Hegel'in Muhteşem Keşfi:Dialektik İdealizm

'Felsefe-Psikoloji-Sosyoloji' forumunda Uygu tarafından 23 Eyl 2012 tarihinde açılan konu

  1. Uygu

    Uygu New Member

    Metafizik anlayış gerçekliği düşünen özne ve üstünde düşünülen nesne olarak ikiye böler yani özne ile nesneyi birbirinden kopuk olarak ele alır. Hegel bu kopukluğu geliştirdiği özne - nesne diyalektiği ile aştı.

    Marks diyalektik yöntemi evet Hegel’den almıştır. Ama bu nasıl bir almaydıMarks’tan okuyalım:


    “Benim diyalektik yöntemim Hegelci yöntemden yalnızca farklı değil fakat onun tam karşıtıdır. Hegel’e göre insan beyninin yaşam süreci yani düşünme süreci -ki Hegel bunu ‘Fikir’ adı altında bağımsız bir özneye bile dönüştürür- gerçek dünyanın yaratıcısıdır. Gerçek dünya ‘Fikir’in sadece dışsal ve görüngüsel biçimidir. Bana göre ise durum tersinedir. Fikir maddi dünyanın insan zihninde yansımasından ve düşünce biçimlerine dönüşmesinden başka bir şey değildir.
    “Hegel diyalektiğinin mistik yönünü otuz yıl kadar önce henüz daha moda olduğu bir sırada eleştirmiştim… Diyalektiğin Hegel’in elinde mistikleşmiş olması diyalektiğin genel işleyiş biçimini ilk kez Hegel’in kapsamlı ve bilinçli bir tarzda sunduğu gerçeğini örtemez. Hegel’de diyalektik baş aşağı duruyor. Mistik kabuğun içindeki akla uygun özü keşfetmek istiyorsanız diyalektiğin tekrar ayakları üstünde doğrultulması gerekir.

    “Mistikleştirilmiş biçimi ile diyalektik (Hegel’deki diyalektik - YZ) şeylerin mevcut durumunu yüceltip göklere çıkarıyor gibi göründüğünden Almanya’da moda olmuştu. Oysa akla uygun biçimiyle diyalektik burjuvazi ile onun doktriner profesörlerine bir skandal ve nefret uyandırıcı gibi gelir. Çünkü diyalektik bir yandan şeylerin mevcut durumunu pozitifinden tanıyıp kavrar bir yandan da bu durumun inkârını ve kaçınılmaz çöküşünü içinde barındırır. Çünkü diyalektik tarihsel olarak gelişmiş her toplumsal biçimi akışkan bir hareket içinde görür. Bu nedenle onun geçici doğasınıonun anlık varlığından daha az olmamak üzere hesaba katar. Çünkü hiçbir şeyin dayatılmasına izin vermez özünde eleştirici ve devrimcidir.” (K. Marks “Almanca İkinci Baskıya Sonsöz” 24 Ocak 1873 Kapital (İng.) c. 1 s. 29.)


    Hegel’e kadar tarih üstüne kafa yoranlar tarihin akışını insanın dışındaki doğa olaylarına doğa üstü güçlere takdir-i ilâhiye liderlerin aklına esenlere kaderin cilvelerine savaş talihine vb. bağlıyorlardı. Hegel’e kadar tarih kopuk kopuk olaylar dizisi olarak anlatılıyordu. Ama Hegel’in geliştirdiği diyalektik tarihe bütünsellik içinde bakılabileceği gösterdi.

    Hegel’e göre insanın özü “Fikir” idi. Fikir zihinsel yaratıcı gücün binlerce yıllık gelişiminin bir ürünüydü. İnsan kendi zihinsel yaratıcı gücünü faaliyette bulunarak “dışarıya” çıkarır yani nesnelleştirirdi. İnsan fikrini hayata geçirdikçe maddi yaşam dönüşmekte böylece doğa gitgide insanın bir yapıtı haline gelmekteydi. Yani insanın özü olan “Fikir” insan faaliyeti üzerinden maddi dünyayı yaratmaktaydı. O halde insanların maddi yaşamını meydana getiren aslında insanların zihnindeki fikirlerin hareketiydi.

    Hegel fikirlerin tarihsel hareketini bütünsel bir çerçeveye oturttu. Hegel’e göre tarihte ortaya çıkmış her fikir Mutlak Fikir’e doğru giden yolda bir aşamaydı. O halde her fikir Mutlak Fikir’e yönelen düşünce hareketinin bir aşamasını ifade ettiği içinaslında bütünsel bir sürecin bir parçasıydı.
    Marks’a göre fikir maddi gerçekliğin insan zihninde yansıyarak düşünce biçimlerine dönüşmesinden başka bir şey değildir. O halde Hegel’in fikirler üzerinden giderek mistik sisler arkasında hayal-meyal gördüğü bütünsel gerçeklik aslında reel insan faaliyetinin tarihsel hareketidir. Marks Hegel diyalektiğini böyle eleştiriye tabi tutarak mistik kabuğundan soyundurunca Hegel’in muhteşem buluşu bütün ihtişamıyla ortaya çıktı:

    Hegel kendine özgü mistik dille tarihte bütünselliği sağlayanın yani tarihi yaratanın aslında insan faaliyeti olduğu söylüyordu. Demek ki insan tarihsel süreç içinde kendi faaliyetiyle kendisini yaratmaktaydı. Hegel aslında insan faaliyetinde muhteşem bir yaratıcılık kuruculuk kudreti olduğunu keşfetmişti. Demek ki kuran da kurtaran da insandı.

    İnsanın kendi faaliyetiyle kendi dünyasını yaratmakta olduğu buluşunun sarsıcı sonuçları vardı. Ne var ki Hegel insan faaliyetini “Fikir” dediği gerçek üstü bir gücün türevi olarak mistikleştirmişti. Bu nedenle Hegel’in keşfi Hegel’in elinde hiçbir devrimci anlam taşımıyordu.

    Hegel insan ile doğa arasındaki diyalektiği “şeylerin mevcut durumunu” yüceltenyani hâlihazırdaki mülkiyet mübadele mübadele değeri para ücretli emek sermaye sivil toplum devlet gibi mistik toplumsal biçimleri olduğu gibi kabul eden bir tarzda işlemişti. Yani Hegel hareketin mevcut haline takılıp kalmış mevcut toplumsal biçimleri zihninde dondurmuştu. Hareketin mevcut sapkın halinin yarattığı toplumsal olgular mistik olduğu için Hegel’in diyalektiği de mistikleşmişti. Hegel diyalektiğihareketin mevcut sapkın halini inkâr eden bir unsur içermediği için muhafazakârdı.


    Marks Hegel diyalektiğini ayakları üstünde doğrultarak şu sonucu ortaya çıkardı: İnsan faaliyeti akışkan bir hareket halinde kendi tarihini kendisi yaratmakta olduğuna göre faaliyetin mevcut hali kalıcı olamazdı. Yani Hegel’in ve ekonomi politikçilerin dediği gibi insanlık nihai durumuna gelmiş değildi. O halde insan şimdiye kadar nasıl kendi faaliyetiyle kendisini yaratagelmiş ise şimdi de yine kendi faaliyetiyle mevcut durumu değiştirebilir ve geleceğini kendi insan doğasına göre yaratabilirdi.

    Marks insan faaliyetini mevcut sapkın halinden kurtaracak olanın yine insan faaliyeti olduğunu söyledi. İnsanı kurtaracak olan faaliyet devrimci yani pratik-eleştirel nitelikteki insan faaliyetiydi. İnsan faaliyetinin içine hapsolduğu bu insana aykırı toplumsal ilişki biçimleri bu tersine dönmüş dünya ancak toplumsal emek sürecini özgürce birleşmiş doğrudan üreticilerin denetimine sokmayı hedefleyen devrimcipratik-eleştirel faaliyetle yani sınıf mücadelesiyle aşılabilirdi.

    Marks’ın Hegel eleştirisinden çıkan sonuçlar şunlardır:

    1. İnsan kendi dışındaki ilâhi bir gücün kendisi için çizdiği güzergâhta sürüklenen bir vesile değildir.
    2. İnsan “bilimsel” bir kaçınılmazlığı yaşama geçiren bir aktör de değildir. Komünizme gidiş kaderde yazılmış değildir.
    3. İnsan kendi öznel faaliyetiyle kendi insan doğasını kendisi inşa eden inşa etmekte olduğu insan doğasına göre kendi gelişme güzergâhını kendisi açan kendi gelecek dünyasını kendisi yaratan muhteşem bir öznelliktir.

    *
    Yusuf Zamir
     

Bu Sayfayı Paylaş