Ne güzel eğleniyorduk! - Gökhan Özcan

'Yazılar, Denemeler.' forumunda zipper tarafından 10 Tem 2013 tarihinde açılan konu

  1. zipper

    zipper quae nocent docent

    [​IMG]


    Hayatım boyunca espri yapan bir adam oldum. Zaman zaman bunun dozunu kaçırıp mahcubiyetler yaşadığım da oldu. Gerektiğinde geri adım attım, özür diledim. Espri yapmanın da, yapılan esprinin de bir haddi, hududu olduğuna, mutlaka olması gerektiğine inandım. Hayatın olanca doğallığı içinde esprilerin de bir yeri, bir güzelliği, insana kattığı zenginlikler var elbette, buna şüphe yok. Ama çok daha büyük bir gerçek var; hayat dediğimizde, sadece şakalarla, esprilerle geçiştiremeyeceğimiz, eğlenceden ibaret sayılamayacak kadar ciddi bir şeyle karşı karşıya olduğumuzu hepimiz bilmeliyiz.

    Dünyada gülünüp geçilemeyecek kadar katı, sert, acı şeyler de yaşanıyor. Bu gerçeklerle yüzleşebilenler şunu rahatlıkla görebiliyor; hayatın asla espriye gelmeyen, gelemeyecek olan bir başka yüzü daha var ve siz ne kadar espritüel olursanız olun meseleyi güler yüzlü bir noktaya çekmek elinizden gelmiyor. Bu can yakan vaziyetlere gözünüzü kapatmamak, yaşanan her şeyi uzun uzun muhakeme etmek, zihninizde bugüne dair bir gerçeklik oluştururken bütün renkleri bir arada tutan bir vicdanî denge tutturmaya çalışmak zorundasınız.

    Şu açık bir gerçek; bugün hayatını birer mutluluk sarhoşu olarak yaşayan, yaşamaya çalışan, böyle bir yaşamayı ihtirasla isteyen kitleler, aslında hayattan kendi paylarına düşenin fazlasını istemiş oluyorlar. Daha çok tüketim, daha çok eğlence, daha fazla refah, daha fazla konfor… Kim bunlara talipse, kim kendi payına düşen hayatı ölçüsüzce büyütmek istiyorsa; bilsin ki bunu bir başkasının hayattan aldığı payı küçültmek pahasına istiyor. Bu dünyada herkesin sınırsız tüketebileceği kadar kaynak yok. Bu dünyanın gerçekleri her günü eğlenceyle geçiremeyeceğimiz kadar sıkıntılı.

    Sanal alışkanlıkların zihinlere yaptığı en büyük fenalıklardan biri, hayatı sadece istenen kısımları görünen bir menü olarak insanların önüne koymasıdır bana sorarsanız. Zaman içinde hepimizin böyle bir zâfiyetle malul hale geldiğimizi, gelmekte olduğumuzu düşünüyorum. Mesela geçmişe dair bir birikimi, geleceğe dair bir tasavvuru olmadan, dünyayı saran ivedi problemlerin hiçbirine herhangi bir çare düşünmeden, söz gelimi yoksulluğun, betonlaşmanın, tüketim girdabının, sınırsız hazcılığın, çevresel çatırdamanın, kültürel çözülmenin, inanç sığlaşmalarının, otomasyon ve işsizliğin, üretimi arttırdıkça tüketimi katlanan enerji ihtiyacının, şehirsel kalabalıklaşmanın, ayrımcılığın, ırkçılığın, sevgisizliğin, iletişimsizliğin ve başımızdaki daha yüzlerce irili ufaklı başka sıkıntının nasıl makul bir çözüm kavuşturulabileceğine dair en ufak bir zihinsel sorumluluk taşımadan ‘devrimci’ olabiliyor her yaştan her kültür ve inançtan insan. Çağın sadece klavye tuşlarına dokunarak yapılabilen ilk ultra-pratik devrimleri bunlar… Tabii tam o anda bağlantı kopmaz, elektrik kesilmezse… Hem kim yapıyor bu devrimleri, kim adına, ne için, ne önererek? Tişörtlerin üstüne mi bakmamız gerekiyor, çantalardaki ‘stiker’lara mı, on dakikada bir güncellenen ‘hashtag’lere mi? Mesela avatarlara göz atsak olur mu; binlerce Che, binlerce Malcolm X, binlerce Deniz Gezmiş… Ve aslında milyonlarca canı çok sıkılan çocuk sadece.

    Bir espri mi bu? Değil maalesef! Sanal bir meydanın iki tarafından birbirine atıp tutan ve toplam ideali üste çıkmaktan ibaret olan sanal bir devrimin traji-komik bilançosu!

    Yaşadığı zamana karşı bir insan olarak sorumluluk taşımayan, sıkıntıları hep başkalarının yüklenmesini bekleyen ve bütün hayal kırıklıklarını da o yüklenicilere mal etmek isteyen klavye devrimcileri/mücahitleri olduk hepimiz. Ne herhangi bir acı gerçeği ucundan kaldırmak istiyoruz, ne bir yaraya merhem karmak… Ne nefret etmeyi bırakmaya hazırız, ne taşa tutma hakkımızdan vazgeçmeye… Topluca coşkulanmak, topluca öfkelenmek yetiyor bize, sıradaki mevzu her neyse!..

    Başkaları mütemadiyen terlesin, biz hep kahvemizi yudumlayalım, espri yapalım istiyoruz. Biri bir yanlış yapsın, onu ayağımızın ucuyla şöyle bir ezelim istiyoruz. Biz ne dersek o olsun, fikrî istimi de arkadan gelsin istiyoruz. İyi de kimse yok ki arkamızdan toplayıp gelen; kartopu gibi büyümekte olan o acı, kaba, sert gerçeklerden başka!

    Mesela bir gün arka sokakta bali çeken, üşümüş, karnı aç ve içinden kanamalı bir çocuk karşımıza dikilecek ve hiç de fotojenik olmadığını haykıracak yüzümüze karşı!

    Var mı peki bu duruma uyacak esprisi olan?..

    Gökhan Özcan
     

Bu Sayfayı Paylaş