Desen teknikleri içine, desen yaparken kullanılan aygıt ve gereçler ile bunların kullanılış biçimleri girer. PASTEL "Kuru boyama biçimi"olan pastelde, başlangıçta boya beyaz toprak ve öğütülmüş boyalarla yapılan hamura zamk karıştırılarak elde edilir, sonra bu hamur yuvarlanıp biçimlendirilerek kurumaya bırakılırdı. Ama yarattığı sert etkileri estompla hafifletip silikleştirmek gerekiyordu (bu nedenle pastel çoğu zaman yağlıboya resme benzetilmiştir: Quentin de La Tour ve Manet'nin tuval üstüne yaptıkları pasteller. Lucas Cranach'ın ve Holbein'in pastelleri üe Degas ve Toulouse-Lautrec'in pastelleriyse iki ya da çokrenkli desenlerdir. GRAFİT KALEM Grafit kalem, desen alanında XVII. yy'da kullanılmaya başlandı. Önceleri, ham ingiliz grafitinden yumuşak uçlu ve soluk yazan kalemler elde ediliyordu. Günümüzde kullanılan kalemi ilk olarak Fransız Nicolas Jacques Conte (1755-1805) bir kil ve toz grafit karışımını pişirerek ortaya koydu. Pişme süresi ne kadar uzun olursa ucu da o oranda sert olan bu grafit kalemin çevresiyse, sedir ağacından ve ardıç ağacından yapılıyordu, İngres'in yaptığı desenlerde bu tekniğin etkisine önemli ölçüde raslanır; hattâ İngres bunu sanat araştırmalarının özgün bir öğesi haline getirmiştir. LAVİ Başlangıçta desen fırçaları sincap kuyruğundan yapılırdı. XVII. yy'dan sonra desen fırçası yapımında oğ*lak, kokarca ve porsuk kılından da yararlanılmaya başlandu Fırça ge*nellikle tüy kalem, gümüş iğne uçlu kalemle birlikte, bazen de her türlü yöntemden bağımsız olarak kullanı*lırdı. Lavi kullanımı başlıca iki tekniğe uygundur. Lavi, deseni gölgelendirmek, bazen de renklen*dirmek için kullanılır; ışıklandırma*lar da guvaşla gerçekleştirilir. Kâğıda sulandırılmış mürekkep ya da boya sürmekle elde edilen lavi çalışmasında, çini mürekkebinden büyük ölçüde yararlanılmıştır; bu yöntemle çalışan sanatçılar arasın*da Dürer, Holbein, Gallot sayıla*bilir. Rembrandt, vb. sanatçılar da, ufalanmış kurumdan yapılan laviyi yeğlemişler, XIX. yy'da bunun yeri*ni mürekkepbalığından elde edilen sepya almıştır. Lavi önceleri sfumato tekniğine göre yapılmış, içine çok az mürekkep katılmış suyla taramalar yapılarak, duman gibi, yoğunlu*ğu gitgide azalan ve renkleri derece derece yumuşayan görüntüler elde edilmiş, bu tekniği, Leonardo da Vinci, Botticelli ve Mantegna gibi ressamlar kullanmıştır. Venedikli*lerin etkisiyle teknikten zamanla vazgeçilmiş ve renklerin yumuşatıl*ması, mürekkebin az ya da çok miktarda ıslatılıp nemlendirilmesiyle sağlanmıştır. Yalnızca ışıklandır*ma araştırmalarına elverişli olan bu yöntem de, özellikle Rembrandt ve Claude Lorrain'in çalışmalarına uy*gun düşmüştür. FÜZEN Füzen ya da kömür kalem kuşkusuz en eski desen tekniğidir. Füzen çu*bukları çeşitli boyutlarda olabilir; ince ve sert olanlar daha çok sert çizgiler için, grimsi ve daha kalın olanlar kalın çizgiler için kullanılır. Füzenin tesbiti sanatçılar için uzun süre sorun yaratmıştır. XVI. yy'da Venedikliler uzun süren ve pek de kolay olmayan bir tesbit yöntemi buldular; kâğıdı, içine arap zamkı katılmış su dolu bir kaba yatırıyorlardı. Ama füzeni kısa sürede tesbit yöntemi tam anlamıyla XIX. yy'da bulundu; buna göre bir alkol ve reçi*ne solüsyonu füzen üstüne üfleniyor*du. Bu alanda, klasik sanatçılar arasında Tintoretto gibi füzen usta*larını saymak gerekir. METAL UÇLAR Eskiçağ'dan başla[KÜFÜR YOK] yazı yaz*mak için kullanılan metal uçlar, Giotto'dan Dürer'e kadar sanatçı*ların kullandıkları başlıca araç ol*du. Gümüş iğne uçlu kalem, kemik tozuyla hazırlanan bir kâğıt kullanıl*masını gerektiriyordu. Bu kalemle çizilen çizgiler silinemediği için gümüş uçlu kalem kullanımı güç bir işti: Dürer, Vinci, Raffaello gibi ressamların yeşil, mavi ve fildişi renkli kâğıt üstüne yapılmış çok güzel desenleri vardır. Gümüş uçlu kaleme göre daha mas*raflı olan altın uçlu kalem ve Jacopo Bellini'nin kullanmış olduğu çok daha sert olan bakır uçlu kalem için de, aynı biçimde hazırlanmış bir kâğıt gerekiyor, söz konusu metal kalemlerle çok ince, silik ve grimsi çizgiler çizilebiliyordu. Buna karşı*lık, daha ucuza mal edilen ve özel bir kâğıt gerektirmeyen, üstelik ko*layca silinebilen kurşun uç kullanı*mı zamanla büyük ölçüde yaygınlaş*tı. TAŞLAR XV. yy'ın sonlarında sangin ve İtalya taşının kullanılması bir evri*min belirtisidir. Gümüş uçlu kalemden çok daha rahat kullanılabilen İtalya taşı ya da arduvazla, pek düz*gün olmayan, Ortaçağ inceliklerine ters düşen ama Rönesans ustaları*nın hacim araştırma çalışmalarına son derece uygun olan geniş ve sert çizgiler elde edilebiliyordu. Yumuşaklığı öbür maddelere benze*meyen ve aşıboyasından ya da demir kırmızısından yapılan sangin, önceleri renklendirme amacıyla kul*lanılıyordu. Desen çizmede sanginden ilk olarak Leonardo da Vinci, daha sonra da Michelangelo yarar*landı. Fransa'ya Primaticcio tara*fından götürülen sangin, İtalya taşı ve tebeşirle karıştırılarak ya da tek başına Watteau tarafından ustalık*la kullanıldı; ayrıca Boucher, Greuze ve Fragonard gibi sanatçılar da sık sık sangin kullandılar. TÜY KALEM VE MÜREKKEP Uçlu kalem ve mürekkep kullanımına İ.S. ilk yy'larda başlandı. VI. yy'a doğru kamış kalemin yerini kaz tüyünden yapılma tüy kalem aldı. Mürekkep, başlangıçta, mazı kozalağının demir sülfat ve arap zamkıyla kaynatılmasından elde ediliyor*du; ama böyle hazırlanmış olan bir mürekkep zamanla bozuluyor, hattâ kâğıtta oksitlenmeye yol açıyordu. Bu nedenle kısa süre sonra yerini, is, jelatin ve kâfurudan yapılan çini mürekkebi aldı; bu mürekkep hembozulmuyor, hem de kâğıdı bozmu*yordu. Pisanello ve Uccello gibi res*samlar tüy kalemi büyük bir ustalık*la kullandılar; ama özellikle konturlara büyük önem verdiler ve yalnız*ca düşey tarama çizgilerinden ya*rarlandılar; çapraz taramalar an*cak Dürer'le ortaya çıktı. Michelangelo, Callot, Rembrandt ve daha birçok sanatçı da, tüy kalemle yapılmış desenler bıraktılar. XIX. yy'da tüy kalemin yerini daha dayanıklı olan demir uçlu kalem aldı. Günümüzde uçlu kalemle yapılan desenler yeniden önem kazanmış, metal uçlar öylesine çeşitlenmiş ve nitelikleri öylesine iyileşmiştir ki, sanatçılar ne kadar farklı teknikler*de çalışırlarsa çalışsınlar, kendi yöntemlerine uygun araçlar bulabil*mektedirler. Fransızca "dessin" sözü dilimize o kadar işledi ki, onu "çizgi", yada "çizgi resim" olarak çevirme*yi faydasız buluyoruz.Desen denilince ne söylenmek istenildiği kesin olarak anlaşılır. Bir şeyin deseni denilince, genel olarak biçimi, eski deyimle, şekli, sınırı, bir bakıma da dış görünüşü anlaşılır. Bir tablonun deseninden söz edilirse siyah-beyaz kıymetlerinden, yada tablodaki elemanların renkle ilgisiz, sadece çizgi tarafları ele alınmak istenildiği de bilinir. Desen kelimesinin neyi anlamlandırdığı üstüne uzun boylu durmaktansa, onu estetik ve teknik plân*larda incelemeyi, desenin resim sanatındaki önemi*ni belirtmeyi daha faydalı buluyoruz.Büyük Fransız ressamı Jean-Dominique Ingres ikide birde, öğrenicilerine: "Le dessin est la probite de l'art" aforizmasını tekrarlarmış. "Desen, sanatın namusu, bereketidir" diye çevirebileceğimiz bu aforizma ile Ingres, desene verdiği önemi belirtmiş olu*yordu. Zaten Ingres, Rönesans klâsiklerinin, özellik*le Raphael ekolünün bir devamcısı olarak "desenci" bir ressamdı. Ona göre, tablonun çizgisi ve çizgiler yoluyla biçim yapısı renginden, renk âhenginden çok daha önemli idi. Bir tablonun deseni iyi kurulunca; renk kendiliğinden gelişirdi. Eşyayı sınırlandıran dış çizgiler ölçüleri, hareket ve kıvraklıkları ile iyice ter*tiplenince, tablonun dörtte üçü meydana çıkmış bu*lunuyordu. Egemenlik böylece desene verilince, bu dört başı mamur çizgi sisteminin üstünü örtecek olan renklerin önemi o kadar büyük olamazdı. Nitekim klâsik ressamların genel olarak sınırlandırılmış bir renk repertuarı kullandıkları ve daha fazla gri fon*lara kaçan renkler kullandıkları da meydandır. TARİHÖNCESİ DÖNEMDE DESEN Tarihöncesi kültürlerinin ve ilkel toplumların çeşitli törenlerinde de*senin önemli yeri vardı. Lascaux mağaralarmdaki (Fransa) duvar süslerinden Avustralya yerlilerinin ağaç kabukları üstüne yapmış ol*dukları desenlere kadar bütün örnekler, insan elinin sanatı yarattığı zaman, insanın kendi taslağını da yaptığını kanıtlamaktadır. Yüzyıllar boyunca insanlığın geçir*diği evrimden sonra, Tunç devrin*de kazılmış taş bloklarındaki çizgisel süslemelerin ilkel Mısır vazolarındaki çizgilerin, bir bakıma çağdaş bir mimarlık projesine ya da bir hey*kel, bir resim taslağına ulaştığı gö*rülür. AVRUPA'DA DESENİN GELİŞMESİ "Desen yapmak" Ortaçağ'da bağım*sız bir sanat etkinliği olmadığı hal*de, Batı dünyasında minyatür yapı*mıyla ilgili hazırlık çalışmaları, desen alanındaki ilk gelişmelere yol açtı. Minyatür ustası, içine, çoğun*lukla eski el yazmalarından aldığı kompozisyon öğelerini yazdığı "not defterleri" kullanırdı. XIII. yy'dan başla[KÜFÜR YOK] bu öğeler, yüz çizgileri ve mimarlıkla ilgili oran çalışmaları biçimine dönüştü: Villard de Honnecourt'un Le Livre des portraitures (Portre Yapma Kitabı) adlı yapıtı, bu tür albümlerin en ilgi çekicilerin*den biridir. Kâğıdın, bütünüyle par*şömenin yerini almasından ve kulla*nımının yaygınlaşmasından sonra, çizgiye dayalı çalışmaların sayısı da günden güne arttı.XV. yy. bu alanda bir dönüm nokta*sı oluşturdu. Trattato della Pittura (Resim incelemesi) adlı yapıtında Cennino Cennini (1370-1440), dese*nin kömür ve gümüş iğne uçlu ka*lemle yapılmasını öğütledi. Ona göre, bir ressamın bütün öbür tek*nikleri uygulamadaki ustalığı, bu tür çalışmalara bağlıydı. Cennini'den sonra Leonardo da Vinci de, doğa incelemesinin desen yoluyla yapıl*ması gerektiği üstünde durdu. Çi*zilen taslağın görevi, düşünceleri kaydetmek olacak, ardından çizilen kroki de, buna daha eksiksiz bir bi*çim verecekti: Leonardo da Vinci'yle çizgi işleklik kazandı ve sanatçı, biçimi ışık gölge değerleriyle, tara*malarla belirtti: Çoğunlukla her Rö*nesans sanatçısının kişiliği desen çizdiği zaman kullandığı teknikle kendini gösterir. Kemik tozuyla ha*zırlanmış kâğıt üstüne gümüş iğne uçlu kalemle desen yapma ya da mürekkebe batırılmış kaz tüyü kul*lanımı geniş ölçüde yaygınlaştı. Paolo Ucello'nun (1397'ye doğru-1475) yanı sıra, Floransalı ressam*ların büyük bölümü füzen ve sangin (ya da kırmızı kalem) kullanımını önemsediler; aynı tutum Venedik'te Jacopo Bellini'nin atölyesinde de ge*çerli oldu. Fransız minyatürcüsü JeanFouquet'nin çalışmaları ve Fla*man Jan Van Eyck'in araştırmaları bir yana bırakılırsa, XV. yy. Avru*pa'sında desenin gelişmesi İtalyan Rönesansı'yla sınırlanabilir. Leonardo da Vinci'de çizgilerin, bireşim kaygısı içinde karışmasına karşılık, A. Dürer'in yapıtlarında desen son derece belirgindir. Küçük Hans Holbein'in desenlerindeyse, resim*lerinde görülmeyen bir yetkinlik göze çarpar (her iki usta da, XVI. yy. Alman okuluna önemli yer sağ*lamışlardır) . ÇİZGİ SANATI Önce François I, daha sonra da Henri IIIün saraylarında portre ressamı olarak görevlendirilmiş olan Hollanda kökenli Jean Clouet ve özellikle oğlu François Clouet, XVII. yy. Fransız klasik anlayışının öncü*leri oldular: İster kurşun kalem, ister füzen, isterse sangin kullan*sınlar, çizgileri hiçbir zaman pekiştirilmemiştir ve desen yalın ve özentisiz bir özellik taşır. Çizgi sanatı Rosso ve Primaticcio gibi İtalyan ressamlarının yapıtlarında önemli rol oynadı (bu sanatçılar François I tarafından Fontaine-bleau'ya, şatonun dekorasyonu için çağrılmışlardı).XVI. yy'ın ikinci yarısında gerçek*leştirilmiş olan büyük freskler, res*samları çok sayıda kroki ve etüt yapmaya yöneltti: Bu çok sayıda hazırlık çalışması, Nicolo Dell'Abate (1509-1571), Cigoli (1559-1613) ve her iki Zuccari (Taddeo ve Federico) gibi sanatçıların duvar ve tavan resimlerinde ulaşılamayan bir öz*gürlük ve güven duygusuyla hare*ket etmelerinin neden ve kanıtlarını oluştururlar.Rubens ile Vermeer arasında, XVII. yy'da yaşamış büyük ressamlar, bir*kaçı dışında, en büyük desen usta*larıydılar. Kuşkusuz Poussin'in "hiçbir şeyi ihmal etmedim" deme*si, yetkin kompozisyonda bir tablo yapmak için desen çizme isteğine uygun düşer. Onun gibi Claude Lorrain de kurum ya da sepyayla belirginleştirdiği tüy kalem çalış*malarının sayısını durmadan artır*mıştır. Öte yandan, Rembrandt'ın desen ustalığının, bu sanatçının dehasının evrenselliğini açıklamaya yettiğini söylemek de, aşırıya kaç*mak sayılmaz. Çoğunlukla tüy ka*lemle yaptıkları desenlerle Tiepolo, Canaletto ve Guardi gibi ressamlar,XVIII. yy. Venedik'inin canlı bir gö*rüntüsünü sundular. Fransa'da Watteau, Fragonard ve Boucher gibi ressamlar da, desen çalışmala*rında sangin ve füzeni yeğlediler. Pastel ortaya çıkana kadar bu ge*reçler, Hubert Robert tarafından da benimsendi. ÇİZGİNİN ÖĞRETİCİ YANI XIX. yy. başlarında nü ve anatomiy*le ilgili desen çalışmalarında David, Eskiçağ alçak-kabartmalarının tak*lidini öngörüyordu. İngres'in grafit kalem kullanımı, büyük bir sanatçı*nın burdan alacağı dersi gözler önü*ne sermekteydi. Desen Gericault' nun sanatının ve çoğunlukla füzenle çalışan Daumier'nin çalışmalarının temelini oluşturdu.Manet, çizginin öneminden dolayı Goya'nın çalışmalarına büyük bir dikkatle eğildi. Desene çok bağlı olan Degas'ysa bu tekniği şöyle ta*nımlıyordu: "Desen biçim değil, bi*çimi görme yoludur". Bu tanım Degas'nın hem kendi çalışmalarına, hem de Toulouse-Lautrec'in kendi*ne özgü desenlerine uymaktadır. Bu arada, yüzyıl Seurat'nm siyah-beyaz oyunlarıyla kapanacak ve bir yeni yüzyıl Odilon Redon'un ışıklı pastelleriyle açılacaktır; ama artık desen, kesinlikle bir kompozisyona hazırlık niteliğinde bir çalışma olmaktan çıkmıştır: Matisse, salt çizgiler olarak desenden geniş ölçü*de yararlanmış, Picasso deseni var gücüyle kullanmış,heykelci Giacometti'nin yapıtlarında da desen büyük önem taşımıştır. TÜRKİYE'DE DESEN ÇALIŞMALARI Doğalcı anlamda desen çizimi, sanat eğitiminin temel öğelerinden biri olarak askerî okullarımızdaki ilk re*sim derslerinden bu yana önemli yer tuttu. Eski deyimiyle "menazır" yani perspektif, çizgiye dayandığı için doğal kaynaklı resimlerde desenin değeri ön planda yer almaktaydı. Üsküdarlı ressam Hoca Ali Rıza, Harbiye'deki resim Öğretmenliği sı*rasında, biçimlerin çizgi yoluyla kavranmasını kolaylaştıran öğretici desenlerini taşbaskı tekniğiyle ço*ğaltılan albümlerde topladı ve bu alanda öncülük görevini üstlendi. İs*tanbul'un sahil kahvelerini, kayalık*larını, gölgeli ağaçlarını, deniz görünümleriniyse serbest karaka*lem çahşmalar halinde geliştirip, özgün desenin ilk örneklerini bu yapıtlarında ortaya koydu. Aynı kuşaktan Halil Paşa'nın çıplak de*sen etütleri de çağdaş resmimizde bu türün ilk kalıcı örnekleri arasın*da yer aldı. Çizgiyi simgeci amaçlar doğrultusunda kullanan Hüseyin Avni Lifij, renkli kalemlerle oluştur*duğu desenlerde güçlü bir çizimcinin çabasını ortaya koydu. İbrahim Çallı ve arkadaşlarının yer aldığı iz*lenimci kuşak ressamlarıysa, genel*likle rengin kapatıcı ve değişimci et*kisini benimsediklerinden deseni ba*ğımsız çizgi yerine daha çok hazırla*yıcı bir etkinlik olarak değerlendir*diler. Ama buna karşılık, onların hemen arkasında gelen 1928 kuşağı (ya da Müstakil Ressamlar Grubu), resimde çizginin belirleyici işlevini birinci planda benimsedi ve bağım*sız desene daha büyük ölçüde yer verdi. Onlar için desen, bir resmin ilk oluşum evresinden çok,kompozisyonun temel taşı, vazgeçilmez bir parçasıydı.Bu anlayışı,çağdaş sanatın bir gereği halinde ve daha araş*tırıcı bir doğrultuda, D Grubu ressamlarının da sürdürdüğü söylene*bilir. D Grubu ressamları, ilk ortak sergilerini desen türündeki çalışma*lara ayırdılar. Genellikle 1940 yılla*rını izleyen, özgün kişilik arayışları*nın da yoğunlaştığı bir dönemde, desen, sanatçının varoluş nedenleri arasında ilk sırayı aldı. Sabri Berkel, Refik Epikman gibi sanatçı*lar, ilk dönem çalışmalarında fırça*nın ve kalemin saptayıcı değeri açı*sından desene yaklaşırlarken, söz*gelimi Turgut Zaim muşamba ve çin*ko baskı desenlerinde, tekniğin kat*kısını göz önüne aldı. Abidin Elderoğlu'nun uyumlu kavisleri ve ritmik ' çizgi oluşumlarını temel alan kaligrafik desenlerinde, uzun çalışma dö*nemlerinin desene özel bir kimlik aşılayan çabalan görüldü. Bedri Rahmi Eyüboğlu'da, desen, coşkulu bir çalışmanın, değişmelere daya*nan bir araştırmanın, nakış duyarlığına bağlı bir çağdaş yorumun ürün*leri olarak dikkati çekti (birçok res*mine, renkle oluşturulmuş çizgisel kökenli çalışmalar gözüyle bakılabi*lir) . 1950 kuşağı ressamlarına büyük ölçüde geçmiş olan bu miras, sözgelimi Orhan Peker'in desene ve siyah-beyaz resme büyük pay tanıyan çalışmalarında kişilikçi bir anlam kazandı. Özgün baskı tekniklerine yönelen ve bu alanda desenin gücünü yaygınlaştırmaya çalışan genç kuşak ressamları, çizginin ge*leneksel eğitici rolünü daha esnek, araştırıcı, bağımsız, kişilikçi yoru*ma öncelik veren doğrultularda değerlendirmeye koyuldular. * Alıntı