Geçmişle Gelecek Arasında Japonya

'Ülkeler' forumunda Uygu tarafından 24 Eyl 2012 tarihinde açılan konu

  1. Uygu

    Uygu New Member

    Geleneklerimizi koruyarak gerçekleştirmemiz gerektiğine inandığımız bir modernleşme. Japonlar tam da bunu yapmıştı: “Japon Mucizesi!”

    Çocukluğumun ilk Japon imajı, Toshiro Mifune’nin bir Japon genaralini canlandırdığı savaş filmiydi. “Tora, tora,tora’’ Tabii, ilk gençlik yıllarımızın Shogun TV dizisi, ardından Kurosawa’nın harika filmleri, Rashamon, Yedi Samuray, Ran!

    Ve nihayet Japon edebiyatı, Kawabata, Kenzoburo Oe ve giderek Basho’nun haikuları, ayrıca Hiroshige, Utamaro ve Hokusai’nin benzersiz resimleri…

    Osaka’da, yaklaşık 12 saatlik uçuşun yorgunluğuna aldırmadan kendimizi dışarıya (Osaka’nın İstiklal Caddesi sayılacak, Shinsaibashi Caddesi’ne) attık.

    “Çekik gözleri, siyah saçları, sırtında rengârenk kimonosu, elinde yelpazesiyle krizantemler arasında küçük adımlarla yürüyen bayanları fotoğraflamak için elimizde kameralar, etrafa bakınmaya başladık.

    Karşımıza ilk çıkan kız, mavi saçları ve kontakt lensli mavi gözleriyle içimizi ısıtan bir ifadeyle bize dopdolu gülümsedi. Gözleri de öyle çekik filan değildi.

    Jetlag’in etkisiyle, uykusuzluktan hayal gördüğümüzü düşündük önce. Bir yanlışlık olmalı! Utamaro’nun resimlerindeki kızlar nerede? Yürüyüşümüzü sürdürdük.

    Bu kez bize zafer işareti yaparak gülücükler içinde poz veren hayat dolu başka kızlarla da karşılaştık. Ama bir kıyafet balosundan çıkmış gibiydiler.

    Kıvır kıvır sarı saçlarıyla, üzerlerinde İngiliz Victorian, ya da Fransız devrimi yıllarında Kraliçe Maria Antuanet’in giydiği tipte fırfırlı etekleriyle, Japon’dan çok Fransızlara benziyorlardı.

    Güzellikleri ve etrafa saçtıkları neşe bir yana bir zaman tünelinde yürüyormuşuz izlenimiyle, en çok ta gözlerimize inanmayarak, bu ünlü caddeyi bir uçtan bir uca defalarca turladık.

    Osaka’nın en ünlü caddesi, Moliere’in ya da Shakespeare’nin bir oyununun oynandığı tiyatro sahnesiydi adeta.

    Bu ilginç moda, son yıllarda Japon kızları arasında son derece yaygınlaşmış, hatta kendi içinde sayısız farklı özellikler taşıyan çeşitlere ayrılarak Japon gençlerinin inanılmaz modernleşen ve hızlanan günlük hayata karşı gösterdikleri bir tepki ya da bir kendini var etme çabasına dönüşmüştü.

    Şunu söylemem gerekir ki, bu ilk bakışta sürreel görünen giysiler, son derece temiz, şık ve özenli, kendi içlerinde de son derece tutarlı (saçlar, elbisesi ve ayakkabılarıyla ve makyajıyla!) adeta sokağa taşmış bir kostümlü balo gösterisi gibiydi.

    Ama öyle yılda üç beş gün süren, izleyicilere şov yapılan cinsten değil, yılın her günü ve gecesi ve sürekli çeşitlenerek değişen, şehri, sürekli bir karnaval havasında tutan.

    Japonya, komşularından aldığı tüm kültürel ve felsefi formları, hazmederek, incelterek, adeta Japonlaştırarak kendine yakışır hale getirmeyi başardı. Japon toplumunun ve kültürünün böylesine özgün olabilmesinin nedenini “Edo Dönemi” diye bilinen ve esasen bir ada kültürü olan Japonya’nın, neredeyse 270 yıl boyunca (1603-1867) dış dünyaya tümüyle kapılarını kapatmış olmasında arayabiliriz.

    Sanayi Devrimi’nin başlamasıyla gittikçe modernleşen batının, ticaret yapmak için kapıları daha fazla zorlamasına dayanamayan ve tüm dünyadan izole olarak kendi kendine yetemeyeceğini anlayan Japonlar, bu dönemin bedelini yüzlerce yıl, giderek yoksullaştıktan sonra, samurai ve shogunların hâkimiyetine son vererek ve kapılarını modern dünyanın iyi-kötü tüm etkilerine açarak ödediler.

    Bugün tanıdığımız, endüstri devi Japonya’nın temelleri, bu dönemde, (Meiji Restorasyonu) atıldı. Japonya, büyük bir dikkatle batılılaşmaya ve modernleşmeye karar verip, batı üniversitelerine binlerce öğrenci gönderdi. Batılı endüstri uzmanları ülkeye çağırılırken Japon elçiler dünyayı arşınlamaya başladılar.

    O dönemin Osmanlı İmparatorluğu ile ilk resmi temas 1871 yılında başlamış. 1887 yılında ise Sultan Abdülhamid’in Japon Kraliyet Ailesi Üyesi Prens Komatsu’yu Dolmabahçe Sarayı’nda ağırlaması, bu dostane ilişkilerin iyice ısınmasını sağlamıştır. Bu ilk dostluk yılları maalesef bir trajediye de tanık olacaktır.

    1889 yılında Japonlarla dostluğun bir göstergesi olarak Japonya’ya gönderilen Ertuğrul Firkateyni, aylar süren yolculuktan sonra Japonya’da coşkuyla karşılanmış, dönüşe başladığı 15 Eylül 1890 günü bir fırtınaya kapılarak batmış, bu kazada maalesef 538 Osmanlı bahriyelisi yaşamını yitirmiştir.

    2010’un Türkiye’de Japon Yılı olması, Ertuğrul faciasının 120. yıldönümüne denk geliyor. Bu dostluğun sonsuza dek sürmesini diliyoruz…

    Manga sözcüğünün ilk kez 18. yüzyılda kullanılmaya başlandığını biliyor muydunuz?
    Bir yanıyla geleneksel Japon resim sanatından diğer yönüyle de modern popüler kültürden yararlanılarak hazırlanan Manga sanatı, sadece Uzakdoğu’da değil, tüm dünyada rağbet görüyor.

    Kyoto’da bonsai kültürünün kaynağı olduğu söylenen bir tapınağı ziyaret ediyoruz. İkenobu adlı bu tapınağın, vazoya çiçek yerleştirme sanatı adına yüzlerce yıl önce kurulduğunu öğrenmek şaşkınlığa uğramamıza neden oluyor.

    Japon kültürünün batıya uzanan ilk örneklerinden biri olan katlanır yelpaze, önceleri, katlanmayan haliyle Çin’de icat edilmiş. Japonlar, yalnızca bunu katlayarak, bol kesimli geleneksel giysilerinin cebine konulabilir hale getirmişler.

    Doğanın içindeki dinginliğin ortasında yükselen zarif tapınaklarla Japon metropollerinin yoğun kent yaşamı arasında keskin bir zıtlık bulunuyor. Genel görüşe göre bu zıtlık Japonya’nın asıl cazibesi.

    Şehir merkezlerine yaklaştıkça geleneksel tapınaklar ve ahşap evler yerini gökdelenlere bırakıyor. Bonsai ve ikebana gibi geleneksel değerler yoğun kent yaşamının ortasında varlığını sürdürüyor. Japonlar, saksılara ektikleri ağaçları yıllarca emek vererek budarken ağacın doğal görünümünü de koruyor. Zen bahçeleri, şehrin yüksek temposu arasında Japonların ruhlarını dinlendiriyor.

    Eski çağlardan bu yana kılıç kullanmayı bile bir sanat haline dönüştüren Japonlar, Çin’den aldıkları çay içme kültürünü mistik bir tören gibi uyguluyor.

    Çay içme ritüeli Japonların konukseverliklerini sergilemek için de bir fırsat. Dingin bir atmosferde gerçekleşen çay içme töreni, Japon insanına özgü bir zarafetin dışa vurumu. Hızlı tüketimin plastik ambalajlara sınırladığı içecekler, acaba bu lezzetli doğal çayın tadını ve kokusunu kıskanır mı?

    Sessizliğin, sadeliğin, meditasyonun en büyük değer olduğu bir kültürde kalabalık ve gürültülü caddelerin hızla çoğalması ilginç bir tezat oluşturuyor. Şehir hayatının inanılmaz dinamizminden ve toplumsal yarışma ortamının acımasızlığından ürken sayısız gencin evlerinden hiç çıkmadan, bilgisayar başında ömür tüketmeleri de Japonya’ya özgü bir gerçek.

    SEYAHAT MENAJERİ
    PASMO Kart satın alarak Tokyo metrosundan daha ekonomik şekilde faydalanabilirsiniz.

    Süresine göre fiyatı bin ile 20 bin yen arasında değişen kart, Tokyo’daki metro istasyonlarından temin edilebiliyor.

    Tokyo metrosuyla ilgili tarifeler ve tüm detaylar için internet sitesini inceleyebilirsiniz.

    Fugu balığı size hitap etmiyorsa da Japon mutfağının köşe taşlarından biri olan suşiyi yerinde denemenizde fayda var. Pirinç, yosun ve soya sosunun muhteşem uyumunu buluşturan suşinin yapımında pek çok balık çeşidinin yanı sıra, yengeç, karides ve ahtapotta kullanılabiliyor.

    Japonya’da yerel lezzetlerini denemeden olmaz: Kurutulmuş balık, Japon böreği, soya soslu patates, pirinç köftesi ve suşi

    Tokyo ve Kyoto başta olmak üzere Japon kentlerinde konaklama seçenekleri zengin.

    Japonya bir alışveriş ülkesi. Elektronik aletler başta olmak üzere el yapımı geleneksel ürünler ve özgün hediyelik eşyalar alabilecekleriniz arasında.

    Tokyo’nun ünlü balık pazarı Tsukiji, sabahın beşinden itibaren arı kovanına dönüyor. Dev orkinoslar, ıstakozlar ve daha önce görmediğiniz onlarca balık burada alıcısını bekliyor.

    Japonya üzerine 3 kitap önerisi:
    1. Dağın Sesi (Yasunari Kavabata)
    2. Kişisel Bir Sorun (Kenzaburo Oe)
    3. Kıran Kırana (Amelie Nothomb)

    Japonya’yı ziyaret etmek için en iyi zaman mart - mayıs ile eylül - kasım ayları arası. İlkbaharın en güzel anları mart ayında yaşanıyor.

    TOKYO’DA MUTLAKA…

    Yer sofrasında geleneksel bir Japon kahvaltısından sonra Tsukiji Balık Marketi’ni görebilirsiniz. Şehrin olmazsa olmazlarından biri olan Edo-Tokyo Müzesi’nden sonra sumo güreşi izlemek için adresiniz Ryogoku Kokugikan Sumo Stadium olabilir. Sony Building, Leica Galery ve International Forum Plaza gibi Tokyo klasiklerini gördükten sonra İmparatorluk Bahçesi’ne gelecek sıra.

    Japonya’yı tanımak için film önerileri: Rashomon (Akira Kurosawa, 1950), Tokyo Monogatari (Yasujiro Ozu, 1953), Tampopo (Juzo Itami, 1987), Maborosi (Koreeda Hirokazu, 1995), Lost in Translation (Sophia Coppola, 2003).

    Yüksek kemerli tavanı ve içeri süzülen ışıklarıyla kestane ağacından yapılmış hamamlar, Japonya’da çok ünlü. Günümüzde daha çok otellerde bulunan bu hamamlar, konuklarına bir okyanus hayali veriyor.

    Japonya’nın en iyi üç Shinto tapınağından biri kabul edilen Itsukushima’yı görmek için Miyajima Adası’na doğru yola koyulmalısınız. Hiroşima’dan kalkan feribotlarla da ulaşılabilen ada, kırmızı tapınak kapısıyla hemen fark ediliyor.

    Ulaşımın pahalı oluşu, bu ülkeyi aylarca dolaşarak tanımamıza olanak vermiyor. Kyoto’dan Tokyo’ya bindiğimiz Shinkansen adı verilen hızlı trende, üç saatten az süren yolculuk, kişi başına 170 dolara mal oluyor.

    Festivaller ülkesi Japonya’nın geleneksel festivalleri:
    * Setsubun (3 ya da 4 Şubat)
    * Hina-Matsuri (3 Mart)
    * Hana-Matsuri (8 Nisan)
    * Tanabata (7 Temmuz)
    * O-Bon (13-15 Temmuz, 13-15 Ağustos))
    * Shichi-Go-San (15 Kasım)

    *


    Alıntı
     
  2. Uygu

    Uygu New Member





    [​IMG]
    [​IMG]




    [​IMG]


    [​IMG]




    [​IMG]


    [​IMG]




    [​IMG]




    [​IMG]




    [​IMG]




    [​IMG]


    [​IMG]




    [​IMG]




    [​IMG]




    [​IMG]


    [​IMG]






    [​IMG]




    [​IMG]


    [​IMG]


    [​IMG]


    [​IMG]


    [​IMG]


    [​IMG]




    [​IMG]
     

Bu Sayfayı Paylaş