Nazim Hikmet Ran Şiirleri..

'Ünlü Şairlerden Şiirler' forumunda sha. tarafından 30 Ağu 2009 tarihinde açılan konu

Konu etiketleri:
  1. sha.

    sha. ..daha çirkin, daha huysuz

    [​IMG]

    Ben, bir insan,
    ben, Türk şairi komünist Nazım Hikmet
    ben, tepeden tırnağa iman,
    tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret ben...​
     
  2. sha.

    sha. ..daha çirkin, daha huysuz

    o aslında ...

    mavi gözlü dev,minnacik kadin ve hanimelleri

    o mavi gözlü bir devdi,
    minnacık bir kadın sevdi,
    kadının hayali minnacık bir evdi,
    bahçesinde ebruliii
    hanımeli
    açan bir ev,

    bir dev gibi seviyordu dev,
    ve elleri öyle büyük işler için
    hazırlanmıştı ki devin,
    yapamazdı yapısını,
    çalamazdı kapısını
    bahçesinde ebruliiii
    hanımeli
    açan evin.

    o mavi gözlü bir devdi.
    minnacık bir kadın sevdi.
    mini minnacıktı kadın.
    rahata acıktı kadın
    yoruldu devin büyük yolunda.
    ve elveda ! deyip mavi gözlü deve,
    girdi zengin bir cücenin kolunda
    bahçesinde ebruliiii
    hanımeli
    açan eve.

    şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
    dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
    bahçesinde ebruliiiii
    hanımeli
    açan ev..
     
  3. sha.

    sha. ..daha çirkin, daha huysuz

    DON KİŞOT

    Ölümsüz gençliğin şövalyesi,
    ellisinde uydu yüreğinde çarpan aklına,
    bir Temmuz sabahı fethine çıktı
    güzelin, doğrunun ve haklının :
    önünde mağrur, aptal devleriyle dünya,
    altında mahzun, fakat kahraman Rosinant'ı.
    Bilirim,
    hele bir düşmeyegör hasretin hâlisine,
    hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek,
    yolu yok, Don Kişot'um benim, yolu yok,
    yeldeğirmenleriyle dövüşülecek.

    Haklısın, elbette senin Dülsinya'ndır en güzel kadını yeryüzünün,
    sen, elbette bezirgânların suratına haykıracaksın bunu,
    alaşağı edecekler seni
    bir temiz pataklayacaklar.
    Fakat sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun,
    sen, bir alev gibi yanmakta devam edeceksin
    ağır, demir kabuğunun içinde
    ve Dülsinya bir kat daha güzelleşecek...


    (1947)
    Nazım Hikmet Ran
     
  4. sha.

    sha. ..daha çirkin, daha huysuz

    GÜNEŞİ İÇENLERİN TÜRKÜSÜ

    Bu bir türkü:-
    toprak çanaklarda
    güneşi içenlerin türküsü!
    Bu bir örgü:-
    alev bir saç örgüsü!
    kıvranıyor;
    kanlı; kızıl bir meş'ale gibi yanıyor
    esmer alınlarında
    bakır ayakları çıplak kahramanların!
    Ben de gördüm o kahramanları,
    ben de sardım o örgüyü,
    ben de onlarla
    güneşe giden
    köprüden
    geçtim!
    Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
    Ben de söyledim o türküyü!

    Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
    altın yeleli aslanların ağzını
    yırtarak
    gerindik!
    Sıçradık;
    şimşekli rüzgâra bindik!.
    Kayalardan
    kayalarla kopan kartallar
    çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
    Alev bilekli süvariler kamçılıyor
    şaha kalkan atlarını!


    Akın var
    güneşe akın!
    Güneşi zaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!


    Düşmesin bizimle yola:
    evinde ağlayanların
    göz yaşlarını
    boynunda ağır bir
    zincir
    gibi taşıyanlar!
    Bıraksın peşimizi
    kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!

    İşte:
    şu güneşten
    düşen
    ateşte
    milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!

    Sen de çıkar
    göğsünün kafesinden yüreğini;
    şu güneşten
    düşen
    ateşe fırlat;
    yüreğini yüreklerimizin yanına at!


    Akın var
    güneşe akın!
    Güneşi zaaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!


    Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!
    Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,
    toprak kokuyor bakır sakallarımız!
    Neş'emiz sıcak!
    kan kadar sıcak,
    delikanlıların rüyalarında yanan
    o «an»
    kadar sıcak!
    Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak,
    ölülerimizin başlarına basarak
    yükseliyoruz
    güneşe doğru!

    Ölenler
    döğüşerek öldüler;
    güneşe gömüldüler.
    Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!


    Akın var
    güneşe akın!
    Güneşi zaaaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!


    Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor!
    Kalın tuğla bacalar
    kıvranarak
    ötüyor!
    Haykırdı en önde giden,
    emreden!
    Bu ses!
    Bu sesin kuvveti,
    bu kuvvet
    yaralı aç kurtların gözlerine perde
    vuran,
    onları oldukları yerde
    durduran
    kuvvet!
    Emret ki ölelim
    emret!
    Güneşi içiyoruz sesinde!
    Coşuyoruz,
    coşuyor!..
    Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde
    mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor!


    Akın var
    güneşe akın!
    Güneşi zaaaaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!



    Toprak bakır
    gök bakır.
    Haykır güneşi içenlerin türküsünü,
    Hay-kır
    Haykıralım!

    Nâzım HİKMET
     
  5. sha.

    sha. ..daha çirkin, daha huysuz

    TAHIRLE ZUHRE MESELESI

    Tahir olmak de ayip degil Zuhre olmak da
    hatta sevda yuzunden olmek de ayip degil,
    butun is Tahirle Zuhre olabilmekte
    yani yurekte.

    Mesela bir barikatta dovuserek
    mesela kuzey kutbuna kesfe giderken
    mesela denerken damarlarinda bir serumu
    olmek ayip olur mu?

    Tahir olmak da ayip degil Zuhre olmak da
    hatta sevda yuzunden olmek de ayip degil.

    Seversin dunyayi doludizgin
    ama o bunu farkinda degildir
    ayrilmak istemezsin dunyadan
    ama o senden ayrilacak
    yani sen elmayi seviyorsun diye
    elmanin da seni sevmesi sart mi?
    Yani Tahiri Zuhre sevmeseydi artik
    yahut hic sevmeseydi
    Tahir ne kaybederdi Tahirliginden?

    Tahir olmak da ayip degil Zuhre olmak da
    hatta sevda yuzunden olmek de ayip degil.

    1949
    Nazim Hikmet
     
  6. sha.

    sha. ..daha çirkin, daha huysuz

    Seviyorum Seni

    Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi
    Geceleyin ateşler içinde uyanarak
    Ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,
    Ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz,
    Telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi.
    Seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi.
    İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık
    İçimde kımıldanan birşeyler gibi
    Seviyorum seni 'yaşıyoruz çok şükür' der gibi.

    Nazım Hikmet Ran
     
  7. sha.

    sha. ..daha çirkin, daha huysuz

    Ceviz Ağacı

    Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
    Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
    Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
    Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

    Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
    Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
    Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
    Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
    Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
    Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.
    Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
    Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u.
    Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.

    Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
    Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

    Nazım Hikmet Ran
     
  8. sha.

    sha. ..daha çirkin, daha huysuz

    Masalların Masalı
    .
    Su basında durmuşuz,
    çınarla ben.
    Suda suretimiz çıkıyor,
    çınarla benim.
    Suyun şavkı vuruyor bize,
    çınarla bana.

    Su basında durmuşuz,
    çınarla ben, bir de kedi.
    Suda suretimiz çıkıyor,
    çınarla benim, bir de kedinin.
    Suyun şavkı vuruyor bize,
    çınarla bana, bir de kediye.

    Su basında durmuşuz,
    çınar, ben, kedi, bir de güneş.
    Suda suretimiz çıkıyor,
    çınarın, benim, kedinin, bir de günesin.
    Suyun şavkı vuruyor bize,
    çınara, bana, kediye, bir de güneşe.

    Su basında durmuşuz,
    çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
    Suda suretimiz çıkıyor,
    çınarın, benim, kedinin, günesin, bir de ömrümüzün.
    Suyun şavkı vuruyor bize,
    çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze.

    Su basında durmuşuz.
    Önce kedi gidecek,
    kaybolacak suda sureti.
    Sonra ben gideceğim,
    kaybolacak suda suretim.
    Sonra çınar gidecek,
    kaybolacak suda sureti.
    Sonra su gidecek
    güneş kalacak;
    sonra o da gidecek...

    Su basında durmuşuz.
    Su serin,
    Çınar ulu,
    Ben şiir yazıyorum.
    Kedi uyukluyor
    Güneş sıcak.
    Çok şükür yaşıyoruz.
    Suyun şavkı vuruyor bize
    Çınara bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze.......

    Nazım Hikmet Ran
     
  9. AnekToD

    AnekToD Member

    Ben senden önce ölmek isterim.

    Gidenin arkasından gelen
    gideni bulacak mı zannediyorsun?
    Ben zannetmiyorum bunu.
    İyisi mi,beni yaktırırsın,
    odanda ocağın üstüne korsun
    içinde bir kavanozun.
    Kavanoz camdan olsun,
    şeffaf, beyaz camdan olsun
    ki içinde beni görebilesin
    Fedakarlığımı anlıyorsun
    vazgeçtim toprak olmaktan,
    vazgeçtim çiçek olmaktan
    senin yanında kalabilmek için.
    Ve toz oluyorum
    yaşıyorum yanında senin.
    Sonra, sen de ölünce
    kavanozuma gelirsin.
    Ve orada beraber yaşarız
    külümün içinde külün
    ta ki bir savruk gelin
    yahut vefasız bir torun
    bizi ordan atana kadar...
    Ama biz
    o zamana kadar
    o kadar
    karışacağız
    ki birbirimize,
    atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
    yan yana düşecek.
    Toprağa beraber dalacağız.
    Ve bir gün yabani bir çiçek
    bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
    sapında muhakkak
    iki çiçek açacak :
    biri sen
    biri de ben.
    Ben
    daha ölümü düşünmüyorum.
    Ben daha bir çocuk doğuracağım
    Hayat taşıyor içimden.
    Kaynıyor kanım.
    Yaşayacağım, ama ,çok, pek çok,
    ama sen de beraber.
    Ama ölüm de korkutmuyor beni.
    Yalnız pek sevimsiz buluyorum
    bizim cenaze şeklini.
    Ben ölünceye kadar da
    Bu düzelir herhalde.
    Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde?
    İçimden bir şey :
    belki diyor.

    NAZIM HİKMET
     
  10. AnekToD

    AnekToD Member

    KARLI KAYIN ORMANINDA

    Karlı kayın ormanında
    yürüyorum geceleyin.
    Efkârlıyım, efkârlıyım,
    elini ver, nerde elin?

    Ayışığı renginde kar,
    keçe çizmelerim ağır.
    İçimde çalınan ıslık
    beni nereye çağırır?

    Memleket mi, yıldızlar mı,
    gençliğim mi daha uzak?
    Kayınların arasında
    bir pencere, sarı sıcak.

    Ben ordan geçerken biri:
    'Amca, dese, gir içeri.'
    Girip yerden selâmlasam
    hane içindekileri.

    Eski takvim hesabıyle
    bu sabah başadı bahar.
    Geri geldi Memed'ime
    yolladığım oyuncaklar.

    Kurulmamış zembereği
    küskün duruyor kamyonet,
    yüzdüremedi leğende
    beyaz kotrasını Memet.

    Kar tertemiz, kar kabarık,
    yürüyorum yumuşacık.
    Dün gece on bir buçukta
    ölmüş Berut, tanışırdık.

    Bende boz bir halısı var
    bir de kitabı, imzalı.
    Elden ele geçer kitap,
    daha yüz yıl yaşar halı.

    Yedi tepeli şehrimde
    bıraktım gonca gülümü.
    Ne ölümden korkmak ayıp,
    ne de düşünmek ölümü.

    En acayip gücümüzdür,
    kahramanlıktır yaşamak:
    Öleceğimizi bilip,
    öleceğimizi mutlak.

    Memleket mi, daha uzak,
    gençliğim mi, yıldızlar mı?
    Bayramoğlu, Bayramoğlu,
    ölümden öte köy var mı?

    Geceleyin, karlı kayın
    ormanında yürüyorum.
    Karanlıkta etrafımı
    gündüz gibi görüyorum.

    Şimdi şurdan saptım mıydı,
    şose, tirenyolu, ova.
    Yirmi beş kilometreden

    NAZIM HİKMET
     
  11. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    Biyografisi

    [SIZE=+1]Nazım Hikmet Ran 'ın Biyografisi[/SIZE]

    15 Ocak 1902'de Selanik'te doğdu. Heybeliada Bahriye Mektebi'ni bitirdi. Hamidiye Kruvazörü'nde güverte subayı iken, sağlık nedeniyle askerlikten ayrıldı, bu arada ilk şiirlerini yayımladı.
    1921 başlarında Kurtuluş Savaşı'na katılmak için Anadolu'ya geçti, Bolu'da öğretmen olarak görevlendirildi.
    Daha sonra Batum üzerinden Moskova'ya giderek Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'ne (KUTV) yazıldı. Burada siyasal bilimler ve iktisat okudu.


    [​IMG]
    1924'te yurda döndü. Aydınlık Gazetesinde yayınlanan yazı ve şiirleri yüzünden on beş yıl hapsi istenince yeniden Sovyetler Birliği'ne gitti.
    1928 Af Kanunu'ndan yararlanıp tekrar yurda döndü. Resimli Ay dergisinde çalışmaya başladı.
    1932'de yeniden dört yıl hapse mahkûm olduysa da, bu kez Onuncu Yıl Affı'ndan yararlandı. Gazetecilik yaptı, film stüdyolarında çalıştı.
    1938'de orduyu ve donanmayı isyana teşvik ettiği iddiasıyla 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. Çankırı ve Bursa cezaevlerinde yattı. 1950'de özgürlüğüne kavuştuysa da sürekli olarak izlenmekten kurtulamadı; kitaplarını yayınlatma, oyunlarını oynatma olanağı bulamadı. Askere alınması kararlaştırılınca Romanya üzerinden tekrar Moskova'ya gitti.
    1951'de T.C. yurttaşlığından çıkarıldı.
    3 Haziran 1963'te bir kalp krizi sonucu yaşama veda etti. Moskova'da Novodeviçye Mezarlığı'nda toprağa verildi.
     
  12. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    [SIZE=+1]Nazım Hikmet Ran 'ın Otobiyografisi[/SIZE]


    Otobiyografi

    1902'de doğdum
    doğduğum şehre dönmedim bir daha
    geriye dönmeyi sevmem
    üç yaşında Halep'te paşa torunluğu ettim
    on dokuzumda Moskova komünist üniversite öğrenciliği
    kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu
    ve on dördümden beri şairlik ederim
    kimi insanlar otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
    ben ayrılıkların
    kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
    ben hasretlerin

    hapislerde de yattım büyük otellerde de
    açlık çektim açlık grevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir

    otuzumda asılmamı istediler
    kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
    verdiler de
    otuz altımda yarım yılda geçtim dört metrekare betonu
    elli dokuzumda on sekiz saatte uçtum Prag'dan Havana'ya

    Lenin'i görmedim nöbetini tuttum tabutunun başında 924'te
    961'de ziyaret ettim anıt kabri kitaplarıdır

    partimden koparmağa yeltendiler beni
    sökmedi
    yıkılan putların altında da ezilmedim

    951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
    52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü

    sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
    şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile
    aldattım kadınlarımı
    konuşmadım arkasından dostlarımın

    içtim ama akşamcı olmadım
    hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana

    başkasının hesabına utandım yalan söyledim
    yalan söyledim başkasını üzmemek için
    ama durup dururken de yalan söyledim

    bindim tirene uçağa otomobile
    çoğunluk binemiyor
    operaya gittim
    çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
    çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri
    camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
    ama kahve falına baktırdığım oldu

    yazılarım otuz kırk dilde basılır
    Türkiye'mde Türkçemle yasak

    kansere yakalanmadım daha
    yakalanmam de şart değil
    başbakan fakan olacağım da yok
    meraklısı da değilim bu işin
    bir de harbe girmedim
    sığınaklara da inmedim gece yarıları
    yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
    ama sevdalandım altmışıma yakın
    sözün kısası yoldaşlar
    bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da
    insanca yaşadım diyebilirim
    ve daha ne kadar yaşarım
    başımdan neler geçer daha
    kim bilir

    (11.9.'61 - Doğu Berlin)
     
  13. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    [SIZE=+1]Nazım Hikmet Ran Kronolojisi[/SIZE]

    1902 : 15 Ocak'ta Selânik'te dünyaya gelir.
    1913 : "Feryad-ı Vatan" başlığını taşıyan ilk şiirini yazar. Galatasaray Sultanisi'nde ortaokula başlar.
    1914 : Ekonomik nedenlerle Nişantaşı Sultanisi'ne geçer.
    1917 : Bahriye Mektebine girer.
    1918 : İlk kez bir şiiri yayınlanır. Yeni Mecmua'da yayınlanan bu ilk şiiri "Hâlâ Servilerde Ağlıyorlar mı" başlığını taşır.
    1920 : Bahriye'yi bitirmesine birkaç ay kala sağlık nedeniyle ayrılmak zoruna kalır. İstanbul işgal altındadır.
    Arkadaşı Vâ-lâ Nurettin ile birlikte gizlice Anadolu'ya geçer. Ankara Hükümeti tarafından Bolu'ya öğretmen olarak atanır.
    1921 : Azerbaycan üzerinden Moskova'ya gider. Devrimin ilk yıllarına tanık olur. Ekonomi politik öğrenim görür. Sanat çalışmalarına katılır.
    1924 : Moskova'da yayınlanan ilk şiir kitabı "28 Kânunisani" sahnelenir. 12 Mart günü Pravda'da bu gösteri övgüyle yer alır. Türkiye'ye döner ve Aydınlık Dergisi'nde çalışmaya başlar.
    1925 : Ankara İstiklâl Mahkemesi'nde gizli örgüt üyesi olduğu gerekçesiyle yokluğunda yargılanarak "on beş yıl küreğe konulma cezası" verilir. Bu durum onun ülkeden ayrılmasına yol açar. Moskova'ya gider.
    1926 : Viyana'ya geçerek ileride suçlanmasına konu olarak "parti" toplantısına katılır. Türk Ceza Kanunu'nun yürürlüğe girmesiyle, "küreğe konulma" cezası ortadan kalkar.
    1927 : Katılmış olduğu "Viyana Konferansı" nedeniyle İstanbul Ceza Mahkemesi'nde yokluğunda yargılanır. Üç ay hapis cezası verilir.
    1928 : Yurda dönmek üzere Moskova'daki Büyükelçiliğe başvurur. Pasaport almak istemektedir. Ancak kendisine yanıt verilmez bunun üzerine gizlice sınırı geçerse de Hopa'da yakalanır. İstanbul üzerinden Ankara'ya götürülür. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'nde, daha önce yokluğunda yapılan yargılamalar yinelenir. Üç ay hapis cezası verilir. Cezaevinde geçirdiği süre gözönüne alınarak serbest bırakılır.
    1929 : Resimli Ay Dergisi'nde çalışır. İlk şiir kitabı "835 Satır" yayınlanır. Bunu diğerleri izler.
    1930 : "Sesini Kaybeden Şehir" başlıklı şiir için dava açılır. Yargıtayca aklanır.
    1931 : "1+1=1", "835 Satır", "Jokond ile Si-Ya-U" ile bir kez daha "Sesini Kaybeden Şehir" ve "Varan 2" adlı kitapları hakkında dava açılır. Hepsinden aklanır.
    1932 : "Kafatası" oyunu İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda sahneye konur.
    1933 : "Gece Gelen Telgraf" şiirinden dolayı yargılanır. Altı ay üç gün hapis cezası verilir. Babası bir kaza sonrası ölür. Onun ölümü üzerine "Hiciv Vadisinde Bir Tecrübei Kalemiye" başlıklı şiiri yazar. Şiirde babasının patronu Süreyya Paşa'ya hakaret ettiği gerekçesiyle hakkında dava açılır. Bir yıl hapis, 200 lira para cezasına çarptırılır. Bu sıralarda "gizli örgüt" kurduğu savıyla Bursa Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan ayrı bir davada idamı
    istenir. Dört yıl ağır hapisle cezalandırılır.
    1934 : Cumhuriyetin 10. Yılı nedeniyle çıkarılan af yasasından yararlanır. Serbest bırakılır.
    1936 : Gizli örgüt kurmak ve yönetmek savıyla yargılanır ve aklanır.
    1937 : "Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı" yayınlanır.
    1938 : Askeri öğrencileri isyana teşvik suçlamasıyla da "Donanma" davaları açılır. Toplam 28 yıl 4 ay ağır hapisle cezalandırılır.
    1941 : Bursa'da "Memleketimde İnsan Manzaraları" nı yazmaya başlar.
    1943 : Cezaevi arkadaşı Orhan Kemal tahliye olur. Balaban'ın resim çalışmalarına yardımcı olur, yetişmesini sağlar.
    1944 : Karaciğer ve kalp rahatsızlıkları başlar.
    1949 : Basında haksız mahkumiyetine ilişkin yazılar artmaya başlar. Ahmet Emin Yalman, Vatan Gazetesi'nde "Tevfik Fikret ve Nâzım Hikmet" başlığını taşıyan bir yazı yayımlayarak dikkatleri Nâzım'ın haksız mahkumiyeti çeker.
    1950 : Yurt içinde ve dışında çeşitli kuruluşlarca "Nazım'a Özgürlük Kampanyaları" açılır. Meclis'in gündeminde bulunan Af Kanunu'nu çıkarmadan tatile girmesi üzerine, Nazım, 8 Nisan'da açlık grevine başlar. Aynı gün, Bursa'dan İstanbul'a Paşakapısı Cezaevi'ne götürülür. 23 Nisan'da grevini avukatlarının isteği üzerine geçici olarak durdurur. Ağır hastadır, doktorlar üç ay bir hastanede tedavi görmesi gerektiğini belirtirler. Ancak durumunda hiçbir değişiklik olmayınca 2 Mayıs'ta yeniden greve başlar. Açlık grevi kamuoyunda büyük yankı uyandırır. İmza kampanyaları başlatılır. "Nâzım Hikmet adlı bir dergi çıkarılır 9 Mayıs'ta annesi Celile Hanım 10 Mayıs'ta şair Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rıfat açlık grevine başlarlar. 14 Mayıs seçimleri sonucunda ortaya çıkan yeni durum üzerine, 19 Mayıs'ta greve ara verir. Çıkarılan Genel Af Kanunu'yla serbest bırakılır. 22 Kasım'da Dünya Barış Konseyi tarafından Pablo Picasso, Paul Robeson, Wanda Jakubowska ve Pablo Neruda'yla birlikte "Uluslararası Barış Ödülü"nü almaya hak kazandığı açıklanır. Kendisinin katılamadığı törende ödülünü Neruda alacaktır.
    1951 : Oğlu Memed dünyaya gelir. Askere çağrılır, 49 yaşındadır ve hastadır. Üstelik askeri okulda öğrenci olarak geçirdiği sürelerin yasa gereği askerliğe sayılması gerekmektedir. Yaşamına yönelik tehditler üzerine ülkeden ayrılır. 15 Ağustos günü resmi gazetede, Bakanlar Kurulu kararıyla "yurttaşlıktan çıkarıldığı" duyurulur. Dünya Barış Konseyi'nin bir yıl önce kendisine verdiği "Uluslararası Barış Ödülünü" Prag'da düzenlenen bir törenle alır.
    1952 : Çine'e gider. Ancak hastalanınca gezisini yarım bırakmak zorunda kalır. Enfaktüs geçirmiştir. Dört ay yatar. Bundan sonraki yaşamı artık doktor gözetiminde geçecektir.
    1953 : Uluslar arası toplantılara katılmayı sürdürür. "Bir Aşk Masalı" oyunu Moskova'da sahnelenir. Bunu diğer oyunlarının sahnelenmesi izler.
    1958 : Paris'e gider. Aralarında Aragon ve Picasso'nun da bulunduğu çok sayıda yazar ve sanatçıyla görüşür.
    1962 : Sovyet Yazarlar Birliği tarafından 60. yaş günü kutlanır. Yazarlar Evi'nde düzenlenen gecenin ertesinde Politeknik Müzesi'nde, okuyucuları için ikinci bir toplantı gerçekleştirilir. Gecenin yöneticiliğini İlya Ehrenburg yapar.
    1963 : Afrika'ya, Tanganika'ya gider. "Cenaze Merasimim" başlıklı şiirini kaleme alır. (Nisan) 3 Haziran sabahı Moskova'da evinde ölür.

     
  14. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    Dostlarının Ağzından Nazım Hikmet Ran




    Attila İlhan
    "Yaşarken çektirdiler, şimdi doğumunu kutluyorlar"...

    "Nazım Hikmet'in bir zamanlar durumunu anlatan bir mektup var benim elimde. Annesi Celile Hanım'ın Müzehher Va-Nu'ya yazdığı bir mektup bu. Celile Hanım, Nazım Hikmet'in cezaevinde intihar edebileceğini söylüyordu mektupta. Şimdi bunu unutup Nazım Hikmet'in doğum yıldönümünü kutluyorlar.

    Ben Hazım Hikmet'i kurtarma kampanyasında Paris'te etkin olarak görev yapmıştım. Nazım ağır hapis cezasını, komünizm propagandası yapmaktan değil, Türk Hükümeti'ni yıkmaya teşebbüsten yemişti. Bu mümkün olamayacak, akla bile gelmeyecek bir durum. Nazım Hikmet yaşarken ona o kadar çektirdiler şimdi de kutluyorlar. Bu bir skandaldır. "


     
  15. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    Ataol Behramoğlu
    'şair' Nazım Hikmet'i değerlendiriyor...

    - Bir şair olarak Nazım Hikmet'in Türk ve dünya şiiri içindeki yerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

    - Nazım Hikmet, çağdaş Türk şiirinde en önemli devrimi gerçekleştirmiş bir şairdir. Bu devrim, şiirin teknik alanında "özgür koşuk" diye adlandırılan bir yenilikçi harekettir. Kaynağında hem Türk şiirinin 19'ncu yüzyıl sonlarındaki gelişmeleri, hem Fransız "özgür koşuk" hareketi, hem Rus modernizmi ve bütün bunların Nazım Hikmet tarafından Türk dili temelinde gerçekleştirilmiş sentezi söz konusudur.

    Bu aynı zamanda şiir dilinin o güne kadar kullanılmamış sözcüklerle zenginleştirilmesi, yepyeni uyum, ses ögeleri kazanmasıdır.
    İçerikte de yenilikçi bir şairdir. Yine çok az ilgilenilmiş konular, temalar denebilir ki insan yaşamının tüm alanları Nazım Hikmet'le birlikte şiirin konusu durumuna gelmiştir.

    - Nazım Hikmet, devlet yönetimi tarafından önce inkar edildi sonra birden bire ona ve şiirine sahip çıkılmaya başlandı..

    - Yaratıcılığının ilk dönemlerinde de siyasi görüşleri nedeniyle, siyasal yönetimlerin tepkisini çekmekle birlikte, özellikle sanat ortamında çok popüler olmuştu. Dönemin bütün sanatçılarının, her kuşaktan yazarların ve şairlerin ilgisini ve hayranlığını kazanmış bir şairdi. O yıllarda da tutuklandığı, cezaevinde kaldığı oldu. Fakat 30'lu yıllarda gerginleşen dünya koşullarının da Türkiye'de yarattığı gerici siyasal ortamda, Nazım Hikmet bir tehdit olarak görülmeye başladı yönetici çevrelerce. Bir iftira ve tuzak niteliği taşıyan bir komplo girişim sonucunda tutuklanarak, ağır hapis cezasına mahkum edildi. O dönemlerde adının anılması bile yasaklanır duruma geldi. 1950'de af yasasından yararlanarak serbest bırakıldıktan sonra yaşamına yönelik bir başka komplo üzerine ülkeden ayrılmak zorunda kaldı.

    Yurtdışında bulunduğu yıllarda aleyhinde çok çirkin kampanyalar yapıldı. Fakat 1960 sonrası Türkiye'sinde şiirlerinin yeniden yayınlanışıyla birlikte, büyük çaptaki şair ve insan kimliğiyle yeniden ülkesinin okurlarıyla buluşmuş oldu. Bugün bir ulusal kahraman gibi algılanmaktadır. Fakat yönetici siyaset çevrelerinde Nazım Hikmet düşmanlığının tümüyle kalkmış olduğu söylenemez. Belki şöyle özetleyebiliriz, Nazım Hikmet'in hem şair, hem bir toplumal eylemci kimliğiyle nesnel olarak değerlendirilmesi için yine de bir zaman geçmesi gerekmektedir.

    Fakat hiç kuşkusuz 100'ncü doğum yılının Türkiye'de ve başka ülkelerde kutlanmakta oluşu dilimiz ve edebiyatımız için hem büyük bir onur hem de büyük şairimizin hak etmiş olduğu bir başarıdır.

    - Nazım Hikmet hala Tük vatandaşı değil, vasiyeti de yerine gelmedi. Mezarı Moskova'da...

    - Orada yaşamdan ayrıldı ve Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığından da çıkarılmış olduğu için Türkiye'ye getirilmesi sözkonusu değildi o dönemde. Ama mutlaka ülkesinde olması gerekir bu anıt mezarın. Er geç olacaktır bu.

    - Sizce Nazım Hikmet'in gücü nedir? Bütün yasaklamalara ve yoksaymalara karşın insanlar az ya da çok onu ve şiirlerini tanıyorlar. Özellikle son yıllarda Nazım bir efsane haline geldi.

    - Büyük bir şair olmak, büyük bir sanatçı olmak kolay değildir. Eğer Nazım büyük bir şair, bir dil ustası olmasaydı kişisel yaşamı ya da toplumsal düşünceleri ilgi de çekse de bu kadar karizmatik bir kişiliği olamazdı. Herşeyden önce şairliğinin etkisidir Nazım'ı bugünkü konumuna yükselten. Onun yanısıra denebilir ki ele avuca sığmaz canlı kişiliği ve özellikle de toplumsal alandaki eylemci ve düşünür kimliğiyle cesareti tüm bunların birarada oluşu, Nazım Hikmet efsanesini yaratmıştır. Ama bu efsane aynı ölçüde de gerçektir.​
     
  16. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    İbrahim Balaban
    'Şair Baba'sını anlatıyor...

    Türk resim sanatının yaşayan büyük ustalarından biri olan İbrahim Balaban, 1937 yılının son günlerinde, henüz 16 yaşındayken cezaevine düştü. Altı ay hapis ve üç ay da para cezasına çarptırılan Balaban, para cezasını ödeyemeyince üç yıl cezaevinde kaldı. Cezasının bitmesine çok az bir zaman kala dört mahkumun saldırısına uğradı. Balaban, daha sonra hasmını öldürdüğü için yeniden cezaevine girdi. 1942 ile 45 ve 1948 ile 50 yılları arasını Bursa Cezaevi'nde geçirdi. Resme yeteneği olan ve sürekli resim yapan Balaban, Nazım Hikmet'le Bursa Cezaevi'nde tanıştı. Nazım'ın desteğiyle resim çalışmalarını sürdürdü.

    Balaban, kendisinden 20 yaş büyük olan ve 'Şair Baba' diye çağırdığı Nazım Hikmet'le geçirdiği günleri anlattı:

    "Nazım Hikmet, hapispaneye ilk geldiği zaman herkes onun hakkında bir şeyler söylüyordu. Bence söylenilen hiç bir şey Nazım Hikmet'i tam olarak yansıtmıyordu. Bütün mahpuslar, Nazım'ı kendilerine göre anlatıyordu.

    Mesela, Nazım'ın Yavuz Zırhlısı'nı kaçırırken yakalandığını söyleyenler vardı. Bazıları onu bu yüzden büyük bir kahraman olarak görüyordu. Çünkü onlar, bu kadar büyük bir gemiyi ancak Don Kişot gibi, Köroğlu gibi bir adamın kaçırabileceğini düşünüyorlardı.

    Mahkumların bir çoğu da Nazım Hikmet'i kötü tanıyordu. Onlara göre Nazım Hikmet komünistti ve komünizm kötü bir şeydi.

    Ben de Nazım'ın neden içeri düştüğünü sorduğumda komünist olduğunu söylemişlerdi. Benim için önemli değildi bu. Zaten o sıralar komünizmin ne olduğunu da bilmiyordum. Bana komünizmin kötü bir şey olduğunu söylediler. "Ayıp mıdır bunu konuşmak dedim" ayıp olduğunu söylediler. Lugatlara bakarım o zaman dedim, onlar bu sözcüğün anlamının lugatlarda da olmadığını söylediler.

    Bana kalırsa o dönemlerde Nazım Hikmet'in tek suçu dünyaya gelmiş olmaktı. Ne yaparsa yapsın, onu cezalandırıyorlardı. Oysa şimdi aradan bunca zaman geçtikten sonra doğumunun 100'üncü yılı kutlanıyor.

    NAZIM DÜNYAYA SIĞMIYORDU

    İnsanların o dönemde Nazım Hikmet'ten korktuğunu düşünüyorum. Korkuyorlardı, çünkü Nazım Hikmet dünyaya sığmıyordu. Yazdığı şiirler o kadar çok sevilip okunuyordu ki... Bana kalırsa bu, iktidarı rahatsız etti ve Nazım Hikmet'i içeri atmaktan başka çare bulamadılar. Herkes bu güzel adama kendince bir çamur atıyordu. "Öyleyse bu çamurun içinde 28 yıl yatsın bakalım" deniliyordu.

    Ben de suçsuz yere cezaevine düşmüştüm. Jandarma beni falakaya yatırıp suçu kabul ettirmişti. Öfkeden patlayacak haldeydim. Habire resim çiziyordum. Daha çok da tüfek resimleri. Jandarmalardan ve hükümetten intikam almayı düşünüyordum.

    Ben bunları yapıp dururken mahkumlardan biri bana cezaevine bir ressamın geldiğini, insanların yüzüne baka baka resim yaptığını söyledi. Beni o adama götürmesini istedim. "Olmaz" dedi. "Neden" diye sorunca da "Bu adam komünist. Hem, eğer seni beğenirse resmini yapar" dedi. Portresini yaptığı insanlardan kaç lira aldığını sorunca da "Para almıyor, sadece boya parası, 250 kuruş" dedi.

    Sonunda beni Nazım Hikmet'in yanına götürdüler. Resmimi yapmaya başladı. Aslında benim amacım resmimi yaptırmak da değildi. Bir ressamın nasıl çalıştığını görmek istiyordum.

    Nazım Hikmet, kalemi kaldırıp yüzüme karşı önce dikey olarak, sonra yatay olarak tutuyordu. Sonunda benim resmimi yaptı. Ben de onun nasıl çalıştığını izledim. Koğuşa dönünce de bir mahkuma "Geç bakalım Ali Dayı" dedim ve Nazım'dan gördüğüm yöntemle adamın portresini çizmeye başladım.

    Derken Çete Hasan diye bir mahkum geldi. "Sen ne yapıyorsun, resim yapmak için Nazım Hikmet'ten izin aldın mı" diye sordu. " Bu hükümete karşı gelmiş adam, bir dilekçe yazarsa seni Sinop Cezaevi'ne sürerler " dedi.

    Sonra bir gün berberhanedeydim. Ekmek parası kazanmak için berberlik yapıyordum. Nazım Hikmet girdi içeri. Herkes ayağa kalktı. Ben aynanın önünde oturuyordum. Arkamda dikildi "Merhaba İbrahim' dedi. Benim resmimi yapmak istediğini söyledi. Ben "Zaten benim resmimi yaptın" deyince onu beğenmediğini bir kez daha yapmak istediğini söyledi.

    Yaptırmak istemedim. "Neden" diye sorunca ben de resim yaptığımı söyledim. "Yani böyle aynaya bakarak kendi resmini yapabiliyor musun" diye sordu. "Tabi" yaparım deyince "Benim resmimi de yapabilir misin" dedi. Ben de oturup onun resmini çizmeye başladım. Hiç model gibi durmazdı. Hareketliydi. Tam ben resmi çizerken kağıdı elimden kapıp bakmaya başladı. Daha bitirmediğimi söylememe karşın geri vermedi. Daha önce çizdiğim resimleri de görmek istedi.

    Nazım Hikmet bana akademi okuyup okumadığımı sordu. Okumadığımı söyledim. "Peki ya lise" dedi. Bu arada liseyi okumayan bir adamı Nazım Hikmet sevmez diye düşünüp korkuyordum bir yandan da. "Peki ortaokul" diye sorunca "Bizim köyde ortaokul yoktu" dedim.

    Ayağa kalktı, beni öyle bir kucakladı ki. İkimizin de gözlerinden yaşlar akıyordu o sırada. "Beni çıraklığa kabul ediyor musun" diye sorunca "Sen beni ustalığa kabul ediyor musun" diye cevapladı. O günden sonra da resim çalışmalarını hızlandırdık.

    ONDAN AYRILMAK İSTEMEDİM

    Bir ara benim İmralı'ya gitmem gerekti. İstemedim gitmeyi, Nazım Hikmet'ten ayrılmak istemedim. Yarım kalmış kültürümle ne yapabilirim diye düşünüyordum. Nazım bana "Bu kadar aşkla, şevkle çalışan bir delikanlı nereye giderse gitsin kendine bir usta bulur" dedi.

    - Sonuçta İmralı'ya gittiniz...
    - İmralı'dan Bursa Cezaevi'ne döndüğüm zaman ustam Şair Baba'ya kavuşmanın sevincini yaşıyordum. Yeniden tablolar yapmaya başladım. Bu arada Nazım Hikmet "Balaban, artık yağlı boyaya başla" dedi. Bir gün oturup, düşünüyordum. Yanıma geldi "Neden çalışmıyorsun" dedi. "Düşünüyorum" deyince "Olmaz" dedi. "Hem resim yapacaksın, hem düşüneceksin. Oturduğun yerde düşünmekle bir şey yapılmaz" dedi.

    Bu arada bir gün Hazım Hikmet gelip bana "Resim yapmayı bırak artık dedi. Bana ders vereceğini söyledi. Sosyoloji, ekonomi politik ve felsefe dersleri verdi bana. İki ay böyle sürdürdük çalışmalarımızı. Nazım anlatıyor, ben dinliyordum. Sonra bana soruyordu anlattıklarından.

    - Diğer mahkumlar Nazım Hikmet'e nasıl davranıyordu, tavırları nasıldı?
    - Nazım Hikmet'te mesafeli davranıyorlar. Çekiniyorlardı biraz ondan.

    - Nasıl bir insandı genelde?
    - Coşkulu, yerinde duramayan, hareketli bir adamdı.

    - Ressam olmanız konusunda büyük desteği var.
    - Evet. Nazım Hikmet'le röportaj yapmak için Ahmet Emin Yalman falan geliyordu cezaevine. Nazım onlara benim yaptığım tabloları da gösteriyordu. O ara Vatan Gazetesi'nde 'Cezaevinde Yetişen Ressam' diye benden sözeden bir haber çımkıştı. Bana gerçekten de büyük katkısı oldu. Ressam olmamı sağladı. Bildiklerini öğretti, beni kültürle donattı. Ama bana asla şunu şöyle yap, bunu böyle yap demedi. Kendi yöntemimi bulmam konusunda beni serbest bıraktı. Eğer aksini yapsaydı ben 'cüce' kalırdım.

    - O sırada evliydi Piraye ile...
    - Evet evliydi. Ama ayrılmak üzereydi. Çünkü Münevver gelmişti. O sıralarda çok karamsardı Şair Baba. Şiirleri Fransa'da, Yunanistan'da, Bulgaristan'da yayınlanıyordu, serbest bırakılması için kampanyalar yürütülüyordu. Ama o cezaevindeydi. Münevver Yenge gelince neşelendi yine. Birden bire Piraye'den boşanmaya karar verdiğini söyledi. Ama arada kararsız kalıyordu. Münevver de evliydi ve çocuğu vardı. O yüzden birden bire kocasından ayrılmak istemiyordu. Bu arada Nazım Hikmet Piraye'ye de pişmanlık dolu mektuplar yazıyordu. Bir keresinde Piraye'nin kendisini ziyarete geldiğini tam ona sarılmak istediğinde onu ittiğini anlatmıştı bana.

    İNTİHAR EDECEĞİM DEDİ

    Bir gün çok perişandı Şair Baba. Yatağına uzanmıştı. "Balaban gel buraya" dedi. Bir kutu hap vardı onları gösterdi. "İntihar edeceğim" dedi. Şaşırdım. Ağlamaya başladım. "Üç yere mektup yazacağım. Sen de bunları göndereceksin" dedi.

    Hazırladığı mektup da şöyleydi: "İnsanlar! Duyduk duymadık demeyin. İnsanlar! İyiyi ve güzeli, çalışkan insanları ve baskı altında tutulan aydınları savunmak için, Türkçe konuşabilmek için silahımı sıkıyorum. İnsanlar, beni kınamayın. Ne yapayım, ölümü silah gibi kullanmaktan, kendimi fişek yerine koymaktan başka. Biliyorum, kavganın en kolayıdır, ama karşı koymanın son çaresi."

    Bunu bana ezberletti. Avlunun ön kısmına çıktık ben, bunu tekrar ediyordum ona. Avluda gezip dururken ben de bir takım çareler düşünüyordum.

    Konuşuyorduk. Bana namaz kılıp kılmadığımı sordu, sonra da oruç tutup tutmadığımı. Hayatımın bir döneminde, cezaevine gelinceye kadar tuttuğumu söyledim. "Zor mudur" diye sordu. Zor olmadığını söyledim. Anlatım ona. "Ya ne güzelmiş oruç tutmak" dedi.

    "Oruç tutmak!" dedi "Balaban, dur hele dur, aklıma bir şey geldi. Ben açlık grevine gireceğim. Eğer serbest bırakmazlarsa ölene kadar vazgeçmem."

    Sonra bana şöyle dedi: "İyice bakacaksın, öldüğümden emin olduktan sonra yazdığım mektubu Başbakan'a, Cumhurbaşkanı'na ve Adalet Bakanı'na göndereceksin."

    Bu arada o açlık grevindeyken resmini çizmemi de istedi. Ne kadar zamanda ne kadar zayıflayacağını görmek istiyordu.

    Açlık grevine başladıktan sonra onu İstanbul'a götürdüler. Ondan sonra da uzun bir süre mektuplaştık. Af oldu ve o da ben de özgürlüğümüze kavuştuk.

    Sonra resimlerimle beraber İstanbul'a gittim. Altı ay kadar Nazım'la kaldım. Benim tablolarımı annesinin evinin duvarlarına asıyordu. Eve gelenlere gösteriyordu.

    - Nazım Hikmet'in kaçtığını nasıl öğrendiniz?
    - Nazım'ın kaçtığını ben Sivas'ta askerdeyken öğrendim. Bir pazar günüydü. Gazetede okudum. Öyle çok üzüldüm ki... Kendimi rüyada gibi hissettim. Sanki çok ağır bir hastalığa yakalanmış gibiydim. İki arkadaşım koluma girip beni birliğime kadar götürdüler.

    Nazım Hikmet gerçekten de büyük bir adamdı. Beni kültürle donattı ressamlığa yöneltti. Bir güneşti ve ben o güneşin içinden doğdum.Bence onun gibi insanlar bu dünyaya kolay kolay gelmez. ​
     
  17. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    Vedat Günyol
    Vedat Günyol anlatıyor...

    - Nazım Hikmet'i ilk kez ne zaman gördünüz, nasıl tanıştınız?
    - Nazım Hikmet'le altı ay kadar süren bir dostluğumuz oldu. Aslında onunla tanışmadan önce de peşine düşmüştüm. Orhan Burian o dönemde yayınlanan Yücel Dergisi'nde kimsenin yapmaya cesaret edemediğini yapmış, onun 10- 15 tane şiirini arka arkaya yayınlamıştı. Onu tanımadan da ona hayrandık. Dünyanın en ünlü şairlerinden biriydi o dönemde.

    Onu ilk kez Erkin Zırhlısı'nda görmüştüm. Hapis cezasını çekiyordu. Geminin yargıcı Haluk Şeyhsuvaroğlu aslında onu korumak için elinden geleni yaptığını söylüyordu ama, Nazım o gemide pislik içinde yaşıyordu. Bir keresinde ambarda yarı beline kadar suyun içinde kalmış.


    - Kısa süren bir dostluğunuz var...
    - Nazım Hikmet, Peride Celal'in arkadaşı Münevver Hanım'la dost olmuştu. Ben de o grubun içinde olduğum için Nazım'la altı ay kadar bir dostluk yaşadım.

    Kaçmadan 15 gün önce pazar yerinde tesadüfen karşılaştık. Yeni buzdolabı almıştı Nazım. Beni yemeğe çağırdı. Buz gibi domates suyu ve külbastı yedik. Bundan 15 gün sonra da kaçtığını duydum. Önce çok üzüldüm. Ama bir yandan da sevindim. Çünkü o yaştan sonra askerlik yaptırmak istiyorlardı ona.

    - Sizin tanıdığınız Nazım Hikmet nasıl bir insandı?
    - Nazım çok alçakgönüllü bir insandı. Büyük şairlik duygusuna kapılmış biri değildi. Dost bir insandı, kim olursa olsun aynı gözle bakardı. Herkese 'üstat' derdi.

    Nazım Hikmet insan olarak yaman bir
    insandı. Sıcak ve insanın içine işleyen bir kişiliği vardı.​
     
  18. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    Ressam Avni Arbaş
    Ressam Avni Arbaş anlatıyor

    "Nazım'ı ilk gördüğümde 15 yaşındaydım. O dönemde, Galatarasay'da her sene fuar yapılırdı. Orada bir hoca vardı. Ressam. O da fuarda bir pano almış, bir şeyler yapıyor, ben de yardım ediyordum. Hava güneşliydi. Bahçedeydik, Yusuf Ziya da vardı. O zamanlarda o çevrede gazetelerin büroları vardı.

    O sırada beyazlar giymiş, uzun boylu, sarı hatta kızıl saçlı bir adam geldi. Hemen tanıdım. Daha önce resimlerini görmüştüm çünkü. Orada tanışmadık ama o onu ilk görüşümdü.

    Sonra aradan seneler geçti. Paris'teydim. 1958 senesiydi. Abidin Dino aradı. "Nazım geldi" dedi. "Yarın Montparnasse'da bir kafede bulaşacağız sen de gel". Eşimle birlikte gittik.

    Beni gördüğünde sanki uzun süredir görmediği bir dostuymuşum gibi kucaklaştık. O sırada eşim Henriette'i Nazım'la tanıştırırken ona başımızdan geçen bir olayı anlattım.

    Picasso ile tanıştığımızda Henriette "Dünyada en çok tanışmak istediğim iki kişi vardı biri sizsiniz (Picasso) biri de Charlie Chaplin demişti. Henriette bunu söyledikten sonra Picasso " Ve Nazım Hikmet" diye eklemişti.

    Bunu anlatınca Nazım, kalkıp Henriette'in elini öptü ve teşekkür etti. Nazım'a "Niye Henriette'e teşekkür ediyorsun" diye sorunca da " Beni düşündüğü için" diye cevap verdi.

    Ben Nazım'a onu düşünenin Henriette değil Picasso olduğunu söyleyince de epey gülmüştük.

    "BUNLAR AVNİ ARBAŞ'IN ATLARI"

    Bir sergi açmıştık Paris'te. Benim orada Atlar diye bir tablom vardı. Onu çok sevdi Nazım. Moskova'ya döndüğünde bana bir mektup yazmıştı. O şiiri de yazmış. Şiirin
    iyi olmadığını düşünmüş, özür diliyordu. Eşine az rastlanır derecede mütevazı bir insandı."​
     
  19. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    [SIZE=+1]Nazım Hikmet'in Mirası[/SIZE]

    Hürriyet gazetesiden alıntıdır.

    [​IMG]

    Ünlü şair Názım Hikmet'ten geriye üç vasiyet kalıyor. Konstantin Simonov, seçim yapmayı o sırada Moskova'da bulunan Aziz Nesin'e bırakıyor.

    Üç vasiyeti de okuyan Aziz Nesin, kendince son derece makul gerekçelerle birisinde karar kılıyor. Bu vasiyete göre, Názım Hikmet'in mirası oğlu Memet'e ve Türkiye Komünist Partisi'ne kalıyor.

    SÖZCÜKLER Dergisi'nin yeni sayısında, ünlü yazar Aziz Nesin'in en az kendisi kadar ünlü oğlu matematik profesörü Ali Nesin'e yazdığı son derece önemli bir mektup yayımlandı. Názım Hikmet'in vatandaşlıktan çıkartılmasını ortadan kaldıran Bakanlar Kurulu kararıyla birlikte yeniden gündeme gelen miras, vasiyet ve mirasçılar hakkında söz konusu mektupta çarpıcı bilgiler var. Aziz Nesin, 24 Şubat 1992 tarihini taşıyan mektubunda, Názım Hikmet'in üç kez intihara teşebbüs ettiğini ve her teşebbüsten önce de birer vasiyet yazdığını belirtiyor. Tesadüf bu ya, Názım Hikmet'in öldüğü günlerde Aziz Nesin de Moskova'da bulunmaktadır. Názım Hikmet Kurulu'nun başkanı Konstantin Simonov, Aziz Nesin'e başvurarak, bu vasiyetlerden hangisinin geçerli olması gerektiğini sorar. Tercümanlığı ise Názım Hikmet'in yakın arkadaşlarından Ekber Babayef yapmaktadır. Simonov, Aziz Nesin'e, "Elimizde üç vasiyet var. Hangisinin geçerli olacağını belirlemek gerekiyor. Öbür ikisini yok sayacağız. Size güveniyorum. Siz ne derseniz öyle yapmak istiyorum" diyecektir. Gerisini, Aziz Nesin'in mektubundan takip ediyoruz:

    "Büyük sorumluluk... Rusça yazılmış üç vasiyeti çevirttim. Mantık gereği, son tarihli vasiyeti geçerli saymak gerekiyor. Ama son vasiyetinde oğlu Memet'e mirasını bırakmamış. Sanırım, Münevver'e kızdığı sıralar yazmış olacak... Şöyle düşündüm. Nasıl olsa yaşadığı ev ve eşyalar karısı Vera Tulyakova'nın olacak. Ayrıca Vera'nın hiçbir geçim sıkıntısı da yok. Bu durumda Vera'nın telif haklarından yararlanması yazılmamış olan vasiyetin geçerli olmasının daha ádil olacağını düşündüm. Bu vasiyetinde Názım kalıtını (mirasını) yani telif haklarını oğlu Memet'e ve Türkiye Komünist Partisi'ne bırakıyordu. İşte bu vasiyet geçerli sayıldı. Öbür iki vasiyeti, sanırım Simonov ortadan kaldırdı. Bu olayı kimse bilmez, çünkü yazmadım. Yazsam, yine kıyametler kopar. Ama sağ kalırsam nasıl olsa yazacağım. Şimdi Názım'ın telif haklarını Memet alıyor, hem de babasını hiç sevmeyen Memet... TKP'nin miras almış olduğunu hiç sanmıyorum."
     
  20. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    [SIZE=+1]Nazım Hikmet Kitapları[/SIZE]


    Şiir
    835 Satır
    Jokond ile Si-Ya-U
    Varan 3
    1+1=1
    Sesini Kaybeden Şehir
    Benerci Kendini Niçin Öldürdü
    Gece Gelen Telgraf
    Portreler
    Taranta Babu'ya Mektuplar
    Kurtuluş Savaşı Destanı
    Saat 21-22 Şiirleri
    Şu 1941 Yılında
    Memleketimden İnsan Manzaraları
    Rubailer
    Dört Hapishaneden
    Yeni Şiirler
    İlk Şiirleri
    Son Şiirleri
    Yatar Bursa Kalesinde


    Roman
    Kan Konuşmaz
    Yeşil Elmalar
    Yaşamak Güzel Şey be Kardeşim


    Hikaye
    Hikayeler
    Çeviri Hikayeler


    Oyun
    Kafatası
    Bir Ölü Evi Yahut Merhumun Hanesi
    Unutulan Adam
    İnek
    Ferhat ile Şirin
    Enayi
    Sabahat
    Yusuf ile Menofis
    İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu


    Mektuplar
    Kemal Tahir'e Hapishaneden Mektuplar
    Cezaevinden Memet Fuat'a Mektuplar
    Bursa Cezaevinden Vâ-Nû'lara Mektuplar
    Nâzım'ın Bilinmeyen Mektupları
    Pirâye'ye Mektuplar


    Yazılar
    İt Ürür Kervan Yürür
    Alman Faşizmi ve Irkçılığı
    Millî Gurur
    Sovyet Demokrasisi


    Masal
    La Fontaine'den Masallar
    Sevdalı Bulut


    Nâzım Hikmet'i Konu Alan Başlıca Kitaplar İse Şunlar
    Nâzım Hikmet'in Hasreti - Türkkaya ATAÖV
    Bu Dünyadan Nâzım Geçti - Vâlâ NUREDDİN (Vâ-Nû)
    NÂZIM HİKMET - Yaşamı, Ruhsal Yapısı, Davaları, Tartışmaları, Dünya Görüşü, Şiirinin Gelişmeleri - Memet FUAT
    Nâzım Hikmet - İnceleme/Antoloji - Asım BEZİRCİ
    Gölgede Kalan Yıllar - Memet FUAT
     

Bu Sayfayı Paylaş