Bedenimizi temizleyen abdest, namaz, oruç, zekat ve hac gibi ibadetler yanında bu ibadetlerle uyumlu olarak; içimizdeki latifelerin de zikre, fikre, ibadet ve taharete ihtiyacı vardır. Bedenle yapılan ibadetler nasıl bizi azaptan kurtarıp nimetlere kavuşmamıza sebep ve ön şart oluyorsa, kalb ve ruhumuzla yapacağımız ve herbiri âyet ve hadisle emredilmiş bulunan ibadet ve taatlar da, Peygamberimiz’in sevgisini ve Allah’ın rızasını kazanabilmemizin vasıtası ve ön şartı bulunmaktadır. Nitekim Peygamberimiz, Beni herşeyden fazla sevmeyince imanınız kemâl bulmaz, Beni seven Allah’ı da sever, buyurmuştur. Cenab-ı Allah da, Beni seven Habibim’e uysun, buyurmuştur. Peygamberi sevip O’na uymak ise, O’nun hem şeriatına hem de sünnetine, sünnet olan velâyet ve bâtınına uymakla olur. Biz Peygamber’i görmedik. Peygamber’i ve Allah’ı sevmenin hakikatini O’ndan görerek öğrenmedik. Amma, Hazreti Ebubekir gördü ve öğrendi. Ebubekir Sıddık’tan görüp öğrenen Selmanı Farisi, O’ndan Kasım bin Muhammed (Hz. Ebubekir’in torunu), O’ndan Caferi Sadık (Hz. Ali’nin torunu), O’ndan silsilenin diğer halkaları zâhir ve bâtınlarıyla öğrenerek ilâhî emanet günümüze ulaştırılmış oldu. Netice olarak denileceklerin özü şudur: Allah yakınlığı ve Peygamber sevgisini kazanabilmenin biricik yolu, bu yakınlığı kazanmış olan ve bu yakınlık ile yaklaştırıcı bir salâhiyet kazanan bir velînin yoluna girerek onun emir ve tavsiyelerini gönül hoşluğu ile kabul edip muhabbetle yapmaktan ibarettir. Hazreti Ebubekir Sıddık’tan bu yana silsilede sıralanan ve küçük silsilede tek tek sayılan yüce velîler bu tarzda yetişmiş, Peygamberimiz’in emri ve direktifi ile bu görevi yapmaya memur edilmişlerdir. Bu usûlün kıyamete kadar böylece devam edip gideceği bildirilmiştir. Bu yola halis bir inanç ve sımsıkı bir bağ ile girenler de bu yakınlık ve kemâlden hisse alacak, onlarla haşrolup, onlara ikram edilen Cemâlullah’a kavuşacaklardır. Zira, âyet ve hadislerde, Allah için sevin. Sadıklarla beraber olun. Herkes sevdiğiyle beraberdir, burada da, orada da. buyurulmuştur. Bu yolun faziletini belirten haberler pek çoktur. Biz de kıymet ve değerini bilelim. İyilerle, iyi yolda arkadaşlık edelim. Kötüleri de kötülükleri de terk edelim. Allah’ın en büyük düşmanı olan nefsimizi ve nefsin hilelerini tanımaya çalışalım. Çünkü nefis, yaradılışı icabı hayırdan kaçar, şerri ister, insanı da kötü yollara sürükler. İçimizde olan, bütün varlığımıza hükmeden nefsin yegâne ilacı rabıtadır. Gerçi nefis açlıkla dize gelip zayıflarsa da, ıslah olmaz. Bizim nefsimizi ıslah ederek bedenimiz ve niyetimizi temizleyecek, ruhumuzu arıtıp gafletten uyandıracak olan biricik vasıtamız, vesile ve dermanımız rabıtamızdır. Bu yolda en yüksek araç, ulaştırıcı kuvvet rabıtadır. Rabıta, hem yolun usûlüne dikkatle uymayı, hem de mürşidi akıl ve hayalden çıkarmamayı ifade eder. Bizde en yüksek batınî amel rabıtadır. Bu yüzden, Nebi, sıddıkla rabıta; Rabb’e çıkar bu rabıta, denilse yeridir. Rabıta, ilahî feyzi müridin kalbine aktaran bir oluk gibidir. Feyiz ise manevî gıdadır. Böyle bir hizmetle bizi manevî âlemlerin üstüne çıkarmanın memuru olan zata olan sevgimizi büyütüp çoğaltmak da bizim en ileri görevlerimizdendir. Rabıtayı anlayıp sevmeye çalışmalı, bu konudaki iş ve ameller nelerse onları yavaş yavaş öğrenip ona göre gayret ve hizmetler yapmalıyız. Beden ve kalb ile yapmamız gerekli amelleri yeterince ve gereğince yapmanın yanında; haram, günah ve yasak olan işleri Allah için terketmeliyiz. Her amelimizi şeriat terazisinde tartarak yapmalı şeriatın kabul etmediğini bırakıp, kabul ettiğini yapmalıyız. Bilmediklerimizi bilen arkadaşlarımızdan sorup öğrenmeliyiz. Sevgi ve bağlılığımızı artıran iş ve uğraşları yapıp, sevgi ve bağlılığımıza zarar verecek işleri, kitapları, insanları terketmeliyiz. Boş zamanlarımızda rabıtamızı düşünelim. Tefekkürümüz rabıtamız ve onun çevresi olmalıdır. Rabıtanın tanınması, muhabbetin yerleşmesi ve ihlâsımızın artması için sohbetlere ve hatmelere devam etmeliyiz. Hatme, hem büyük rabıta, hem de en iyi sohbet aracıdır. Mazaretsiz üst üste üç defa hatmeye gelmeyenler, üst üste üç defa cuma namazına gitmeyene benzetilmiştir. Bizde hatme öyle mühimdir ki, bu yolun terfi aracı olan hatmeye gelmeyenler terakki kazanamaz ve rabıta ve zikrin nimetine ulaşamaz. Zikrimiz gönül zikri, gizli zikir ve Lafza-i Celâl’dir. Allah’ın bütün isim ve sıfatlarını içeren zat ismidir. Bütün isimlerinin faziletini ve bütün nurlarının hakikatini toplamış olan bu zikirdir. Peygamberimiz’in halifesi ve hicret arkadaşı Hazreti Sıddıkı Ekber’e ilk defa verilen dersin aynısı bizim dersimiz, rabıtanın aynısı bizim rabıtamız, zikrin aynısı bizim zikrimizdir. Yolumuz; muhabbet, ihlas, âdab ve teslimiyet üzerine kuruludur. Muhabbet demek, rabıtayı Allah için sevmek, bu yolu Resulullah için benimsemektir. İhlas, rabıtamızın gizli halimizi de yanındaymışız gibi bilip gördüğüne inanmaktır. Onu, ilimde İmamı Azam, marifette de en yüksek velîlik derecesi olan kutbul aktab bilmektir. Âdab ise, rabıtamıza olan hizmet, hürmet, muhabbet ve edepleri yeterince yapmaktır. İnsanların âdabı Allah’a ulaşan ip gibidir. O ipe tutunanlar ancak o huzura varırlar. Edepsiz yakınlık olamaz, bu sebeple, tarikatı olmayana tarikattan bahsetmemek, davet edilmediği yere gitmemek, noksanlığı daima nefsimizden bilmek, halkın ayıplayacağı davranışları yapmamak; başkaları yanında el bağlama, el öpme, boyun kırma gibi bu devirde kaldırılmış olan fiilleri yapmamak, aramızda ise yer ve diz öpme, öpüşme gibi sünnetle yasaklanmış fiilleri yapmamak bu devrin edeplerindendir. Kötü amel ve fenâ çığırı açmayıp açanı da nezaketle uyarmalıyız. Terbiye, iyi ve hoş geçinme kurallarına her zaman ve her yerde uyalım. Hadisi şerifte, Edebi olmayanın dini yoktur, buyurulmuştur. Mümkün olduğunca edep ve terbiye dışı, görgü harici işlerden sakınalım. Yolların sonu ve müridin kemâli ise teslimiyettir. Rabıtanın yap dediğini yapmak, yapma dediğini veya ima ettiğini de yapmamak teslimiyettir. Emirleri, akıl yorumu katmadan yapmak, yasakları da his ve çıkar ilgilerine düşmeden yapmamaktır. Zorluklara sabır ve güçlüklerde sebatlı olma da teslimiyet olarak ifade edilmiştir. Tevazu ve mahviyet ise teslimiyetin ürünü ve bu yolun en değerli kazancıdır. Bu yolun en üstün nimeti umurunu rabıtasına teslim edip noksanını bilmek ve aman ya Rabbi demeye devam etmektir. Her yol ve kolun bir usûlü, bazı şartları vardır. Bizde şu üç husus bu şartlardandır: Devamlı abdestli olmak. Helâlinden kazanıp, helâlinden yemek. Nisbeti korumak. Her amel abdestli olunca yapılabilir. Abdestli iken yiyip içilen nefse zehir, ruha da gıda olur. Abdestli iken ölen şehittir. Abdestli bulunmaya dikkat etmeli, yatarken mümkünse abdestli olarak yatmaya gayret etmeliyiz. Böyle yapan sabaha kadar ibadet etmiş gibi ecir alır. Devamlı abdestli olan, niyetinde de halis ise, dışı ve içiyle temizlenmiş, pâk olmuştur. Helâl lokma yemeyenin ibadetinin kabulu şüpheli olduğundan, helâl işlerde çalışıp, helâl lokma yemek herkes için dikkat edilecek bir görevdir. Helâl lokma besmele ile yenince nefs ondan gıda alamayacağından, bizim riyazetimiz helâl lokma yemekle yapılır. Böylece besmele ile yenilen helâl lokma, bir de rabıtalı yenilirse bu defa ruhumuz büyük bir kuvvet kazanarak yüce makamlara çıkma gücüne erişir. Bu tarzdaki beslenme alışkanlığı, maneviyatın esas motoru, yahut nurdan bineğidir. Nisbeti koruma olarak söyleniveren şart ise, bütün şartları bünyesinde toplayan bir şartlar özetidir. Bu şartın aslı, bu yolun usûlünce amel etmektir. Diğer yolların ve başka büyüklerin usûlleri hak ise de, biz ancak bizim usûlümüz, bizim amelimiz, bizim büyüklerimizden fayda görebilir, ancak ve ancak onlardan feyiz alabiliriz. Bir müride bütün yollarda değişmez bir kaide içinde, feyiz ancak kendi rabıtasından gelir. Aksine hareketle her kapıdan birşeyler kapmaya çalışanlar, misalleri görüldüğü gibi boşuna yorulup, kendilerine uyanlarla birlikte beyhude yere uğraşıp durmuş olurlar. Rabıtayı hiç unutmamaya gayretli olmak, her iş ve uğraşında onu düşünüp onu hayal etmek, akşam yatarken, sabah kalkar kalkmaz rabıta etmek hedefe kolaylıkla ulaştırıcı nisbet unsurlarındandır. Bu konuya, haram ve yasakların hepsinden sakınmak, kötülüklerle şer olanlardan korkmak, emirlerin hepsini yapmak da dahildir. Nefsin arzusu ve şeytanın ameli olan kibir, gurur, hased, kin ve buğzetme, iki yüzlülük (riya), hilekarlık, yalancılık ve hırs gibi hayvani sıfatlardan olan tehlikeli günahları terketmek de bu nisbetin cihadından bir bölümdür. Nisbet yürütücüsü de denilen rabıtanın bizde görmek istediği sâlih amellerin gereği ve kemâlli hallerin kapısı olan şu hasletlerdir: Sabırlı olma, güçlüklere ve amellerin yüküne sebat etme, hak ve adaletle insafdan ayrılmama, hayatı boyunca görevlerinde doğru ve çalışkan olma, şefkat ve merhameti bırakmama, güvenilir ve aranılır kişilikte olma, cömert ve hayır sever olma, kanaatkâr olma, bilhassa tevazulu ve mahviyetkar olma gibi yüksek sıfatlardır. Baş olma, üstünlük ve büyüklük taslama, keşif ve keramet elde etme gibi öldürücü, mâna söndürücü nefsani beklentileri de kökten kesip atmamız, onların hergün tekrarladıkları nasihat ve daima bekledikleri vazifelerimizdendir. Bizde ilâhi ente maksûdî ve rızake matlûbî diyerek tekrarlayıp durduğumuz Allah rızasını dilemenin dışında kalacak olan bütün manevi istekler yasak ve yerilen gayretlerdendir. Özürsüz virdleri terketmek; rabıtayı unutmak; hatmeye devam etmemek; varlık sahibi görünmek; şeriatin yasakladığı iş ve amelleri yapmak; amelleri cennet gibi, dünyevî ve uhrevî bir arzunun yerine gelmesi gibi bir niyetle yapmak; taşkınlık ve sivrilikler yapmak; başka yol ve diğer büyüklerin usûl ve virdlerini benimsemek gibi zararlı durumlardan son derece sakınmak da nisbet unsurlarındandır.