İçine atıldığım şu alçak sonluluka karşı başımı her gün yeniden kaldırmak zorundayım. Hâyâllerimle gerçeklerimin nasıl çarpıştıklarını ben yalnız ve biricik bengörmek zorundayım. Ben kendimin tek şahidiyim. Bugün Hingabe sözcüğü üzerine düşünürken sözlük karıştırdım. Türkçede terkfeda ile karşılanıyor. Hingeben terk etmek ise sevgi bağlamında kendini terk etme(k)dir kendinden vaz geçme kendini bırakma. Kendinden uzaklaşmak ve kaçmak değil. Ancak kendinde-olan kendini terk edebilir; kendinden kaçmadan. İki zıt düşünce bir arada mevcuttur: Bir yanda Kendilik (Ben) diğer bir yanda ise Kendilik-İlüzyonu. Kendini ararken kişi durmadan dinlenmeden bir huzursuzluk içindedir; huzur dilencisidir. Kişi hem özne hem de nesnesidir kendisinin. Öznenin ilk (asıl) nesnesi kendisidir. Yani özne nesnedir. Nesnesiz bir özne olamaznesne kendi-kendine-olandır bunu bilen özne ya kendini ve kendisi aracılığıyla kendi nesnelliğini kabul eder ya da yadsır; hem nesneği hem de kendi öznel nesnelliğini öznelliğini. İşte yabancılaşma. Özne kendinin yabancısıdır ve öznellik yabancılıktır işte. Kendini arayan da kendini bulan da (ki yok böyle bir şey) yine kendidir. Ego özneyi ve nesneyi kendi içinde barındırmakla kendinin çelişkisidir; ego çelişkidir. Çelişkinin kendisidir ego. Kendine ve evrene sahip iken kendine ve evrene sahip değildir. Kendi iken kendi değildir. Kendilik bir ilüzyondur işte. (Tekin asıl acısı da budur. Bunun dışındaki acılar sosyal acılardır). Yukarıda çok kısa açıkladığım özne-nesne-ilişkisi (bak burada da ilişki var ama asli nitelikteki bu ilişki sosyal değildir!) kayıtsız-şartsız bir kabullenmeyi öngörür kendilik-dilencisi olmamak için. Kayıtsız-şartsız bir kabullenme: Benim Değilim Ben benim Ben değilim. Ben benim çünkü Ben değilim. Ben değilim çünkü Benim. Kayıtsız-şartsız kabullenme ile kayıtsız-şartsız ret içiçedir. Kabullenme retdir çünkü Ben değilim. Sonuç olarak Ben Ben isem Ben Senim ve Sen de Benim / sin. Başa dönüyor ve akıl yürütmemi bitiriyorum: Özne kendinin nesnesidir. Başka sözcüklerle: Tek özne ile birlikte nesneyi içinde taşıdığını kabul edip ikisini karşıtlandırmaz; ikisinin de Benlikiğini tamamlandığını anlar ve özne ile nesneyi düelloya zorlamazsa çelişki kendiliğinden çözülmeye yüz tutar ve içsel bütünleşme vukuu bulur. Bu Tekin dışa yönelmede çıkış noktası olur. Bu noktadan yola çıkarak (ki bu dünya-içinde-olmanın çıkış noktasıdır) sevgi âşkşefkat onur paylaşmak yaratıcılık ve diğer her şey açıklanabilir ve özümsenebilir. Özne-özümseme-nesne. Özde öz-içinde özümsenen nesnedir. Öz nesneyi içinde barındırır. Tekrarlarsak: nesnesiz öz yok. Bu noktada Tek yaratıcılığını sunarken (aslında kendini sunar sich hingeben) ortaya çıkan eser özne-nesne-ilişkisinin kayıtsız-şartsız kabulüdür. Seni görünce Kendimi görürüm Sen ile ilişkide değilim çünkü artık senli-benliyim dahası: Ben Senim. Senim Ben. Senin ile ne kadar çok paylaşırsam senin ile o kadar çok senli-benli olmak isteyeceğim (ya da olacağım). Dahası: Yüreğimde saklı. Sözcükleştiremem ruhundan olur. Seni dünya-içinde-olabilmek için dil ve düşünce içinde olmaya çağırıyorum. Tekdünya için(d)e doğar ancak bir diğer Tek ile oluşur. Yani: Tek önce olur (Olmak) ve sonra da diğer bir Tek ile oluşur (Kendi Olmak). Ve Tek diğer bir Tek ile oluşurken de ölür. Oluşmak Olmak ile ölüm arasında bir köprüdür. Bu köprüde yürümeğe çağırıyorum seni. İşte arkadaşlık. Yürürken senin ile ne kadar çok paylaşırsam seni o kadar seveceğim ve sevgim o kadar çok onurlu olacaktır. Ben ve Sen Biz olduğu sürece kirli kalacak. Oysa Ben ve Sen senli-benli olabilir kirlenmeden. * Kaynak: Kara Mecmua Sayi 11 Mayis 2006.