oyunlarında rol kapmak için çabalamak zorunda galiba. Nasıl da enerjiyle oradan oraya koşuşturuyorlar, artlarında buruşuk kağıt mendiller bırakarak. Bozkır rengindeki bir gölün kenarında oturuyor, usulca soluk alıp verişini izliyorum. İnsan elinden çıkma, bütünüyle kirletilmiş, yersiz yurtsuz bir göl bu. Kentçe kuşatılmış, fırtınasızlığa yazgılı. Ama ölümü çok erken öğrenmiş, Buzulların ve cesetlerin anılarıyla yüklü. İnsan yabancı bir kentte özdeşleşecek bir şeyler bulma arzusuyla yanar, ben de bu gölü seçtim işte. ” Hep abartıyorsun! ”, ” Gerçekleri çarptırıyorsun! ”, ” Kendi deneyimlerini kutsallaştırıyorsun!”, ” Yalnızca kendi sesini duymak için yaşıyorsun!”

    ” Bir çay daha alabilir miyim?”

    Aslı Erdoğan
     

Bu Sayfayı Paylaş