Şiir İnceleme Örneği

'Türkçe-Edebiyat' forumunda SeaBoy` tarafından 12 Nis 2010 tarihinde açılan konu

Konu etiketleri:
  1. SeaBoy`

    SeaBoy` " ۱۹ ٦ط "

    Şiir İnceleme Örneği

    Şiir inceleme örneği/ Fahrettin KOYUNCU



    “NE İÇİNDEYİM ZAMANIN” ŞİİRİ ÜZERİNE



    Ne İçindeyim Zamanın



    Ne içindeyim zamanın,

    Ne de büsbütün dışında;

    Yekpâre geniş bir ânın

    Parçalanmaz akışında.



    Bir garip rüyâ rengiyle

    Uyuşmuş gibi her şekil,

    Rüzgarda uçan tüy bile

    Benim kadar hafif değil.



    Başım sükûtu öğüten

    Uçsuz bucaksız değirmen;

    İçim muradına ermiş

    Abasız, postsuz bir derviş.



    Kökü bende bir sarmaşık

    Olmuş dünya sezmekteyim,

    Mavi, masmavi bir ışık

    Ortasında yüzmekteyim.

    (A.HamdiTanpınar)



    Yaşamla ölümün bıçak sırtı düzleminde, sersem sepet gezinip duran insanoğlunu, her zaman ilgilendirmiştir zaman kavramı. Özellikle de sanatçıları: Şairleri, yazarları, ressamları, müzisyenleri... Bu kişilerin yaşam boyunca ortaya koydukları, koymaya çalıştıkları şeyler de, zamanla didişmekten başka bir şey değildir aslında.

    Şairler ve yazarlar, zamanı alt etmek için kendilerine yazılı anlatımı kalkan olarak seçmiş kişilerdir. Şairler, yapıtlarında (şiirlerinde) zaman sözcüğünü şiirsel düzlemde kullanırlar ve ellerindeki kalkanı daha da sağlamlaştırmaya çalışırlar.

    Şiir, zaman kavramını somutlama aracı olarak kullanılmaktadır şairler tarafından.

    Ahmet Hamdi Tanpınar da şiirlerinde zaman kavr***** yer veren, zamanı şiirle yoğurmaya çalışan şairlerimizdendir. Bu yazıda, Tanpınar’ın “Ne İçindeyim Zamanın” adlı şiirine bu açıdan bakılacak ve şiir incelenecektir.

    Önce şiirin, içeriğe de yansıyan biçim özellileri üzerinde durmak gerekiyor. Bu özellikleri şöyle belirleyebiliriz:

    a- Şiir dörtlüklerden meydana gelmektedir.

    b- Şiirde sekizli hece ölçüsü kullanılmıştır.

    c- Şiirde çapraz uyak düzeninden (abab, cdcd, efef, ghgh) yararlanılmıştır.

    Yukarıda sözü edilen biçim özellikleri şiire bir yandan kısıtlamalar getirirken, öte yandan da şiirin genişlemesine olanak tanımıştır.

    Kısıtlamalar getirmiştir: Belirli bir ölçü ve uyak düzeninde ister istemez sınırlara dayanırsınız.

    Genişlemesine olanak tanımıştır: Her dörtlükte şiirin bütünü içinde düşüncenin, duygunun yayılması söz konusudur.

    Şair, şiirin ilk dizesine “ne... ne de”yi yerleştirerek kararsızlığı gündeme getirmektedir. Zamanın içinde olmamak, bir varlık, bir nesne, bir şey olarak zaman dışı olmak yaşamamak olmasa gerektir. Zamanın büsbütün dışında olmamak ise, sanırım, yaşamsallığa, bir varlık olarak “hayatiyet bulma”ya işarettir.

    Yaşamı, nesneleri, zamanı adlandıran insanoğlu olduğuna göre “yekpare, geniş bir an”, “ezel ve ebed” içerisindeki algılamamızın bir yansımasıdır olsa olsa.

    Bu yorum içinde ilk dörtlüğe bir bütün olarak bakıldığında, görülecek olan şudur: İlk iki dizedeki zaman karşısındaki kararsızlık, netleşememe, üç ve dördüncü dizelerde yerini belirginliğe bırakmaktadır. Zaman, insanın sınırlandırıcı düş gücüyle, kavramlaştırıcılığı ve adlandırıcılığıyla bir savunma düzeneği olmuştur. Bu nedenle, zamanın içinde ya da dışında olmak, kâr ya da zarar değildir. Kısaca, insan, tek parça anların ayrılmaz akışında debelenip durmaktadır.

    Rüyalar belki de yaşamımızın en gerçekçi göstergeleri,kendimizle buluştuğumuz,hesaplaştığımız anlar toplamıdır.

    Tanpınar,ikinci dörtlükte “bir garip rüya rengi”nden söz etmektedir. Rüya,yaşamımızın en gerçekçi göstergesi olmasına karşın somut bir şey değildir. Dolayısıyla,rüyanın –gerçek anlamda-renginden konuşmak da söz konusu olamaz. Birinci dizedeki “bir garip rüya rengi”,ikinci dizedeki”her şekil”i uyuşturan,devinimsiz kılan,yaşamla yarı yaşam olan rüya hali arasındaki çizgiyi anlatan bir “yakıştırma”dır. Uyku ile uyuşukluk örtüşmesinde rüyanın payı elbette inkar edilemez ve sanırım bu iki dizede (Bir garip rüya rengiyle/Uyuşmuş gibi her şekil) rüya halinin,insanın uyuşukluğuna denk düşme düşüncesi şiirleştirilmiştir.

    İlk bakışta,bölümün ilk iki dizesiyle sonraki iki dizesi arasında bir karşıtlık varmış gibi görünmektedir. Çünkü ilk iki dizede rüya halinden kaynaklanan uyuşukluk söz konusu iken, son (üçüncü ve dördüncü) dizelerde bir devinimden, devinimle bağdaştırılacak bir nesneden,tüyden,söz edilmektedir. Tüyün ifade ettiği eğretileme ise sonunda şaire,şairin ruh haline ve oradan da bedensel yapısına yansımaktadır:”Rüzgarda uçan tüy bile/Benim kadar hafif değil.”

    Üçüncü dörtlükte, şairle (ya da şiir kişisiyle) ilgili ve ikişer dizeden oluşan bir yapı var. İlk iki dizide maddi durumu anlatan bir betimleme söz konusu: “Başım sükutu öğüten/ Uçsuz bucaksız değirmen.” “Baş” (duygu dünyasına yön veren nesne), değirmene, üstelik uçsuz bucaksız değirmene benzetilmektedir. Değirmende -şairin düşleminde- öğütülen, un ufak edilen, zaman karşısında yoksanan ise “sükût”tur. Uçsuz bucaksızlık içindeki dağınık sessizlik...

    Dörtlüğün üçüncü ve dördüncü dizelerinde soyut bir varlık (iç), somut bir varlığa (derviş) benzetilmektedir. Burada bu benzetmeden çok, son belirleme (muradına ermiş bir dervişin durumu) önemlidir. Şair, bu belirmeyle zaman karşısındaki durumun gözler önüne sermektedir: “Benim sorunum zamanla!”

    Bu dörtlükte kullanılan benzetme sözcüklerinin dizelere yerleştirilme biçimi de dikkat çekicidir. Bu biçim, şöyle gösterilebilir:

    Başım......................... .........

    .............................d eğirmen

    İçim.......................... ............

    .............................. ....derviş

    (Benzetme ögeleri, çapraz olarak dize başında ve sonunda yer almaktadır.)

    Bu dizilişte, benzetme ögelerinin, dörtlüğün hem biçim, hem de içerik belirlemesinde etkili olduğu görülebilir. Zaman kavramının bilinçli ya da kurgusal olarak algılandığı yer, dünyamızdır. Çünkü -en azından şimdilik- zamanı algılayan insanoğlu dünyada yaşıyor. Şair de sanırım bu düşünceden hareketle, insanın zaman karşısındaki çaresizliğini biraz olsun hafifletmek için “Kökü bende bir sarmaşık/ Olmuş dünya sezmekteyim” benzetmesine tutunmaktadır.

    Masmavi bir ışık ortasında (yaşamla ölüm arasında, zamanın tedirgin ettiği bir dünyada) dönenip duran şair, son iki dizeyle başa, zaman karşısındaki kararsızlığa dönmektedir.

    “Ne İçindeyim Zamanın” şiiri, biçim olarak kolay bir şiir olarak görünmesine karşın, zaman gibi “belalı” bir kavramı ele alması bakımından duyumsanması bile güç bir şiir olarak karşımızda durmaktadır.
     
  2. SeaBoy`

    SeaBoy` " ۱۹ ٦ط "

    ATTİLA İLHAN'IN "Ben Sana Mecburum" şiirini tahlil
    Yazar Prof. Dr. Nurullah Çetin
    ben sana mecburum bilemezsin
    adını mıh gibi aklımda tutuyorum
    büyüdükçe büyüyor gözlerin
    ben sana mecburum bilemezsin
    içimi seninle ısıtıyorum

    ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
    bu şehir o eski istanbul mudur
    karanlıkta bulutlar parçalanıyor
    sokak lambaları birden yanıyor
    kaldırımlarda yağmur kokusu
    ben sana mecburum sen yoksun

    sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
    insan bir akşam üstü ansızın yorulur
    tutsak ustura ağzında yaşamaktan
    kimi zaman ellerini kırar tutkusu
    birkaç hayat çıkarır yaşamasından
    hangi kapıyı çalsa kimi zaman
    arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

    fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
    eski zamanlardan bir cuma çalıyor
    durup köşe başında ****ksiz dinlesem
    sana kullanılmamış bir gök getirsem
    haftalar ellerimde ufalanıyor
    ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
    ben sana mecburum sen yoksun

    belki haziran'da mavi benekli çocuksun
    ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
    bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
    belki yeşilköy'de uçağa biniyorsun
    bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
    belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
    kötü rüzgâr saçlarını götürüyor

    ne vakit bir yaşamak düşünsem
    bu kurtlar sofrasında belki zor
    ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
    ne vakit bir yaşamak düşünsem
    sus deyip adınla başlıyorum
    içimsıra kımıldıyor gizli denizlerin
    hayır başka türlü olmayacak
    ben sana mecburum bilemezsin


    (Attila İlhan, Bütün Şiirleri: 4, Ben Sana Mecburum, Bilgi yayınevi, 7.basım, Ankara 1992, s.100)
    I. İÇERİK
    1. Konu: Aşk.
    2. İzlek: Büyük bir tutkuyla bağlı olunan, âşıkta derin izler bırakan sevgili, hiçbir zaman unutulamaz; onun varlığı, düşünce ve hayali, âşığı sürekli meşgul eder.
    3. Düşünce: Şiir, düşünsel boyutu itibariyle mistik bir şiirdir. Tabii mistisizmi sadece tasavvufî / İslamî bağlamda almamak gerekir. Genel anlamda mistisizm, çok önem verilen, sevilen ve benimsenen bir değerde kişinin kendi varlığını eritmesi, onunla hemhal olması, özdeşlemesi hâlidir. Bu bakımdan bu şiirde şair, adeta sevgilisinde kendi varlığını yok etmiştir. Beşerî anlamda bir aşk ve sevgili mistiği olmuştur.
    4. Olay: Şiirin yüzey yapısında yer alan olay kısaca şudur: Şair, bir kadına şiddetli bir tutkuyla bağlanmış, ama bir süre araya bir ayrılık girmiştir. Bir dargınlık, soğukluk ya da mecburiyetlerden kaynaklanan bir ayrılık süresi yaşanır. Bu süre içinde şair, sevgilisinden kopamamış, onu unutamamış, tam tersine ona olan bağlılığı daha da artmıştır. Sürekli onu düşünmektedir. Mevsim sonbahar, vakit akşamdır ve şair, İstanbul cadde ve sokaklarında hayali, gönlü, kafası sevgilisi ile dolu bir hâlde dolaşmaktadır. Akşam karanlığında şimşekler çakmakta, sokak lambaları yanmaktadır. Yağmurlu bir hava vardır ve şair, bu ortamda romantik bir duygusallık içinde sevgilinin hayaliyle doludur. Sevmenin, âşık olmanın sonra evlenmenin değişik boyutlarını kendi kendine irdelemektedir. Fatih sokaklarında dolaşırken bir evden gelen gramofondaki şarkı sesi, onun duygusal atmosferine denk gelmiş ve şair durup onu dinlemek istemiştir. Bu arada sevgilisine ilişkin düşünce ve planlamalarından da söz eder. Ne yapsa, ne etse, nereye gitse onsuz olamayacağını, yapamayacağını sabit bir fikir hâlinde tekrarlar. Bu arada hayaline kopuk kopuk, dağınık çağrışımlar gelmektedir. Bir ara sevgilisinin çocukluğunu, şimdi neler yapmakta olduğunu hayal eder. Sonra ilerde evlenip birlikte olduklarında kendilerini nasıl bir hayatın beklediğini düşünür.
    5. Varlık: Şiirde tabiata ve dış dünyaya ait bazı nesnelere yer veriliyor. Bu somut varlıklar da büyük oranda şairin o anki ruh hâline, duygularına bağımlı olarak değerlendiriliyor. Nesneler bir bakıma belirlenen konumunda. O açıdan şairin varlıklara yaklaşım biçimi sezgici / idealisttir. Sonbahara hazırlanan ağaç, karanlıkta parçalanan bulut, birden yanan sokak lambaları gibi nesneler, hep şairin ayrılık hüznünü ve acısını yansıtır biçimde alınmış.
    6. Duygu: Şiir, ağırlıklı olarak duygusal bir metin. Bir duygu şiiri bu. İyimser / yumuşak duygular daha baskın. Mesela sevgilinin hayaline ve daha sonra birliktelik umuduna bağlı bir yaşama sevinci kuvvetle hissettiriliyor. Sevgiliye kavuşma ümidi, ondan ayrılığın verdiği hasret duygusu şiirin bütününe sinmiş hâlde. Tabii en baskın duygu, romantik aşktır. Sevgiliye aşırı derecede duygusal bağlanımı, sevgiliden ayrılığa dayanamayışın sonucu olan karasevdayı ve hüznü görüyoruz. Yalnız şair, romantik duygululuğu melankolik, marazî bir dereceye getirmiyor. Realist sınırlar içinde tutabiliyor.
    Kötümser / karamsar duygulardan da yalnızlık duygusunu görüyoruz. Şair, felsefî anlamda değil ama sosyal anlamda sevgiliden yoksunluk anlamında bir yalnızlık duygusuna yer veriyor.
    7. Görüntü: Şiir, görüntü unsurları bakımından oldukça zengin.
    a. Nesnel Görüntü: Zaman zaman nesnel görüntülere yer veriliyor. Mesela ağaçların sonbahara hazırlanması, sararmaya başlaması, sokak lambalarının birden yanması, sevgilinin Yeşilköy’de uçağa binmesi gibi görüntüler, öznelliğin müdahale etmediği, dış dünyanın çıplak gözle görülebilen ve görünenler üzerinde kişisel tasarrufların olmadığı, somut görüntülerdir.
    b. Öznel Görüntü: Şiirde en çok öznel görüntü yer almaktadır. Hem resimsel hem de hayalî görüntülere birlikte yer verilmiş.
    -Resimsel Görüntü: Karanlıkta bulutların parçalanması, resimsel bir görüntüdür. Gece vakti gökyüzünde bulutlu bir havada şimşek çakması manzarası, bir ressam duyarlılığı ile böyle ifade edilebilir. Sevgilinin ıslanıp tüylerinin ürpermesi, telaş içinde kötü rüzgârın saçlarını götürmesi gibi görüntüler de şairin bakış, görüş ve duyuşuna göre şekillenen öznel resimlerdir.
    -Hayalî Görüntü: Sevgilinin gözlerinin büyüdükçe büyümesi, kapı arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu, kullanılmamış gök getirmek, haziranda mavi benekli çocuk, ıssız gözlerinden şilep sızması gibi görüntüler şairin hayalinde kurguladığı, tasarladığı soyut görüntülerdir.
    c. Hareketli görüntü: Attila İlhan, sinemayla çok ilgilenmiş bir şair. Şiirinde de genel olarak sinemadan etkiler, izler, yansımalar çok fazla. Onun şiiri bir yönüyle sinematoğrafik bir şiirdir. Nitekim bu şiirinde de sinemaya özgü haller, hareketli görüntüler ve unsurlar hemen görülüyor. Şiirin özellikle 2., 4. ve 5. bentleri sinemaya özgü hareketli görüntü parçalarını yansıtıyor. Olayları ve görüntüleri hareketli yapıları içinde sergilemeye çalışıyor.
    ç. Soyut Görüntü: Attila İlhan, Phelenovcu bir sanat kur***** bağlı olarak şiirde imgesel yapıya büyük önem vermiş, Mavi dergisi hareketinden itibaren bu konunun mücadelesini vermiş bir şair. O yüzden onun şiiri açık anlamlı ve düz anlatımlı bir şiir değil, imge yüklü bir şiirdir. Bu yapıyı çözümlemeye çalışalım. Simgeler çok azdır ve imgeler irdelenirken birlikte değerlendirilecektir.
    -İmgeler
    *Şairin sevgilisinin adını aklında mıh gibi tutması: Mıh, büyük ve sağlam çivi demektir. Bir yere çakıldığı zaman birleşen parçaların ayrılması imkânsız derecede sağlam olur ve kuvvetli birleştiriciliği, yapıştırıcılığı ifade eder. Burada da şairin sevgilisinin adını aklında mıh gibi tutması, ona olan bağlılığının, onunla birliktelik ve özdeşliklerinin ayrılmayacak derecede sağlam ve kuvvetli oluşunu çarpıcı bir şekilde vurgulamaktadır. Bu, sevgilisine olan kuvvetli bağlılığının ve tutkusunun bir ifadesidir. Teşbih ve mübalağa sanatlarından yararlanılarak oluşturulmuş bir imgedir.
    *Şairin hayalinde sevgilisinin gözlerinin büyüdükçe büyümesi: Ayrılık sürecinde sevgiliye olan tutkunun azalmak yerine daha da artması. Şair, sevgilisini düşündükçe, gözünün önünde hayalini sürekli canlı tuttukça o dünyasını, ruhunu, kalbini ve hayalini daha da artan bir hacimle kaplar.
    *Şairin içini sevgiliyle ısıtması: Sevgilinin hayalinin, varlığının, tekrar ona kavuşma umudunun şaire güç, yaşama sevinci ve heyecan vermesi, hayatına onunla anlam kazandırması.
    *Karanlıkta bulutların parçalanması ve sokak lambalarının birden yanması: Gece vakti şimşeklerin çakması anında görülen manzaranın bulutların parçalanıyor gibi algılanması aslında bir ruh hâlinin ifadesidir. Şairin iç dünyasında çakan şimşeklerin, duygusal fırtınaların bir karşılığı olarak alınmasıdır. Bu, sarsıcı, şiddetli bir aşkın ifadesidir. Sokak lambalarının birden yanması da aynı kapsam içinde ele alınması gereken destekleyici bir imgedir. Tek merkezden şartel düğmesine basılınca sokak lambaları aynı anda yanar. Bu, bilinen normal bir durum. Ancak şair, hüsn-i ta’lil sanatından yararlanarak oluşturduğu bu imgeyle birden bire geliveren duygusal boşalımı, birden yükselen tutku sağanağını ancak bu imgeyle çarpıcı kılmaktadır.
    *Kaldırımlarda yağmur kokusu: Attila İlhan, yağmur altında yürümeyi sever ve bu ortamla romantik aşkı hep birleştirir. Aşkta romantizm, ona göre biraz yağmur altında ıslanarak dolaşmak demektir.
    *Sevmenin kimi zaman rezilce korkulu olması: Aşkın, sevinçle, hüznü, ümitle korkuyu barındırması imgesi. Büyük aşklar daima korkuları, endişeleri, hayal kırıklıklarını, ileride olması muhtemel olumsuzlukları da beraberinde getirir ve yedeğinde taşır. Aşk korkuyla yan yana gider.
    *İnsanın bir akşam üstü ansızın yorulması: Derin ve büyük aşk yaşantıları kimi zaman insanı tüketir, bitirir, bitkin, yorgun bırakır. Büyük aşkın sonuna geldiğinde insan, takatinin tükendiğini, birden tükeniverdiğini hisseder.
    *Ustura ağzında yaşamaktan tutsak hâle gelmek: Ustura, tıraş için kullanılan çok keskin bir bıçaktır. Ustura ağzında yaşamaya esir olmak, bir işin zorluğunun son haddidir. İmkânsızlık, böyle çarpıcı bir imgeyle veriliyor. Aşk konusunda içine düşülen ikilemin çıkmazlığı, çaresiz ve çözümsüzlük hali veriliyor bu imgeyle. Büyük aşklar, bünyesinde büyük tezatları, çıkmazları da barındırır. Kişi, ne yapacağını bilemez, nasıl bir karar vereceğini kestiremez hâle gelir.
    *Tutkunun kimi zaman ellerini kırması: Bu imge de yukarıdaki imgeyi destekleyen bir alt imgedir. Tutkulu aşkın zaman zaman kişiyi takatsiz, çaresiz, ikilemde, açmazda, çıkmazda bırakması hâli.
    *Yaşamasından birkaç hayat çıkarması: İnsanın içine düştüğü çıkmazlarda gözünün önüne alternatif hayat biçimlerinin kopuk kopuk gelivermesi.
    *Çaldığı kapıların arkasında yalnızlığın hınzır uğultusunun olması: Şair, sevgilisinden ayrı kaldığı, onun özlemiyle yanıp tutuştuğu zamanlarda yalnızlığını gidermek için eşe dosta, arkadaşa ziyarete gider, onlarla dertleşmek ister ama kime gitse onların yanında da kendisini yalnız hisseder. Onun yalnızlığını eş dost da gideremez. Onun yalnızlığını giderecek olan sevgilidir. O olmayınca kim olursa olsun onu teselli edemez.
    *Fatih’te yoksul bir gramofonun çalması: Sürekli kullanılarak eskimiş bir müzik aletinden hüzünlü şarkıların duyulması.
    *Sevgiliye kullanılmamış bir gök getirmek: Burada “gök”, gökyüzüdür ve simge olarak maviliği, sonsuzluğu, özgürlüğü ve en çok da saf mutluluğu temsil etmektedir. Şair, sevgilisine kullanılmamış gök getirsem, demekle tamamen saf, bakir, kirlenmemiş, doğal bir mutluluk vermek istediğini belirtir. Türk edebiyatında gökyüzü, özgürlüğün ve mutluluğun simgesidir.
    *Haftaların ellerinde ufalanması: Zamanın nasıl geçtiğini anlayamamak. Sevgiliden ayrılığın verdiği kendinde olmamak, sürekli onu düşünmek, onunla hemhal olmak ve ona kavuşma özlemiyle zamanın nasıl geçtiğini anlayamaz hale gelmek.
    *Sevgilinin Haziranda mavi benekli çocuk olarak düşünülmesi: Burada şair, sevgilisinin değişik yaş dönemlerini hayal ediyor. Önce onun çocukluğunda neler yaptığını, nasıl yaşadığını, nasıl bir durumda olabileceğini tahayyül ediyor. Mavi benek, mecaz-ı mürsel sanatıyla sevgilisinin çocukluğunu verir. Çocukluğunda giydiği mavi benekli elbiseye değiniyor, onu hatırlatıyor. Mavi benekli elbise içinde koşup oynayan mutlu sevimli bir çocuk imgesi var burada. Şair de sevgilisinin çocukluğunu gözünün önüne hayalî olarak böyle getiriyor.
    *Sevgiliyi kimselerin bilmemesi: Kendisinden önce kimsenin sevgilinin değerinin ve güzelliğinin farkına varmaması, ilk kez kendisinin fark etmesi.
    *Sevgilinin ıssız gözlerinden bir şilebin sızması: Şair, sevgilinin mavi gözlerini tahayyül ederken onları maviliğinden, mutluluk, ferahlık vermesinden dolayı denizle özdeşleştirmektedir. Sevgilinin gözlerinin ıssız, geniş, masmavi, insanın içini açan bir denize benzetilmesi, buradan bir yük gemisinin sızması hayalî görüntüsü ile birleştirilmesi özgün bir imge. Daha önce pek kimsenin kullanmadığı Attila İlhan’a özgü bir imge.
    *Sevgilinin belki Yeşilköy’de uçağa binmesi: Sevgilisi, şairden ayrı kaldığı süre içinde neler yapabilir, bunun değişik alternatifleri şairin gözünün önünden bir bir geçiyor. Bunlardan biri de uçakla İstanbul’dan ayrılıyor olması ihtimalidir. Böyle bir durum da şairi daha da hüzünlendiriyor. Ayrılığın derinleştirilmesine bağlı hüznünün artması imgesi.
    *Sevgilinin tamamen ıslanmış olması ve soğuktan tüylerinin ürpermesi: Soğuk, yağmurlu bir günde ıslanarak, üşüyerek koşuşturması hayalî görüntüsü de Attila İlhan’a özgü bir imgedir. Yağmurda ıslanma hâli onda etkileyici, romantik bir unsur olarak hep vardır.
    *Sevgilinin saçlarını kötü rüzgârın götürmesi: Rüzgarlı bir havada koşuşturan sevgilinin saçlarının dalgalanması görüntüsü de yine Attila İlhan’ın romantizmini artıran görüntülerden biridir.
    *Kurtlar sofrasında düşünülen yaşamanın zorluğu: Kurtlar sofrası ile kastedilen genel olarak geçim zorluklarıdır. Şair bu son kıtada sevgilisiyle evlilik halini tahayyül etmektedir. Onunla evlendiğinde neler olabileceğini muhakeme ve muhasebe eder. İlk aklına gelen, ekonomik anlamda yaşamanın zorluklarıdır. İhtiyaçlarını karşılama konusunda karşılaşabileceği sıkıntıları düşünür.
    *Ayıpsız fakat ellerini kirletmeden yaşamayı düşünmek: Birlikte evlilik hayatının, aile hayatının, geçimi sağlama uğraşısının en önemli sorunlarından biri iş ahlâkıdır. İnsanın çalıştığı işte, mesleğinde dürüst, temiz, ahlâklı, namuslu kalabilmesi, harama el sürmemesi, helalinden alnının teriyle ekmeğini kazanabilmesi önemli ve büyük bir iştir. Şair böyle temiz bir iş ve evlilik hayatı düşlemektedir.
    *Şairin kendisine sus deyip sevgilisinin adıyla başlaması: Şairin lekesiz, dürüst bir hayat yaşama isteği çok zor görünüyor ve bunları düşünmek yerine sevgiliyi hatırlamayı, sadece onu düşünmeyi tercih ediyor.
    *Şairin içi sıra sevgilisinin gizli denizlerinin kımıldaması: Sevgilinin gizli denizleri, gizemi, iç zenginliği, keşfedilmemiş bakir zenginlikleri, yüce değerleri ve güzellikleridir. Bunlar, şairin içinde, ruhunda, kalbinde heyecan uyandırıyor.
    -İlkörnek ve Metinlerarası İlişkiler
    Şiirde “Allah” ilkörnek olarak alınıyor ama bundan yararlanılarak onun yerine ikame edilen “beşerî sevgili” ilkörneği üretiliyor. Mutasavvıf şairin dinî bağlamda yaptığı şeyi Attila İlhan, dünyevî bağlamda, seküler bağlamda yapıyor. Bu, tasavvufî bir motifin tersinlemeli olarak yeniden üretimidir. Geleneğin devamı değil gelenekten yararlanmadır. Bu şiirdeki Attila İlhan’ı mutasavvıf şairlerle, İlhan’ın beşerî, dünyevî sevgilisini de mutasavvıfın ezelî ve ebedî sevgili olan Allah’la karşılaştırdığımızda geniş ölçüde geleneğin dönüştürülerek yeniden üretildiğini görüyoruz. İlhan, geleneksel tasavvufî İslam kültürünü bir kaynak olarak alıp kendi anlayışı doğrultusunda değiştirerek üretiyor. Bunu karşılaştırmalı olarak verelim:
    *Sevgilinin idealize edilmesi, yüceltilmesi: Tasavvufî İslam edebiyatında Allah, büyük bir sevgili olarak hep yüceltilir. Mutasavvıf şair, gece gündüz sadece erişilmez yücelikteki Allah’ı düşünür. Attila İlhan da beşerî sevgilisini yüceltmekte, kutsallaştırmakta ve hep onu düşünmektedir.
    *Sevgiliyle özdeşlik: Mutasavvıf şair, Allah’ın adını sürekli zikrederek her zaman onu aklında tutar. Hatta aklından hiç çıkarmaz. İlhan da bu durumu dünyevî sevgiliye uyguluyor. Aynı şekilde dünyalı sevgilisinin adını aklında mıh gibi tutuyor.
    *Sevgilinin gittikçe büyümesi: Mutasavvıf için Allah büyük hem çok büyüktür. Hayalinde gözünün önünde gittikçe büyür. İlhan’ın hayalinde de sevgilisinin gözleri gittikçe büyümektedir.
    *Sevgiliye mecburiyet ve mahkumiyet: Mutasavvıf şair, Allah’a mecburdur, Allah’tan başka alternatifi yoktur, onun aşkına esir olmuştur. Fakat Allah yanında yoktur, ondan ayrıdır. Elest bezminde, ruhlar âleminde iken Allah’la beraberdi. Fakat cesede bürünüp dünyaya gönderilmekle ondan ayrılmıştır ve onun özlemiyle yanıp tutuşmaktadır. Tek seçeneği odur. İlhan da ona benzer şekilde sevgilisine mecburdur. Başka türlü olmaz, ne yapsa ne etse, ne tutsa, nereye gitse sadece sevgilisine mahkum ve mecburdur. Ama sevgilisi yanında yoktur, ondan ayrıdır ve mutasavvıf gibi onun özlemini çeker.
    *Aşk şarabıyla sermest olma motifi: Mutasavvıf şair, ilahî aşk şarabıyla sarhoş bir şekilde gezer dünyada. Esrik, kendinden geçmiş, cezbe hâlinde, istiğrak hâlinde dolaşır yeryüzünde. İlhan da aynı şekilde beşerî sevgili sarhoşudur, onun aşkı ve özlemiyle sersem gibi gezer, kendinde değildir, ne yaptığını, nereye gittiğini bilmez.
    *Büyük aşkın tehlikeyle yan yana olması: Mutasavvıf şair için ilahî aşk ateştir, yanmaktır, tehlikeli bir şeydir. Aşkla ölüm hep yan yanadır. İlhan da buna benzer şekilde sevmeyi rezilce korkulu olarak algılıyor.
    *Halvet der encümen motifi: Mutasavvıf şair, dünyalı anlamda kiminle birlikte olursa olsun, hangi toplulukta bulunursa bulunsun kendini hep yalnız hisseder. Çünkü o sadece Allah’ı düşünür, Allah’tan ayrılığın yalnızlığını hiç kimse, hiçbir şey gideremez. Tek dostu, sevgilisi odur, başkaları bir gölge gibidir, bir kıymetleri yoktur. Halvet der encümendir o. İlhan da aynı motifi alıp beşerî sevgilisi için uyguluyor. Hangi kapıyı çalsa, arkasında yalnızlığın hınzır uğultusunu hisseder. Sevgiliden ayrılığın yalnızlığını hiçbir şey gideremez.
    *Aşk ve musiki birlikteliği: Mutasavvıf şair, ilahî aşkı çoğu zaman musiki ile birleştirir, aşkla musikiyi birlikte algılar. Ney, def gibi çalgı aletleriyle ya da tabii sesle çıkarılan tasavvuf müziğiyle birlikte ifade eder ilahî aşkı. Tasavvuf kültürünün temel motiflerinden biri aşkla musikinin birlikte iç içe olmasıdır. İlhan da aynı şekilde aşkını gramofondan duyduğu müzikle birleştiriyor. Buradaki gramofondan gelen müzik, ilahî değil beşerîdir.
    *Temiz ve dürüst bir hayat yaşama arzusu: Mutasavvıfın en büyük arzusu, ezelî sevgilisi olan Allah’la birlikte olup, temiz, helal, dürüst bir hayat yaşamaktır, ellerini kirletmemek, haram yememek, kötülük yapmamak, günah işlememektir. İlhan da aynı şekilde bu insanî erdemi dünyevîleştirerek yani haram, helal, günah, gibi terimlerden uzak olarak profan anlamda, seküler bağlamda bir etik tavır geliştirir. Kimseye kötülük etmeden, haksız kazanç sağlamadan, sevgilisiyle birlikte temiz bir hayat yaşamak ister. Buna göre mutasavvıf ahlâkîdir, İlhan ise etiktir.
    *Besmele: Her şeye Allah’ın adıyla başlamak. Mutasavvıf ya da genel anlamda bütün Müslümanlar, her işe Allah’ın adıyla başlarlar. Bu Allah’ı her şeyden üstün görme, onun iznini alma, ona dayanma ve güvenme, her şeyi onun kontrolünde bilme ve ona saygı duyup ona teşekkür etme, nimetleri ondan bilme, kendi varlığını ona bağlama anlamını karşılıyor. İlhan da bu motifi beşerîleştiriyor. ”Sus deyip adınla başlıyorum” mısraı besmelenin tersinlemeli bir şekilde yeniden üretilmesidir.
    *Kenz-i mahfî: Sevgilinin gizli bir hazine olması: İslam tasavvufunda bir kudsî hadis vardır: Allah Tealâ: ”Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim, bundan dolayıdır ki insanları yarattım” buyurmuştur. Mutasavvıflar bu hadise çok değer verirler. Zati şöyle der: “Kendini bildirmek için “kenz-i mahfî” etdi zuhûr / Etmedi var hazret-i Hak cinn ile insanı abes”.
    Harabî de şöyle der: “Küntü kenz remzinin olduk âgâhı / Ayne’l-yakîn gördük Cemâlullahı”
    (İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Akçağ yayınları, Ankara 1995, s.322)
    Attila İlhan da “içimsıra kımıldıyor gizli denizlerin” mısraıyla bunu dönüştürüyor. Buna göre sevgilinin gizli denizleri, zenginlikleri, gizemi vardır. Bunları keşfedecek olan da şairdir. İlahî zenginlikleri, hazineleri keşfedecek olan mutasavvıftır, beşerî sevgilinin gizli denizlerini keşfedecek olan da Attila İlhan’dır.
    *Sevgili ve saç kompozisyonu: Türk edebiyatında sevgili ve saçı imgesi, tarihsel olarak üç aşamalıdır: 1.Divan şiirinde sevgili de saçı da durağandır. Sevgili ve topuklarına kadar uzanan ya da perişan olan saçı sadece hayal edilir ve durağandır. Belli bir hareketlilik ve dekor içinde değildir. Dekordan, tabii ortamdan ve gerçek hayattan kopuk bir tahayyüle konu edilir. 2. Ahmet Haşim’de saçıyla birlikte düşünülen sevgili Divan şiirine göre daha dünyevî, somut ve yarı hareket kazanmıştır. “O Belde” şiirinde şöyle der:
    “Denizlerden / Esen bu ince hava saçlarınla eğlensin. / Bilsen / Melâl-i hasret ü gurbetle ufk-ı şâma bakan / Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!” (Ahmet Haşim Bütün Şiirleri, hzl.İ.Enginün, Z.Kerman, Dergah yayınları, İstanbul 1987, s.157)
    Burada sevgili deniz kenarında durmuş, hareketsiz ufka bakmakta ama saçları rüzgarda dalgalanmaktadır, yani hareketlidir. Dolayısıyla sevgili durağan ama saçı hareketlidir. Diğer yandan somut bir tabiat dekoru içinde yine somut olarak gözlenmekte ve izlenmektedir. Divan şiirinde tahayyül ediliyordu, burada gözleniyor.
    3.Attila İlhan’da ise “kötü rüzgar saçlarını götürüyor” mısraında görüldüğü gibi sevgili de saçı da hareketlidir. Gerçek hayatın gün****k yaşantısı, koşuşturması içinde resmedilmektedir.
    II. ŞEKİL
    1. Nazım Şekli: Şiir, mısra kümelenişi bakımından 6 bentten oluşuyor. Bentlerin mısra sayıları değişik. Bu bakımdan nazmın sabit şekillerinden birine bağlı değil. Şair, mısra kümelenişine bağlı bent sistemini tamamen muhtevaya bağlı kalarak kurgulamış. 1. bent, sevgiliye olan tutkulu bağlılığın vurgusunu içeriyor. 2. bent, aşkın tabiat ortamında dillendirilmesi söz konusu. 3.bentte aşkın ve sevgiliyle birlikteliğin genel durumu ve sonuçları düşüncesine yer veriliyor. 4. bentte sokak dolaşmalarında sevgilinin hatırlanması ve aşkın müzikle birleştirilmesi vurgulanıyor. 5.bentte ise sevgilinin çocukluğu ve şimdiki durumları tahayyüle bağlı olarak ortaya konuyor. Son bentte ise sevgiliyle birlikteliğin somut halleri değişik boyutlarıyla irdeleniyor. Görüldüğü gibi şair, bentleri aşk ve sevgilinin değişik görünüm ve tahayyüllerine bağlı olarak kuruyor.
    III. DİL VE ÜSLÛP
    A. Dil: Şiirde oldukça yalın ve konuşulan bir Türkçe, bütün canlılığı, renkliliği ve zenginliği ile kullanılıyor. Anlamı bilinemeyecek hemen hemen hiçbir kelime yok.
    1. Dil Sapmaları
    a. Yazım Sapmaları: Şair, kuralları konmuş, belirli ve yerleşik imlaya ve noktalama işaretlerine uymamış. Mesela hiç büyük harf kullanmamış. “İstanbul” ve “Fatih” gibi özel isimler de küçük harfle başlatılmış. Noktalama işaretleri de yok denecek kadar az. Şair neden böyle bir tutumu tercih etmiş? Bu konuda elimizde somut bir bilgi ve açıklama yok.
    b. İfade Sapmaları: Fatih’te yoksul bir gramofonun çalması: Burada ‘yoksul bir gramofon’ alışılmamış bir bağdaştırmadır. Sıfat tamlamasında sıfat-isim arası uyumsuzluk var. Gramofon için yoksul sıfatı kullanılmaz. ‘yoksul’ kelimesinin çağrışımsal anlamı üretilmekte ve uzun süre kullanıla kullanıla eskimiş ve yıpranmış bir müziği ve sesi nakleden bir alete yani gramofona dolaylı olarak böyle sıfat yapılmıştır.
    B. Üslûp
    -İç Konuşma Üslûbu: Şiirde iç konuşma üslûbu vardır. Şiir, baştan başa şairin iç konuşmalarından meydana gelmektedir.
    -Lirik Üslûp: Lirizm Attila İlhan şiirinin temel unsurlarından biridir. Duygu coşkunluğu ve müzikalite, onun şiirinin temel unsurlarındandır. Bunu burada da görüyoruz. Ayrıca yer yer yakarış üslûbunu da görmekteyiz.
    IV. AHENK: Şiir müzikal değeri yüksek bir metindir. Şair, eserini ahenkli kılabilmek için bazı yollara başvurmuştur. Bunlar:
    1. Ses ve Mısra Tekrarları: Şiirde bilinçli olarak tercih edilmiş ünlü ve ünsüz tekrarına dayalı bir ahenk yok. Ancak düzensiz bir kafiye uygulaması görüyoruz. Bu da ahengin doğmasında etkili oluyor. Şair, ahengi en çok da rediflerle sağlıyor. Bir de “ben sana mecburum” mısraının 5 kez tekrarlanmasıyla ortaya çıkan bir ahenk var.
    2. Vezin: Şiir, vezin bakımından da serbest. Dolayısıyla şeklî anlamda vezne dayalı bir ahenk yok, ancak şiirin bütününe yayılan serbest vezin içinde hissedilen derunî ahenkten bahsedebiliriz.
     

Bu Sayfayı Paylaş