Peygamber Efendimiz'in müezzinlerinden Abdullah bin Ümm-i Mektûm -radıyallâhü anh- zaman zaman Rasûlullâh Efendimiz'in yanına gelir: İncitmemek, incinmemek... "-Yâ Rasûlallâh! Allâh'ın sana öğrettiklerinden bana da öğret!" diye yalvarırdı. Peygamber Efendimiz de; o temiz yürekli sahâbîsini kırmaz tatlılıkla bütün sorularına cevaplar verirdi. Birgün Kureyş'in ileri gelenlerinden birkaç kişi Peygamberimiz'in yanında bulunuyorlardı. Hazret-i Peygamber de: "Belki bu Kureyş'in ileri gelenleri imana gelirler de mâhiyetindekiler de hidâyet bulurlar." ümidi içindeydi. Bu sırada doğuştan âmâ olan müezzin Abdullah ibn-i Ümm-i Mektûm yine geldi. Âmâ olduğu için Rasûlullâh'ın yanında kimlerin bulunduğunu bilmiyordu. Bundan dolayı her vakitki ricasını tekrarladı. Misafirler yanında bu yersiz suâlden Hazret-i Peygamber üzüldü ve sıkıldı. Başını öte tarafa çevirdi. Alâka göstermedi. Bu durumdan Abdullah ibn-i Ümm-i Mektûm'un gönlü hafifçe incindi. Bunun üzerine Abese Sûresi'nin başında bulunan iki ayet nazil oldu: "Rasûlullâh âmâ geldi diye yüzünü buruşturdu ve başını çevirdi." Bu hadiseden sonra Rasûlullah Efendimiz Abdullah ibn-i Ümm-i Mektûm'u ne zaman görse: "-Ey kendisi için Rabbimin bana sitem ettiği zat merhaba!" diye buyururlardı. Hiç şüphesiz bu hâdise ümmeti irşâd için Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in şahsında sergilenmiş bir ilâhî örnektir. Bununla bütün ehl-i îmâna böyle mevzûlarda takip etmesi gereken istikamet gösterilmiştir. Dolayısıyla Hak dostları bu mesele üzerinde yâni incitmeme hususunda titizlikle durmuşlar ve gönülleri birer nazargâh-ı ilâhî yâni bir bakıma mânevî kâbetullâh olarak addetmişlerdir. Zîrâ kim gönül kâbesine zarar verirse hakîkatte onun sahibini incitmiş olur. Bu itibarla denir ki: "Allâh gönlü kırıklarla beraberdir." Hadîs-i şerîfte buyurulur: "Mûsâ -aleyhisselâm- Cenâb-ı Hakk'a bir ilticâsında: "- Yâ Rab! Seni nerede arayayım?" dedi. Allâh Teâlâ buyurdu ki: "- Beni kalbi kırıkların yanında ara."" (Ebû Nuaym Hilye II 364)