İnsanın her düşüncesinde, her kanaatinde, her kararında, her seçiminde iki temel soru vardır: Ne(yi) biliyorum?; ve, Nasıl biliyorum?"Nasıl" sorusuna cevap veren epistemoloji, "Ne" sorusuna cevap veren özel bilimleri mümkün kılar. Felsefe tarihinde, epistemolojik teoriler, -çok nadir bazı istisnalar dışında- kaçılması imkansız bu iki temel sorudan birinden veya ötekinden kaçma teşebbüslerinden ibaret oldu. İnsanlara, ya bilgi elde etmenin imkansız olduğu öğretildi (şüphecilik); ya da, bilginin, gayretsiz olarak elde edilebileceği öğretildi (mistisizm). Antagonistik gibi görünen bu iki tavır, aslında aynı temada iki çeşitlemedir; aynı kalp paranın iki yüzüdür: bu tema, rasyonel bilgilenme sürecinin ve realitenin mutlaklığının sorumluluğunu yüklenmekten kaçma teşebbüsüdür; bilincin, mevcudiyete karşı öncelik taşıdığını iddia etme teşebbüsüdür. Her ne kadar, şüphecilik ve mistisizm, nihai olarak biribirleri yerine geçebilen nosyonlarsa da; yani, bir tanesinin egemenlik kazanması, daima ötekinin yeniden ortaya çıkışına yol açmaktaysa da; sahip oldukları iç çelişkinin şekli bakımından farklıdırlar. Bu iç çelişki, bu nosyonların kaynağındaki felsefi doktrin ile bu nosyonları ortaya attıran psikolojik motivasyon arasındadır. Felsefi olarak: mistik, genellikle bizatihici (vahyedilmiş) epistemoloji ekolünün savunucusudur; şüpheci ise, genellikle epistemolojik sübjektivizmin savunucusudur. Fakat, psikolojik olarak: mistik, kendi bilincinin, diğer bilinçlere göre üstünlüğünü iddia etmek için bizatihiciliği bir araç olarak kullanan bir sübjektivisttir; şüpheci ise, otomatik bir tabiat-üstü rehberlik bulma çabası başarısız kaldığından, başkalarının kollektif sübjektivizminde, buna ikame arayan küskün bir bizatihicidir. Özetle: mistik, epistemolojik bizatihiciliğin savunucusu olan bir psikolojik sübjektivisttir; şüpheci ise, epistemolojik sübjektivizmin savunucusu olan bir psikolojik bizatihicidir. Modern felsefenin neo-mistiklerinin, farkına varmadan kabul ettikleri zımni öncül: ancak gayrı-kabil-i-tasvir bir bilincin, realiteyle ilgili geçerli bilgi edinebileceği; "doğru" bilginin, sebepsiz olmak zorunda olduğu, yani herhangi bir bilgilenme aracı olmaksızın elde edilmek zorunda olduğu inancıdır. Tek ayağı üzerinde dikilip göbek dansı yapan bir sirk fili gibi, Kant sisteminin bütün mekanizması da, sayfalar ve ciltler dolusu kıvırmaları esnasında bir tek noktaya istinat eder: insan bilgisi geçerli değildir; çünkü, bilinç kimliğe sahiptir. Kant'ın argümanları, asli çizgileriyle şuna indirgenebilir: insan, spesifik bir tabiata sahip olan bir bilinçle sınırlıdır; bu bilinç, realiteden ancak spesifik araçlar yoluyla haberdar olur; bunlar dışında, başka hiçbir araç kullanamaz; dolayısiyle, insan bilinci geçersizdir. İnsan, Kant'a göre adeta: gözleri olduğu için kördür; kulakları olduğu için sağırdır; bir bilince sahip olduğu için aldanmaktadır; algıladığı şeyler, onları algılıyor olması yüzünden mevcut değildir. Bu inkar, sadece insan bilincinin değil, herhangi bir bilincin, hayvanların veya -varsayılıyorsa- Tanrı'nın bilincinin inkarıdır. (Kant gibi Tanrının mevcudiyetini varsayan bir insan için bu inkar, Tanrı'nın bilincinin veya mevcudiyetinin (kimliğinin) de, inkarı demektir; çünkü: ya, Tanrı, hiçbir araç kullanmaksızın haberdar olmaktadır; ki, bu durumda, hiçbir kimliğe sahip değil demektir; ya da, ancak bazı ilahi araçlar yoluyla haberdar olup, başka hiçbir araç kullanmamaktadır; ki, bu durumda, haberdarlığı, bilinci geçerli değildir.) Nasıl ki, Berkeley, "olmak, algılanmaktır" diyerek mevcudiyeti inkar etmekteyse; benzer şekilde, Kant, algılanmanın olmamak anlamına geldiğini ima ederek bilinci inkar etmektedir. En eski türünden, Kant'la erişilen zirvesine kadar her tür mistisizm tarafından, insan bilincine, özellikle bilincin kavramsal yeteneğine yapılan saldırı; bir bilinç işlemi ile elde edilen bilginin, "işlenmiş bilgi" olduğu için, mutlaka sübjektif olacağı, realitenin olgularına tekabül edemeyeceği öncülünün, meydanı boş bulmasıyla başarı kazandı. Objektiflik, şu olguların anlaşılmasıyla başlar: insan (bilinci ve diğer bütün hususiyetleri dahil olmak üzere), spesifik bir varlıktır ve buna göre davranmalıdır; Kimlik Kanunu'ndan, ne alışverişte bulunduğu evren içinde, ne de kendi bilincinin işleyişi içinde kaçmaya imkan yoktur: evren hakkında bilgi elde etmek için, bilinci kullanmanın doğru yöntemlerini keşfetmelidir; başta bilgilenme yönteminin bütün işlemlerinde olmak üzere, insanın hiçbir faaliyetinde, keyfiliğe hiçbir yer yoktur; nasıl ki, fiziki aletlerinin yapımında, objektif kriterlerle yönlendirilmesi gerektiğini öğrenmişse; aynı şekilde, bilgilenmesinin aletleri olan kavramlarının teşkilinde de, objektif kriterlerle yönlendirilmesi gerektiğini öğrenmelidir. "Tabiata kumanda etmek, ancak ona itaat etmekle mümkündür" prensibinin kavranması, insanın fiziki mevcudiyetini nasıl özgürleştirmişse; tabiatı anlamak, ancak ona itaat etmekle mümkündür prensibinin kavranması (bilgilenmenin kanunlarının türetileceği kaynağın, mevcudiyetin tabiatı ile bilgilenme yeteneğinin tabiatından (kimliğinden) başka bir yer olmadığının kavranması), insan bilincini özgürleştirecektir. Alıntı