Can Dündar 'eleştirilen aşkı' anlattı

'Aşk ve Sevgi' forumunda sha. tarafından 22 Şub 2011 tarihinde açılan konu

Konu etiketleri:
  1. sha.

    sha. ..daha çirkin, daha huysuz

    Gazeteci yazar Can Dündar, son kitabı 'Lüsyen'de anlattığı 60 yaşındaki şair ile 18 yaşındaki kızın arasındaki aşkı kimi okuyucuların eleştirdiğini söyledi.

    [​IMG]

    İSTANBUL - Can Dündar, son kitabı ''Lüsyen''de, döneminde ''şair-i azam''ı olarak kabul edilen, Abdülhak Hamit'in (Tarhan), 18 yaşındaki Belçikalı bir kızla aşkını anlatıyor.

    Makber'in şairinin 60 yaşında gönlünü çalan Belçikalı köylü kızının hikayesini belgesel tadında okuyucuyla buluşturan Dündar, tarihe gizlenmiş bir aşkı bütün yalınlığıyla ortaya koyuyor.

    Dündar, kimi okuyucuların, 60 yaşındaki şair ile 18 yaşındaki kızın arasında yaşananları aşk olarak nitelendirmediğini, bu anlamda kitapta yaşanan aşkın çok eleştiri aldığını söyledi.

    Dündar, kitapta anlatılanların, herkesin kafasındaki Ferhat ile Şirin aşkına benzemediğini, pür aşk kavramına cevap vermediğini, zaten Ferhat ile Şirin arasındaki aşkın da kavuşamamanın verdiği özlemden doğduğunu vurgulayarak, buradaki öykünün, aşkın sınırlarını genişlettiğini, kitapta okunan her şeyin, aşka dahil olduğunu ifade etti.

    Can Dündar, aradaki yaş farkına, yaşadıkları coğrafyaların uzaklığına, farklı kültürlerden gelmelerine, kızın daha sonra başka birine gönül vermesine, adamın ona göz yummak durumunda kalmasına, kızın daha sona tekrar adama dönmesine rağmen ikilinin aralarında yaşanan her şeyin bilinen aşka dair ne varsa onun sınırlarını genişlettiğini belirtti.

    Öyküde yaşanan tüm bu gel-gitlerin aşkla ilgili olduğunu iddia ettiğini vurgulayan Dündar, şöyle devam etti:

    ''Abdülhak Hamit, kadınları ilham kaynağı olarak gören, bir hercai olarak nitelendiriliyor, ama bütün şair ve yazarlarda böyle bir potansiyel olduğunu düşünüyorum. Yazar veya şairseniz hayata biraz şiir ve yazı gözüyle bakmaya başlıyorsunuz. Dolasıyla karşılaştığınız her şey size bir şiir konusu oluyor. Bu tutum, İnsanların meşrebine göre, birine iyi, birine kötü gelebilir. Ben de Nazım Hikmet belgeselini yaparken aynı şeyi yaşamıştım. Oğluna yazdığı çok sevdiğim bir şiirin ardından, ona yaptığı kötü muameleyi öğrendiğim zaman hayal kırıklığına uğradım. O zaman şunu yapmayı öğrendim: Hatta tüm okuyuculara tavsiye ediyorum. Şairle eserini ayırmak lazım. Sadece şair için de geçerli değil, hatta yazar ve politikacıda da böyle. Ortaya koyduğu eser ve mücadeleyle, kişiliğini ayırmak lazım. Aksi takdirde kimseyi sevemezsiniz. Oysa onlar da insan, onların da defoları var. Biz karşımızda her zaman kahramanlar, kusursuz insanlar görmek istiyoruz.

    Yalnız bu ayrım kadınlar için daha zor. Lüsyen'in saf aşkının içinde de çıkar, gelecek korkusu, istikbal arayışı, kendini garanti altına alma ve bir baba arayışı var. Bütün bu herc-ü merce aslında aşk diyoruz. Sonunda Lüsyen de Belçika'da taşrada yaşayan bir kız. Karşısına bir Osmanlı asilzadesi çıkıyor, göğsü madalyalarla dolu, çok etkileyici de konuşuyor ve ülkesinde çok seviliyor. Bir imparatorluk başkentine gelin gidiyor. Diğer bir anlamda, biraz yaşlı da olsa bir beyaz atlı prens çalıyor kapısını. Bazıları diyebilir ki, 'Hayır, benim hayalimdeki aşk bu değil'. Ancak ikisi arasında yazılan mektuplara baktığınızda, bu kadının bu adama karşı şiddetli bir aşk yaşadığını görüyorsunuz. Kadın eğer aşk diyorsa, ona hürmet göstermek zorundasınız.''

    'ABDÜLHAK HAMİT BİR ANTİ KAHRAMAN'
    Can Dündar, Abdülhak Hamit'in kitapta bir ''anti kahraman'' olduğunu, şairi bir kahraman olarak ortaya koymadığını, böyle bir zorunluluğu da bulunmadığını dile getirerek, kitabın belgesel bir çalışma olduğunu, neyse onu verdiğini söyledi.

    Belçika'nın bir köyünde doğup, üniversite eğitimi almak için gittiği Brüksel'de 60 yaşındaki bir şaire aşık olan kızın aşkının ve sevgilisine yazdığı aşk mektuplarının kendisini çok etkilediğini kaydeden Dündar, ''Lüsyen'in aşkı beni derinden etkiledi. Aşktan başka hiçbir güç o satırları yazdıramaz. Bu yüzden kitabın adı 'Lüsyen' oldu. Şairin, çoğu zaman bencilliğe varan davranışlarına rağmen, Lüsyen'in onun peşine düşmesi, bütün yaşadıklarına rağmen hala aşkıyla gömülmek istemesi, zaten işi ilginç kılan. Yoksa Abdülhak Hamit, kadınlara yaklaşımı, hayata karşı duruşu, Osmanlı ve Cumhuriyetle ilişkileri açısından çok örnek alacağımız bir karakter değil doğrusu'' şeklinde konuştu.

    Öykünün içinde, kendisini çeken noktalardan birinin de Abdülhak Hamit'in ve kendi elleriyle bir İtalyanla evlendirdiği Lüsyen'in, ayrılığın verdiği acıyla birbirlerine yazdıkları mektuplar olduğunu anlatan Dündar, Lüsyen'in ''efendiciğim'' diye başlayan mektuplarının, ''babacığım'' şeklinde bitmesinin ayrı bir roman konusu olduğunu söyledi.

    Bu yaklaşımdan yola çıkarak, öykünün, psikososyal bölümüne de girilebileceğine dikkati çeken Dündar, daha çok belgesel tadında bir yakalaşım sergilemeyi tercih ettiği için bu detaylara girmediğini, bu yaklaşımın belki bir sinema filmiyle hayata geçirilebileceğini kaydetti.

    LÜSYEN, BEYAZPERDEYE TAŞINACAK
    Kitabın filminin yapılması için de teklifler geldiğini anlatan Dündar, ''Eğer kitap, film olursa, ilginç bir şey olacağını düşünüyorum. Ben kitaba çok düş gücü katmadım, ama bir senarist katabilir. Belki hem Türk hem de Belçika toplumunun ortak yapımı olabilir. Hatta bütüne de ışık tutacak hoş bir hikaye çıkabilir diye düşünüyorum. Ancak bir eserin sinemaya adaptasyonu, eser sahibi için her zaman acı çekme garantisi taşıyan bir şeydir. Çünkü gerek yazarın, gerekse okurun kafasındaki karakter hiçbir zaman denk düşmez. Ama siz bir kitap yazarı olarak yönetmenin görüş açısına saygı göstermelisiniz'' diye konuştu.

    Kitabında, Abdülhak Hamit'in Lüsyen'e yazdığı tüm mektupları yayınlayamadığını, Belçika'daki bir ailede olan mektupları görmek için izin alamadığını ifade eden Dündar, şunları kaydetti:

    ''O mektuplara ulaşırsam, kitabı yeniden yazmayı düşünüyorum. Bunun için de uğraş veriyorum. Lüsyen ölmeden önce bu mektupları Türkiye'nin Belçika büyükelçisine bırakmış, o çocuklarına, çocukları çocuklarına bırakırken, şimdi de çok alakasız birinin eline geçmiş. Onlar da bir tavan arasına atmışlar. Abdülhak Hamit, Lüsyen'in kendisine yazdığı mektupların yayımlanmasına izin verirken, onun yazdığı mektupların saklamasının nedeni, mektuplar okununcaya kadar bir sır olarak kalacak.''

    Kitabın bir roman olmadığı yönündeki eleştirilere de değinen Dündar, ''Benim, zaten 'Bu romandı' diye bir iddiam yok, hatta 'Romanı yazılsa çok iyi olur' şeklinde açıklama yaptım, daha ne diyebilirim ki?'' dedi.

    ''Yüzyılın Aşkları'' belgeselini yaparken, Lüsyen'in mektuplarını okuduğunu ve çok etkilendiğini anlatan Dündar, o mektupları gördüğünde bu öyküyle ilgili de bir belgesel yapmak istediğini, ancak elde görsel anlamda yeterli materyal olmayınca kitap olarak yazmaya karar verdiğini belirtti.

    Dündar, kitabın ortaya çıkışının iki yıl sürdüğünü, yazmanın daha kolay olduğunu, ama araştırmaların çok uzun zaman aldığını belirterek, dil engeliyle karşılaştığını, Abdülhak Hamit'in şiiri ve tiyatrosunun ancak sözlükle okunduğunu, kaynakçalara ulaşmakta zorlandığını, şair hakkında yazılan tüm kitapları okuduğunu ve ilginç bölümleri ayıklayıp, öyküye adapte ettiğini söyledi.

    Kitabı yazarken birkaç amacı olduğunu belirten Dündar, sözlerini şöyle sürdürdü:

    TARİHE GÖMDÜĞÜMÜZ ŞEY AÇIĞA ÇIKTI
    ''Bunlardan biri, Abdülhak Hamit diye biri gündemden kalkmıştı, Lüsyen ismini ise hemen hemen hiç kimse bilmiyordu. Bir kere kitap bu iki ismi sirküle etmeye başladı. Tarihe gömdüğümüz bir şey açığa çıktı. Bu bana büyük keyif veriyor. Lüsyen'in unutulmuş olmasından üzüntü duyuyordum. Gelen eleştirilerden de anlıyorum ki aşkın tarifiyle ilgili soru işaretlerinin dolanmasını da önemli buluyorum. Hem kadınların hem erkeklerin buna ihtiyacı var. Bu, sadece aşkı ve hayatı kavramaya ilişkin bir şey değil, birbirini anlayama da ilişkin. İki cins arasındaki görüş farkını bir kitap üzerinden yorumlamak ve tartışmak sağlıklı geliyor bana. Ve de ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bir de sonuçta bu bir dönem kitabı, tam bir geçiş dönemi üstelik. Birçok insan, 'Bu kitap bende o dönemi yeniden okuma ihtiyacı doğurdu' gibi şeyler söyledi ki bu da beni mutlu etti. O döneme dair bir iştah yarattı.''

    Gazeteci-yazar Can Dündar, Atatürk ile dans eden, Tevfik Fikret'ten ders alan Lüsyen'in son yıllarının yokluk ve yalnızlık içinde geçtiğini belirterek, ''Bu şaşalı günlerin ardından, kader kendisine bir mezar taşını bile çok gördü. Lüsyen'in, Zincirlikuyu'daki kabrine mezar taşı yaptırmak için özel izin aldım, zira birinci derece yakınları dışındakilerin böyle bir hakkı yokmuş. Mezar taşını Şubat gibi yaptırmayı planlıyoruz. Bunu Lüsyen'e borçlu olduğumu düşünüyorum'' dedi.
     
  2. berkanberken

    berkanberken New Member

Bu Sayfayı Paylaş