Müjde Aklanoğlu-KÖR TALİH-15 part3

'Hikayeler, Efsaneler ..' forumunda Müjde Aklanoğlu tarafından 12 Eki 2013 tarihinde açılan konu

  1. BÖLÜM DEVAMI....
    KÖR TALİH
    TÜR: Romantik, Tutku (Arasına Komedi)
    16.BÖLÜM (part 2__/(Bana ayıracak tek varlığın, içimde atan kalbin olmalı! M.Ak..)


    Arda her ne kadar onun öfkeyle söylediği şeyi duymamış gibi davransa da, bu sefer antipatik olarak söylediği gafla içini sızlatmayı başarmıştı. Yıllardır her kesin ağzından dökülen ‘Kör’sün lafını onun tatlı dudaklarından billur gibi sesinden duymak kötüydü. Onun dilinden bir suçlama gibi duymak ise içini acıtmıştı. Bu laf onca zaman sonra hiç bu kadar tesirli gelmemişti yüreğine. Sesi de tıpkı yüzü gibi sertleşti. Kalender kaşları hafifçe çatıldı. “Tamam, ciddileşelim diyorsun.” Masasına elini dayayıp etrafından dolarak yerine geçti. Üzerindeki ceketini omuzlarını sarsarak çıkarıp koltuğunun arkasına astı. Ardından gömleğinin kol manşetlerine uzandı. Bir taraftan konuşurken, diğer taraftan kolundaki kol düğmelerini çözüyordu.

    “Hazal, sana söyledim. Ama sen galiba bu konuda ne kadar ciddi olduğumu anlayamadın. Ben de bu konudaki netliğimi sana göstermek istedim. Bu mesele oyun değildi. Ciddi!”

    “Sen bana hiçbir şey söyledin. Sadece saçmaladın, emrettin, kızdın. Sizi ciddiye dahi almadım.”

    Arda elinin birini cebine koyup, tek kaşını havalandırdı. “Neden almadın? Oysa ben hiç olmadığım kadar ciddiydim bu konuda.”

    “Ben değilim… Ayrıca sırf siz bana emrettiğiniz için bile reddederim. Siz bana direktif verdikçe bu beni daha çok kamçılıyor. Hem… Hem ciddi olsaydınız arar benden özür dilerdiniz değil mi? Pişman oldum, sarhoştum derdiniz. Ama… Beni hiç aramadınız?” sesinin ne kadar kırılgan çıktığının farkında değildi. Başını aşağı çevirdi. “Beni hiç aramadınız?” Öyle ki bunu sanki onu suçlarcasına durağan bir mırıltıyla söylemişti. Oysaki bedeni her saniye habis bir yükün altında kalmış gibi ağırlaşıyor ve kalbi... Ah, o kalbi öyle ölesiye sarsılıyordu ki, genç adamın her söylediğiyle, her sözüyle, sanki bir demircinin çifte su vermiş çeliği gibi yüzlerce, yüzbinlerce darbeyle vurmuşçasına acıyor ve ciğerleri köhne bir dehliz gibi havasız kalıyordu.

    Genç adam elini cebinde kıpırdattı ama çıkarmadı. “Öyle mi yapmışım!”

    Ah pis karizmatik serseri! Gene gardında kocaman delik açmıştı. Elleriyle kalbini acımadan temizlik bezi gibi sıkıyordu. Bir de bunu öyle anormal bir sakinlikle yapıyordu ki, hem de ona olan mesafesini bu kadar gözünü sokarcasına. “Öyle.”

    Arda iç gererek “Evet,” dediğinde dingin bir tonda ve ona sezdirmeden kızın tepkilerini tartarak bekliyordu. “İşlerim şu ara çok yoğundu. Aklımdan çıkmış olmalı seni aramak” Yakışıklı sert yüzündeki munis ifadesi, donuk sesi soğuk ve mesafeliydi. Keskin erkeksi dudaklarının kıyıları hafifçe kasılmıştı ama genç kız o sıra yüzünü hüsranla aşağı çevirdiği için bunu görememişti. “Sanırım bir hafta oldu, değil mi?” diye usulca sordu.

    Hazal dalgınca başını salladı. Neredeyse ağlayacaktı. Ne kadar değersizdi onun gözünde. Günleri bile umursamamıştı. Gözlerindeki yaşlar büyürken gözbebeklerini acıtarak zorluyordu. Sesi neredeyse kapana kısılmış kedi gibi fısıltıyla çıkmıştı. “Hayır, dokuz gün oldu!” dediğinde derince iç germiş kalbindeki kırıklarını mülayimce ona sezdirmeden alt etmeye çalışıyordu. Yalnız vahim sonuç öyle açıktı ki, sesine vurduğunu fark dahi edemiyordu.

    “Demek dokuz gün oldu(!)”

    Hazal başını sallayarak “Hı hı!” yaptığında Arda'nın dudaklarının kıyıları haylazca kıpırdandı. ”Demek günleri saydın?”

    Bu adam ne diyordu? “Oldu mu, saydın mı?” Hazal başını kaldırdığında genç adam karşısında duruyordu. Bu adam buraya hangi ara gelmişti? Arda elini kaldırdığında Hazal sanki tokat yiyecekmiş gibi irkildi ve o iri ele dehşetle baktı. Arda ona o kadar yakındı ki, tenleri birbirine değmese de kokusunu soluyabiliyor ve teninin yakıcı sıcaklığına maruz kalarak bedenindeki değişimi fark edebiliyordu. Arda’nın kararlı eli yanağıyla buluştuğunda Hazal nefes alamıyormuşçasına sık sık solumaya başladı.

    Genç adam önce usul usul yanağına dokundu, ardından elini çenesine kaydırıp onun ufak çenesini tutarak kendine çekti. Başını aşağı eğip alnını alnına dayayarak “Ben seni biraz rahat bıraktım. Kafanı dinleyip sakince düşünmen için ama inan bana hayatımda geçirdiğim en vasat, berbat, boş geçen ve hatta en kötü dokuz gündü.”


    Hazal dudaklarını birbirine kapamış, burnundan ise sanki nefes almayı unutmuştu. Onun ılık nefesi tenine her çarptığında karnında kelebekler dans ediyor demek az kaldığında, milli dansımız horonu icra ediyordular. Arda derince soludu, Hazal’ın mis kokusu genzine yayıldı. Elini genç kızın beline nazikçe dolanırken “Neden bu kadar inatçısın?” diye hesap sorarcasına çenesini sıktı.


    Hazal kuruyan dudaklarını nemlendirdi. Odayı dolduran kalp atışlarını genç adamın dahi hissettiğinden artık emindi. Kalbi bedenine, Ramazan davulu gibi gümbürde gümbürdeye vuruyordu. O kadar hızlı atıyordu ki, ufacık bedenine bu kadar baskı fazlaydı. “Ben korkuyorum… Bu… Bu inat değil. Sadece ben…” İsyankâr karakteri bertaraf olmuş, sesi bozguna uğramış gibi titrek çıkıyordu.
     
  2. turkann

    turkann New Member

    sağol
     

Bu Sayfayı Paylaş