Nasıl ölçtüğünüze bağlı olarak boyu en uzun şekilde ölçüldüğünde 93 metre boyunda olan özgürlük heykeli, 1986′da restore edilinceye kadar aslında bir deniz feneriydi. Ayrıca özgürlük heykeli elektrikli ampul kullanan ilk deniz feneri olma özelliğini taşır. Heykelin en tepesindeki meşale New York Limanına gelen gemiler için deniz feneri görevi görmekteydi. Beton zeminden en tepedeki taça kadar içerisinde 354 basamak bulunmaktadır. İnsanlar turistik amaçlı olarak meşalenin içinden New York manzarası izleyebilirler. Toplam ağırlığı 225 ton olan heykelin, 100 tonu bakırdan oluşmaktadır ve elle plakalar halinde imal edilen bu bakır parçalar demir iskelet üzerine sabitlenmiştir. Bakırın normalde kırmızımsı, kahverengimsi bir renkte olması beklenir. Özgürlük heykelinin de orjinal rengi buydu aslında. Hatta bakır rengi diye tabir edilen renkte mevcuttur. Bazı kimyasal tepkimeler sonucu yıllar geçtikçe özgürlük heykelinin üzerindeki bakır renk değiştirerek o mavimsi yeşil rengini almıştır. Bakır zamanla hava ve neme maruz kaldığı için aynı demirin hava ile tepkimeye girip paslanması gibi, bakırda bazı tepkimeler sonucu bu renge dönmüştür. Havadaki nem de bu renk değişimine etki etmiştir tabiki. Meşalenin bu kadar parlak olmasının sebebi ise orada bakır yerine altın kaplama olmasıdır. Günümüzde hala parlaklığını korumaktadır. New Yorktaki Özgürlük Heykelinin parasını Sultan Abdüláziz ödemişti. Heykel, 19. yüzyılın ortalarında Türk toprağı olan Mısıra dikilmesi maksadıyla Fransızlar tarafından hazırlanmış ama sonradan yaşanan bazı şanssızlıklar yüzünden Mısır yerine Amerika yolunu tutmuştu. İşin daha da garip tarafı, heykelin masraflarının büyük kısmının, zamanın hükümdarı Sultan Abdüláziz tarafından bizzat ödenmiş olmasıydı. New York dendiği zaman, çoğumuzun hatırına ilk önce Manhattandaki gökdelenler ve şehrin hemen önündeki adada yükselen, kaidesiyle beraber tam 93 metrelik Özgürlük Heykeli gelir. 1880li senelerde Fransada yapılan Özgürlük Heykelinin masraflarının büyük kısmının bizden çıktığını, projesinin New Yorka değil, o yıllarda Türk toprağı olan Mısıra dikilmek üzere hazırlandığını ve son anda yaşanan bir talihsizlik neticesinde Amerikaya gittiğini bilir misiniz? İşte, kaçırılan bu fırsatın kısa öyküsü: 19. asırda Osmanlı İmparatorluğunun toprağı olan Mısır, yüzyılın ilk yıllarından itibaren Kavalalı Mehmed Ali Paşanın soyundan gelen Hıdiv unvanlı valiler tarafından idare ediliyordu ve içişlerinde bağımsız hale gelmişti. Mısır valileri, sadece yabancı memleketlerle imzaladıkları anlaşmalarla mali protokolleri padişaha tasdik ettirmekle yükümlüydüler ve İstanbul, bu gibi talepleri genellikle her zaman yerine getiriyordu. Mısır Valisi Said Paşanın Fransız mühendis Ferdinand de Lessepse 1854te hazırlattığı ve Akdeniz ile Kızıldenizi birbirine bağlayacak olan Süveyş Kanalı projesi de onaylaması için Osmanlı hükümdarına sunulmuştu. Projenin arkasında Fransa vardı ama İngiltere, Akdenizdeki ve Hindistandaki hákimiyetini sona erdirebilecek olan böyle bir hazırlığa karşı çıkıyor ve zamanın hükümdarı Sultan Abdülázizi, projeyi reddetmesi için devamlı bir baskı altında tutuyordu. Said Paşa, İstanbulun tasdikini beklemedi ve 1854ün 30 Kasımında Fransız mühendise projenin hayata geçirilmesi için gerekli şirketin kurulması iznini verdi. Fransız sermayesiyle kurulan şirketin hisse senetlerinin tamamı satılınca İngiltere, Sultan Abdülázize daha da fazla baskı yapmaya başladı ve hükümdar, Mısır Paşasının projesini 12 yıl boyunca onaylamadı. Mısır tarafı ise, İstanbulun tasdiki gelmeden işe başladı ama Said Paşa 1863te birdenbire ölüverdi. Yerine geçen İsmail Paşa ise Fransız değil, İngiliz taraftarıydı, bu yüzden iktidarının ilk yıllarında projeye gereken önemi vermedi ama daha sonraki senelerde Kanalın Mısıra nasıl bir hayati değişiklik getireceğini farkedince işe o da dört elle sarıldı. Kazılar neredeyse tamamlanmak üzereyken Fransız hükümeti, Sultan Abdülázize İngilizlerden daha fazla baskı yapmaya başladı. Sultan Abdüláziz, 1866nın 19 Martında yayınladığı fermanla Kanala izin verirken Kanal Şirketi ile Said ve İsmail Paşalar arasında varılan anlaşmaları onayladı, üstelik Mısırın kanal inşaatı için yaptığı dış borçları de devlet garantisi altına aldı ve kendisi de Kanal Şirketinin hisselerine oldukça yüksek bir mebláğ yatırdı. ASYANIN IŞIĞI OLACAKTI Said Paşa ile kanalın mühendisi olan Ferdinand de Lesseps arasında 1854te varılan anlaşmanın çok ilginç bir maddesi vardı: Kanalın Akdenize açıldığı yere dev bir heykel dikilecekti. Heykel, firavunlar zamanının giysilerine bürünmüş bir kadın şeklinde olacak ve elinde Asyanın ışığının Mısırdan geldiğini sembolize eden bir meşale tutacaktı. Sultan Abdülazizin ödediği paralar arasında yapılacak olan heykelin masraflarının bir bölümü de vardı. Paşa ve mühendis, eseri Fransanın tanınmış heykeltraşlarından olan Frederic Auguste Bartholdiye sipariş ettiler, hatta bir hayli avans da ödendi ve Bartholdi işe başladı. Dikileceği yerde monte edilecek şekilde parçalar halinde hazırlanan heykel birkaç sene sonra tamamlanmış, kanalın Akdenize açıldığı yerde birkaç hafta içerisinde yerleştirilebilecek hale getirilmiş ve Marsilyadan bir gemi ile Mısıra nakledilmesinin hazırlıklarına bile girişilmişti. Ama, Said Paşadan sonra Mısırın başına geçen İsmail Paşa, Müslüman bir memlekette böylesine büyük bir heykelin dikilmesinin halk arasında hoşnutsuzluk yaratacağını düşündü ve mühendis Ferdinand de Lessepse, heykelin Mısıra getirilmemesi talimatını verdi. Mühendisin Paşayı ikna çabaları neticesiz kaldı. Süveyş Kanalı 1869 Kasımında dünyanın dört bir tarafından gelen davetlilerin katıldığı büyük ama heykelsiz törenlerle açıldı. Bartholdinin eseri ise, Mısırda bu yaşananlardan sonra Pariste bir depoya kondu ve tozlanmaya terkedildi. O yıllarda dünyanın bir başka tarafında, Fransa ile Amerika Birleşik Devletleri arasında büyük bir muhabbet yaşanıyor ve taraflar birbirlerine jest üstüne jest yapıyorlardı. HEYKEL, AMERİKA YOLUNDA: Pariste kurulan Fransız-Amerikan dostluk grubunun lideri olan Edouard Rene Lefebvre de Laboulaye, Fransız Hükümetini Amerikalıların Fransanın dostluğunu daima hatırlamaları için bir hediye gönderilmesi konusunda ikna etti ve hediyenin devásá bir heykel olması kararlaştırıldı. Heykel bir elinde hukuku simgeleyen bir kitap tutacak, diğer elinde de dünyayı aydınlatan özgürlüğün sembolü olan bir meşale taşıyacaktı. Sipariş gene aynı heykeltraşa, Frederic Auguste Bartholdiye verildi. Bartholdinin eseri zaten hazırdı, senelerden beri bir depoda beklemedeydi ve tek eksiği üst kısmında, yani elleriyle kollarında ve yüzünde bazı değişiklikler yapılmasıydı. Amerikalılar heykelin New Yorkun hemen girişinde bulunan ufak adalardan birine yerleştirilmesine karar verdiler. Bartholdi, kaidenin yerini görmek için New Yorka gitti ve Parise dönüşünde yeniden işe başladı. Bakır ve çelikten yaptığı heykelin mühendisliği ilgilendiren taraflarını Parise kendi adıyla anılan bir kule dikmiş olan Gustave Eiffel ile beraberce çalışarak tamamladı ve 1884 Haziranın ilk günlerinde eserini Fransız hükümetine teslim etti. Bartholdi heykelin yüzünü tamamen değiştirmiş ve metale annesi Charlottein siluetini işlemişti. Birbirine monte edilecek şekilde yapılmış 350 parçadan oluşan heykel İsere adındaki bir Fransız gemisine yüklendi ve 4 Kasım 1885 günü New Yorka ulaştı. New Yorkta, bu arada heykelin kaidesinin yapımı için bir bağış kampanyası başlamış, ilk bağışı Macar göçmeni olan, New Yorkta World adında bir gazete çıkartan Joseph Pulitzer yapmış ve kaide için 100 bin dolar vermişti. Macar göçmeni gazeteci, daha sonra gazetecilikte dünyanın en büyük ödülü sayılan Pulitzerin de isim babası olacaktı. Kaidenin inşasından sonra sıra heykelin dikilmesine ve resmi açılışa geldi. Bartholdi, New Yorka yanına bu defa Süveyş Kanalının mühendisi ve heykelin fikir babası olan Ferdinand de Lessepsi de alarak gitti ve 1886nın 25 Ekiminde yapılan törende eserinin açılışını bizzat yaptı. Murat Bardakçı