Resim ve Sosyal Hayat

'Güzel Sanatlar' forumunda Uygu tarafından 26 Eyl 2012 tarihinde açılan konu

  1. Uygu

    Uygu New Member

    Resmin, tarih boyunca, çeşitli toplumların uygarlıklarındaki önemli rolünün dinden başka sebepleri var. Yaşanılan olaylar canlandırıldı, kralların, prenslerin, zenginlerin portreleri yapıldı. Orduların zaferleri büyük kompozisyonlar halinde tasvir edildi. Halk gelenekleri resme konu seçildi. Evlenecek hükümdarlara başka memleketler kadınlarının portreleri gönderildi. Böylece resim birleştirici bir rol oynadı. Fotoğrafın 19 uncu yüzyılda icadına kadar resim, bütün olayları canlandıran, tarihe mal eden tek araç oldu.

    Eski resimlerin bu kadar titizlikle meydana getirilmiş olmasının belki başlıca faktörü onları, birer sadık belge olarak tarihe devretmek kaygısı idi. Ressamın sihirli fırçası insan yüzlerine can veriyor, önemli olayları bir çizgi ve renk cümbüşü içinde göz önüne seriyor, tapınakları anlamlandırıyordu. Allah, Melekler, Şeytan, Cennet ve Cehennem, kutsal kitapların anlattıkları halk önünde canlanıyor, şekilleniyor, sembolleşiyordu.

    Yazma kitaplar resimlerle süsleniyor, zenginle*şiyordu. Halk resminin, karikatüral, hicivci resmin de toplum içinde rolü büyüktü. Resim sevileni kutsallaştırılabildiği, gibi, sevilmeyeni de gülünç kılıklara soka*biliyordu. Böyle bir kudreti elinde tutan ressamın tarih boyunca kazandığı önem büyüktü ve toplumun içinde seçkin bir yere sahip oluşu kadar normal bir olay olamazdı.

    Çağdaş Hayatta Resim

    Fotoğrafın, sinemanın icadı, basının, yayınların gelişmesi, haberleşme araçlarının gitgide yayılması genel olarak sanatın ve resmin önemini küçümsetmeyecek, ama muhakkak başka bir karakter verecekti. Resim, "belge" olmaktan kurtuluyordu. Tabiat gös*terilerini, olayları, hayatın bin bir sahnesini kesin bir yakınlıkla tespit eden fotoğraf, canlandıran, seslen*diren sinema, ressamın çalışmasına başka idealler ka*tacaktı. Ressam gitgide daha çok kendi kişiliğine dö*necek, resim gitgide daha kişisel, daha soyut bir kimliğe bürünecekti.

    Nitekim öyle oldu. Empresyonizm akımından bu*günkü soyut araştırmalara, resim, kolektif hayattan yavaş yavaş sıyrılarak tamamıyla "spekülatif" bir kimliğe büründü. Fikir araştırmalarına yeni bir alan açılmıştı. Ressam artık kolektif anlayışa, topluma seslenmiyordu.
    Yada sesleniyorsa bunu, anlaşılma*sına özel bir kültür gerektiren girift, esrarlı bir dil*le yapıyordu.

    Empresyonizm, Kübizm, Fovizm, Abstre -soyut-resim akımları gitgide daha derinleşen entelektüel sanat gösterileri oldu. Güneş ışığını süzen, im*bikten geçiren Empresyonizm ve maddeleri parçalayan, tanınmazca dağıtan soyut akımlarla, resim sanatı görünen, objektif tabiattan gitgide uzaklaştı. Es*kiler, tabiata körü körüne bağlanmamakla beraber, onu yorumluyor, tablolarda gerçeği, hiç değilse, ha*tırlatıyorlardı. Çağdaş sanat akımları uzaktan uzağa da olsa bu hatırlatmayı gereksiz buldular, biçim ve renklerin kendi dünyalarınca yaşamaya yeterli ol*dukları prensibini ileri sürdüler. Biçimler, renkler, kendi yapılarının güzelliğiyle konuşacaklardı ve dış âlemi hatırlatmaları artık sanata yeni faydalar sağlayamayacaktı.

    Soyut sanat akımları benimsenebilir, yada sevilmeyebilirler. Bu akımlar üstüne yargımız ne olur*sa olsun, soyut sanat şekillerinin çağımız kaygıları*na, çalkantısına, huzursuzluğuna, bilimsel araştırmalarına paralel geliştiklerini teslim etmek gerekir. Za*man ve mekân anlayışlarının kökünden sarsıldığı, uzaklık, süre kavramlarının her yıl biraz daha daral*dığı, atomun parçalandığı, "madde"nin moleküllerden yapılı hayalî bir varlık olduğu anlaşılan çağımız içinde, sanatın da derinden derine onu sarsan çalkan*tılara alan olmasını normal bir olay saymak gerek*tir.
    Resim sanatının son otuz yılda gitgide soyutlaşması ona yeni alanlar sağlamış oldu. Resim, gitgi*de daha kesin olarak tabiattan ayrılmakla benzer*lik, benzetme özelliğini kaybetti. Bu kaybediş onu, "anlatma, -tasvir etme-", canlandırma, bir konuyu ifa*delendirme zorundan kurtardı. Bir bakıma da, si*nema, fotoğraf, televizyon resmin önceleri yaptığını kat kat daha yakınlıkla yapabiliyordu. Bilimin buluşları resmi, insanları ve olayları çizgiler, renklerle tarihin sanat arşivine dökme ödevinden kurtarabili*yordu. Resim salt çizgileri, biçimleri, renkleri, âhenkleriyle yaşayabilecekti. Resim "mütercim -çevirici-" fonksiyonundan kurtulabiliyordu.

    Empresyonizm ve Kübizm'le başlayan bu "başlı başına var olma" yeterliği soyut sanat akımları ile adamakıllı kuvvetlendi. Biçimler ve renkler kendi başlarına kalınca, kendi kıymetlerinin diliyle konuşma*ya başlayınca, bu olay, iki sonuç doğurdu: Biri res*min süslemeye, bezemeye sapması, öteki de "fonksi*yonel" olmaya, "yarayıcı" bir kimliğe bürünmesi. Resim bir yandan süsleme sanatlarının bir kolu ola*cak kadar kimlik değiştirirken, bir yandan da özel*likle mimarlığın kıymetli bir yardımcısı oldu. Çün*kü tablo artık özgür bir varlık olmaktan çıkmıştı. Bir olayı nakletmedikçe, yaşayan insanları -portreler yo*luyla ölümsüzlüğe götürmedikçe, tabiattan adama*kıllı ayrılınca resim sanatının böylece süsleme ve bezemeci, yada fonksiyonel oluşu normal bir sonuç*tu.

    Resim, ister istemez bir satıh -yüz, yüzey- sana*tı olacaktı. Bu kalıba girince de, büyük alanları süs*lemesi, mimarlığın yardımcısı olması gerekiyordu.

    Soyut sanat biçimleri, klâsik anlayışlı, klâsik çaplı çerçevelenmiş tablo kalıbından çok, yapılan süsleyen, bezeyen, biçim ve renklerle şenlendiren ge*niş, yarayıcı kalıplara yakışıyordu. Fresk, yağlı bo*ya, yada mozaik teknikleri içinde soyut resimler, yapılarda çok geniş alanlar kaplamaya başladılar. Yapıların yalnız içi değil, dışı da resimlerle süslen*di. Örneğin, son yıllarda Meksika'da yükselen okul, müze, üniversite gibi resmî yapılarda mozaik tekni*ğiyle meydana getirilmiş iç ve dış süslemeler resmin mimarlığa ne kıymetli bir yardımcı olabileceğini gös*terdi.

    Resmin, çağımızda mimarlığın yardımcısı olma*sı olayı karşısında, eski çağlarda da, özellikle Röne*sans'ta da böyle olduğu akla gelebilir. Gerçekten re*sim, klâsik çağlarda, mimarlığın uysal bir yardımcı*sı, bir kolu idi. Kiliseler, saraylar, özel evler; freskler, yağlı boya büyük panolarla süslenirdi. Ama çok ke*re resimle mimarlığın bu beraberliği, at başı gidişi,iki sanat kolunu barıştırmazdı. Bina yükseldikten, adamakıllı bittikten sonra ressam çağrılır, belli salon*ların duvarları ona süslendirilirdi. Bugün olduğu gi*bi, ressamla mimarın toplu çalışması, binayı hem mi*marlık, hem plâstik sanatlar yönlerinden, bir bütün olarak ele almaları yoktu. Öte yandan, o çağlarda re*sim, ışıklı, gölgeli klâsik tekniğiyle, duvar sathının iki boyutlu kıymetini bozuyor, derinlik anlamı olan bir üçüncü boyutla odaları, salonları daha da geniş*letiyordu. Üstelik, pencerelerden dökülen ışıkla re*simlerin çokluk koyu, ağır olan gölgeleri aykırılık ya*ralıyordu. Büyük çapta tablolar, yada fresklerle süslü eski yapılar ne kadar da güzel olurlarsa olsun*lar, resimle mimarlığı çağımızın anlayışına uygun olarak barıştıramadıkları muhakkaktır.

    Böylelikle resim, klâsik çağlardan bu yana an*lamı, kimliğiyle büyük değişimlere alan oldu.

    Resim nereye gidiyor?

    Yarım yüzyıllık bir geç*mişi olan soyut, nonfigüratif resim gelecekte ne gi*bi kalıplara dökülecek? Bunu şimdiden sezmek zor olmakla beraber, Batı dünyasında gitgide beliren bir "tabiata dönüş" eğilimini göz önünde tutmak gere*kir. Soyut resmin repertuarı tükendi mi? Artık yenilenemez, yeni kalıplara bürünemez mi? Yenilenme*si için tabiata, gerçekçiliğe dönmesi mi gerek? Bu*nu bize önümüzdeki yıllar gösterecek.
    Şu var ki, resim, soyut görüşünü tüketip yeni*den daha insancıl biçimlere bürünse de, tabiatın ti*tiz bir tercümanı olma kaygısına hiç bir zaman dönmeyecek, dönemeyecektir. Yeni "realizme", yeni gerçekçilik insana, figüre, portreye, belli konulara dön*se de bunu, bambaşka anlayışlar içinde başaracak, tabiatla sanatçı arasındaki gerekli köprüyü kura*caktır.
    Resimsiz bir dünya düşünülemez. Soyut olsun, gerçekçi olsun, hangi estetik, teknik kalıplara bürünürse bürünsün; resim, insanlık kültürünün en önem*li bir kolu olarak yaşamaya devam edecektir. Daha yukarda belirttiğimiz gibi, resim yapma hareke*ti psiko-fizyolojik bir itişin, bir içgüdü itişinin sonu*cudur. Onu, rakipsiz bir ifade, anlatım aracı yapan da budur. Ses, söz, biçim kültürel anlatımların belli başlı üç koludur ve biçim derken, plâstik sanatla*rı, yani heykeli ve resmi anlıyoruz.

    Resim, insanlığın ilk çağlarından bugüne başar*dığı ödevi dünya durdukça yürütecektir. Müzik sa*natının yedi nota içinde dönen sınırlı araçları gibi, yedi renk ve biri eğri, öteki düz iki çizgi kıymetine da*yanarak hiç biri ötekine benzemeyen binlerce şahe*ser yaratmış olan resim sanatı, gelecekte yeni yeni kimliklere bürünecek, sanat tarihini zenginleştirecek*tir.

    *
    Alıntı
     

Bu Sayfayı Paylaş