Müjde Aklanoğlu - KURŞUNİ

'Hikayeler, Efsaneler ..' forumunda Müjde Aklanoğlu tarafından 3 Eki 2013 tarihinde açılan konu

  1. İŞTE KAPAK İŞTE KİTAP BU... BAŞLIYOR...
    Hep Aşktan, Sevdadan bahsederler ya bu hayatta... Zaten ne var ki başka!? Hep kötü plan kuran biri vardır hayatta. Bazen yanlış seçimlerdir doğru yola çıkan... Bazen de doğrulardır bizi yanlış yola sevk eden(!) Bir nefret ne kadar yüksek olabilir ki düşlerinden kalkıp hep, ona uyanır sadece.... o hayatı yok edecek kadar yıkıcı, düşlerini yakacak kadar umursamaz, Rüya kadar gerçek... Poyraz kadar yıkıcı...

    ------KURŞUNİ-----

    Eğmedi omuzlarını, kaldırdı dik başını gururla durdu önünde. Gözleri çakmaklaşıp yakarken sevdayla dokunmadı ateşi yarinin tenine. Ne tek bir söz yeterdi bu anı göstermeye nede bir çare! Gözleri isyan alevleriyle kaynarken cehennem çukurları gibi koyulup, uzun kirpiklerini kırpmadan baktı o kurşuni gri gözlere.

    "Seni istemiyorum .....senden gelen hiç bir şeyi de"Poyraz'ın gözlerinde istediğini almanın gururu parlarken genç kıza alayla bakıp" Sadece...? " dedi genç kızı isyanlara sevk eden yürek yangınlarına sürükleyen sesiyle...

    "Evet mi? Hayır mı?"

    Rüya'nın kırmızı dolgun dudakları isteksizce aralandı. Titrek dudaklarının arasından fısıltı gibi dökülen cümleler, o anın imkânsızlığıyla yanıp kavruldu. Yine de o anın imkânsızlığına inat parladı gözleri ışıldayarak isyanla. Sadece siyahlar ve beyazlar yoktu ki bu hayatta, onu öğrenmesine yetmişti bu iki cümle.

    "SADECE KURŞUNİ.......


    KURŞUNİ

    Tür: Polisiye, Tutku, Gerilim

    Elleri titriyordu. Gözkapaklarını hafifçe aşağı indirmiş, göz bebeklerinin ürkekliğini uzun kirpikleri gizliyordu. Yüreğinin hızlıca çarpması aşktan değil, ölüm korkusundandı ve uğultular halinde kulaklarında yankılanıyordu. Karanlığın içinde hiçbir şey göremiyordu korkudan belermiş gözleri. Yaşadığı şeyler, gördüğü görüntüleri hâlâ hazmedemiyordu. Kulağına sesler geliyordu uzaktan, tıpırtılar halinde taş zemine çarpan ayak sesleri.



    Zaten en çok bundan korkuyordu. Yakalanmak! Karanlığı yaran ay ışığının, ona acıyıp sunduğu loş pırıltılarından yararlanarak titreyen eliyle masaya dokunmaya başladı. Cesur ol diyor içindeki korkusuz yanı. Kolaysa sen ol diyordu korkak yanı! Cesaret, tamda şimdi ihtiyacı olacak tek şeydi. Cesurdu ama ölüm korkusu!... Burnuna kan kokuları geliyordu hâlâ pasa bulanmış-rutubetin sindiği kan kokuları genzinin içine sinip kalmıştı. Bedenini ve ruhunu orada bırakmıştı: Gizli mahzenlerin olduğu labirentte. Artık gecelerini ele geçirecek, korku kapanı dedikleri köstebek yuvasında.




    Gözleriyle görmüştü işkence çeken adamı. Elleri arkasından bağlanmış titreyerek oturduğu sandalyesinde. Nasılda acımasızca hiç düşünmeden yapmışlardı bunu! Bağıran adamın sesi, içinden bir ömür çıkmayacaktı artık, acıyla inleyip çırpınışları, parmaklarının koparılmasını sessizce izlemişti. Kendini suçlu hissediyordu mani olamadığı için. Vicdanı rahat bırakmayacaktı!



    Kaçamamıştı! Yerinden kıpırdarsa görüleceğinin bilincindeydi. Midesine şiddetli bir acı saplanınca, beli büküldü. Kalbi hızla atarken elinin altında buz gibi maun cilalı masanın dokusunu hissediyordu. Acele etmeliydi, ölümün soğuk nefesi ensesinde dolaşırken, ayak sesleri geliyordu yakınlaşarak işte ama karanlıkta bir şeyleri yere devirip ses yapmaktan da fena halde tırsıyordu. Bacaklarının bağı çözülmeden masanın etrafını dolanıp arkasına geçti. Daha fazla taşımazdı bu beden onu biliyordu. Yorgundu ruhu gördüklerinin sayesinde. Acı bir inleme koptu dudaklarından usulca sessizliği yararak, birbirine bastırdı kurumuş dudaklarını. Bacağı koltuğa çarpınca dudağının kıyısını dişlerinin arasına alıp, titrek elini koltuğa koyarak ses yapmasını engelledi. Derin derin aldığı soluklarının arasından göğsü hızla inip kalkıyordu. Koltuğu ileri doğru iteledi hafifçe. Sesler iyice yaklaşmaya başladı. Hızla masanın altına girip bacaklarını kendine çekti. Koltuğu da tekrar yerine çekip eliyle tutarak sallanmasını durdurdu. Bacaklarını kendine çekip kollarını etrafına sardı. Ufacık yerde, uzun boyuyla dört büklüm olmuştu.

    Ağır maun kapının gıcırdayarak açıldığını kulaklarına çınlama halinde duruyordu bedeni. Masanın altına doğru pahalı granitin üzerine düşen dışarının yansıma büyüdü. Titremeye başladı bedeni. Birden içeriyi saran ışığın enerjisi genç kızın kalbinin atmasını durdurdu. Onlar ışığı yakınca gözleri dolmaya başladı. Elini ağzına götürüp korkuyla ağzından bir şey kaçmasın diye sıkıca kapattı. Gözleri irilmiş, bedeni iyice gerilmişti.


    “Burada gördüğüne emin misin?”



    İri yapılı adam yanındaki değer adama çatılı kaşlarıyla baktı. Ceketinin ön düğmelerini açıp ellerin beline koyarak gerildi. Diğer adam bir elini kapının koluna koymuş, diğer elini de pervazına dayayarak içeriye araştırmacı gözlerle bakıyordu. İri yapılı olan arkadaşına hafif bir alayla baktı. Sesi keskin ve acımasızdı.



    “ Oğlum kadınsızlık senin başına vurmuş gece vakti rüya görmüş olmalısın, hangi salak buraya girmeye cesaret edebilir ki? Böyle beyinsiz var mı?” Sesi ürkütücü derede kalın, gerilerden boğuluyormuş gibi geliyordu. Bu sesisin sahibini biliyordu genç kız, oydu; adamın parmaklarını gözünü kırpmadan koparan adam. Diğer genç adam başını salladı kızgınca.

    “Saçmalama lan, onu girerken gördüğüme eminim. Casus olmasa da belki yolunu şaşırmış bir misafirdir... Belki!... Ama buraya bir kadın girdi.”



    Tahsin içeriyi iyice inceledi. Zaten pekte büyük olmayan odanın neresine saklanacaktı ki; dediği gibi biri girse bile! Masaya doğru yaklaşırken, genç kız ellerini kulağının üzerine kapadı. Kalbi kulaklarında çınlayarak sağır edecek derede yüksek atıyordu. “Ne olur Allah’ım bana yardım et” diye içinden yakarırken, artık her şey için çok geç olduğunu anladı. Bitmişti işte, yolun sonuna gelmişti! Ciğerlerindeki hava çekilirken sinsice cesaretini kırarak, tam her şey bitti derken kulaklarına bariton- otoriter ve korkutucu bir ses ulaştı.

    “Ne oluyor burada?”


    İki adamda ellerini önünde bağlayarak saygıyla durdular. Az önceki rahat halleri yok oldu. Genç adamın can alıcı bakışları adamlarının üzerinde gezmeye başladı. Geniş omuzları iyice yukarı kalkmış, heybetli yapısıysa suratı sert ve ifadesizce bakıyordu. Gözlerinde ki soğuk bakışın, merhametsiz dokunuşla adamları yutkundu.

    “Size bir soru sordum!” dedi dişlerini sıkıp, arasından köpek öldüren bir homurdanmayla.


    Hayatından en nefret ettiği yegâne varlık, cehennem Zebanisi kılıklı herifin sesi. Onu öldürmenin hayalleriyle yanarken içi, şimdi ise o kurtuluşunun tek bileti. Nefret ediyordu kulağına ulaşan soğuk can alıcı sesten. İç sesi dışa vurdu istem dışı, dişlerini sıkarken acıtasıya, dudakları fısıldadı nefret ettiği adamın adını zakkum meyvesi yemiş gibi bir tat bırakarak ağzında.

    “Katil…..

    Merhaba canlarım... Kör Talihi yazıyorum MERAK ETMEYİN VAKİT BULDUKÇA..Bana Öyle Bakma pek sarmadı sizi anladım... Elveda demeye başlayacağım ama biraz ara soğsun Said'i unutun değil mi Damlaya karşı hor bakmayın neyse Ayrıca bu ara canım dram yazmak istiyor siz ne dersiniz SIRLAR, AŞKLAR VE CESARET bunu yazmaya başladım (Daha önce başlayacaktım nasip bu güneymiş -neyse) ilk bölüm bir kaç güne elinizde olur bakalım siz be diyorsunuz?


    KURŞUNİ

    “Bunu Güneş için yapacaksın, unutma! Sadece Güneşimiz için!” dediğinde kederin gark olduğu tok sesi rabıtalı çıkmıştı, genç kız düşündüğü şeyle titrekçe iç gerdi. Narin bedenindeki kalbi kaygıyla hızlandı, hiddetle göğüs kafesine ağır darbeler halinde çarpmaya başladı. Kulaklarında kendi kalbinin gümbürtüleri uğulduyordu. Kucağına koyduğu eli kasıldı, tırnaklarını bacağına geçirdi. Diğer elinde sıkıca kavradığı telefon hafifçe titredi. “Mecbursun?… "dedi aynı tok ses, hiç tereddütsüz kat'i bir tonda. "Başka çaremiz yok…" diyede ekledi aynı anda." Yoksa sana da bir şey yap…” derken kelimeler yarım kaldı her şey gibi, konuşamadı genç adam hüsranla sustu.


    Rüya! Adı gibi rüyalar kadar güzel melek yüzünü ukteyle kaldırdı. Koyulmuş, zindana kesmiş, gecenin dehlizleri gibi simsiyahların hâsıl olduğu gözlerini ürkekçe ağabeyinin durgun gözlerine çevirdi. O, anda bilmiyordu genç kız, gözbebeklerinde mum ışığı gibi ufacık, korkakça bir ışık belirdiğini ve rüzgârın körüklediği yangın gibi çoğalarak büyümeye başladığnı idrak edemedi. Dolgun dudakları kaygıyla bükülerek kıpırdanıp titrekçe aralandı.


    “Korkuyorum ağabey… Ya?… Ya bana da bir şey yaparlarsa…" derken gafletli yüzü asıldı." Korkum... Korkum canımdan değil… Hayatım umurumda dahi değil sadece… sadece? “ derken sustu kısacık ve kederin sardığı benliğiyle derince iç gerdi.” Onu kaybetmekten, bulamamaktan korkuyorum! Ben o kadar güçlü değilim… Ya onu kurtaramazsam… Yerini öğrenemezsem…Sahip çıkamazsam! ” titreyen kirpiklerini hantalca yanaklarının üzerine döktü ve yağmura yüz tutmuş koyuluklarını gizledi. Gür kirpikleri bembeyaz tenin üzerinde gölgeler oluşturarak duraladı.


    “Sen güçlüsün Rüya… Sen kendini korumayı başarırsın bundan eminim ama… ama o?” dedi genç adam yutkundu. Dişlerini sıktığını duyumsadı genç kız. Semih, gözlerini kapatıp elini yumruk yaptı. Acizlik ne zordu? Elinin kolunun bağlanıp, kıpırdayamamak, mecbur kalmak… Mutlak bir azaptı. “ Sen güçlüsün meleğim ama Güneş… O daha ufacık, güçsüz ve kırılgan… Ona bir şey olmadan oradan kurtarmalısın…” Daha fazla konuşamadan yanlarına biri belirdi: Uzun iri gölgesi genç adamın üzerine zebellah gibi düştü. Genç adam, başını geriye atıp bir-iki saniye bekledi ve koyulmuş katı gözlerini ölüm gibi yıkarken, başını yana çevirdi tepesindeki görevliye dik dik baktı. Gardiyan, onun hiddetiyle boğan bakışlarıyla bir adım geriledi; ama hepsi o kadardı.


    Rüya bakışlarını o iri adamdan, Semih’e çevirdi ve gözleri hasretle kesişti tekrar. Camın arkasındaki ağabeyi telefonu sıkıca kavradı öyle ki, onun iri güçlü parmaklarının arasında duran beyaz telefon neredeyse kırılacaktı. Semih diğer elini cama uzattı ve avucunu pürüzsüz,, şeffaf, soğuk duvara bastırdı. Kardeşine güç vererek buruk bir tebessümle baktı. Rüya’nın gözleri, kopkoyu gecede doğan dolunay gibi yaşlarla parladı ve belirginleşti. Derhal gözlerindeki canını yakan gözyaşlarını bertaraf etmeye zorladı kendini. Başını kaldırıp dik tuttu. Gamzeli çenesini gerdi ve cesurca baktı bu sefer ağabeyine. Ürkek değil metotlu ve disiplinli yüz ifadesiyle hissizce donuk bakıyordu. Kadife gibi tatlı şuh sesi yerine, katı otoriter bir sele mırıldanıyordu.


    “Merak etme ağabey… Güneşimiz yeniden doğacak…”
     
  2. müslüme

    müslüme New Member

    :kzgn: aklım karıştı şimdi kim kimdir :eek:ff: meraktan şimdi ölecegim yaaaaaaa yeni büm nezaman yayınlanacak :help:
     
  3. nemsis

    nemsis New Member

    valla dehset bırseye benzıyorr sımdıden beklıyorumm ama ılk once ne olurr kor talıhhh :)
     
  4. arda_2008

    arda_2008 New Member

    tesekkurler
     
  5. arda_2008

    arda_2008 New Member

    tesekkur ederim
     
  6. tari.

    tari. New Member

    Teşekkürler
     
  7. katy12345

    katy12345 New Member

    tsekkurler
     
  8. fatmauzel

    fatmauzel Member

    teşekkür ederim
     
  9. grunya39

    grunya39 New Member

    teşekkür ederim
     
  10. kiler

    kiler Member

    teşekkürler
     
  11. esra ibrahimoğlu

    esra ibrahimoğlu New Member

  12. ceyhan01

    ceyhan01 New Member

    Tesekkurler
     
  13. akocaman

    akocaman New Member

    teşekkürler
     
  14. kitap hastası

    kitap hastası Active Member

    teşekkür ederim.
     
  15. kitap hastası

    kitap hastası Active Member

    teşekkür ederim.
     
  16. dağgülü

    dağgülü New Member

    teşekkürler
     
  17. Perihanmu

    Perihanmu Active Member

    Tesekkürler
     
  18. Perihanmu

    Perihanmu Active Member

    Teşekkürler
     
  19. HAFİSS

    HAFİSS Active Member

    emeklerinize sağlık
     
  20. Perihanmu

    Perihanmu Active Member

    Teşekkürler
     

Bu Sayfayı Paylaş