Ben daima ; çocukların her yerde aynı tonda ağladığına açlıkla büyünmediğine, acıların kardeşliğine mahcubiyetin masumiyetten geldiğine ağaçlar eşit,kuşlar eşit,canlar eşit diye insanların eşitliğine inandım Çocukları şekersiz, bilyesiz düş kurmaz sapanıyla taş atan hiç bir çocuğu... yalın ayak kaçarken kurşun vurmaz insanlık altında kalır el açmış mutlu sokaklar düşlerken gökteki metal kuşlardan patlayan misketler atılmaz sandım Hiç olmazsa hüsn-ü adâptandır diye açlıktan boğazı örümcek bağlamış bebekler kefene belenirken biraz olsun vicdanlar sızlar da komşu açken tok yatılmaz sandım çocuklara ölümü hiç yakıştıramadım ! Birileri ; can bildikleri canı canandan almak cellâdı olmak için mahkeme-i kübrayı kurmuşlar önce kadın bedenlerini kirlenmiş her hissin yurdu saymışlar sonra da günahkâr kadınlığın kefareti deyip katli vacipte karar kılmışlar cehennemi hep onlara verip cenneti hep kendilerine alan yaşamayı haram ölümü helâl kılan ya töre ya da koca infazıyla tüm güvercinleri vurmuşlar gelinlik yerine... kan damlalarının gelincik tarlasına döndürdüğü kefene sarıp... kardan atların çektiği buzdan tabutlara koymuşlar kadınlara ölümü hiç yakıştıramadım ! Bazen vatan bazen bir gaye-yi hayâl uğruna kardeş kardeşi vurmuş insan insanı boğmuş insan kanında henüz bıyığı terlememiş bir oğul getirmişler bembeyaz kefeniyle elleri ayakları yok kurşun yarası kızıl karanfil gibi açmış alnında * delikanlılara ölümü hiç yakıştıramadım ! Hiroşima ne ki bütün gönderip parçaları gelen oğlu yerine ölmek isteyen ana yüreğinin yanında düşündüm ! şu deniz hangi ananın gözyaşı bu insan çölünün ortasında Hangi buluta baksam çığlık yağıyor hangi ananın kapısını çalsam ölüm sağıyor analara ölümü hiç yakıştıramadım ! Taş plak değil ki yürek gramofon iğnesi acıtmasın içerdeki irin aksın ciğerdeki ateş sönsün acı dinsin diye evladı yitik bir ananın gözlerinde yaş olup akmak istedim zamansız hayatlar solmasın zulüm bitsin ölüm olmasın diye her yanda barışa bandırılmış kandiller yakmak istedim Fakat acıyı ne bıçak keser ne ceset tadar ne de terazi tartarmış yüreğimde yeşerterek büyüttüğüm ey vicdan ! ben hep sana sığındım, hep sana sarıldım kan yıldızlara sıçradı gözyaşım kıpkırmızı hangi dilde ağlasam şimdi neye tutundumsa kırıldı neye inandımsa yanıldım Anladım ; çiçek açmazmış kanda yaşamak için yapılsa da her kavga kimse tahtından indirememiş ölümü her mezar bir varın sonuymuş günde beş değil beş yüz kere secdeye yatsam ne çıkar meğer hayat tüm cevapları yanlış beş şıklı bir soruymuş Bilirim ; her şair kalemini yüreğine bansa da şiirlerini kırk karatlık elmas sansa da dokuz-nokta-ikilik deprem ne ki şiirler şair cesetleriyle doluymuş şairlere ölümü hiç yakıştıramadım ! Ölüm bana alıştı da ben kendimi ölüme alıştıramadım ! üç-beş karış boşluğu doldurma değilmiş ölümü hiç kimseye yakıştıramadım ! hiç kimseye yakıştıramadım ! hiç kimseye ! hiç ! .. . Tahsin Özmen / 1987