Roma Hukuku

'Hukuk' forumunda sha. tarafından 8 Kas 2010 tarihinde açılan konu

Konu etiketleri:
  1. sha.

    sha. ..daha çirkin, daha huysuz

    1- Devirleri: Roma hukuku, başlangıcı Roma tarihinin ilk devirlerine kadar uzanan ve milâdî altıncı asırda Jüstinyen'in (Justinianus) kanunlarıyla nihayet bulan uzun bir gelişmenin mahsulüdür. Yani bu intişafın takriben bin yıldan fazla sürmüş bir tarihi vardır. Bu uzun gelişme çağlarında mezkür hukuk anî değil, tedricî inkılâp ve değişmelere uğramış, mütemadiyen şeklini değiştirmiştir. Öyle ki meselâ cumhuriyet ve prenslik devirlerinin hukuku, Jüstinyen hukukundan derin bir şekilde ayrılmaktadır. Doğrudan doğruya Roma hukukundan ve bu hukukun modern hukuklar üzerindeki tesirinden bahsedildiği zaman daha çok son safhası (Jüstinyen hukuku) kast olunmaktadır.
    Umumiyetle Roma hukukunu kavrayabilmek için şu beş devreyi göz önünde bulundurmak gerekir:
    a) Roma'nın başlangıcından (M.Ö. 754), milâttan önce dördüncü asra kadar süren "eski hukuk devri". Bazı müellifler bu devre "krallık devresi" demişlerdir.
    b) İkinci Pön harbinden (M.Ö. 200) Prensliğin kuruluşuna kadar devam eden devre.
    Bazılarına göre bu devre M.Ö. 509 yılında kralların kovulmasıyla başlar ve adına "cumhuriyet devri" denir.
    c) Prenslik devrinden milâdî üçüncü asrın ortalarına kadar devam eden "klasik hukuk devri".
    Bazı Roma hukukçularına göre bu devre M.Ö. 27 yılında Augustus ile başlayıp M. 284 yılında Diocletianus ile son bulan "prenslik" devridir.
    d) Klâsik hukuk edebiyatının birden sona ermesiyle başlayan ve Jüstinyen kanunlarıyla sona eren "Bizans" devri.
    Daha çok amme hukukunu nazar-ı itibare alanlara göre bu devre M. 284–565 yılları arasında geçer ve "aşağı imparatorluk devri" adını alır.
    e) 565'ten 1453 yılına kadar devam eden "Bizans İmparatorluğu" devresi.

    2- Devirlerin Hususiyetleri:
    a) Birinci devre:
    Bu devre hukukunda cezaî hükümler çoktur. Hukukî münasebetlerin çoğu, muhtemelen menşeleri rahiplerin dinî hukuklarında bulunan cezaî hükümlerin ve kanunların himayesine alınmıştır. Ancak cumhuriyet devrinden önce yazılı bir hukuk mevcut olmayıp teâmülî hukuk hâkimdir. Bu sebeple de mevkür devreye ait bilgiler kat'i değildir.

    b) İkinci devre:
    Bu devrede hukukî münasebetleri tanzim eden üç nevi kanun ve hukuk kaynağı ile karşılaşıyoruz: On iki levha kanunu, halk meclisleri kanunları ve pretor beyannameleri.

    aa- On iki levha kanunu:
    M.Ö. 452 yılında yazılı olmayan hukuku tedvin için halk tarafından seçilen on kişi iki yıl çalışarak on iki levhaya, hukukun bütün sahalarına ait maddeleri yazmışlar ve bunlar halk meclislerince kabul edilerek kanunlaşmıştır.

    Bronz veya tahta yahut da fildişinden olduğu söylenen levhalar Roma'nın en büyük meydanına (Forum Romanum) asıldı ise de 60 yıl sonra Galler'in Roma'yı yağmalamaları sırasında imha edilmiştir.
    Tarihçi ve hukukçuların naklettiği kısımlardan anlaşıldığına göre 12 Levha Kanunları iki gaye güdüyordu:
    Siyasi gayesi: Asillerle halk arasında mümkün olduğu kadar eşitlik sağlamak ve vatandaşları, idarecilerin keyfi davranışlarına karşı korumak. Ancak kanunlar bunu tam manasıyla gerçekleştirememiştir; o devirde asiller ile halk arasındaki evlenme yasağı devam etmektedir.
    Hukuki gayesi: Eski teamül hukukunu toplayıp tespit etmek.

    On iki Levha Kanunu iptidaî bir hukuk seviyesini temsil etmektedir. Ayrıca umumiyetle Roma hukukuna hâkim olan "şekilcilik" karakteri burada da kendini göstermektedir. Bazı örnek hükümler:
    Bir kimse, kendisine borçlu olan vatandaşı hâkim (majistra) önüne götürür, borçlu borcunu ödeyemezse muayyen şekillere riâyet ederek ona el kor, evine götürür ve zincire vurur. Muayyen zaman içinde yine ödeyemezse öldürebilir. Veya köle olarak satar. Alacaklı birden fazla ise borçlu, alacaklar nispetinde parçalara ayrılır...(10)

    Devlete ve ammeye karşı işlenen suçların çoğuna ölüm cezası verilir: Vatana ihanet, ana veya babayı öldürme, kundakçılık (suçlu kırbaçlanır, zincire vurulur, ateşle öldürülür), yalancı şahitlik (suçlu uçuruma atılır), hâkimin rüşvet alması, üfürükçülük bu suçlar arasındadır.
    Bazı suçlar ilâhların mukaddes haklarına tecavüz şeklinde anlaşılır, suçlu cemiyet dışı ve her türlü haklardan mahrum bırakılır. Herkes tarafından öldürülebilir.

    Hususî menfaatlere ve şahıslara yönelik suçlarda şahsî intikam usûlü câridir. Diyeti kabul etmezse suçlu, zarar görene teslim edilir; o da göze göz, dişe diş şeklinde öcünü alır.

    Hırsızlık gece olur, suçu işlerken yakalanırsa hırsız öldürülebilir. Daha hafif durumlarda hırsız yaptığı zararı iki misli ile öder.

    Aile reisi babadır. Riyaseti altındakilerin hayat ve ölümlerine şamil bir baba hâkimiyeti vardır. Bazı malların mülkiyetinin devren iktisabı için malın, tarafların, beş şahidin (baliğ Roma vatandaşı) ve bir terazicinin hazır bulunması şarttır. Ve bir seri şeklî muamele cereyan eder..."(11)
    ab- Halk meclisleri:
    Majistra'nın teklifi, çeşitli halk meclislerince kabul edilmekle kanun hükmünü alırdı. Oniki Levha Kanunları böyle kabul edilmiş ve daha sonra da bu şekilde birçok kanun çıkarılmıştır.

    ac- Pretor beyannameleri:
    Pretor bir nevi hâkimdir. M.Ö. 367 yılına kadar kazâî kuvvet, cumhuriyet devletinin en yüksek makamları olan Konsüllerin elinde idi. 367'de şehir dâhilindeki vatandaşların davaları ile meşgul olmak üzere pretorluk makamı ihdas edildi.

    Pretor sadece bir hâkim ve adliye memuru değildi. Konsülün halefi olduğu için kaza sahasında Roma devletinin isteğini temsil ederdi. Bu sebeple hukuku inkişaf ettirmek vazifesi de ona aitti.
    Önceleri On iki Levha Kanunu'na göre davacının iddiaları jüri tarafından dinlenir, haklı görüldüğü takdirde pretora düşen kanunu tatbik etmek, davalıyı mahkûm eylemekten ibaret olurdu.

    Fakat devletin ve iktisadî şartların terakkisi neticesinde eski kanunlar hukukî hayatın tanzimi için kâfi olmaktan çıkmış; hüsnüniyete dayanan şekilsiz muameleler çoğalmıştı. Bunun üzerine "formül usulü" kabul edildi. Bu usule göre taraflar, anlaşmazlık halinde hâkimin kararına tâbi olmaya kendilerini icbar eden bir anlaşma akdediyorlardı. Hâkimi bağlayan bu anlaşma kısa bir formül şeklinde yazılıyordu. Pretor da her yıl riayet edeceği prensipleri beyaz bir levhaya yazarak ilân ediyordu ki buna beyanname manasında "edictum" deniyordu. Beyannamelerde yazılı prensip ile kaideler sonra gelen pretorlar tarafından da tatbik edilebilirdi. Bu şekilde, kanunlar ve teamüllerin yanında bir de pretor hukuku inkişaf etti. Bu hukuk, amme menfaati uğrunda medenî hukuku düzeltmek, ona yardım etmek, onun yerini tutmak üzere pretorlar tarafından konmuş hukuktur.(12)

    Umumiyetle pretorlar Roma hukukunu inkişaf ettirmiş, eski dar, şekilci, bazen zâlim kaideler yerine daha ileri, insanî prensipler vazetmişlerdir.(13)

    c) Üçüncü devre:
    Prenslik devrinde daha önceki hukuk kaynakları devam etmekle beraber bazı değişiklikler olmuş ve bu arada Senatus (âyân meclisi) kararları önemli rol oynamıştır. Sezar, Senatus ile mücadele edip onu nüfuzu altına aldığı halde evlâtlığı Augustus ona hürmet göstermiş ve muhafaza etmiştir. Senatus'un kanun koyma selâliyeti yoktu, o bir istişare mercii idi. Fakat halk meclislerinin kabul ettiği kanunlar çok defa Senatus'dan gelen teklife uygun olurdu.

    Augustus ictimâî emellerini gerçekleştirmek için halk meclislerinden istifade etmiş, Roma cemiyetini bozulmaktan korumak maksadiyle evlenmeyi teşvik, köle azat etmeyi meneden kanunları buradan çıkarmıştır.

    Bu devrede inkişaf eden bir hukuk kaynağı da imparator emirnameleridir. Devrin özelliği icabı pretorun selâhiyeti daralmış, imparatorların iktidar ve selâhiyeti artmış, emir ve beyanları kanun mahiyetini iktisap etmiştir.

    Yine bu devrede imparatorlar tarafından hukuk âlimlerine, hukuki sorulara cevap verme, açıklama... selâhiyeti verilmiş, zamanla âlimlerin cevap ve açıklamaları kanun hükmünü hâiz olmuş, büyük hukukçular yetişmiş ve eserler vücuda getirilmiştir.

    d) Dördüncü devre:
    Mutlak kırallık devrinde devletin idaresi tamamen hükümdarın eline geçtiği zaman onun herhangi bir hukukî faaliyeti, şekli ne olursa olsun kanun hükmünü alıyordu. Hukukî lisanın eski ağır ve dar şekli terkediliyor, vak'aların münferid olarak halli, hukukun kanunlarla tanzimine tercih ediliyordu. Bunun sebebi kanunların pek çok ve dağınık oluşu idi. Yine bu sebeble kanunların toplanması faaliyetine girişildi. Birçok toplamalar ve tedvinler arasında en önemlisi İstanbul'da İmparator Jüstinyen tarafından yapılanıdır. İmparatorun emriyle I. ve III. asırda yaşamış olan 39 hukukçunun eserlerini 16 kişilik bir komisyon derlerdi. Bu mecmûa 30.12.533 tarihinde meriyete girdi. Bundan önce ve sonra da önemli toplama ve derlemeler yapılarak mer'iyete kondu. Jüstinyen müdevvenatı dört kısımdan mürekkep olup hepsine birden "Corpus juris Civilis" denir ki "Medenî Hukuk Külliyatı' manasını ifade etmektedir.

    e) Beşinci devre:
    Jüstinyen'in faaliyetiyle Roma hukukunun bin senelik inkişafı sona ermiştir. İmparatorluğun yıkılmasından sonra XI. asırdan itibaren kuzey İtalya'daki hukuk mektepleri mezkür müdevvenâtı ele almış, okutmuş, işlemiş ve modern hukuk üzerindeki tesirini temin etmişlerdir.(14)
     
  2. sha.

    sha. ..daha çirkin, daha huysuz

    3- Roma Hukukunun Sistemi:
    Her ilim kendi mevzûunu rasyonel bir sistem çerçevesi içinde; yâni bazı esaslara göre tertip edilmiş bir nizam dahilinde arzetmek ister.
    Jüstinyen müdevvenâtından Institutions kısmının baş tarafında ve daha başka kısımlarda hukuk ilmini ikiye ayıran bir metin görülmektedir:
    "Bu tahsilin iki kısmı vardır: Amme hukuku ve Hususî hukuk. Amme hukuku Roma devletine, Hususî hukuk ise fertlerin menfaatlerine taalluk eder; çünkü bazı menfaatler umûmun menfaatlerindendir. Bazıları ise özel menfaati alâkadar eder."

    Bugün yukarıdaki taksime temel teşkil eden "Umûmî veya husûsî menfaat" mülâhazası tatminkâr olmamakla beraber âmme-husûsî ikiliği, hukuk taksiminde günümüze kadar devam etmiştir. Roma hukuku müdevvenâtı içinde âmme hukukuna pek tesadüf edilmez ve modern hukuka bu bakımdan önemli bir tesir bahis mevzûu değildir. Fakat hususî hukuk sâhasında durum aksinedir.

    Hususi hukuk Gaius ve Jüstinyen'in eserlerinde şu taksime tâbi tutulmuştur:
    "Kullandığımız bütün hukuk ya şahıslara, ya mallara, yahut da dâvalara taalluk eder."
    Zamanla âmme hukuku -Avrupa hukuklarında- esas teşkilât, idare, ceza, devletler umûmî... kısımlarına ayrıldığı gibi husûsi hukukun bu üçlü taksimi de değişikliğe uğramıştır:
    a- Şahıslara taalluk eden hukuktan "Şahsın Hukuku" ve "Aile Hukuku".
    b- Mallara taalluk eden hukuktan "Aynî Haklar" veya "Eşya Hukuku", "Borçlar Hukuku" ve "Miras Hukuku".
    c- Dâvalara ait hukuktan ise "Usûl Hukuku" doğmuştur. Bugün Usûl Hukuku, amme hukuku kısmında yer almaktadır.(15)

    4- Roma Hukukunun Tatbik Sâhası:
    Roma Hukuku tatbik sâhası bakımından cumhuriyetin son asırlarında ikiye ayrılmıştır: Medenî Hukuk, Kavimler Hukuku.
    "Medenî Hukuk" asıl Roma Hukuku'dur ve yalnızca Romalı vatandaşlara tatbik edilir. Diğer milletler -Romalılara göre- medenî olmadıklarından onlara bu hukuk tatbik edilmez; onlar hukuk dışı kabul edilirler ve Roma hukukunun bahşettiği haklardan faydalanamazlar. Hukukî münasebetleri, kendi örfü-âdetlerine veya özel hukuklarına göre tanzim edilir ve buna da "Kavimler Hukuku" denir.

    5- Roma Hukukunun Dünya Hukukuna Tesiri:

    Bugün yürürlükte bulunan hukuk sistemlerinin çoğunun kaynakları arasında Roma hukuku vardır. Almanya, Fransa, İtalya, İsviçre ve dolayısıyla Türkiye gibi memleketlerde husûsi hukuk kaidelerinin mühim bir kısmının kaynağını Roma hukuku teşkil etmektedir. Bu tesirin başlangıcı XII. asırda İtalya'da Bolonya Üniversitesindeki tedrisat ile olmuştur. Avrupa'nın çeşitli yerlerinden buraya akın eden talebe, okudukları ve öğrendikleri Roma hukuku mefhumlarını memleketlerine dönüp hâkim oldukları zaman tatbik etmekten çekinmiyorlardı. Bu kapitalist hukuk yeni zamanı hazırlayan içtimâî ve iktisadî şartlara uygun geliyordu. İşte bilhassa İtalya'da tahsil etmiş hukukçular vasıtasıyla Roma hukukunun Batı memleketlerine sirâyet etmesine ve onlar tarafından kabul edilmesine "Roma Hukukunun iktibası (reception)" denmektedir.

    Orta zamanların sonunda kendilerine "Roma İmparatoru" dedirten Alman İmparatorları XV ve XVI. asırda Roma hukukunu kül halinde kabul ettiler ve 1 Ocak 1900'de Alman Medenî Kanunu kabul edilinceye kadar mezkür hukuk yürürlükte kaldı.

    Roma Hukuku Yunatistan'da da 1940 yılına kadar câri olmuştur.
    Bugün Roma Hukuku hiçbir yerde doğrudan doğruya yürürlükte değildir. XIX. ve XX. yüzyılda Avrupa ve Avrupa harici devletler, hukukun çeşitli sâhalarında millî kanunlar yapmışlardır. Ancak buralarda hususî hukukun kanun ve kaideleri -memleketlere göre az veya çok olarak- Roma hukukundan gelmektedir. Güney ve Orta Amerika ile Asya ve Afrika'nın birçok devleti kanunlarını, Fransız, Alman ve İsviçre kanunlarını model alarak yaptıkları için Roma Hukuku mefhumları bu kanunlarda -dolaylı olarak- yaşamaktadır.
    Bu sebeple birçok memleketin Hukuk Fakültelerinde Roma Hukuku kürsüleri vardır ve bu hukuk tedris edilmektedir.


    12 Levha Kanunları
    Milattan önce 4. yüzyılın ortalarında roma egemenliğindeki alt sınıfı oluşturan pleblerin sınıflararası ayrımcılıkların ve haksızlıkların giderilmesi amacıyla ayaklanmaları sonucunda tedvin edilmiş, 12 tunç levha üzerine yazıldıkları için de 12 levha kanunu diye adlandırılan barbar kanunlarıdır. Roma hukukunun kaynağını ve ilkel aşamasını oluşturur. Mesela bu kanuna göre borcunu 30 gün içinde ödemeyen borçlu alacaklının esiri olur. Alacaklı isterse onu zincire vurup satabilir. Bu borçlu için fazla kotu bir düzenleme değil tabii ki. Borçluya keşke anam beni doğurmasaydı dedirtecek yaptırım, alacaklı şayisinin birden fazla olması durumunda. Böyle bir durumda borçlu birkaç parçaya ayrılarak (borç değil efendim borçlu) alacaklılara dağıtılabiliyorlardı. Bu yasaldı. O parçaların alacaklıların hangi isine yarayacağını da hayal gücünüze bırakıyorum. Gerçi günümüzde de insanları bombalarla silahlarla parçalıyoruz ama olsun sanki onlar daha barbardı. Belki de değildiler.

    On iki Levha Kanunları

    On iki Levha Kanunu Nedir?
    On iki Levha Kanunu, M.Ö 5. yüzyılın ortalarında, M.Ö 451- 449 yılları arasında Roma’da sınıf çatışması sonucu ortaya çıkmış ve sınıflar arasında uzlaşma sağlamak amacıyla hazırlanmış bir kanundur. O zamanda geçerli olacak hukukun tümünü kapsayacak biçimde hazırlanan On iki Levha Kanunu Roma’nın daha sonraki hukuki gelişimine de temel olmuştur.

    Neden On iki Levha Kanunu?
    Bu kanuna forum meydanında on iki bronz levha üstünde toplandığından “On iki Levha Kanunu” adı verilmişti.

    Oluşumu ve Tarihi
    Bu kanun, Roma’nın Cumhuriyet Döneminin başında güçleri alabildiğine artan soylular sınıfı ile halk arasındaki toplumsal ve siyasal çatışmanın ve bunun yol açtığı sınıf kavgalarının halk tarafından kazanılmış sonuçlarından biridir. Bu çatışma ve kavgalar, halkın toplumsal, ekonomik, siyasal ve hukuki alanlarda soylular sınıfıyla eş duruma gelmeyi istemesinden ortaya çıkmıştır. Hukuk, söz konusu sınıf kavgalarının en önemli alanlarından biri oldu çünkü cumhuriyetin kuruluş yıllarında tüm hukuk hayatına soylular sınıfı egemendi. Devletin başında bulunan büyük memurlar hep soylular sınıfındandı. Hukuk bilimi de gene, yalnız soylular sınıfı arasından seçilmiş olan rahiplerin tekelindeydi. Böylece, hukuk bu çağda örf ve adet hukuku olarak, yani yazılı olarak saptanmış kesin ve belirli kurallardan oluşmadığı gibi, bu hukukun uygulanması da tek bir sınıfın tekelinde bulunduğundan, halka kapalı ve gizli idi. Bu durumda ise, halkın, soylu sınıfının keyfi davranışlarına uğrasına yol açıyordu. Bu nedenle On iki Levha Kanunu, halkın hukukun yazılı olarak saptanması, herkes için erişilebilir ve bilinebilir kılınması isteğiyle ortaya çıktı. Uzun mücadeleler sonunda, M.Ö 451 yılında kurulan özel bir hükümet tarafından hazırlanan ve on levha üzerine yazılan kanuna M.Ö 449 yılında 2 levha daha eklendi. Böylece ‘On iki Levha Kanunu’ adını alan kanun, ana iki önemli amacın ürünüdür:

    1. Siyasal amaç:: Olanaklar elverdiği oranda, halk ile soylular sınıfı arasında hukuk eşitliğini sağlamak ve tüm yurttaşları yönetici sınıfının keyfi davranışlarından kurtarıp eş hukuk kurallarına bağlı kılmak.
    2. Hukuki amaç: Örf ve adet hukukunu toplayıp yazılı olarak saptamak ve böylece hukuk konusundaki belirsizliği ve gizliliği ortadan kaldırmak

    Bu bakımdan, On iki Levha Kanunu bir yenilik getirmekten çok, eskiden beri geçerli olan örf ve adet hukukunun yazılı olarak saptanması yoluyla, yürürlükte olan hukuku herkes için açık, kesin ve anlaşılabilir duruma getirmek düşüncesiyle hazırlanmıştır. Bu büyük Roma kanununun tam metni Galyalılar’ın istilası sırasında tahrip edildiğinden çağımıza kadar gelememiştir. Ancak, Romalı hukukçuların ve yazarların eserlerinde rastlanan bu kanunla ilgili bölümler toplanarak söz konusu kanunun niteliği ve kapsamı hakkında biraz bilgi edinmek mümkün olmuştur.

    Kanunun İçeriği
    Kişisel öç alma yasaklanmış, suçluları devletin cezalandıracağı kabul edilmişti. Dişe diş, göze göz diyebileceğimiz kısas usulü ancak tarafların anlaşamaması halinde geçerli kılınmıştır. Eğer bir kimse diğerinin bir organını kullanılamaz hale getirmişse, mesela bacağını kırmış veya gözünü kör etmişse bu hukuka aykırı bir eylemdir. Buna kısas uygulanır. Kısas zarar görenin öç alma duygusunu karşılar, ama bu emredici değildir. Taraflar belli bir bedel konusunda anlaşabilirler, fakat anlaşamazlarsa bu fiile maruz kalan aynen karşılık verebilir.

    El veya sopa ile kemik kırılmışsa zarar gören hür bir kimse ise 300, köle ise 150 roma parası (as) ödenirdi. Diğer bütün hallerde, yani hukuka aykırı diğer fiillerde ceza 25 roma parası idi.
    Yalan yere tanıklık ve hâkimin rüşvet alması durumu için ağır cezalar öngörülmüştür.
    Vatana ihanet ölümle cezalandırılıyordu. On iki Levha Kanunu’nda yangın çıkarmaya ilişkin hükümler vardı, ancak M.Ö. V. yüzyılda bile kasten veya ihmal ile yakma arasında fark gözetilmişti. Böyle bir ayırım kasıtla ve ihmal ile adam öldürme arasında da yapılmıştı.

    Kanun hırsızlık hakkında ayrıntılı hükümler getirmişti. Suçüstü hırsızlık ile suçüstü olmayan hırsızlık arasında fark vardı: Suçüstü veya gece hırsızlık yaparken yakalanan veya kendini silahla savunan hırsızın öldürülmesi caizdi, ancak malı çalınmak istenen kimsenin bağırarak halkı haberdar etmesi gerekirdi. Buna karşı suçüstü olmayan hırsızlık daha hafif cezaya tabi tutulmuştu, hırsız çaldığı malın değerinin iki katını ödemekle yükümlüydü.

    Kamu adına takip edilen suçlar arasında sihir ve büyücülük de sayılmıştır. Başkalarının sağlığını ve hayatını kötü etkileyecek sihir ve büyü, başkasına ait ürünün kötü olması için edilen dualar ölümle cezalandırılıyordu.

    Miras hukukunda mirasçı bırakmadan ölen kimsenin kanuni mirasçılığı düzenlenmiş, bu durumda mirasın akrabalık yönünden en yakın mirasçıya, böyle birisi yoksa devlete kalacağı hükmü konmuştur. Bunun yanında kişinin henüz hayattayken vasiyetnameyle mallarına mirasçı olacak kişi veya kişiler tayin edilebileceği belirtilmiştir.

    12 Levha Kanununda toplum sağlığı ve ahlakı ile ilgili hükümler bulunmaktaydı. Ölülerin gömülmesi için lüks sayılabilecek harcamalar yapılması ve ölülerin şehir içine gömülmesi ve yakılması yasaklanmıştı. Mezara altın da konulamazdı.

    Önemi
    Hukukun uygulanmasında, soylular sınıfına mensup olan rahiplerin tekelinin kırılması, On iki Levha Kanunu’nun çıkarılmasından ancak bir buçuk yüzyıl sonra sağlanabildi. Böylece hukuk bilimi rahiplerinden tekelinden kurtulmuş ve laik bir nitelik kazanmıştır. On iki Levha kanunlarında modern Avrupa medeniyetinin üç temel düşüncesi yer almaktaydı:
    1. Kişisel mülkiyet
    2. Vasiyet
    3. Kişisel Hak
    Ayrıca On iki Levha Kanunu ile kişiler arasında eşitliğin sağlanmasına, hürriyetin kayırılmasına, fertlere hukuki muhtariyet verilmesine, bilhassa dikkat edilmiştir. Ceza hukuku bakımından bile, cemiyetin sınıfları arasında fark gözetilmemektedir. On iki Levha Kanunu, eski hukukun bilinmesi bakımından faydalı bir kaynaktır. Elimizde bulunan kaidelere bakarak, o devirde yaşanan hayat tarzlarını, adetlerini ve zihniyetlerini tahmin etmek mümkün olmaktadır. Ayrıca, çok muhafazakar olan Romalılar nezdinde, o devirde yürürlükte olan ana kaideler, çok sonraki asırlara kadar, az çok değişikliklere rağmen, esas sistemi itibariyle baki kalmış olduklarından, klasik devrin kurumların açıklanması bakımından da faydalı olmaktadırlar.

    Sonuç
    12 Levha Kanunu bir sınıf çatışması sonucu ortaya çıkmış, sınıflar arasında uzlaşma sağlamak amacıyla hazırlanmıştır. Kanunun bazı hükümleri ise tamamen reform gayesiyle getirilmiştir. Kanun önünde hiç kimseye ayrıcalık tanınamayacağı, zengin bir kişinin kefilinin yine zengin bir kişi olması gerektiği gibi hükümler bu niteliktedir. Bu kanunla halk, keyfi davranışlara karşı belli bir ölçüde de olsa güvenceye kavuşmuştur. 12 Levha Kanununun birçok hükmü zamanla değiştiği halde kanun hiçbir zaman açıkça yürürlükten kaldırılmamıştır, Roma anlayışına uygun olarak yeni hükümler eski hükümlerin yanında uygulamaya girmişti.
     

Bu Sayfayı Paylaş