teninden hıçkıra hıçkıra dökülen terinim ben ve göğsünden dudaklarıma ve bacaklarıma ve fısıltılarıma sızan ilk harfsin sen mina. renkli kurdelaların sığındığı aydı mayıstı... önce kahve kokusu gelir ve gözlerinin bebeklerine yerleşir ya sonra şeffaf bir et parçası yarılır ya ortadan ikiye sen istemeden; tam kışın ensesinden kırılan buz parçaları göğüs uçlarından ısırır ya mina! işte öyle seviş (ki) benimle, leopar ol fikir ol su ol unutulmuş bir güncenin son paragrafında gözyaşı ol mina! ol ki; bedeviler diz çöksün önünde. ve ruh ikliminde taciz edilmiş hayal ol iğde kokarken istanbul, sen bakırköyde karanfil ol hava ol bekleyişlerim ol mina! ellerim ceplerimde. mina murray elisabeta... sen kokmuyor artık istanbul gökte ağır ıslak ve sakat bir çocuk tenini sıkıp asıyor bulutlara adeta... mina! Ayağa kalk ve doğrul... benden başkasıyla sevişiyor olamazsın! dudaklarına ördüğüm ağı yarım mektuplarım gibi yırtıp atamazsın! kasvetle susacaksın biliyorum… ruhuma gönderdiğin mesajları klasik gitarın tınısında gökten düşen yağmura küfretmeden ve bir fahişenin günlüğüne darbe 12 eylül gibi inmeden silip atacaksın biliyorum... biliyorum artık hiçbir ölüm seni bana getirmez... istanbul’a ve sana; siktirolup gidiyorum mina... biliyorum artık hiçbir fahişe sokak ortasında öldürülmez vicdanlı kahve kokarda yerleşirse bir vakit gözlerinin bebeklerine işte o vakit şeffaf et parçaları ayrılır ortadan ikiye... ne senin ne de istanbul’un intiharıdır bu... ‘teslim ol’ ‘silah ol’ kendi sonun ol mina! * biliyorum, hiçbir aşk, bir daha bu kenti kurtarmaz. kaanzer