“Suzan Gaylord evleniyor, gelin oluyor!” Bu kelimeleri sanki biri söylüyor, sanki etraflarını kuşatan her şey; “Serserinin Ormanındaki” bütün ağaçlar, Mark'la beraber biraz öte yanında durdukları karaağaç dalındaki kuş bile, tekrarlıyormuş gibi apaçık duydu. İlkbaharın aceleci küçük bir cırcır böceği hep böyle diyerek ötüyor, Mark'ın candan, derin sesi de, kendisini küçümseyen bir mânaya bürünerek: “Suzan, acaba beni ister misin, benimle evlenebilir misin?” diye soruyordu. Mark'ın hanidir tasarlayıp durduğu günün saatin; “bugün”, “bu saat” olduğunu pekâlâ bilmişti: Komşu çiftliklerin birinden kalkıp, koca boyu, utangaç, çocuk haliyle sıkıla bozara mektebe, beşinci sınıfa geldiği günlerden beri tanıdığı bu insanın öyle umulmadık, beklemedik şeyler yapacak bir yaradılışı yoktu. Yıllarca, Suzan daima neşe içinde güle söyleye, öteki ise daima aynı çekingen hali, iri boyu ile, kalabalıktan uzak, bir kenardan kızı gözleye kollaya, birbirlerine okuldaşlık etmişlerdi. Onun kendine göz koymuş olduğunu Suzan daha ilk günden farketmişti. Başını arkaya atarak : “Evlenmek istiyorum, hem seninle evlenmek istiyorum,” dedi. Erkek titriyordu. Suzan, omuzlarının üstünde duran kocaman ellerin titrediğini hissediyordu. Olan olmuştu işte. Evlenecekti. Üstelik yapmak istediği birçok şeylerin içinde, evlenmek “gelin olmak”, en başta gelendi. (Kitabın Girişinden) Gizli içerik: Bu alandanki gizlenmiş içeriği görmek için konuya yanıt vermelisiniz.