Gece Geçilen Şehirler Işik Seli Gibidir .... acilar büyütülerek unutulur sevdigim yüzünden kopunca bir buzul çiglik ellerin buz tutmuş iki yarim şarki olur ve ben yoksulluk kokulu bir gidiş birakirim sana beni adresime sorsun esmer bakişlarin dönsen de bulamazsin nasilsa gitsen de kentlerden sakindigim bekçi duruşlarimi ara emaresi boldur sokaklarin sol omuz başimdaki kokundan yakalanirim sokul ki geceme avuçlarin islanmasin saat başlarini beş geçer yelkovanin senle zamansizim amansizim senle büyük susarim kendime yenilirim her kavgada sonra koca agiz bir çocuk olurum bütün trabzanlardan kayarim bütün köprülerden sarkarim yüzüm kente sürülür içime sesin kaçar ben seni aglarim alişmak ölümdür sanki hiç ölmedik tanrinin gögsümüze taktigi bir nişandir ölüm teneşirlere yatiriliyor şimdi ellerim sana uzanmaktan yargiliyim hirçin bir iklimin sir girdabisin seni anlamak kendine çelmeler takmaktir ve kendini affetmesidir her seferinde (bazen beni affedebiliyorum istanbul) zehir yüklü bir mektup var dalgakiranlarimda parçali bulutlu durur sana kent şiirleri biriktirdigim bir gecede çok eşli bir yagmur başlar kentin en dövüşçü çocuklari aglar bilirim dişarida yagmur varsa sen içinde agliyorsundur aglama ki gülmesinler bize bak sen seviyorsun diye var sonbahar her mevsim gelişine söz veriyor saçlarina fisildiyor saçlarina bana bir pencere bile açmadigin saçlarina sensizlige alişmak bir bozgun agirlamaktir içinde biliyorum örtülerine unutma beni çiçekleri takiyorum şimdi yaşama hakkim sana gel de yagmurumdan iç seni seviyorum....
Şehirler Olmasa Anilarimiz Ölü Olurdu ... ve hep uçurum kenarlarinda gülümsüyordun bana nicedir kendimi biriktiriyorum herşey aşka varir diyerek ve utanmadan aglayabiliyorum artik gidişlerine bir tek sen çikiyorsun şehirden tüm kalabaliklar yalnizlaşiyor içi boşalmiş bir kente içtigim antlari kusuyorum "yanindayim" diyorsun en yanim bayramlaniyor geceleri molasiz geçiyorum şehirleri bir aşka bir ölüm yetmiyor bu çagda gecemin en zifiri yanini kemiriyor bir sirtlan ve leşim bir aşki kusmaya and içiyor sönmüş olsa da gölgeme bile sözüm geçmiyor artik oysa ben şehir çocuguyum yani yorgunum her karanlik bir kent kursa da bana içinde ellerin olmayan herşey sadece kalabalik bilir misin yanimdaki düşler kirilarak çogalir ve yoklaşarak azalmak bir varoluş şeklidir çaresizligin çünkü güneşi terk edenler çabuk ölür elleri tütün kokulu gece yalnizlari nikotin biriktirir gece nöbetlerine bu yüzden bütün çay bardaklarina dudak izim bulaşiyor buralarda ölmek ve gülmek arasinda fark kalmamiş sürüyorum kendimi büyük sevdalarini küçük korkulara yedirtenlerin şehrinden ömrüm! kendine sakli bir kent bul yarin gözlerinden yapilmiş...
DÜŞ'TÜM... "Düş'tüm", dedim Hayir dedi kesince. Düş olsan fark etmezdim seni.. Sevgim sana güc veriyor mu diye sordum. Başini cevirdi yüzünde kalmamiş takatle Hayır dedi inatla Öyle olsa, yıkılmazdim her "seni seviyorum" deyişinde... "Özledin mi beni" dedim. Sustu Nefesini en derinden aldi ve "Özlenmez mi" dedi Git dedim Gitti... Sen kaldikca genişliyor bu dünya ve ben kayboluyorum ucsuz bucaksizliginda Hayir dedi , sertce Gidersem, kahraman olurum Kalirsam senin... Küserim dedim, kırılgan cocuklugumun siteminde. Hayir, dedi,gülerek... Küsmek,susmayi göze almaktir Ama sen korkarsin kendi sessizliginden ve susamazsin Gel dedim o zaman Sesim fısıltı gürültüsünde Gel... Durdu Hayır dedi Gelirsem Biter Aşk..
ENSTRÜMANTAL AŞK Aşk suskunluğumdu benim! Kendime ırak bir kentten çok sesli bir ağırlama, içten bir ikrarın yetmeyen teşekkürlü karşılığı. Oysa sunulan hayattı, yazgısında deli kız oyası. Deliksiz uyuyacağım, geç kal bu gece. Aşk yanımdı benim! Kelimesiz, hecesiz ama ağlamaklı... Yerlerde sürünen gözyaşlarımda yalnız olmamanın iması! Acele etme bu gece. Tam vaktinde gelişinden değil mi öncemizdeki aşklar? . Aşk vurgunumdu benim! Yaralı ama kansız... Acılı ama feryatsız… Ağlayan keman, sızılanan kaval… Beklenmedik ihanetti buluşmamız. Yıllardır vardı ve çok az yakardı. Şimdi burada, sahibinden uzak… Aşk yazımdı benim! Aşk yazdığımdı, okuduğundu. Bu geceyi geç ömrümden. Bu gece geç bir vakit ömrümde. Oturduğum masada şaraplık bir tat, tütünde tutuksuz bir nefes. Yetişme bana, geç kal! Erkenciliğin değil miydi, bize koca bir geleceği geciktiren? Aşk heyecanımdı benim! Vursalar ölmezdim o heyecandaki kadar. Sevseler mutlu olmazdım o titremedeki kadar. Voltalar uzuyordu ayağımda. Zaman uzuyordu. Sancı sığmıyordu bedenime. Delilikti, serserilikti, güzeldi… Aşk itirafımdı benim! Okunan, dinlenen ama bilinmeyen... Söylesem, dilimde kekremsi bir tat bırakırdı. Sustum, dilimle geldi bütün belalar… Dili belası sayfalarımın övgüleri, asılı kaldı aklında. Şımarıklığım korkun oldu, usluluğum hayalin! Değişemedim onca değişimde, onca yenilikte… Buydum ben, bulduğun gibi. Koruduğum aslındı, kaybettiğim aslım! Buydu galiba aşk! En can alıcı noktada bir İstanbul kaçağı, birçok A’lı kent kaçamağı, bir gözyaşı bozgunu, bir kavuşma, bir ayrılık ve bin ölüm… Sayısız dirilişte aynı yemin! Döndüğüm sözümde hayâsız yalan. Tek varlığım ve tek yokluğum… Yaram ve merhemim… Kazanmadığım ama hep kaybettiğim. Evet, buydu aşk! Aşk yasağımdı benim! Uzaklığını ölçtüğüm bir şarkı, tınısını mırıldandığımda anlamı beynime oturan bir müzik. Tuzağı yoktu arada. Geçit veren dağlar, ayağa dolanmayan yollar ve aşıldıkça genişleyen, bereketinde güneş kavrukluğu ovalar… Geç kal bu gece, zamancılığın değil miydi bizi bekleten, duvar önü ameleliliğinde? Aşk çözümümdü benim! Düğümlerin çıkmazından, elime düşen tek bir seni seviyorum’du. Gelişemedik uluorta. Durduk bulanıklığımızda; durulmadık durgunluğumuzda. Çarptık, düştük… Ayağa kalktık yardımsız. Seni seviyorum’du her şeyin en baştaki sonu. Söyledik, duyduk, yeniden düştük ve kalkamadık yardımlı. Gelmedi acil adamlar. Sen yine de, bu gece gelirken yolu uzat ve getirme yanında, başka yarınlarını. Aşk engelimdi benim! Burkulan yanıma yerleşen yalnızlığına eş, diğer yanımda onmaz bir gelecek… Artık bir gece bu karanlık! Gelme, kendim kendimi avuttum!
BENİ SUSARKEN BÖLME !!! Yüzünün hangi oylumuna takılsam Uçsuz uçurumlara düşüyorum Ağlayınca şişen göz kapaklarında Hangi tankerleri yüzdürdün bu akşam? Sığınağımıza kaçan birkaç damla yağmur Gözyaşına mı karıştı yoksa? Fazla değil mi bu sessizlik ikimize; Beni susarken bölme! Satır aralarındaki sızıntıdan kendimi ele veriyorum Ben sana, seni gösteren bir aynaydım Dökülseydi sırlarım sen de göremeyecektin Ben ki kendimi yine sırlardım Sen kendine yeni aynalar bakmasaydın Buldun mu yüzüne en uygun olanını? Ve ağrılarını saklayabildin mi, sırsız aynaların sırrına? Kulaklarıma sağır sesler peydahladım Beni susarken bölme! Az daha doğduğumuz öykü de ayaküstü ölüverecektik; Anamızdan emdiğimiz acılar burnumuzdan gelecekti az daha… Dipsizliğinde dibi tutarmış sandık, sanma oyunlarımızda Meğer suskunluğumun dibi karaymış Ben kuyu sanmışım Ben susarken bölme! Merhemine biraz Ağrı sür biraz Toros Yol ortasında adresim yutuluyor bırakma ellerimi Duru durdurmaya duramıyor, durak sandığımda köprüleri Oysa her şeyi birleştiren köprüler yine ayırdı bizi Saçlarını sakladığın rüzgarı biraz savursan Açılmayacaktı bu kıyı şeridinden Zulamdaki sardunya suskuları Beni susarken bölme! Ellerin büyükken ellerimden Hangi coğrafyama sakladın, mendilleşen parmaklarındaki yaşları? Bana do minör bağırma Uslu bir su kuşuyken bünyemde Verdiğin geçici rahatsızlık için, ömür dilerim senden sadece! Ben sana ne yaptımların kaldı bak Bu ucube caddelerde Susmanın onaylamak olduğunu hatırlattığın bir gecede Beni susarken bölme!!!
ŞİMDİ GİTME YAR... Sen bir kitap kapağı gibi kapamışken adımı, ben her sözcükte seni okuyorum harf harf… Tümcelerimin boyun büküşlerine aldırma yar! Gözü yaşlı satırlarımın k(c)an döküşlerinde büyütüyorum keşkelerimi… Harflerimin ayağı kayıyor uçurumlarından. Oysa sen bir liman sakinliğiydin yüreğime… bir gün batımı huzuru… uçsuz bucaksız bir özgürlüktün mavilerime… ateşe verdin kıyılarımı apansız, sinsice… züleyha’nın kaderine razıydım Yusuf(um)sun diye… peşinden koşmaya, kınanmaya, dile düşmeye… nerden bilirdim dil(in)den düşeceğimi? Bir sözünle ateşe verdin uğruna ödenen bedelleri… Gitme demem, git şimdi! Bir metalin içine bindirip vedalarını, son bir kez kokunu çekmeden tiryakiliğim, son bir kez düşmeden kollarının girdabına, bir buseyi çok görüp alnıma, en kara yazgıları sür de git!.. Son fethedilen miyim meçhul ama, sen son Fatih’im… Bilsen, kaç varlığa hiçlikti fetihlerin… Ama dur, gitme!... Şu topraklarımda dalgalanan sancağını indir, öyle git! Yüreğimden sevdanı, dilimden adını sök de git! Ciğerlerimden kokunu, gönlümden gözlerinin okunu çek de git! Sözlerimi esaretten kurtar, dilimi çöz de git! Kaç kez uğurladım seni bu kentten? Kaç kez boynu bükük bıraktın ardından el sallayışlarımı garlarda? Dönüşünün umuduyla gidişine dayanamazken, bu müebbet vedaya nasıl dayanırım söyle? Ah yar… en yakınımken uzağımdın. Şimdi benden öte bensin ki, ben bana t-uzağım… Kin tutmaz kalemim, bilirsin. Sen kapatsanda c-ismimin üstüne son sayfanı, bu masalın devamını bir ömür bekler yüreğim… Sana git diyebilmek için kaç alfabe satın aldım z-amansız pazarlıklarla bilsen. Tüm kırgınlıklarımı çıkarıp kumbaramdan saydım, bir “git” etmedi. Yanında “me”si olmayan bir git yakıştırılmadı sevdama… Ama çok istiyorsan, işte orda; alfabemin kıyısında bir “git”… Eksik, mahzun, çaresiz… İster al git, istersen k-al git-me Yar!... Yar demişim sana… yokluğun dipsiz bir yar! İşte, diz çöküyor sevdana yüreğim, gitme!... Gitme, sensiz ıssız bu diyar…
Beni Sana Terket.. Yine girdim gecenin korku tüneline cesurca, korkarken binmeye alışıktır bu trenin vagon araları, yine kapımda karakış Ne zaman düşünsem seni, intihar çığlıkları gelir kulağıma şehrin arka sokaklarından. İçimde eriyen buzun tepkime ısısı gibisin Eridikçe ısıtır sonra yine donarsın Ve her donuşunda beni de yakarsın, Söyle gecelerimin gardiyanı olan masal perisi Sen ne kadar, kaç mevsim yalansın.. Ne zamandır sezen söylemiyor “keskin bıçağı” Ve artık radyolar çalmıyor bab-ı esrarı. Uzaklarda bir yerlerde bakan gözlerin, hangi cinayetlerini görmüştür bu gecemin. Yer altı zindanlarında saçlarının kimleri asmıştır boynuna dolanıp bu yasadışı militan sabahlar. Onursuz kalmaktansa dolaşan kanında, yara olup kanadım her adımı andığında. Oysa sen hiç görmedin bu cam kesiği ayrılığın ne depremlerin artçısı olduğunu ve ne kadar yıkım yaptığını o gözlerime bakan iki gözün. Hani bu şehirden gitmek kadar mülteci bir rüyanın orta yerinde girmiştin ya gecemin ikindisine. Yok saydığım hayatıma,yalnızım şimdi bu kalabalıkların mahşerinde. Bir iç çekişsin gecemin ayazında. Beni kovarmısın kalbinden, Atarmısın beyninin en ücra köşelerinden ve gözlerin nasıl görmez sana olan susuşlarımı biriktirdiğim göz pınarlarımı. Yağmurlar erken yağardı her mevsimin gençliğinde kentime Susuz kalmış martılara ve sokak kedilerine inat Kana kana tadıyorum sensizlik okyanusunun tuzlu sularını. Toprağımın kokusu geliyor her yağmur sonrası küçük köyümün, Günler ötesinde kalmış ağustos mesafesindeki dağların arkasından. Senden sonra biriktirdiğim tüm sitemleri bileyledim, gözyaşlarının altında geceler boyu kalmış, pas tutmuş varoluşuma. Tüm silahlarını bana doğrult razıyım ama ne olur dilini kana bulama. Yüzüme gözüme saydır terkedilmişliği ve yalnız geçen gençliğimi Kıpırdarsam namerdim, ama bu sevda savaşında oyun taktiği sayıp beni arkamdan vurma.. Ne olur beni sana terket benden. Dönüşsüz bir bilet al bu akşam coğrafyamın en uzak istasyonuna, bu gece gitmelisin son terk treniyle o intihar adalarına. Yitirilmiş tebessümlerimi biriktiriyorum salı rüyalarıma Kalmak için artık erken ey gecemin gardiyanı, Bu çığlık sokakların meçhul failli katili beni sana terket. Mevsimsiz bir yaprak savruluşuyla çiziyorum rotamı Uğramadık liman demirlemedik sahil kalmayana dek geziyorum yalnızlık okyanusunda maviliğini. Ne yana dönsem mahşer mevcudiyeti, kalabalık yalnızlar. Bu son kaçışta olsa bilmiyorsun ışığa kaçarken geride bıraktığın karanlığın neleri gizlediğini. Bir gece ansızın uyanıyorum uçurumun kenarından atlarken o kabus gözlerinden, Topladım valizimi senden arta kalan hatıraları atarak içine Sensiz sana taşınıyorum bedeli ağlayarak. Bir merhabanı bekleyen o küçük umutla bekliyorum beni götürecek olan kahır trenini bu gece beni sana terket. Sen ve ben bir denklem gibi iki bilinmeyenli Hiçbir özdeşlik çözemiyor, hiçbir formül bulamıyor matematik Ansızın aklıma geliyor liseden kalma bir metod, yerine koyma metoduydu galiba adı buluyor sonunda çözümü aşk. Seni yerine koyuyorum hangi şıksın bilmiyorum. Tek soruyu ancak yetiştirdim diyorum bu sınavda, ama nafile bütünlemeye bıraktım seni kalemimi kırarak. Beni temize çekme istemem beni sana bırak Beni sana terket bu denklemin bilinmeyenleriyle birlikte saçlarının zifiri maviliğine bırakarak, Ağırlığını taşımak hayatın, sensizliğin, ağırlığını her gece tartmak. Taşıyabilmek bu katarlar yüküyle çekilmiş ağırlığı, bir çift kırık omuzla tek başına ayakta kalarak. Yorgunluk belirtileri baş gösterdi bir yanı kırık gençliğimin uyku saatleri. Vedalar ne kadar ağır olursa olsun her sonun bir başlangıcı var. Ey benim son başlangıcım ağırda olsa bu karar Ne olur beni sana terket... Beni sana terket bu son firar.. Bu son firar...
Bu yol korkaklar için değildir Bu sulardan her babayiğit içemez Bu köprüden benim diyen geçemez, geçemez İyi oldu gelmediğin, iyi oldu gelmediğin... Yumuşak bir yürek gerek Sevgi kadar derin gözler İnançlı bir bilek gerek İyi oldu gelmediğin, iyi oldu gelmediğin... Sen okyanus mavisine uzaksın Açılmadan yaşar gidersin, korkaksın Benim için herkes gibi her yerdeki insansın. İyi oldu gelmediğin, iyi oldu gelmediğin... Alınmanı istemem, darılman üzer beni Sana yalan söyleyemem, tabi hep sevdim seni. Sende sığ suları, sende martıları, Açık denizlerden habersiz balıkları, Ortalama insanı, geçemeyeceğin köprüleri, Düşleyemeyeceğin mavileri, Sende korkaklığı sevdim, sevgisizliği sevdim İyi oldu gelmediğin, iyi oldu gelmediğin...
Hemen Gitme... Unutmuşum aşkta söylenenleri Nasılsın'ı bile bir başkaydı Hemen gitme Böyle tenhalaşmışım ya Durup halini hatrını soruyorum gölgemin Sanki yüzgöz olmuşum hüzünlerle Kalbim diyorum ellerim çıkıp geliyor Kovamıyorumda Hemen gitme Sana bir yaprak kadar solgunum desem rüzgar çeler aklımı Dallanıp budaklanır içimdeki boşluk Bahara karın tokluğuna gelen ağaçlar gibi olurum Hemen gitme bu kente bir sokak daha gelse Söyle kim arar seni Kırılır gülümsemelerin bir bir içime düşer ve Bir gülü uyandırıp uygarlığından kırmızılığı ne kadar Kim götürür seni Ahh neydi ki suçum Gençliğimi ve terketmelerini kayırmaktan başka Alıp başını gidiyorsun benden Hemen gitme Sana diyorum bi ağlasam üşüsem derin bir kuyu gibi Omuzlarından başlayıp yıkılsam önüne Utanır sevinçlerim insan içine çıkamayan toprak gibi olur Hemen gitme Anla beni ben bu yalnızlıkla geçinemem Geçinemem terkedilmiş bir yürekle Ama yinede sen sen herşeysin işte Hayata açılan pencerem Sevinçlerimi büyüten odalarım Hemen gitme Terkedilmiş evler gibi olurum Hemen gitme.....
Sana Anlattıklarım Neleri Susuyor Bir Bilsen... Sana anlattıklarım neleri susuyor bir bilsen Ve anlatmadıklarım neleri söylüyor Boğazımı yırtarcasına susuyorum Ya verilmekten yıpranan cevaplardayım Ya sorulmamaktan solan sorularda Sen ıslatmasını bilmeyen bir yağmur oldun her akşam Ben ıslanmasını bilmeyen ahmak Bu yüzden aşık olamadık sırılsıklam Pimi çekilmiş coğrafyalarda Zaman ayarlı bir aşkın en tesirsiz parçasıydım Ve ben günah şeridinde hatalı sonlanandım Az gittim; uz bittim; hiç geldim! Uyurken bile uykusuzluk akan gözlerinde Kaçan trenlerin hesabını istasyonlara kesen Kalabalıkta unutulmuş bir yalnızdım Kendine kaçak yolcular bindiren... Her yolcu da kendini ihbar eden! Kalbime girmek teklikeli ve yasaktırlarla Yaşamamaya kalkışıyorsun hayata Ve ben senden yırtılma bir yelkenle Aynı yöne gittikçe aynı yere geldim Sonumu baştan yazdım; İçimde hala bana ilk aldığın acım! Gece, sabahı da siyah kusuyor üstüme Aklıma yaprakların dökülüyor Bugün aklımda sen vardın; Aklımı karıştırmadım! Artık biliyorum; Aşk bir intihar saldırısıdır; yalnızca iki kişinin öldüğü! Aşka nişan alıp ayrılığı ıskalayan acemi Hala gözlerinde kalp kapaklarım Seni almadan içimden nasıl giderim? Ve sen kaç kez bu hırsla sevildin Koca koca kışları; Kısa kısa şubatları biriktirdin... Susku sınanmamış bir ustura gibidir Susardın; İç denizine sığınmış gemileri yakan bir limandın "Bak şimdi gönülsüz gittiler senden; Gönlünü çaldıkların !!!" Yazmadıklarından korkarsın en çok yaşadığın hiçbir şey de Ve adın gibi bilirsin; Aramayı unutan bulmayı öğrenemez Bugünler dünlerinden utanıyorsa Hiç yarın olamayacaklar Şimdi ne bugünsün ne de yarın Olsa olsa sadece bir yarım; Ya da eksilen yanım! An kaybından ölen zaman Senden daha katilini bulamadı kendine Gelseydin eğer kendimi bile kovardım yanımdan Gelmedin yine kendimsiz kaldım ardından... Dünyanın bütün dillerinde sustum ve bir şair bıraktım geride Ekmeğini aşktan çıkaran! Sustalı bir aşk seninki Sesinle çıplaklaşıp suskunluğumla giyiniyorum Korunak sandığım tüm senlerde İçimde yoktan başka bir şey kalmadı Ruh ölünce cesedi beden taşıyor sırtında İki büklüm acılarla; Patlasam her yere acı sıçrayacak biliyorum Patlamamaya hazır bir bomba oluyorum Ben mi çok yorgundum sen mi çok dinç? Bende mi eksikti sen de mi fazlaydı sevinç? Dilsizler yalan söyleyemez anladım, Ya ben konuşamadım ya sen sağırdın! Her şeye rağmen bana öyle çok sığdın ki İçimde kimseye yer bırakmadın Bildiğim; Ağaç misali toprağa bağlandıkça gökyüzüne uzamak Çelişkim; Giden bir tren de kalanların şarkısını haykırmak Hangi dil kendini kandırabilir ki? Aşk bir suç değil mi ; Her defasında kendini ihbar edip yakalatan. Ve en saf ihanet, kendi ihanetine kanan Senin gibiler vakitsiz susan aşkı severler Seni bu kör kuyulardan salan neyin şarkısıysa Gözlerinin kahvesinden içtiğimde oydu Şimdi eksilen her yanıma adını verdim Bu yüzden güzelim ben Dudağını düğümlediğim fırtınaları kopardım sonunda bir bardak su da Ben hancı sen soncu "Sana dayanamadı bıçak kemiğe dayandığı kadar" Elbette unuturum sonunda En fazla bir mevsim ağlarım Alışırım yalancı baharlara ama; Ama yine de biri beni kandırsın yokluğunda Sen bu şiiri okurken ben başka bir şiir de olacam Başkasının kollarında da senin yollarını adımlamak varmış meğer Sana anlattıklarım ne çok şey susuyor Ve sustuklarım neler söylüyor Gittin değil mi? Şimdi ne desem kar yağıyor...
Yalnızlık Yorar İnsanı... Yalnızlık yorar insanı... Etrafındaki herşeyin farkına varırsın... Üzerinde yemek yenen masanın Yaşanmışlığın bütün izlerini taşıyan sandalyelerin Ne zaman aldığını hatırlarsın birden... Tavanın köşesindeki örümcek ağını farkedersin Bir şeyin ağa takılıp kalmasına takılır gözlerin Buzdolabındaki son yemeğin ne kadar da büyük bir nimet olduğunu bilirsin Tüpün birden bire bitebileceğini öğrenirsin Yalnızlık yorar insanı... Gece yıldızlar seni çağırır gökyüzüne Ayın üzerindeki karartıları görürsün En hafif sesde irkilir Odaya vuran gölgelerden oyuncaklar yaparsın Açmamaya karar verdiğin telefon ısrarla çalar Yalnızlık yorar insanı... Her zaman ki alışkanlıklar meğer ne kadar da sıkıcıymış Farkına varırsın Karşı daire de oturan komşuların varmış Selam verirsin Kütüphane de okunacak ne çok kitap varmış Yeniden okumaya başlarsın Balkona konan kuşları görür ekmek atarsın Giysiler ütüsüzde giyilirmiş,giyer sokağa çıkarsın Parkın otları kurumuş,görür üzülürsün İnsanı yorar yalnızlık... Zamanın farkına varırsın Akşam bir türlü olmaz Daha dünkü çocuk olduğun düşer aklına Hergün yeni baştan kurduğun hayallerin İnsanı yorar yalnızlık... Kendinin farkına varırsın Ne kadar çok şeye sinirlendiğini düşünürsün Artık heyecanlanmadığını Aksine korkularının çoğaldığını öğrenirsin Eskisi kadar konuşamadığını Yorar insanı yalnızlık... Bir şeylerin farkına varırsın Çocukluğunun kehribar rengi akşamlarını Emsalsiz kara akşamlarını Yorar insanı yalnızlık... Sonra herşeyin bir sırrı olduğunu hissedersin yalnızca Ve sıcacık yalnızlığında Kendi sırrının peşine düşersin Yalnızlık yorar insanı...
Karanlığa çare yoktur...(araz kitabından) ''karanlığa çare yoktur, nasıl olsa yol bulur.ve yürekleri sağır eden bir sessizlik,tükenmişlikten arta kalan tek varlığın olur.söylenememiş tüm sözcükleri ancak ağlarsın içinde.ve bilemezsin geride kalan mı yalnızdır,yoksa gidenmidir aslında... tüm yeminler öfke ile bağış arasında yaşlanır;sultanların,dostların ve sevgililerin,dağılmış kalplerin,dağılmış kalbimin... iç bükey bir yalnızlıkta sanki ayak bileklerimden bıçaklanmışım.sıcak bir korku tırmanıyor damarlarımda,midemde,kalbimde...aklımada hükmediyor.gün ortalarında kalıyorum,kimseler bilmiyor,ben tükendikçe artıyor yalnızlığım.kimi görsem hançerleniyorum gözlerimden ve kanıyorum en onulmaz yerimden. ahh bu ben kendi içinde kendini arayan bir simurg. belki yalnızlığıma mahsuben pay edilmiş tekil çoğulluğumun peşindeyim.ümitperest bir korkak ,bir meczubum.faili meçhul bir sevdanın zanlısıyım.takvimlere çaldırdığım yarınlarımı hiç bulamamak üzere milyon yıldır ''gün'' için savaştayım.üstüme küf kokulu akşamlar abanmış.sefil bir tutsaklığa sürülmüşüm.yüreğimde 40.düğüm.ahh mozart! sana küskünüm.ve öldürüyorum seni içimde.sessizliğini seçiyorum,sessizliğimin içinden.içimde intiharlar,cesetler.incinmiş hayatları toplayan bir dilenci oluyorum birden,birden yağmur başlıyor,''toprak kokulu bir baharı sürer belki dağlardan aşağı''diyorumve kaldırıp başımı kuşlara yalvarıyorum: ''yetişin nefesim bitiyor yetişin bana kuşlar ya özgürlük adına ya SEVDA hatırına'' araz kitabından sayfa 23...
Akıllı Kadınlar… Akıllı kadınlar neden yalnızdır? Cevabı uzun… ama erkek egemen toplumlarda çok normal. Adeta bir kural. Televizyonla beslenen, medyatik refleksli toplumumuzun bazı erkekleri, gücün ve iktidarın karşı cinse geçmesi halinde çıldırıyor. Bir aşağılık kompleksi durumu yani… cennet anaların ayakları altında deyip, kadın döven zavallıların düştüğü acz… Erkek hep zeki kadından hoşlanır ama zamanla bu zeka yarışında yenilince kızar, küser ve ağlar. Tıpkı yenilgiyi hazmedemeyen bir çocuk gibi. Zeki kadınlar erkeklerin çocuk alt beyinlerinin gelişmediğini bilirler. (gelişmez çünkü doğurganlık yoktur) Şirket sahibi, yönetici hatta başbakan bile olsalar “aslında” onların hiç büyümeyen bir çocuk olduklarını unutmazlar ve akılları sayesinde her zaman onların istediğini yapıyormuş gibi davranıp, kendi yasalarını uygularlar. Zavallı erkek, iktidarın hep kendisinde olduğunu sanır. Akıllı kadınları yanlarında taşımaktan hoşlanan erkekler, zamanla onlardan kaçmanın yollarını ararlar. Çünkü kadın zekasıyla üstünlüğü ele geçirmiştir. Erkekse kendini eksik ve iktidarsız hisseder. Hem akıllı kadından hoşlanır, hem de akıllı kadından korkar ve kaçar. Yaşadıkları ilişki boyunca yanındaki sevgililerinin zekasıyla övünürken, o zeka kendilerine karşı kullanıldığında öfkeden çılgına dönerler ve hatta kaba kuvvete başvururlar. Bu yüzden akıllı kadınlar hep yalnızdır. Erkeği onu kandırdığını sanırken, o çoktan ilk kaçamağı yakalamıştır. Telaş yoktur. Çünkü derinlere sessiz inilmelidir ki korkup kaçan olmasın. Bunu düzgün sevdikleri için yaparlar. Amaçları rezil etmek değil, kendisine yapılan haksızlığı tam ve doğru olarak bilme hakkını elde etmektir. Yarım yamalak nefretleri sevmez akıllı kadınlar. Öfkesine değecek düşmanlar lazımdır onlara… Akıllı kadınlar her şeyini verir ve her şeyini alır. Acıları boylarını aşsa da gıkları çıkmaz. Dillerinde pişmanlık cümleleri dolaşmaz. Kendine olan saygılarını ve ayaklar altına almadıkları gururlarına sahip çıkarlar. Kan kusarlar ama kızılcık şerbeti içtiklerini söylerler. Akıllı kadınlar erkeklerini başkalarına ezdirmezler. Kendileri ezerler. Bunu gururlarını incitmeden yapmaya çalışırlar ama sonunda hep haksız olan onlar olur. Onlar önce susar, sonra sorgular, ondan sonra da cevap verirler. Sustuklarında dillerini dikenli tellere dolar, konuşunca önce kendileri kanarlar… Akıllı kadınların “konuşacak çok şeyleri olduğu için suskunlukları da büyük olur” Akıllı kadınlar kendini ezdirmez. Akıllı kadınlar salağı oynayamaz. Akıllı kadınlar kendilerine haksızlık etmez. Akıllı kadınlar “mış” gibi yapmaz. Akıllı kadınlar aşıkken de akıllıdır. Bu yüzden hep yalnız kalırlar. KAHRAMAN TAZEOĞLU
UYANMA KÜÇÜK KIZ Uyanma küçük kız! Uyanma ve görme kahramanın olamayışımı! Ağlamaklı bir uykunun koynundasın. Düşten düşe düşerken nöbetleşe bir çığlık gibi irkiliyor bedenin. Bedenin titredikçe adım duyuluyor dudaklarının arasından. Sızılanır gibi, yankılanır gibi... Adım gibi eminim ki, düşlerinde bile kalabalıkların içinde kaybolmuş ruhunu bulamayan iz bilmez bir kahramanı oynuyorum. Adım gibi eminim ki, düşlerinde bile seni korkularından koruyamayacak kadar korkak bir kahramanı oynuyorum. Adım gibi eminim ki, düşlerinde bile kahramanın olmayı beceremiyorum. Uyanma küçük kız uyanma ve görme! Pişman değilim ama keşke soran gözlerine konuşmak yerine "susacak var" diye bakabilseydim. "Susacak var" diyebilseydim. Geç bir itiraf her şey. Geç gelen gerçek incitti içini. İçin için ağlamalara ittim seni. Kendi ellerimle, kendi sesimle... Yersiz susuşlarımdı seni itaatsiz konuşmalara boğan. Zamansız sessizliğimdi seni haykırışlara şahlandıran. Şimdi uyanma küçük kız! Uyanma ve görme çaresiz kahramanlığımı! Adım düşmüyor dudaklarından. Adım dökülüyor yalvaran sesinle kulaklarıma. Oysa isyandasın. Bir uyansan, meydan okuyacaksın varlığıma. Gözyaşların süzülüyor saçlarına doğru. Her bir damla dağlıyor beni. Bin parçaya ayrılmış bedenimin tek bir parçası bile dokunamıyor sana. Öyle uzağındayım ki... Ama biliyorum; beni büyütüyorsun düşlerinde. Uyanma küçük kız! Uyanma ve daha da büyüt çocukluğunu unutmuş ruhumu. Yazmıştım ya "yaşadığını kanıtladığın için teşekkür ederim" diye, hiçbir şeyle ödenmez bir varoluştu gülüşün. Kaç teşekkür az gelir bilsen ya da kaç bakış. Ölmüş bir kalemi dirilttiğini bilmedin ve görmedin hiç. Gereksiz bir suskunlukla gizledim bendeki senin gerçeğini. Kahramanın değildim, kahramanımdın benim. Bilemedik rollerimizi. Belki de bu yüzden hep şaşırdık repliklerimizi. Hep dil sürçmelerinde kaybettik aslımızı. Uyanma küçük kız! Uyanma ve görme yok oluşumu. Beni eski bir yarayla aldattığın gün anladım aslında seni ne kadar da çok sevdiğimi. "Sevmeseydim gitmezdim" dediğimde ne çok istedim seni sevmemeyi ve yanında daha çok kalmayı. Kahramanına yenilen bir yazardım ve gitmeseydim hiç yazamazdım. Ve gitmeseydim hiç yazamazdın! Uyanma küçük kız! Uyanma ve dinlensin kahramanımın küçük ve yorgun bedeni. Seni öyle seviyorum ki...
Öldüm Ulan! Sancıyan gecelerin ağırlığınca girdim hastalıklı uykularıma. Başucumda acabalarla beynime inen saat tik takları, Kalk git ona der gibiydi. Dokunsan kar gibiydim parmaklarında. Kopsan, buzul… Acının negatifi basıyor sözlerimi. Öldüm ulan üşümekten! Kapat/sana gözlerimi. Vapursuz bir iskele gibi kaldım. Mutedil dalgalı yorgunluğum. Soysuzlaşan bir yanılgı gibi kıvrandım deliliğin biz, aşkın; sen halinde. Meğer uçuruma yaslanmışım. Düşünce anladım. Girdabının burgusunda söndürmüşüm közlerimi. Öldüm ulan düşmekten! Kapat/sana gözlerimi. Gittin; sanki Annem öldü. Gittin ve beni kendime uğurladın. Kimse kendine benim kadar yoksul değildir. İnsan kendini kendisizlikte nasıl bulur? Bir haciz gibi girdiysen içime, Bu benim kendime olan borcumdandır. Sanki bir kuş gagalıyor beynimi. Öldüm ulan düşünmekten! Kapat/sana gözlerimi. Yaşamla aramı açacak yaralara göz yumuyorum. Sana ağır yaralanmayı seviyorum. Kan kaybından gülüyorum. Dramlardan çalınmış bir ölüm gelir şimdi suzinak makamında. Aşk yapışmıştı o gece boğazıma. Kurtulsam ölecektim. O yüzden aram açık aramla… Nicedir oyunbozanım; susuyorum sözlerimi. Öldüm ulan küsmekten! Kapat/sana gözlerimi Her gemide bir fırtına izi saklıdır. Bundandır kendi gözyaşlarımızda boğulmalarımız. Saçların ağlıyor mu hala bilmiyorum ama kayboluyorsan dallarında, Bu senin kendine sarmaşıklığındandır. Bir kişinin yalnızlığının kaçla çarpımıdır iki kişinin yalnızlığı? Ve kaç yalnızlık çıkar bir kişinin yalnızlığından? Sus! Biliyorum. Yalnızlık yokluğun avuntusudur. Binlerce gündür boğazıma usturayım. Özgürlükte çürüyor uçurtmamın çıtaları. Dua et de ölümün farkına varmadan ölelim. Öldüm ulan ölmekten! Kapat/sana gözlerimi.
Yanlış Anla Beni ... keskin bıçak aşkının kestiği damarımdan fışkıran ayrılığı intihar ediyorum kırık şakaklarıma yapıştırdığın teselliyi dudağımda uçuklattım gidiyorsun yağmurun kızı çekmişsin pimini ayrılığa gözlerinden ağrılar sızıyor çığlığını yüklerken gemilere geldiğin her yere yabancısın içinde taşıyorsun katilini tokada doydu yüzünün sol yarısı kalın bir kalem altını çiziyor şimdi kanat sürçüyorsun bir gidişe ardında gurbetleşen kavuşmalarımız yakıştırıyor her intiharı bana benden çok sağanaksın parmaklarımın ucusun yaktım ve içtim dön ve gül gül ki gözlerim çiçeklensin yalanlarla saklıyorum sevdamı ne olur yanlış anla beni ...
Unutulmuş Yaralarıma Tuzdur Adın... Unutulmuş Yaralarıma Tuzdur Adın.. Kavgadır Kalbimin Gözündeki Fer.... Bir Devrimin Eskimiş Yüzüyüm... Derinimde Puslu İhtilaller Yanmış Süt Kokulu Sabahların Eşiğinde Bekleyen Gece! Bana Göz Kırpıyor Kalabalık Yalnızlığım Şimdi Arsızca... Fütursuzca Kimi Nerde Arayacağımı Sordum Mavi Gözlü Hüzne Dedi “Geç! Aşkı Geç!...” Geçemedim.... Yedi Geceyi Geçtim. Yedi Güvercin Vurdum. Yedi Yıldız Biçtim. Yedi Nehir İçtim. Yedi Dağ Ezdim. Yedi Yemin Verdim. Yedi Gül Derdim. Ve Yedi Kez Titredim Bakışlarının Sırtında. Bir Eren Geçiverdi İçimden O Vakit. Dedim “Kimi, Nerde Arayayım?!” Dedi “Vur! Aşkı Vur!..” Vuramadım... Bir Tutam Hayat Buldum. Kokmuştu. Çekilmişti Bütün Suları. Unutulmuştu Bütün Sözler. Ve Sanki Görmek İçin Kapanmıştı Gözlerin Ayağına Ölüm. Ölüm Kör Müydü? Bir Cebinde Birikmiş Kan Buldum Kullanılmış Hayatın. Alıp Bağrıma Bastım. Sonra Biraz Daha Yokladım Ve Bir And Buldum Sol Dikişte. Dedim” Kimi, Nerde Arayayım?!” Dedi “Sök! Aşkı Sök!..”Sökemedim... Bir Şiir Yazdım Kalbine. İçinde Kalbin Hiç Geçmedi. Bir Çığlık Çığırdım Utancın Yüzüne. Karanlık Çatladı. Kalbin Issızlığına Yağmur Gibi Düşürdüm Şimşekleri. Ve Gözlerime Çark Ettim Karabasanları. Bir Elimi Sana Verdim Ötekini Aramadım Bile. Bir Yangın Geçiverdi Yamacımdan. Dedim “ Kimi, Nerde Arayayım?!..” Dedi “ Kır! Aşkı Kır!..” Kıramadım... Eşkıya Bir Kahır Biçti Ömrümü Sonrasında Canhıraş Kavgalar..Küskün Ölümler... Aynı Yollardan Geçtim..Farklı Sehpalarda İdam Edildim Ve Unutmanın En Deli Yükünü Taşıdım Ben, Sözlerinin Kahpe Yüzünde!!! Yalanın Ve İhanetin İnsafsızlığı Bendeydi... Benden Soruldu Uykusuzluğun Yük Olduğu Gecelerin Hesabı! Aşkı Geçemedim, Vuramadım, Sökemedim, Kıramadım!!! Kendime Kaldım... Kendimi Topladım. Tuttum Elimden. Bağladım Gözlerimi “Aşk!” Dedim Attım İçime Seni... Sonrası Kimsenin Kalbini Meşgul Etmeyecek Kadar Basit: İçimde Bir Sen Aşk İçinde... İçimde Bir Ben Bir Sen İçinde İçimde Bir Biz Bin Hiç İçinde... Sırrın Kalemine Perde İndirdim Ve Ben Bir Kez Daha Ye-Nil-Dim!!! Kahraman Tazeoğlu
Kolayıma Gelmedin, Zoruma Gittin ... “Yoldaşım! Zamanla unutulur bu kalleş kahır, diner acısı ayrılığın. Gidilecek uzun bir yolumuz var daha; senin için senden vazgeçebilirim. Bir boşlukta karşılaşmıştık ilk kez, bir başıma başka bir boşlukta da yol alabilirim. Haydi, beni bulduğun eski, yalnız sokağa bırak yine. Şimdi gitmek vakti… Biliyorum gitmek, bazen en çok kalmak. Ne olur; bu defa da giderken en çok kal ya da yanında en çok beni götür olur mu?” Bir kâğıda sığar mı bir yürek? Ya da bir yürek kadar büyük olabilir mi bir kâğıt? Daha sana yaralarımı göstermedim. Kaldı ki ben, Senden önce kendime tehlikeyim. Üşüme diye çıkartmıyorum ceketimi. Astarında paylaşmıştık ortak bir aydınlığı. Gitmeseydin gözlerimin içinden okuyabilirdin adını. Biriktirme unutacaklarını! Oyuncak tabancalar kadar yalan, Hüzündür yakama iğnelediğim yamam. Hangi çığlığıma anahtar olabilirdin? Beni bir gülle bıçakladığın zaman… Gitmişsin işte çekiştirip durma adımı. Tülden bekleyişler kımıldanıyor ardın sıra bil! Ey gözlerimin arka bahçesi! Bu dağa tırmananlar düşer, Seyredenler değil. Yitik bir aşkta uyuyakalmış, Kırıp kırıp büyüttüğün yüreğim. Meğer aşkı yazıp yazıp satırlara sıkıştırmışım. Öyle durulup durulup. Oysa ölmek ve düşmek ne güzeldi, Yârin gözleriyle vurulup… Bir rüzgâr esse senden, geçmişim üşüyor. Sesin kulağımdan düşüyor. Ben sadece, Gidişine dayanabilecek kadar ayaktayım. Daha fazlasını verme! Ey yar Böyle çok çorak bekledim. Kolayıma gelmedin, Zoruma gittin... Kahraman Tazeoğlu
Kendini Biriktirme Koleksiyoncusu ... aşkı ayrılıklar yaşatır hadi küs kendini ona sonra kendi içine kus bir şiir kana dilinden susul intihar kurgulu gözlerinde kör bir uçurum var dalgın gölgen kendine dargın ona çığlığın çok ama için kendinden yorgun bir yağsan ıslanacaksın kanamalı bir düşe eski bir cinneti asacaksın gece kara çalınca yüzüne heybenden intihar çıkaracaksın aşkı ayrılıklar yaşatır kendini biriktirme ayrılacaksın ... Kahraman Tazeoğlu
Gece Geçilen Şehirler Işık Seli Gibidir acılar büyütülerek unutulur sevdiğim yüzünden kopunca bir buzul çığlık ellerin buz tutmuş iki yarım şarkı olur ve ben yoksulluk kokulu bir gidiş bırakırım sana beni adresime sorsun esmer bakışların dönsen de bulamazsın nasılsa gitsen de kentlerden sakındığım bekçi duruşlarımı ara emaresi boldur sokakların sol omuz başımdaki kokundan yakalanırım sokul ki geceme avuçların ıslanmasın saat başlarını beş geçer yelkovanın senle zamansızım amansızım senle büyük susarım kendime yenilirim her kavgada sonra koca ağız bir çocuk olurum bütün trabzanlardan kayarım bütün köprülerden sarkarım yüzüm kente sürülür içime sesin kaçar ben seni ağlarım alışmak ölümdür sanki hiç ölmedik tanrının göğsümüze taktığı bir nişandır ölüm teneşirlere yatırılıyor şimdi ellerim sana uzanmaktan yargılıyım hırçın bir iklimin sır girdabısın seni anlamak kendine çelmeler takmaktır ve kendini affetmesidir her seferinde (bazen beni affedebiliyorum istanbul) zehir yüklü bir mektup var dalgakıranlarımda parçalı bulutlu durur sana kent şiirleri biriktirdiğim bir gecede çok eşli bir yağmur başlar kentin en dövüşçü çocukları ağlar bilirim dışarıda yağmur varsa sen içinde ağlıyorsundur ağlama ki gülmesinler bize bak sen seviyorsun diye var sonbahar her mevsim gelişine söz veriyor saçlarına fısıldıyor saçlarına bana bir pencere bile açmadığın saçlarına sensizliğe alışmak bir bozgun ağırlamaktır içinde biliyorum örtülerine unutma beni çiçekleri takıyorum şimdi yaşama hakkım sana gel de yağmurumdan iç seni seviyorum Kahraman Tazeoğlu