1933 yılı sonlarında İngiliz Hükümetinin Ankara Büyükelçisi olarak atanan Sir Percy Loraine, Mayıs 1939a kadar bu görevini sürdürmüştür. Adı geçen diplomat, görev yaptığı süre zarfında Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Atatürk ile iyi ilişkiler kurmuştur. Atatürkün kişiliğine ve gerçekleştirdiği Türk Devrimine hayran kalmıştır. Bir İngiliz diplomatı olan Loraine, görevi sona erip Ankaradan ayrıldıktan sonra da, Atatürke ve Türk Devrimine olan hayranlığını ve sevgisini çeşitli konuşmalar yaparak, yazılar yazarak dile getirmeye çalışmıştır.Atatürk hakkında önemli devlet adamları ve yazarlarla mektuplaşmış ve resmi makamlarla çok sayıda yazışma gerçekleştirmiştir. 1. GİRİŞ Sir Percy Loraine1, 19331939 yılları arasında İngilterenin Ankara Büyükelçisi olarak görev yapmıştır. Adı gecen diplomat, görev yaptığı süre zarfında Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürkü tanıma imkânı bulmuş, Atatürkün şahsiyetinden, gerçekleştirdiği devrimden ve ideallerinden çok etkilenmiştir. Loraine, Atatürke olan hayranlığını her fırsatta dile getirmiştir. Sir Percy, 29 Ekim 1941 tarihinde Türkiyenin Cumhuriyet Bayramını kutlamak amacıyla BBCde bir radyo konuşması yapmıştır. 13 Eylül 1942 tarihinde de İngilterenin Sunday Times gazetesinde Turkey and The Kemalist Tradition (Türkiye ve Kemalist Gelenek) başlıklı bir yazısı daha yayınlanmıştır. Daha sonra, 29 Ekim 1942 tarihinde İngilterede Realite dergisinde Britain And Turkey (Britanya ve Türkiye) başlıklı yazısı yayınlanmıştır. Hemen ertesi gün ise, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu münasebetiyle 29 Ekim 1942 tarihinde Londra radyosunda Türk milletine hitaben Türkçe bir konuşma yapmıştır. Türkiyeden de büyük bir dikkatle takip edilen bu konuşmanın tam metni 30 Ekim 1942de Ulus Gazetesinde yayınlanmıştır. Ayrıca, Londra Türk Halkevinde 5 Kasım 1942 tarihinde Turkey:1905, Turkey:1935 (Türkiye:1905, Türkiye:1935) konulu bir konferans vermiştir. 10 Kasım 1942 tarihinde ise, Atatürkün dördüncü ölüm yıldönümü nedeniyle BBCde bir radyo konuşması gerçekleştirmiştir. Atatürkün ölümünün onuncu yıldönümü olan 10 Kasım 1948de BBCden yayınlanan radyo konuşması gerçekleştiren yine Loraine olmuştur. Bu radyo konuşması daha sonra 18 Kasım 1948 tarihinde İngilterede The Listener dergisinde Kemal Atatürk as I Knew Him (Bildiğim Kadarıyla Atatürk) başlığı ile yayınlanmıştır. 10 Kasım 1958 tarihinde Mustafa Kemal Atatürkü anmak için bir yazı daha yazmıştır. Bütün bu konuşma ve yazılarında Mustafa Kemal Atatürkten ve Türk Cumhuriyetinden övgüyle bahsettiği görülmektedir. Yukarıda belirtilen konuşma ve yayınlarının yanı sıra Atatürk hakkında önemli devlet adamları ve yazarlarla mektuplaşmış ve özellikle İngiliz resmi makamlarıyla olmak üzere çok sayıda yazışma gerçekleştirmiştir. Çalışmamızda Londradaki National Arşiv belgelerinden yararlanarak Lorainein Atatürk hakkındaki görüş ve düşünceleri dile getirilecektir. 2.ATATÜRKE İLİŞKİN YORUMLARI 2.1. Atatürkün Dış Görünüşü: Sir Percy Lorainenin Atatürkün dış görünümüne ilişkin yorumlarına yazılarından çok konuşmalarında yer verdiği görülmektedir. Bu bağlamda Lorainenin ilk olarak 5 Kasım 1942 tarihinde Londra Türk Halkevinde verdiği Turkey:1905, Turkey:1935 konulu konferansında Atatürkün dış görünüşünden bahsettiği görülmektedir. Bu konuşmasında 1905 yılında İstanbula ücretsiz ataşe olarak atandığının altını çizen Loraine, Osmanlı padişahlarından Sultan Abdülhamit(18761909) ile Atatürkün dış görünüşünü karşılaştırmakta ve Türkiyenin kaderini değiştiren adam olarak nitelediği Atatürkün dış görünüşünü şu şekilde tasvir etmektedir: Her ne kıyafet giyerse giysin, dik ve kare omuzları ile dikkati çekerdi. Belirgin çene ve burun hatları, şaşırdığı zaman değil yalnızca sinirlendiğinde birleşen kaşları ve keskin yüz hatları, delip-geçici mavi gözleri ile tanımlaması ya da bir başkasıyla karşılaştırılması mümkün olmayan bir görünüşe sahipti2. O, 10 Kasım 1942 tarihinde Atatürkün dördüncü ölüm yıldönümünde gerçekleştirdiği BBCdeki radyo konuşmasında ise; Dimdik, kare omuzlu bu adam, net tavırları, sert hatlara sahip burnu ve çenesi ve size doğrudan bakan ve gücünü ortaya koyan çelik-mavi gözleri ile asla anlamsız bir ifadeye bürünemezdi. Bu gözlerinin üzerinde dikkat çekici kaşları birleşiyordu ama yalnızca sinirlenince, şaşırınca değil. Bunlar benim onun hakkındaki ilk izlenimlerimdi. Onu sıklıkla görmedim, ama onu daha iyi tanıdığımda anladım ki edindiğim ilk intiba yanıltıcı değildi 3. demektedir. Loraine Atatürkün dış görünümünü değerlendirdiği bir başka konuşması ise, Atatürkün ölümünün onuncu yıldönümü olan 10 Kasım 1948 tarihinde yine BBCden yayınlanan konuşması olmuştur. Burada da şu ifadeleri kullanmaktadır: Onun dış görünüşü nasıldı? Onun göze çarpan başlıca özellikleri aşikâr sert mizacı ve kusursuz dış görünüşü idi: keskin yüz hatları, delip-geçici mavi gözleri, çatık kaşları, belirgin yüz çizgileri, genellikle cesur ve oldukça sert ifadeli yüzü, her jest hareketinde hatta hareketsiz olduğu zamanlarda dahi onun ateşli kişiliği hemen her bakışta görülürdü. Onun aklı ve vücudu her an harekete hazır olduğu izlenimini verirdi. Cumhurbaşkanı olduktan sonra ordunun geçit töreni dışında -ki eskisi kadar görkemli idi- asla askeri üniformasını giymedi. İpek kumaşından şapkası ve Kurtuluş Savaşına ait bir madalya dışında daima sade ancak bir o kadar kusursuz kıyafetler giyerdi4. Daha sonra 10 Kasım 1958 tarihinde yine Atatürkün ölüm yıldönümü nedeniyle gerçekleştirdiği bir diğer radyo konuşmasında da 1948 yılında yapmış olduğu değerlendirmeyi yinelemiştir5. Lorainenin bu yorumlarından Mustafa Kemal Atatürkün dış görünüşünden ve giyimine gösterdiği özenden bir hayli etkilenmiş olduğunu söylemek mümkündür. 2.2. Atatürkün Karakteri: Lorainenin Atatürkün sert bir mizaca sahip olduğu, korkusuz bir insan olduğu saptamaları dışındaki yorumlarında, Onun kurduğu diplomatik ilişkileri göz önünde tuttuğu anlaşılmaktadır. Başka bir ifadeyle Lorainenin Atatürk hakkındaki karakter değerlendirmesi, aslında yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyetinin ilk Cumhurbaşkanının dış politika ilkelerini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bu konuyla ilgi değerlendirmelerini şu başlıklar altında incelemek mümkündür. 2.2.1. Gerçekçilik: Atatürkün en önemli özelliklerinden biri olan gerçekçiliği sayesinde, kendisinin ve ulusunun gücünü doğru saptamış ve hedeflerini de bu doğrultuda belirlemiş, eylemleriyle ulusunu maceraya sürüklememiştir. Loraine, Türk ulusunun Atatürkün gerçekçilik politikası doğrultusunda ilerlediğini Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu münasebetiyle 30 Ekim 1942 tarihinde Türk milletine hitaben Türkçe gerçekleştirmiş olduğu konuşmasında şu sözleriyle ifade etmektedir: Biz, İngilizler, harbin Türk hudutları istikametinde genişlediğini ve Türkiyeye yaklaşmadığını gördük. Aynı zamanda Cumhuriyet ordularının Türk topraklarına Türk milletinin hürriyet ve şerefine vaki olacak her tehdidi defetmeye hazır bulunduğunu da müşahede ettik6. 10 Kasım 1942 tarihinde Loraine tarafından Atatürkün dördüncü ölüm yıldönümü nedeniyle geçekleştirilen radyo yayınında ise, Atatürkün İngiliz ulusunun saygı duyacağı, gıpta edeceği, çok fazla vasfa sahip olduğunu belirttikten sonra Atatürkün hedeflerini şu şekilde özetlemektedir: O yeni Türkiye Devletinin Türk halkının devleti olmasını istiyordu. Onun tasarladığı devlet anlayışına göre halk kendi üstün yeteneklerine inanacak, hiçbir yabancı devletin ideolojinin etkisi altında kalmayarak tam bağımsız, kargaşadan uzak, barışçı olacaktı7. Ayrıca aynı konuşmasında Atatürkün amaçlarını ise şu şekilde açıklamaktadır: Onun amacı, tükenmiş, parçalanmış, çok kültürlü Osmanlı İmparatorluğundan geriye kalan Türk Ulusundan türdeş bir millet yaratmak ve bu doğrultuda Türkiyeyi yeniden inşa etmekti. Yeniden yapılandırmayı gerçekleştirirken izlenmesi gereken iki önemli aşama vardı. Öncelikle Türk halkına bağımsızlığını ve egemenliğini kazandırmak, ikinci olarak da Osmanlıdan kalan Türk kökenli olmayan vatandaşlara Türk vatandaşlarıyla eşit haklar sağlamak idi. Bu hedefine ulaşabilmek için ilk önce Türk halkı için zararlı düşünceleri barındıran gelenekleri, bu geleneklerin temsilcisi kurumları yıkmaya hazırlandı ve yıktı. Atatürkün bu idealini anlamayarak ortadan kaldırmak isteyenlerin oluşturdukları kuvvet çok büyüktü. Saltanat ve hilafet geleneği vardı, sarayın halk üzerindeki etkisi büyüktü. Çünkü İslâm anlayışı devlet dairelerine iyice yerleştirilmişti ve bu düşüncenin sahipleri devlet dairelerinde oluşturulan dini hiyerarşinin savaşçılarıydı. Diğer taraftan Osmanlı İmparatorluğunu çok uluslu yapısını muhafaza edeceğine söz veren ancak bunu gerçekleştiremeyen Sultan Abdülhamit Enver, Talat ve Cavid gibi kişilerin başında yer aldığı Genç Türkler tarafından devrilmişti. Hindistan, Rusya, Çin Afrika vb.. dünyadaki tüm Müslümanları bir araya getirerek dine dayalı bir Saltanat-Hilafet kurma ideolojisine sahip olan bu Pan-İslamist dönekler; Abdülhamit yıkıldıktan sonra, bir anda Kafkasya, Türkistan vb.. dünyadaki bütün Türk soyundan gelenleri bir araya getirerek devasa bir Türk İmparatorluğu kurmayı amaçlayan Pan-Türkist ideolojinin savunucuları haline geliverdiler ve imparatorluğun kaderini Almanlara teslim ederek ve savaşta Almanyanın yanında yer alarak askeri felaket, ekonomik iflas ve ülkenin parçalanmasına neden oldular. İşte Mustafa Kemal, eski imparatorluğun bu eski askerlerine karşı mücadele vermek mecburiyetinde kaldı. Ben inanıyorum ki, Mustafa Kemal kendisinden çok halkına inanıyordu. Kendisinin sahip olduğu inançla halkını sahip olduğu cesaret, değer, onur, kendini görevine adama ve inancıyla birleştirdi. Bu sayede eski gelenekleri yıktı, muhalefete karşı durabildi, entrikaları engelledi ve nihayet hayalindeki Türk Cumhuriyetini kurdu. Bu büyük dönüşümün ilk sonucu yeni bir devlet kurulması oldu ve daha sonra da bu devletin güvence altına alınması8. Aynı konuşmasında Türkiye Cumhuriyetini kurduktan sonra Atatürkün hedeflerini ise şu şekilde özetlemektedir: Devrimlerini gerçekleştirirken onun başlıca sorun olarak gördüğü üç mesele vardı. Birincisi kadınları özgürleştirmek ve onlara sınırlamasız bütün meslek dallarında kariyer yapma imkânı sağlamak; ikincisi ülkeyi laikleştirmek ve bütün dinlerin ülkede eşit haklara sahip olmasını sağlamak ve sonuncusu ise tarımsal reformu gerçekleştirerek tarımı Cumhuriyetin temel endüstri kolu haline getirmek idi9. Lorainenin bu yorumlarından, Atatürkün belirlediği hedeflerin hayallerden ve maceradan uzak, Türk ulusunun ihtiyaçlarından kaynaklandığını ve Onun bu ideallerini gerçekleştirirken halkının desteği ile büyük ve saygın bir mücadele verdiği kanaatinde olduğu görülmektedir. 2.1. Taktikte Ustalık: Loraine, Atatürkün hedef saptamadaki başarısı kadar, hedeflerine ulaşırken izlediği stratejiden de övgüyle bahsetmektedir. 10 Kasım 1942 tarihinde Loraine tarafından Atatürkün dördüncü ölüm yıldönümü nedeniyle geçekleştirilen radyo yayınında Atatürkün bu yetisinden şu şekilde bahsetmektedir: Sıra dışı yeteneklere sahipti. Ona zor ve karmaşık sorunlarla gelindiğinde, önce meseleleri önem derecelerine göre sınıflar ve daha sonra buna göre derhal harekete geçerdi. Bu süreç onda öyle otomatik bir davranış haline gelmişti ki, çok hızlı bir şekilde sorunları çözüme kavuştururdu. Atatürkü anlamanın tek yolu; önce kendiniz onun hakkında bir görüş sahibi olacaksınız, görüşünüze bağlı kalacaksınız, o görüşünüzü müdafaa edeceksiniz, kalanını ise şansa bırakacaksınız. O düşündüğü doğruların karşısında yer alan kişilerle asla uzlaşamaz ve kim olursa olsun onu hakir görürdü. Bu özelliği nedeniyle Onu katı bir adam olmakla yargılayabilirsiniz. Evet, o katı idi. Doğası öyle olmasa bile, muhtemelen yaşadığı çetin hayat onu o hale getirmişti10. Atatürkün ölümünün onuncu yıldönümü olan 10 Kasım 1948de Lorainenin BBCden yayınlanan konuşmasında ise Atatürkün bu özelliğinden şu şekilde bahsettiği görülmektedir: Bir türlü tanımlayamadığım, Onun dışında başka kimsede görmediğim, Ona hiç çaba harcamadan herhangi bir problemle ya da durumla karşılaştığında öncelikli sorunları diğerlerinden ayırabilme imkânı veren içgüdülere sahipti11. Bu sözlerinden de anlaşılacağı gibi Loraine, taktikte ustalık yeteneğini Atatürkün doğuştan sahip olduğu bir yetenek olarak değerlendirmektedir. 2.2. Kararlılığı: Lorainenin altını çizdiği Atatürkün bir başka özelliği ise kararlılığıdır. 13 Eylül 1942de İngilterenin Sunday Times gazetesinde Lorainenin Turkey and The Kemalist Tradition başlıklı yazısında Atatürkün verdiği kararlardan asla dönmediği, kararlarının arkasında korkusuzca durduğu ve ölümüne kadar da bu özelliğinden asla taviz vermediği üzerine vurgu yapılmıştır12. Ayrıca 10 Kasım 1942 tarihli radyo konuşmasında da konuyla ilgili görüşlerini şu şekilde belirtmiştir: Bu adam, hayatı boyunca doğru bildiklerini yapma konusunda tereddüde düşmedi asla korku yaşamadı. En zor anlarda bile korkmadı. Nasıl korkusuz yaşadıysa aynı şekilde korkusuzca öldü. Onun ölümünün büyük zaferine gölge düşüreceğine kesinlikle inanmıyorum. O, halkının hayat standardını iyileştirdi. Onun halkına bıraktığı en kıymetli hediye ise, onurlu kıymetli bağımsızlık oldu13. 10 Kasım 1948de ise konuyla ilgili düşüncelerini şu şekilde dile getirmektedir: Onun olağanüstü bir insan olduğunu düşünüyorum; kesinlikle eminim ki o çok sıra dışı biriydi. Tehlikeden asla korkmadığı, dış görünüşünden kolayca anlaşılabilirdi ya da karşısına çıkan sorunları halletmek için kararsızlık göstermediği14. Ayrıca aynı konuşmasında şu sözleri ile Atatürkün kararlarının üzerine korkusuzca gittiğinin altını çizmiştir: Sorumlulukları çok ağırdı: ama o asla sorumluluklarından kaçmadı hepsini kabul etti, asla sorumluluklarından korkmadı ve asla birbirine karıştırmadı ayrıca o kendi kendisinin saygısını kazanmak için tüm gücünü ortaya koymak durumunda idi. Mustafa Kemal Atatürk, münakaşa ve tartışmaları severdi. Bu onun diğer insanları sadece düşündüklerini ortaya koymak için değil aynı zamanda karakterlerini tahlil ettiği sınama yollarından biriydi. Atatürkün verdiği hükümler nadiren hatalı olurdu. Onun hedefleri öylesine açık, ideallerinin doğruluğu öylesine kesindi ki, insanlar üzerinde harekete geçirici bir etkiye sahipti. Atatürk, doğa tarafından asla tükenmeyecek bir güçle ödüllendirilmiş olmalı. Buna rağmen onun bu yeteneğinden kendini disipline ederek istifade ettiğini düşünüyorum. Mustafa Kemal Atatürk, hayatın uzun, acımasız ve daimi bir sınav alanı olduğunu gayet iyi biliyordu. Soruların yanıtlarını bulmaktan kendini asla alıkoymadı15. 2.3. Diyaloga Açık Olma: Loraine, Atatürkün diyaloga açık olma özelliğini 10 Kasım 1942 tarihli konuşmasında şu şekilde değerlendirmektedir: O kesinlikle yaklaşılması kolay bir insan değildi, kuşkusunun üstesinden güçlükle gelirdi, arkadaş edinirken oldukça ağır hareket ederdi çünkü doğası gereği ne olursa olsun arkadaşlığından asla taviz vermezdi. Evetçilerden (ki yes-man tabiri İngiliz diline girdiğinden bir yüzyıl önce Türk dilinde çoktan yerini almıştı.) nefret ederdi. Dalkavuklar Onu tiksindirirdi. Ancak bu karakter dışındaki kişilerin daimi olarak görüşlerini duymak ve bilmek isterdi16. 10 Kasım 1948 tarihinde yapmış olduğu konuşmasında ise konuyla ilgili şu ifadeleri kullanmaktadır: Onun iletişim kurmakta kullandığı en sevdiği metot, kendisini, kabinesindeki üyeleri hatta diyalog kurmak istediği herkese uyguladığı psikolojik olduğu kadar da entelektüel olan sözlü sınavlardı. Bunlar araştırma sınavları idi. Onun verilen cevaba oldukça yakın birbirine bağlı sorularından, rahatlıkla meseleleri dikkatlice en küçük ayrıntısına kadar inceleyen bir kişilik yapısına sahip olduğu anlaşılabilirdi. Üzerinde çok fazla düşündüğü uzun ifadeli meseleleri bazen hızla, arka arkaya soru bombardımanı olarak yöneltirdi. Bu art arda gelen sorularına aniden ünlem ifadeli sözleriyle ara verir ve kaşlarını kaldırarak, buz mavisi gözleriyle içe işleyen, soğuk bir bakış fırlatırdı. Karşısındaki bu bakışın ne anlama geldiğini anlardı. Bunun anlamı, geveleme: Erkek erkeğe konuşuyoruz. Ne düşündüğünü duymak istiyorum, demekti17. Görüldüğü gibi Loraine, Atatürkün düşünceye asla sınırlama getirmeyen, karar alırken her türlü eleştiriyi değerlendiren ancak bununla birlikte düşünce sahibi olmayan, dalkavuk şahsiyetli kişilerden itina ile uzak duran bir lider olarak, Onun bu özelliğinden övgüyle bahsetmektedir. 2.4. Dünü, Bugünü, Yarını Başarılı Kavrayış: Lorainenin hayran kaldığı bir diğer özellik ise Atatürkün geleceğe ilişkin doğru öngörülerde bulunabilme yeteneğidir. 10 Kasım 1942 tarihinde yaptığı konuşmasında Loraine, Başkentin İstanbuldan Ankaraya taşımasını Atatürkün ileri görüşlü bir hareketi olarak nitelendirmektedir. Neden böyle düşündüğünü şu sözleriyle açıklamaktadır: Mustafa Kemal eski başkentin deniz gücü karşısında savunmasız olduğunun farkındaydı. Bu stratejik sebepti. Bunun yanı sıra bu kararının psikolojik sebepleri de vardı. Gerçek Türkler Anadolu bozkırlarında yaşayan Türklerdi. Meclisi Ankarada açarak İstanbulun kozmopolit yapısından uzaklaşmak istedi. Bu nedenle Ankarayı başkent yaptı. 18 10 Kasım 1948 tarihli konuşmasında ise Atatürkün gelecekle ilgili öngörü yeteneği hakkında şu yorumu yaptığı görülmektedir: Cumhuriyetin ilk günlerinde Atatürk, dönemin ve halkın modern yönetim için henüz hazır olmadığının farkındaydı. Halk Osmanlı İmparatorluğunun gelenekleri nedeniyle sömürülmüştü. Ve bu böyle devam ettiği sürece toplumun değişmesi beklenemezdi. Dolayısıyla halk kadar yöneticilerin de yeni devlet yapısına ve rejimin gereklerini yerine getirebilmek için eğitilmeleri gerekiyordu. Bu arada Türkiyeyi modernleştirecek olan değerler sabit tutulmalı, elde olan imkânlar ölçüsünde ilerleme sağlanması için çalışılmalı idi. Hepsinden de önemlisi uygulanabilir bir ulusal ekonomi yaratılmalı idi; O 1923 yılında ulusuna seslenişinde dedi ki: Eğer on yıl içerisinde ulusal bir ekonomiye sahip olamazsak, Kurtuluş Savaşımız, verdiğimiz onca mücadelemiz ve fedakârlıklarımız boşa gidecektir. Onun öngörüsü her ne kadar önceleri anlaşılmaz gelse de son derece doğru idi. Onun dünyadaki meydana gelmesi muhtemel gördüğü hadiseler, Türkiyenin uluslar arası ilişkilerinde başarılı olabilmesi için izlemesi gereken yol gibi konulardaki öngörülerini daima meslektaşları ile paylaşırdı. Ancak kabul etmek gerekir ki, meslektaşları Onun öngörülerini anlamakta zorlanırlardı. Ancak o bu öngörülerin anlaşılması için bilgilendirirdi, tartışırdı, asla emir vermezdi19.
2.5. Güvenilirlik: Loraine Atatürkün güvenilirlik özelliğini Atatürkün dış politika tutumuna bağlı olarak değerlendirmiştir. Atatürk, kendinden çok milletinin gücüne inanmakla birlikte gerektiğinde barışı korumak maksadıyla ittifaklar kurmaktan çekinmemiş, geçmişe dayalı kin ve düşmanlık hisleriyle asla hareket etmemiştir. Loraine, Atatürkün barışı koruma konusunda da son derece samimi olduğuna inanmaktadır. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinin de Atatürkün bu ilkesinden taviz vermeyeceğine duyduğu inancını 29 Ekim 1941 tarihinde yapmış olduğu konuşmasında şu şekilde ifade etmektedir: Bugün kuruluşunu kutladığımız Türkiye Cumhuriyetinin milli bayramıdır. Bu şanlı tarih, sonradan Kemal Atatürk namıyla tanınan Mustafa Kemal ismi ile her zaman bağlı kalacaktır. Türkiye için Cumhuriyetin ilanı Türklerin hürriyetine kavuşmaları ve devletin halka karşı olan mesuliyetlerini kabul etmesi demek olmuştur. Bu Britanya için serbest bir Türkiyeye elini uzatmak ve eski Osmanlı devrinde kabil olamayan bir şekilde sağlam bir dostluğun temelini atma fırsatını vermiştir. Ve şimdi, insaniyet tarihinin bu en zor günlerinde bu dostluk bir müttefikliğe dönüşmüştür. Bu gayet tabii bir şeydir. Çünkü, iki tarafta mihver zaferinin yalnız menfaatlerini değil, fakat aynı zamanda ideallerini de rencide edeceğini hissederek bu ittifaka girişmişlerdir. Türkiye, İsmet İnönü de, büyük selefi Kemal Atatürkün mesaisini başarmağa en uygun bir devlet reisi bulmuştur20. 10 Kasım 1942 tarihinde Lorainenin Atatürkün dördüncü ölüm yıldönümü nedeniyle geçekleştirilen radyo yayınında da Atatürkün barışı koruma çabasından şu şekilde övgüyle bahsettiği görülmektedir: Sizlere kısaca ülkenin dış politikasından bahsedebilirim. Herhangi bir yabancı devlet ile iyi ilişkilerin kurulması ancak Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığının ve egemenliğinin tanınması ve Ona saygı duyulmasından sonra gerçekleşebildi. Ne yazık ki çok az devlet Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan sonra, yirmi yıldan az bir süreçte savaş baltalarını gömerek, eski zamanlardan kalmış olan kinlerini unutabildiler. Savaş baltasını ilk gömen devlet Rusya oldu. Saltanatın eski üyeleri olan Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya ise Türkiyenin Balkan Antantında ortakları oldular. Bulgaristan ise diğer Balkan devletlerinden uzak durdu ve kendisine uzanan dostluk elini reddetti. Türkiye İran, Irak ve Afganistan ile de Sadabat Paktını imzaladı. Böylelikle Türkiye Yakın ve Orta Doğuda barışın ve iyi niyetin en önemli faktörü haline geldi. Diğer taraftan Atatürk ve bakanları küçük devletlerin büyük devletlere nazaran daha büyük bir tehlike arz ettiğini düşünüyorlardı. Dolayısıyla bir taraftan dış politikalarında komşularına anlayışla yaklaşıp, dostluk ellerlini uzatırken, diğer taraftan da istikrarlı bir şekilde savunma güçlerini güçlendirmek için orduya yatırım yaptılar. Bu dönemde ülke gelirlerinin %35inin savunma giderlerine gittiği görüldü. 1930lu yılların ortalarında İngiltere ile Türkiye arasında dostluk ilişkilerinin kurulması mümkün oldu. 1914 yılına kadar olan olaylar Türkiye ile İngiltere arasındaki dostluk ilişkisini diğer devletlere nazaran daha çok bozacak nitelikteydi. Ancak Atatürk bunların hiçbirini önemli görmedi ve İngiltere ile dostluk ilişkilerinin geliştirilmesini istedi. İngilterenin de Türkiye ile dost olmak için gösterdiği gayretler samimi idi21. Loraine, 10 Kasım 1948 tarihli konuşmasında ise konuyla ilgili şu görüşlerine yer vermiştir: Atatürkün izlediği dış politikada hiç diktatörlük kokusu var mıydı? Hayır, kesinlikle yoktu. Onun politikası, barış, dostluk, uzlaşma politikasıydı. Komşuları olan diğer ülkelerin, yeni Türkiye Devletini kabul etmeleri ve kara sınırlarına saygı göstermeleri koşulu ile de daima Onun dış politikası savaş karşısında bir garanti idi. Bu bağlamda, Rusya ile baltalar gömüldü; Yunanistan ile çekişmeler sona erdirildi ve gergin ilişkilerin yerini sıcak ilişkiler aldı. Balkan Antantı yapılarak Balkanlarda süregelen kan davası sona erdirildi. Bulgaristan ise bu birlikten uzak durmayı tercih etti. İran, Irak ve Afganistan ile gerçekleştirilen Sadabat Saldırmazlık Paktı ile doğu sınırlarındaki barış garanti altına alındı. Fransa ile ilişkiler iyi ve dostaneydi. Faşist İtalya ile ise, normal diplomatik ilişkiler sürdürülmekle beraber çok iyi değildi. İngiltere ile ise sadece sıcak ilişkiler değil aynı zamanda en yakın dostane iyi ilişkiler geliştirildi ve günümüz Türk-İngiliz ilişkilerinin temelini oluşturdu. Son olarak şunu söylemek gerekir ki, Kemalist Cumhuriyetin öncü yöneticileri kesinlikle revizyonist değildiler. Sonuç olarak diyebiliriz ki, Mustafa Kemal Atatürkün kurduğu düzen 1939a kadar çok güçlü idi ki, günümüzde de hala dimdik ayaktadır. Türkiyenin bu kararlı duruşu sadece Türkiyenin geleceği için değil aynı zamanda acılarla dolu kararsız dünya için de bir denge unsuru teşkil etmektedir. Türkiye kendi gücünün farkındadır; Türkiye dostlarını çok iyi tanımaktadır, Türkiye rejimine sadıktır, Türkiye gelecekte de sözünü tutacaktır22. 2.6. Atatürkün Milletine Olan Sevgisi: Loraine her fırsatta Atatürkün halkına duyduğu derin sevgiyi dile getirmektedir. Loraine, Atatürkün asla kendisi için değil, halkının daha iyi koşullarda yaşamasını sağlamak için hedefler belirlediği yorumunu yapmıştır. Lorainene göre Atatürk halkını değiştirmemiş, ancak halkının içinde sakladığı büyük gücü ortaya çıkarmıştır. 25 Kasım 1938 tarihinde Loraine, Dışişleri Bakanlığına gönderdiği yazıda Atatürkün halkını sevdiği kadar, halkı tarafından da sevildiğini ve cenaze töreninde Türk halkının üzüntüsünün görülmeye değer olduğunu23 belirtmektedir. Daha önce de söz ettiğimiz 13 Eylül 1942 tarihinde İngilterenin Sunday Times gazetesinde yayınlanan Turkey and The Kemalist Tradition başlıklı yazısında da konuyla ilgili olarak şu ifadeleri kullanmaktadır: Kemal Atatürk Türkleri değiştirmemiştir. O Türk halkının içinde gizli kalmış yeteneklerini açığa çıkarmıştır. Atatürk sayesinde ülke milli bir karakter kazanmıştır. Türkiyenin kuruluşundan bugüne büyük ilerleme elde ederek modern bir yapı oluşturulmuştur24 Atatürkün ölümünün onuncu yıldönümü olan 10 Kasım 1948 tarihinde BBCden yayınlanan konuşmasında ise; Savaşın tüm acılarına rağmen -onurlu bir askeri geçmişe sahip insanlar için gurur kırıcı, acı bir deneyim- Türk ulusuna olan inancını asla yitirmedi. O halkının inancını tazeledi. O, ulusunun aklını, dimağını serbest bıraktı. O, ulusunun enerjisini açığa çıkardı. O geçerliliğini yitirmiş geçmişi yaktı. O ulusunu verdiği sözü tutarak, geleceğin kapılarını açtı25. diyerek Atatürkün halkına duyduğu büyük sevgiyi ifade etmiştir. 3. ATATÜRKE YAPILAN ELEŞTİRİLER KARŞISINDA LORAINE Lorainee göre Atatürk, diktatör, din-karşıtı ve İngiliz aleyhtarı olmakla suçlanmıştır. O, Atatürke karşı yapılan bu iddiaların daima karşısında yer almış, gerek konuşmalarında ve yazılarında, gerekse önemli devlet adamları ve yazarlarla yazışmalarında bu iddiaları çürütmeye çalışmıştır. Ayrıca O, kendisinin Atatürkün yakın içki ve poker arkadaşı olduğuna ilişkin görüşlerin de doğru olmadığını her fırsatta dile getirmiştir. Hala güncelliğini kaybetmeyen bu konulardaki Lorainenin görüşlerini üç başlık altında inceleyebiliriz. 3.1. Atatürkün Diktatör ve Din-karşıtı Olduğuna Dair Eleştiriler: Bilindiği gibi H.C. Armstrong, Atatürkün yaşamını anlattığı ve 1932 yılında yayınlanan Grey Wolf(Bozkurt) adlı kitabında, Atatürke yönelik diktatörlük başta olmak üzere pek çok asılsız suçlamalar yöneltilmiştir26. Sir Percy Loraine, Bozkurt adlı bu kitaba ve kitabın yazarına duyduğu tepkiyi 25 Kasım 1938 tarihinde Dışişleri Bakanı Lord Viscount Halifaxa gönderdiği raporunda ifade etmiş; bu kitapta Mustafa Kemal Atatürke asılsız suçlamalarda bulunulduğu ve Atatürk hakkında yanıltıcı bilgiler verildiği için şiddetle eleştirmiştir27. Ayrıca Loraine, konuyla ilgili tepkisini yine aynı tarihli Dışişleri Bakanlığına gönderdiği yazıda da; Atatürkün ölümü Türkiye için çok büyük bir kayıp olmuştur. Ölümünden sonra bile kendisine diktatör denilmesine şiddetle karşı çıkıyorum28. şeklinde ifade etmiştir. Atatürke diktatör denilmesine neden şiddetle karşı çıktığını ise 29 Ekim 1942 tarihinde Realite dergisinde Britain And Turkey başlığı ile yayınlanan yazısında şu şekilde açıklamaktadır: İngiliz arkadaşlarımın kafasını karıştıran bir diğer sorun ise Kemalist rejimin diktatörlük yapısına sahip olduğudur. Türkiyede bulunmam ve ilk elden bilgilere sahip olarak konuyla ilgili söylediklerim pek arkadaşlarımı ikna edememiş görünüyor. Öyle sanıyorlar ki, yasama, yürütme, yargı ve askeri güçlerin hepsi Mustafa Kemalin elinde toplanmıştır ve onun kararları kanundur. İşte sadece Kemal Atatürkün elinde bulundurduğu bu büyük güç nedeniyle istemeyerek de olsa halk reformları kabullenmek zorunda kalmıştır. Oysaki bu arkadaşlarım Türkiye Büyük Millet Meclisi hakkında pek bir şey bilmezler. Türkiye Cumhuriyetinin Anayasasından ve burada somutlaştırılmış, romanlara ruh veren fikir ve anlayıştan habersizdirler. Böyle düşünen arkadaşlarıma diyorum ki, evet ama Mustafa Kemal öldükten sonra ne oldu? Bu noktadan hareket etmek benim için arkadaşlarıma gerçekleri anlatmanın en kolay yoludur. Benim görüşüme göre, Atatürke diktatör demek mümkün değildir. Bu terim modern kabule göre, bir anayasanın düzenlediği kanunlarla yerini alan, anayasanın oluşturulması için yoğun çaba sarf eden bir cumhurbaşkanı için kullanılamaz. Onun bir diktatör olup olmadığını varlığı ile değil, yokluğu ile anlamak daha kolaydır. Atatürk, Cumhuriyeti kendisinden sonra da devam etsin diye kurmuştur, kendisiyle birlikte ölsün diye değil. Buna ek olarak ısrarla belirtmek istiyorum ki, Türk halkının Kemalist reformları zorla kabul ettiği düşüncesi tamamen yanlıştır. Çünkü halkın bu reformlara içgüdüsel olarak ihtiyacı vardı. Halk devrim sayesinde yönetimin uşağı olmaktan kurtuldu. Bundan böyle halk hükümetin değil, hükümet halkın uşağı haline geldi. Ulusal uzlaşma sayesinde milli devlet, milli ekonomi, milli eğitim kurumlarının oluşması sağlandı.29 10 Kasım 1942 tarihli konuşmasında ise Atatürkün kesinlikle bir diktatör ve din-karşıtı olmadığını, onun sadece dinin ve hurafelerin politik hayatta etkili olmasına karşı olduğunu vurgulayarak, konuyla ilgili düşüncelerini şu şekilde ifade etmiştir: 10 Kasım 1938 sabahı Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk, öldü. Yaşadığı dönemin en önemli şahsiyetlerinden idi. İsteseydi Sultan ve Halife olabilirdi. Ama o bunu reddetti. İstekleri kendisiyle ilgili değil, Türkiye ve Türk halkı içindi. Vefat ettiğinde üçüncü defa cumhurbaşkanı olarak seçilmiş bulunuyordu. Mustafa Kemal genellikle diktatör olarak nitelendirilir; din karşıtı olmakla suçlanır; bazen de İngiliz karşıtı olduğu düşünülür. Benim düşünceme göre O, kendisine yapıştırılmaya çalışılan bu etiketlerden hiçbirini hak etmemiştir. Eğer onun hedeflerini anlarsanız, onun bu tip haksız saldırılara uğramasının kolay olduğunu görebilirsiniz. ... Gerçekleştirdiği büyük dönüşümün ilk sonucu yeni bir devlet kurulması oldu ve daha sonra da bu devletin güvence altına alınması. Bu değişim sürecinin başlarında Atatürkün sahip olduğu güçleri neredeyse diktatörce kullandığını inkâr edemem; ancak bununla birlikte O, sahip olduğu gücü kendisini egemen kılmak için değil, kanunları oluşturmak ve kanunların üstünlüğünü sağlamak için kullanmıştır. Olağanüstü bir durumla karşılaştığında bile kararı Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesine bırakmıştır. Eğer o diktatörlük peşinde olsaydı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesine başvurmazdı. Sahip olduğu bireysel otoritesini devletin güvenliği sağlanana ve halk kendi devletinin efendisi olana kadar sürdürdü. Hitler ve Mussolini gibi adamlarla Mustafa Kemali aynı kategoriye sokmak büyük bir haksızlıktır. Onun davranışlarında katiyen kibirlilik yoktur. Koyduğu hedefler hayalden uzak, barışçıl ve asla diktatörlüğü özendirecek, akla getirecek şeyler değildir. Türkiye Devleti kurulduktan sonra kılıcını kınına sokmuş, mareşallik üniformasını da çıkarmıştır ve ölümüne kadar da bu böyle devam etmiştir. Eğer Atatürk bir diktatör olsaydı, Hitler ve Mussolininin genlerini taşıması gerekirdi ama taşımıyordu. Kendisi din karşıtı bir kişi değildi ama dinin ve hurafelerin politik hayatta etkili olmasını da kesinlikle istemiyordu. Atatürkün İngilizlere de karşı olduğu söylendi ama o, iki ülke arasında dostluk ilişkilerini kurabilmek için yoğun çaba harcadı. Eğer ona karşı yapılan bu suçlamalar doğru olsa idi, bugün onurlu bir Türkiye Cumhuriyeti kurulamammış olurdu30. Daha önce Lorainene Nort Eastern Railwayin başkanı 16 Kasım 1942 tarihinde bir mektup yazarak Atatürkün büyük bir diktatör olduğunu düşündüğünü yazmış, ancak Onun yukarıdaki yazısını okuduktan sonra fikrinin değiştiğini belirtmiştir. Ayrıca Atatürkü bu kadar güzel anlattığı için Loreinene teşekkür etmiştir31. Atatürkün ölümünün onuncu yıldönümünde BBCden yayınlanan konuşmasında ise Atatürke karşı yapılan diktatörlük suçlaması ile ilgili şu yorumu yapmıştır: Şimdi- Bu adam ne yaptı? Görkemli askeri kariyeri sonrasında ve dışında, ne başardı? O, despotizm düşüncesinin küllerinden yeni bir politik yapı meydana getirdi. Kimileri Atatürkü diktatörler arasında saymıştır. Bence bu görüş yanlıştır ve yanlış yola götürür. Her ne kadar hiç kimse Hitler ve Mussollini için kullandıkları bu deyimi Atatürke yakıştırmakta sakınca görmeseler de, diktatörün ne demek olduğunu zamanımızda tam olarak tanımlayabilen yoktur. Ben, Atatürke Hitler ve Mussollini gibi diktatör sıfatının yakıştırılmasına şiddetle karşı çıkıyorum. Bu durumda sorabilirsiniz: Atatürkü niçin bu nitelikten arınık görüyorsunuz? Bunun pek çok nedenleri var. En önemlisi şudur ki Atatürk, bilinçli olarak kendi varlığını kendisinden sonra da hayatta kalabilecek bir sistem kurmaya adamıştı. Kendisinden sonra da yaşayacak bir hükümet sistemi ve yönetim kurmaya çabalıyordu. Bunu kendi görünüşlerine uymaya halkı zorlayarak değil, doktrinini öğretmeye, ideallerini açıklamaya çalışarak yapıyordu. Kurtuluş Savaşında çalışma arkadaşlarıyla birlikte işleri tasarlarken ulusun egemenliğini Büyük Millet Meclisinde toplamıştı. Meclis üyeleri halkça seçiliyordu. Cumhurbaşkanı da dört yılda bir seçiliyordu. Meclis, yasama ve yürütme güçlerine de sahipti. Atatürkün Büyük Millet Meclisine karşı saygısı dikkate değer. İçişleri konusunda Atatürkün başlıca kaygısı, yalnız o zamanlar için değil, her durumun gereksinimine uyacak ve gelişecek bir uyum yeteneğiyle işleyebilir, canlı bir siyasal organizma yaratmaktı. Yaşasaydı, sanırım gelecek seçimde Cumhurbaşkanı olmak yerine, özel yaşamına çekilir ve mekanizmanın aynı yeterlikle işleyip işlemediğini görmek isterdi. Arkadaşları buna razı olur muydu? Orasını tahmin edemem32. Loraine Atatürke yapılan suçlamalara bir taraftan yazıları ve konuşmalarıyla cevap vermeye çalışırken diğer taraftan önemli bazı kişilerle de mektuplaşmıştır. Bu açıdan Morgan Philips Price33 ile yaptığı yazışmalar bir hayli dikkat çekicidir. M. Philips Price 19 Mayıs 1957 tarihinde Lorainene şu mektubu yazmıştır: Atatürkün ölüm yıldönümü nedeniyle hazırlamış olduğunuz yazıyı bana gönderdiğiniz için teşekkür ederim. Atatürk hakkında diktatör derken açıkçası bu kelime üzerinde çok düşünmüş değildim. İfade etmek istediğim, tek parti yönetiminin egemen olduğu TBMMnin ilk günlerinde meclis hem yasama, hem de yürütme yetkilerini elinde tutuyordu. Bu devrimi gerçekleştirme maksadını güdüyordu ve lider muhalefeti engellemek için baskı uygulamak mecburiyetinde idi. Rus Devrimine şahit olduğum için bu konuda Rusya ve Türkiye arasında benzerlikler olduğuna inanıyorum. Baskı dönemi her iki ülkede de gerekli idi. Ama bununla birlikte Rusyadaki sistem katı idi çünkü devrimin felsefesi değişimi kabul etmiyordu. Ancak Türkler pratik ve faydacı bir anlayış benimseyerek bu dönemi kolaylıkla aştılar. Ve sonuçta sistemleri Batı Avrupa rejimine yakın bir hale geldi. Geçen yıl kendi Türkiye Tarihimi yazarken 1925 yılında gerçekleşen Kürt isyanı karşısında Atatürkün takındığı tutum nedeniyle kafam biraz karışıktı. Bu dönemde istisnai kanunlar uygulanmıştı ve doğru dürüst bir yargılama yapılmadan çoğu kişi asıldı. Bu dönemin diktatörlük dönemi olduğunu düşünüyorum ancak bu siz Büyükelçi olarak Ankaraya atanmadan çok önceydi. Sizin yayınınızı okudum ve kesinlikle ben de sizin gibi Atatürkün diktatörlük sıfatı yapıştırılarak Leninle aynı yere konulmasına karşıyım. Ama Cumhuriyetin kritik dönemlerinde baskıcı bir idare vardı34. Bu mektuba karşılık Loraine, 23 Mayıs 1957 tarihinde M. Philips Pricea şu mektubu göndermiştir: 14 Mayısta size göndermiş olduğum mektuba cevap olarak 19 Mayısta bana göndermiş olduğunuz mektuba teşekkür ederim. İkimizin temelde düşünce ayrılıklarına sahip olmadığımıza inanıyorum. Atatürk, Hitler ve Mussolini ile aynı kefeye konulamaz. Bu konuyla ilgili sanki Atatürkü savunuyormuşum gibi görünsem de bu yanlış anlaşılmanın müsebbibi Grey Wolf (Bozkurt) adlı kitabının yazarından başkası değildir. Bu konuyla ilgili beş yıl boyunca Ankarada büyükelçiliğim esnasında incelemeler yaptım. Bu dönemde Mustafa Kemalin yakın çevresini oluşturan ve İttihat ve Terakki Cemiyeti döneminden beri Onu tanıyan bazı kişileri dinleme şansına sahip oldum. Bu kişiler de Mustafa Kemalin Enver ve Talatın 1914 yılında Almanların yanında yer almasına kesinlikle karşı olduğunu belirttiler. Bu kişiler, Almanya savaşı kazansa da kaybetse de Osmanlı İmparatorluğunun parçalanacağına dair 1914 yılında Mustafa Kemalin yapmış olduğu kehanete yürekten inanmışlardı. 1934 yılının başında göreve başlamadan önce, Büyükelçi Sir Nicolas OConorın emri altında 19051907 yılları arasında görev yapma şerefine nail oldum ve bu dönemde Sultan Abdülhamit diktatörce ülkeyi yönetiyordu. Her iki dönemi karşılaştırma imkânı bulduğumu da açıkça söylemeliyim. Ben bu gerçekleri Tevfik Rüştü Arasın anılarının birinci cildi yayınlanmadan çok önce anlamıştım. Ayrıca Onun anılarının çok aydınlatıcı olacağına inanıyorum. Çünkü O, kendi hayatlarını Mustafa Kemalin ideallerine adamış ve bu ideallere hayatlarının sonuna kadar bağlı kalmış grubun bir üyesi idi35. 4. SONUÇ 19331939 yılları arasında İngiliz Büyükelçisi olarak Ankarada görev yapan Sir Percy Loraine, Atatürkü tanıma ve Türk Devrimini anlama imkânı bulmuştur. O, Atatürkün kişiliğine, düşüncelerine, halkına olan büyük sevgisine, öngörü sahibi bir lider olarak barışı korumak için gösterdiği gayrete hayran kalmıştır. Ankaradaki görevi sona erdikten sonra da, Atatürke olan hayranlığını ve sevgisini çeşitli konuşmalar yaparak, yazılar yazarak dile getirmeye çalışmıştır. Loraine, özellikle Atatürkün kin ve husumet duygularını bir kenara atarak, başta İngiltere olmak üzere diğer devletlerle samimi dostluk ilişkisi kurma yönündeki çabalarını takdirle izlemiş ve Onu ve kurduğu Cumhuriyeti Balkanlarda ve Orta Doğuda barışın garantisi olarak nitelemiştir. Yazılarında ayrıca Atatürkün halkının kültür seviyesini yükseltmek, milletini çağdaşlaştırmak için gerçekleştirdiği atılımlara dikkat çekmiştir41. Atatürkün bu uğurda gerçekleştirdiği devrim hareketinden övgüyle bahsetmiş, Türk Devriminin nasıl ve neden gerçekleştirildiğini Batılı meslektaşlarına ve kamuoyuna anlatmaya çalışmıştır. Atatürkün kişiliğine ve gerçekleştirdiği Türk Devrimine ilişkin yapılan asılsız iddiaları çürütmeye çalışmış, bildiği Atatürkü bilmeyenlere anlatmak için yoğun çaba harcamıştır. Bu maksatla, Atatürkün ölümünün onuncu yıldönümü olan 10 Kasım 1948 tarihinde BBCden yayınlanan konuşma metnini başka Cambridge, Oxford üniversiteleri olmak üzere önemli pek çok üniversite kütüphanelerine, bakanlıklara ve diplomatlara göndermiştir. Ayrıca pek çok yayın organına bu yazısının yayınlanmasına müsaade etmiştir. Loraine, Atatürk ve Türk Milleti hakkında Londra Radyosunda yapmış olduğu bu konuşma karşılığı BBC idaresi tarafından kendisine takdim edilen parayı Türk-İngiliz dostluğunu ve kültür ilişkilerini derinleştirmek amacıyla Londra Halkevine bağışlamıştır42. Bu da Lorainenin Atatürke ve Türk Milletine karşı duyduğu samimi sevginin açık göstergesidir. O, Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyetine olan inancını da her fırsatta dile getirmiştir. Yazılarında Atatürk ve Türkiye Cumhuriyetinden saygıyla bahseden Loraine, iki ülke arasında samimi dostluk bağlarının kurulmasında ve iki ülke halkının birbirine yaklaşmasında etkin bir rol oynamıştır. Özellikle Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu münasebetiyle 30 Ekim 1942 tarihinde Londra radyosunda Türk milletine hitaben Türkçe olarak yaptığı konuşma, Türk ve İngiliz basınında büyük ilgi görmüş ve sempati yaratmıştır. Sir Percy Lorainenin bir İngiliz yurttaşı ve diplomatı olarak, Atatürkü anlama, anlatma ve onun hakkındaki asılsız iddiaları çürütmek için gösterdiği çaba övgüye değerdir. Yrd. Doç. Dr Esra Sarıkoyuncu Değerli