Kitaba Kaçmak - A. Ali Ural

'Yazılar, Denemeler.' forumunda zipper tarafından 29 Ara 2013 tarihinde açılan konu

  1. zipper

    zipper quae nocent docent

    [​IMG]


    Kitaplardan başka bir yerde nefes alıp veremediğimiz zamanlar vardır. Gökle yer arasındaki mesafenin daraldığı, pencerelerin odalarımızın havasını tazeleyemediği o vakitlerde, aklıma Stephen King’in “Rita Hayworth ve Shawshank’in Kefareti” adlı kitabından uyarlanan “Esaretin Bedeli” filmi gelir.


    Shawshank Hapishanesi’nin eski mahkûmları yeni mahkûmlar üzerine bahse girmiş, ilk gece kimin ağlayacağı hakkında tahminlerde bulunmuşlardır. Sonunda bahsi kazananın dahi sevincini yaralayan bir haykırışla çınlamıştır hapishane: “Ben buraya ait değilim!” Çığlığın sahibi filmin devamında bir daha yüzünü göremeyeceğimiz bir figürandır. İsyanı ölesiye dövülerek bastırılacak bu adamın gerçekten suçlu olup olmadığını merak etmeyiz film izleyicisi olarak. Bir figüranı bir başrol oyuncusuna yükselten o cümleyle sarsılırız sadece: “Çıkartın beni buradan! Ben buraya ait değilim!”

    Kitaplardan başka bir yerde nefes alıp veremediğimiz zamanlar vardır, pencerelerin de bizi açamadığı. Gökle yer arasındaki mesafe o kadar daralmıştır ki çok geçmeden yaşadığımız dünyaya ait olmadığımız duygusu his olmaktan çıkıp yeryüzünün bütün koridorlarını çınlatan bir çığlığa dönüşür: “Ben buraya ait değilim!” Dünyanın görünmez parmaklıklarla çevrildiğini fark ettiğimiz, dudaklarımızın aczini kabul edip kelimelerinden vazgeçtiği anlar… İşte o büyük suskunlukta kütüphanemize doğru yürüyüşümüz, bir mabede yürüyüşümüze benzer şafak sökmeden. Ağırlık gitgide artmakta, yükümüzü hangi kitabın sırtına indireceğimize bir an önce karar vermemiz gerekmektedir. İsimlerini sırtlarına yazmaları boşuna değildir kitapların.

    Victor Hugo, Notre Dame Katedrali’nin kuytu bir köşesinden geçerken taşa oyulmuş Yunanca bir kelimeyi fark etmiştir: Kader. Hangi acı çekmiş ruh kazımıştır kim bilir bu kelimeyi oraya? Kazımıştır ki efsanevi romanı “Notre Dame’ın Kamburu”nu yazsın Hugo bir kelimeden sıçrayarak. Yazsın ki kader çirkindeki güzeli albümümüzün boş sayfalarından birine iliştirsin. Quasimodo’yla imar etsin kıskançlıkla harabeye dönen insanı.

    Hava soğuk. Belki de Akakiy Akakieviç’in paltosuna ihtiyacımız vardır ısınabilmek için. St. Petersburg’un karlı sokaklarında dolaşmaya içimizi soğutmak için. Peki paltomuzun çalınmasına ihtiyacımız olamaz mı! Bin bir zorlukla aldığımız paltonun bir anda sırtımızdan alınmasına. Varlığı nefes alıp verdiği iklimde hissedilmeyen bir insanın bir hayalet olarak yaşamaya karar vermesinde ne var. “Hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık,” der miydi Dostoyevski, Akakieviç’i hastalandıran soğuk şifa vermeseydi okuyanlara.

    Stefan Zweig’ın Satranç adlı romanında, gözaltında tutulan ve kimsenin kendisiyle konuşmadığı Dr. B karakteri vardır. Neden tutulduğunu ve sorgulandığını bilmeyen Dr. B sorgulamalar dışında kimseyle konuşamaz. Bir gün sorgu odasına götürülürken subaylardan birinin ceket cebindeki şişkinliğini fark eder. Bir kitap olduğunu düşünür ve günlerce onu alabilmek için planlar yapar. Yalnızlığı bir açlık haline gelmiştir ve konuşamayışını onunla telafi edeceğine inanır. Sonunda kitabı kimseye fark ettirmeden alıp odasına gelmeyi başarır. Ancak kapağını gördüğü anda bütün hayalleri yıkılır. Bir satranç kitabıdır o çünkü. Fakat “konuşabilecek” başka kimsesi olmadığından ona can havliyle tutunur. Bütün satranç hamlelerini öğrenirse de öğrendiklerini uygulayabilecek bir materyale sahip olmadığından zihninde oluşturur astapadayı. Aklını yitirmeyecekse eğer, bu kitap yüzünden yitirmeyecektir.

    Kitaplardan başka bir yerde nefes alıp veremediğimiz zamanlar vardır. Cemil Meriç böyle bir vakitte kurmuştur o can yakan cümlesini: “Anlıyorum ki zalim ve kıyıcı bir gerçekten kurtulmanın tek çaresi reel dünyadan kitaplar dünyasına sığınmak.”

    Hasan Ali Toptaş böyle bir zamanda karar vermiştir nereye kaçacağına: “Benim yerim kelimelerin arasıydı.” Proust, böyle bir zamanda sarılmıştı ona: “… Çirkinliğinden sıyrılmış bir dostluk. Saygı, şükran, bağlılık dediğimiz ve o kadar yalanla karıştırdığımız bütün o merasimler, bütün o nezaket gösterileri kısır ve yorucu. Dostluklarımız çok defa tesadüfün eseri. Bir sempati başlangıcı, düşünülmeden söylenmiş bir söz, yanlış anlaşılan bir iltifat… Okuma, dostluğu ilk saf hâline irca eder. Kitaplarda merasime ihtiyaç yok. İstersek akşamı onlarla geçiririz. İstersek... Çok defa istemeyerek ayrılırız onlardan. Hakkımızda ne düşünecekler? Acaba bir patavatsızlık yaptık mı? Hoşlandılar mı bizden? Falanı görünce bizi unutacaklar mı? diye düşünmeden.”

    Bir kitap var ki ancak ona kaçtığımızda dinginleşecek ruhumuz. Bir kitap var ki ondan uzak kaldığımız için anlamıyoruz birbirimizi. Bir kitap var ki seneler geçse de o hep yepyeni kalacak. Bir kitap var ki onu ilk kez bir melekten işitmiştik: “İkra!”
     

Bu Sayfayı Paylaş