YADİGAR Ne zaman onu düşünsem sektirmeyen muşta, içe dönük gönül burcunda doğanlardandı çıktığında yola, vakitlerden kırlangıç yıldızların adsız kervanları için tutulan defterlerde adına rastlandı çok sonra ipek örtülere bürünmüştü mağrur ve vahşi ne yapsa sığmaz artakalırdı çocuktum, yollarına çıkardım başımı okşar geçerdi, esmerdi elleri belki ona sebep ben en çok esmer sözcükleri sevdim oysa onları okşayacak zamanı olmadı acıkmış gözleri yıldızlara bakıyormuş bir dere kenarında bulduklarında onu vuran mermi benim de bir yerim kaldı
İNAN BATMIŞ ŞEHİRLER GİBİ ONARILMAZ ANILAR Biri beyaz biri kara iki kedi.. birbirlerinin omzuna kollarını dolamışçasına birbirlerine şefkatle sarılarak, birbirlerine dayanarak yola çıkmışlar. Gölgeler akşamüstünü söylüyor. Yorgun bir günün sonunda eve dönüyorlarmış gibi. Yüzlerini görmüyoruz ama eminim mırıl mırıl konuşuyorlardır. Belli sınanmış, denenmiş bir dostluk bu, uzun yolları da göze alabilen bir dostluk Ya biz, binde bir karşımıza çıkan dostluk, arkadaşlık, sevgililik fırsatlarını ne yapıyoruz? Akşam üstünün bir saatinde yorgun gövdemizi yaslayıp mırıl mırıl konuşabileceğimiz, omzumuza dolanan bir kolun, başımızı yaslayabileceğimiz bir omzun, belimizi kavrayan bir elin, uzun yollara dayanıklı ayakların sahibi karşımıza çıktığında tanıyabiliyor muyuz onu, değerini biliyor, biricikliğini, benzersizliğini anlayabiliyor muyuz? ... Yoksa hayatı sonsuz, fırsatları sayısız sanıp kendimizi hep ilerde bir gün karşılaşacağımızı sandığımız bir başkasına, bir yenisine ertelerken hayat yanımızdan geçip gidiyor mu? karşımıza çerken çıkmış insanları yolumuzun dışına sürüklerken bir gün geri dönüp onu deliler gibi arayacağımızı hiç hesaba katıyor muyuz? Hayat her zaman cömert davranmaz bize, tersine çoğu kez zalimdir, her zaman aynı fırsatları sunmaz, toyluk zamanlarını ödetir. Hoyratça kullandığımız arkadaşlıkların, eskitmeden yıprattığımız dostlukların savurganca harcadığımız aşkların hazin hatırasıyla yapayalnız kalırız bir gün... Bir akşamüstü yanımızda kimse olmaz, ya da olanlar olması gerekenler değildir. Yıldızların bizim için parladığını göremeyen gözlerimiz, gün gelir kayan yıldızların gömüldüğü maziye kilitlenir... Kedilerin özel bir anını yakalamak gibidir kendi hayatımızdaki olağanüstü anları ve olağanüstü kişileri yakalamak. Bazılarının gelecekte sandıkları 'bir gün' geçmişte kalmıştır oysa; hani şu karşıdan karşıya geçerken, trafik ışıklarında rastladığınız, omzunun üzerinden şöyle bir baktığınız sonra da boşverip 'Nasıl olsa ilerde bir gün tekrar karşıma çıkar.' dediğinizdir. Oysa tam da o gün bu zalim şehri terk etmiştir O, boş yere bu sokaklarda aranırsınız...
AYAKÜSTÜ YAŞANMIŞ AŞK HİKAYELERİ 1. bildiğim kendimi bildim bileli aşık olduğum, bildiğim ancak aşıkken var olduğum... işte bu yüzden, benim için aşık olmak; çoktandır hasretine katlandığım yokluğum. 'eğer aşktan söz edildiğini duymamış olsalar hiçbir zaman sevemeyecek olan insanlar vardır, ' demiş La Rochefoucauld benimse hep böylelerini severek başladı vurgunum... 2. her durakta ölümsüz bir aşk edineceğim bir bakıştan, bir duruştan, çağrışımın sonsuz hızından unutulmaz bir sevgili daha bırakacağım ardımda. belki de yaşanabilecek en güzel serüveni terk edeceğim daha otobüsün ilk basamağında. kim bilebilir ki? sonrayı, sonrasını kim bilebilir? gizli gizli veda edeceğim ona; görmeyecek ve bu duyguyla burkulmuş yüreğim otobüs camına bağrında bir ok ile bir aşk levhası çizecek, ah min-el! bu da ötekiler gibi, kendisini ölesiye sevdiğimi bilmeden yaşayıp gidecek.. 3. şimdi hemen kalksam buradan hemen çıksam uzun sokaklardan birine kiminle karşılaşabilirim kime vurulurum ölesiye, eve dönmeden geceme kuzguni bir cehennem gibi eklenen bir ölümcül sevda hangi köşe başında keser yolumu bir tenhaya ulak olan o suret avı bırakır mı yakamı haracı ödenmeden bırakır mı yakamı bir suretten, bir şiirden, bir hüzünden ak kağıda düşürülmüş imzasını görmeden bırakmazlar yakamı, bilirim, ben ölmeden 4. hangi aşk mümkündür aşığı öldürmeden her aşk, her şiir ardından uzun uzun bakılan adı bilinmedik sevgilerden, küskün omuzlu terk edilmişliklerden, perspektifinde hep bir sokak taşıyan o sessiz o faili meçhul cinayetlerden resim altı sözcüklerden aşk mümkün olsa idi ah, aşığı öldürmeden bırakır mı yakamı kağıdın ölüm beyazı sureti elle bilenmiş sözcükler, yüreğime sokulan serüvenin hançer tadı nabzımın atışına ayak uyduran vezninde gece adımları şiirlerimin bırakır mı yakamı yaşadıklarımı dökmeden imgelerin giysilerine hayatın maskelenmiş gerçekliğine upuzun bir mesafeyle yeniden sokulmak için yeniden ve yeniden.
ANLAŞILMAYAN ŞEYLER Kolay bir hüzündür gecenin kovuğundan sarkan Ellerindeki paramparça geçmişin sığ bir gövdesidir yolun ortasında Erken bir gülüşe başlarken (tutanabildiğin yalnızca bir gülüş) Ve sanki (kendinden korkan) bir erken bağlanmışlık varoluş ve tükenişin. Bir görüntü anlatır (sanki) bir yolun, bir yoğunluğun ortasında bal rengi kanı Ve ayrılığın ta içinde biriken küllüğüdür özlemin. Eski, hep eski anlatılmamışlıktır defterlerin. Kuruyan su. Kuruyan uykusu. Ve kan yine de bal rengi derbederliğin.
SAKLI BIÇAK sol el saklı bıçak kanadım gittim kendimden kendimi bir başkasının ölüsü sanarak bütün karşılıkları birden çalışan simgeler gibi aynı güne düşmez kaybettiklerimizin mevsimi bazı aşklar yalnızca ayrılıkları için bile değer yaşlanınca hatırlamak yaşlanınca hatırlamak biledikçe biliyorsun bir zamanlar sol elde tuttuğun bıçağın ertelenmiş hayaleti kapanmamış göğsünde yıllar sonra yeniden kanayacak bunun için aşk bunun için şiir tutan sol elim ayrılırken içimi kazıdığım saklı bıçak eylül bitiyor sevgilim uzun eylülü ömrümüzün bir kitap gibi bitiyor seni kanıyor sol elim seni şimdi başkalarının gözlerine emanet ediyorum MURATHAN MUNGAN
MIRILDANDIKLARIM Kırdın mı incittin mi birilerini Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler. Kendimi yeniledim mi yazdıklarımda? Yeniden düşünmeliyim Dostluklarımı, ilişkilerimi Gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı Yitirdim mi yoksa masumiyetimi? Borçlarımı ödedim mi? Doğru seçtim mi soruların fiillerini? Tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış, giysilerim ütülü, odam düzenli mi? Geri verdim mi aldıklarımı: Aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları, Kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi? Yokladım mı duygularımı Hala sevebiliyor muyum insanları? Ovmalı gümüşleri, bakırlarımı; cila geçmeli ahşaplarıma ovmalı umutları Saklı tutmalı gelecek inancını, yarınları eksik etmemeli ağzımızdan Ey uzak akrabalarım, üvey aşklarım Mevsim sonu dostlarım, işporta malı ayrılıklar Arkadaş ölümleri, dost hançerleri, talan ettiğimiz zulalar Gece telefonları, ıssız konuşmalar Mağrur incelikler, vurgun yemiş ilişkiler Uçurum duygusuyla yaşadığımız hayat ey O kadar çok anlattım ki Kendime kaldım anlatmaktan... Bunaldım kendisiyle boğuşmasını Başkalarında çözmeye çalışan insanlardan Usandım sözcük oynamalarından, tılsımlı sıfatlardan, Ofset duyarlılıklardan Kaç zamandır duru, yalın, çalışkan, iyi insanlar özlüyorum 'içtenliğin' yada 'dünya görüşünün' kirletmediği Kendime bir yeni yıl kartı yazarak bunları diliyorum Aranıp duruyorum adresini yitirdiğim insanları vitrin camlarına yansıyan yüzlerde Bilmiyorum kalmış mıdır adresini yüzlerinde taşıyan insanlar Hala bir umut var mıdır Çikmaz bir sokağa benzeyen bu avare avunması vitrinlerde Ne çıkmaz sokaktayım nede mutsuz Sadece rüzgarlardan daha güçlü olmak istiyorum o kadar Açık denizlerde nice yolculuklara yelken açarken Kış güneşinin mutlu ettigi bir kedi gibi mutlu, emin, tasasız Sere serpe ve keyifli olmak tek isteğim ve dileğim senin ve benim , yani bizim için... MURATHAN MUNGAN
Çöl Terzisi kendim diktim düştüğüm yolların hırkasını eğnimi onlarla eksilttim sabrını beklediğim kuyulardı yeminli ay vakti talibi olmadım heykelimin bildim kumdan yapılmaz çölün heykeli vahamı kendim diktim kendim diktim hikâyelerimi yırtığını söküğünü onulmazın, hayatın adımı ben sananlara ne yazsam duyulmaz sesim herkesin zamanından başka türlü geçerim bana adımdan yapılan zaman aldı beni madem seslendim dünyaya madem imzamı verdim benden geri çekildi çoğaltılan suretim yazdıkça bildim: zamanın malıyız hepimiz düğümlüyüz bağlıyız azımız çoğumuz ne kadar sevsek o kadarız çok kısa görünen hayat çok uzundur aslında, çünkü kaderi çok az çıkar insanın karşısına çöle vursa da kendini, adanmış bir iç kale sanatına karşılaşmalarla kısalır insan hayatı çıplaktım, acıktım, bana inen yıldırımdın yakın geçersin sandım, vurdun geçtin beni, baktım: dokunmadın bile bana kavurup bıraktın ve yeniden uzakta bir yıldızdın ansızın. yeni terzim, mutlak serabım, aklımda senin adın başka bir hırkaya başladım, yolum aynı aşkım uçsuz bir çöl, ben kum kadarım.
Sis Çanları ağır yol, uzak yapılar yaklaşmak için yaklaşık tanımlar onlarla çıktık yola yollarda kaldık sis bastı her yanı tutukluk çeken silahlar gibi sözcükler, fısıltılar, mırıldanışlar eksilerek vardık bir yapıya O mu, değil mi? Kim bilebilir şimdi kılavuzlar şehit şehitler hain gözlerimiz karanlık bir pusuda çoğumuz büyümüş, kimimiz ölmüş kendimiz bile tanıdık değiliz artık gözümüzden silinen düşün sabahında önümüzde açılan yeni bir uzay Şimdiki Zamana ait bomboş ve ölü anlar ne başka yer ne başka zaman bizler için hala biryerlerde çalınan sis çanları var belki bir gün buluşur diye aynı ormanda kaybolan çocuklar
Fay kaç kişiyim bu yalnızlığın ortasında bir boğa, bir leopar arena ve opera İyot ve Rüzgar arsenik ve sözcükler arasında yüzüm çalılıklarla kaplı aralayan gözüpek avcılar için parslar geziyor kuytularında iyi yürekli bir canavar saklanıyor yazdıklarımın ve yüzümün satırlarında kendim için büyük bir tehlikeyim artık ilerliyorum içimdeki yer çatlağı boyunca
Herkes Ve Birkaç Kişi Yağmur herkese yağar Güneş ısıtır herkesi Mevsimler herkes içindir Yalnız çığ altında kalan Sele kapılan her zaman birkaç kişi Herkes içindir aşk da ayrılık da Yalnızca birkaç kişi ölür acıdan Eskiden ölümle tartılırdı ayrılık Kiminin hayatı yalnızca unutkanlıktan Her şey, herkes için değildir oysa Kimi hiçbir şey ögrenmez karanlıktan Yalnızlığı kullanmayı bilmez kimi Kimi ayrılamaz karanlıktan Yağmur herkese yağar Ama çok az insan tutar yağmurun ellerini Onca şarkı onca film onca roman Ama sevmeye yetmez herkesin kalbi Çığ altında kalan sele kapılan Aşktan ve acıdan ölen Birkaç kişi dünyayı başka bir yer yapmaya yeter Aslında onların hikayesidir anlatılan Diğerleri dinler, seyreder, geçer gider Geçer gider herkes Hikayelerdir geriye kalan
Sizden Saklı gelmediniz, ben hep sizi bekledim eksilen yanlarımla sizden saklı eskidim her şeyden önce aşk verilmiş bir sözdü benim için gün, ay, saat, hafta; takvimişi zaman yani aldıkça dönemeçleri değişmedi hiçbir şey yalnızca ufuklar yeniledim kaç aşktan oluşmuş bir şeydi aşk her sevgiliyle biraz daha biraz daha sizden saklı eskidim
Lalena Eski sular, Silahsız akşamlar, erken vurulmalar Sığırcıklar ötüyor bir yerlerde Gün düşüyor çılgın bir portakal gibi ßir yolculuk defterinin içine Tundraların gizlediği izlerden Bak yine eşiğine geldim Lalena İzin ver inine sokulayım bu gece Bak safkan geldim gittiğim uzaklardan Yaşadıklarım işlememiş hiçbir yerime Şuracıkta kıvrılayım, teninin tarçın gökleri altında temiz bir çarşaf Ser; beyaz, yumuşak bir yastık rüya istemem sobanın üzerinde Kaynayan çaydanlığın huzurundan başka köşedeki mindere otur Eski günlerdeki gibi, usul sesle bir şeyler anlat bana, bana bir Şeyler söyle Herşey eskisi gibi olsun ßen hiç gitmemiş olayım Sen evlenmemiş ol, ölmemiş ol Lalena İnmem gerektiği söylenen düşlerden İndiğim gecelerde Kaç kez sardın yaralı bedenimi Kaç kez yeniledin Ertesi gün sokaklarına kendimi bulurdum başka terkilerde Derdim yaşam Elimden kaçmamış daha Uyardım kurallarına, kısık ışıklarına Senin koyduğun bütün sessizliğin ßilirdim kelimelerle bile paylaşılamayacak Kadar derinde 'Lalena'yı dinlerken sokulgan bir kedi Gibi bırakırdın kendini ßeni bile unutarak benim göğsümde Neyi sevsem Kime dokunsam Saçların akıyor yıllardır parmaklarımın arasından ßen kendime ne yaptım, sana ne yaptım Lalena? Hatırlıyor musun Ne aptalca şeylere güler Sonra mutluluktan ağlardık sevişirken Aşkın ve birbirimizin derin kucağında San Fransisco'ya giderken olmasa da Doors dinlerken bir çiçek takardın saçlarına Nasıl dönerdik ortancalar vadisinden Daha silah sesleri gelmezken hüzünlü tepelerinden Daha başkalarına kıymanın bilgisi ßulaşmamışken parmak izlerime Nasıl kaygısızdık ve nasıl farkında bile değildik İçinden geçtiğimiz zamanın Masum şehvetini Kendimizden ayırt edemezken Hem zayıf, hem korkak, hem maço Korurum kendimi sanır kaçtığı uzaklarda Hiçbir şey vurma yüzüme, hiçbir şey söyleme Eksileceğim kadar eksildim Dönüşün yollarında buraya gelirken Geriye pek bir şey kalmamış Aşkın bütün imkanlarını sende tüketmişim ben Yol bitiyor işte, bir kaç adım kaldı eşiğine varmaya Şimdi herkes Doors dinliyor yeniden Seninse saçlarındaki çiçek duruyor mu hala Orada mısın? Bu şiiri okuyor musun? İnce L Duruyor mu şarkının kaldığımız yerinde? Orada ol Evlenmemiş ol Ölmemiş ol Hiçbir şey olmamış olsun sana Nolur nolur nolur Lalena
SALGIN yalnızca aşk değil bu, yalnızca ayrılık değil, salgın bize geçmişten geçen kandan, tarihten, doğamızın bize kurduğu tuzktan kaderimizden ve yıldızlardan geçen salgın yalnızca bir humma değill bu, ellerindeyiz bilmediğimiz bir tutsaklığın damarlarımdaki kana hükmediyor şefkat, şehvet, şiddetle kendini bende sınayan salgın ölümün kenarına düşen satırlarla batan ayın kenarına düşen satırlarla bu sayrıl hüküm, bu kara humma, bu kanama kendini sürdürüyor bende sormayın bana ben bilmiyorum ben hiçbir şey bilmiyorum, içindeyim salgın gibi derin sayrılığı başka çağlara ait bu aşkın kilitlendiğim var oluşundan çıkamıyorum ben de isterdim serin, uzak, kuzeyli bir olmayı, hesaplarını tutmayı sözlerin, duyguların, davranışların gelecek sağlamak için yapılan ince ayarların ama ben saf korkudan yapılmış tehlikeli mısraları, hikayesi uzun olan kılıçları, çölde geçen şarkıları ve onu seviyorum onu seviyorum, onu seviyorum, onu seviyorum
Yaş Yazmam daha aşk şiiri, Diyenlerin kervanında kışladım Çöle yağarken donmuş levhalarda kar sureti İmkansızın bereketi Gözümü alırken her yanımda ışıyan gençliğim Kimin yaşındaydım bilmedim. Geceleri heceleyerek söktüm Aldım yedeğimdeki kelimeleri Işığa tuttum içimi loş tutan nesneyi Yunus’un yaşına geldiğimde Dünyayı aşk, imkansızı erkek bildim. Kelimelerle dokundum dünyanın hallerine Dokunulmazlığım kalktı Kendi şiirimde kendi Divan’ımdan Sürüldüm Git gide Fuzuli’nin Yaşına geldiğimde. Halk türkülerinin serçeli kafiyeleri Gibi uçuşu kolay ve çabuk akla gelmez Engelleri aşk için yapılan bütün benzetmelerin Sırasını sektiren olayların gidişi Yılları saymadan Karacaoglan’ın, Baki’nin yaşına geldim. Görmenin gevşeyen bilgisi Yaş aldıkça tutunduğum diri şaşkınlık Başkasına doğru çözülüyor tenimdeki kelepçe Zaman benim için de ileri gittikçe Dönüp bakmaların tarihinden Geri saydım kendimi sana geldim Onca aşk içinden geçtim de Kimsenin yaşına değmedim. Kimsenin yaşına değmeden Daha anısı kurumayan Dünlerim bitmediğinde Hayatın rüya dilini bile öğrenemeden Hayatta kaldım Onca felaketten Şimdi buradayım El ver yanına geleyim bunca aradığım, Babam ol, oğlum ol, Kardeşim, yoldaşım, arkadaşım ol, Ben sevgilim gibi seveyim Benim yaşıma geldiğinde. Bildiklerim kadar unuttuklarımla da seni büyüteyim. Biliyorum, yenilenenler geçmişe kadar kaçar birinde Haritamı kaybettim ey Piri Reis! Çinisi soldu maviliğimin Nice Osmanlı şiirinde Odalardan odalara Azala çoğala Yaşadım da Fatih’in kokladığı karanfili Denize bakan bir şiirde düşürdüm. Rüyasında koklanmış karanfilini Fatih’in Alınmış İstanbul’da düşürdüm İçim başka yere sürüldü Tarih alındı benden Günümün acı ışığına kaldım yeniden Bir sikkenin ilk basıldığı günü hatırlıyorum Suç ışımasında ortak belleğin altın Kaynağına indiğim suya düşürdüm Kendi yaşıma geldiğimde İlk şiirimi üzerine kazdım ben Ben kendimi ilk şiirimde düşürdüm Çok alındım kendimden.
Anlaşılmayan Şeyler Kolay bir hüzündür gecenin kovuğundan sarkan Ellerindeki paramparça geçmişin sığ bir gövdesidir yolun ortasında Erken bir gülüşe başlarken (tutanabildiğin yalnızca bir gülüş) Ve sanki (kendinden korkan) bir erken bağlanmışlık varoluş ve tükenişin. Bir görüntü anlatır (sanki) bir yolun, bir yogunluğun ortasında bal rengi kanı Ve ayrılığın ta içinde biriken küllüğüdür özlemin. Eski, ep eski anlatılmamışlıktır defterlerin. Kuruyan su. Kuruyan uykusu. Ve kan yine de bal rengi derbederliğin.
BU NE BİÇİM HAYAT Bu ne biçim Postacı Üç defa çalıyor kapıyı Bu ne biçim kel Hem merhemi var Hem sürmüyor başına Bu ne biçim biçimler İstediğiniz kadar çoğaltılabilir Memleket çok müsait buna Örneğin yeni bir komşu taşındı karşıya Bir baktım Fahriye Abla! Kırk yıllık bir rötar yapmış Erzincan Treni Ben gelmişim şu yaşıma O ise şiirdeki yaşından gün almamış daha Benimki ne biçim hayat Uymuyor ne gördüklerime ne duyduklarıma ne okuduklarıma Ben ne biçim benim Ne kendime benziyorum Ne başkalarına
Mırıldandıklarım Kırdın mı incittin mi birilerini Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler? Kendimi yeniledim mi yazdıklarımda? Yeniden düşünmeliyim Dostluklarımı, ilişkilerimi Gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı Yitirdim mi yoksa masumiyetimi? Borçlarımı ödedim mi? Doğru seçtim mi soruların fiillerini? Tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış, Giysilerim ütülü, odam düzenli mi? Geri verdim mi aldıklarımı: Aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları, Kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi? Yokladım mı duygularımı Hâlâ sevebiliyor muyum insanları? Ovmalı gümüşleri, bakırlarımı; cila geçmeli ahşaplarıma Ovmalı umutları Saklı tutmalı gelecek inancını, yarınları eksik etmemeli ağzımızdan Ey uzak akrabalarım, üvey aşklarım Mevsim sonu dostlarım, işporta malı ayrılıklar Arkadaş ölümleri, dost hançerleri, talan ettiğimiz zulalar Gece telefonları, ıssız konuşmalar Mağrur incelikler, vurgun yemiş ilişkiler Uçurum duygusuyla yaşadığımız hayat ey O kadar çok anlattım ki Kendime kaldım anlatmaktan... Bunaldım kendisiyle boğuşmasını Başkalarında çözmeye çalışan insanlardan Usandım sözcük oynamalarından, tılsımlı sıfatlardan, Ofset duyarlılıklardan Kaç zamandır duru, yalın, çalışkan, iyi insanlar özlüyorum 'İçtenliğin' ya da 'dünya görüşünün' kirletmediği Kendime bir yeni yıl kartı yazarak bunları diliyorum Aranıp duruyorum adresini yitirdiğim insanları Vitrin camlarına yansıyan yüzlerde Bilmiyorum kalmış mıdır adresini yüzlerinde taşıyan insanlar Hâlâ bir umut var mıdır Çıkmaz bir sokağa benzeyen bu avare avunması vitrinlerde Ne çıkmaz sokaktayım ne de mutsuz Sadece rüzgârlardan daha güçlü olmak istiyorum o kadar Açık denizlerde nice yolculuklara yelken açarken Kış güneşinin mutlu ettiği bir kedi gibi mutlu, emin, tasasız Sere serpe ve keyifli olmak tek isteğim ve dileğim Senin ve benim , yani bizim için...