Şiraze'den Şiraze'ye Mektuplar

'Yazılar, Denemeler.' forumunda Uygu tarafından 11 Eki 2012 tarihinde açılan konu

  1. Uygu

    Uygu New Member

    Seni İçimin En Ücra Köşesine Gizledim; Ürkek, Tedirgin, Temkinli



    [​IMG]


    Seni içimin en ücra köşesine gizledim; ürkek, tedirgin, temkinli...”



    Her temmuz, bana şehrimi anımsatıyor dünyanın her neresinde olursam olayım. Çok zaman geçirip, çok anı biriktirdiğim; bol tuzlu denizinde, üzerimde taşıyıp da sevmediğim her ne var ise dalgalarıyla atmaya çalıştığım; salkım saçak dolaşırken, siyah etek uçlarımdan yerlere istemediklerimi saçtığım; kavurucu güneşinin altında, incir kokulu yollarda, nar çiçeği endamında her bakan göze dokunup saklandığım; aşk tadında gece yürüyüşlerine çıktığım...

    Minik temmuz sıcağı şehrimi yeniden yaşamak arzusu doluverince gözlerime, yüreğimdeki pır pır eden kanatları susturamıyorum işte. Yeniden’i olmayan geçmişin, geçmişte kilitlendiği gerçeği ile ıhlamur ağacı altına uzanıp temmuz şarkıları döküyorum dilimden bu yabancı toprağa. Hüzne bulanmadan yaşanmıyor ki şiraze.



    Kimseler bilmesin öykülerimi diye ketûm direnişlerle gömdüm mektuplarımı saklı kentime. İlk bûsenin açtığı yaranın bir daha kapanmayacağını, ilk bûsenin kopardığı fırtınanın ömür boyu dinmeyeceğini, ilk bûsenin tüm ‘hayır’lara bir asi yetiştirmede maharetinin yıllara değin uzanan dokunuşlarının artarak çoğalacağını, ilk bûsenin bedeni dolaşan bütün damarları nasıl da ‘çat’ diye bir bir çatlatacağını, ilk bûsenin ne varsa aniden değiştirivereceğini nereden bilebilirdin ki şiraze.



    Mektuplarım benimdir, mektuplarımın ıhlamur kokusu benimdir, mektuplarımın canımı yakan her harfinin kıvrımları benimdir; temmuz sıcağında yeniden yazılıp, yeniden toprağa verilen, benimdir mektuplarım şiraze.



    Şehirler değiştiriyorum, şehirlerle değişiyorum. Yüzleri yüzüme yansıyor, kokuları siniyor tenime, seslerinde yitip içimin feryatlarına sekte koyuyorum. Derûni bağlılıklarımı bir hilkat garibesi şekline bürüyüp yalnızlığına mahkum ediyorum.

    Şehirler değişiyor şiraze, ben değişiyorum.

    Ben değişiyorum, dünya değişiyor şiraze.

    Bir, yaşanmışlar olduğu gibi duruyor.



    “Sen yok desen de, ayın tamamı orada” diyorum.

    “Hayat zaten zor, onu daha da zorlaştırmak için neden bu çaba?” diye soruyorum.

    “Yanlışlar birbirini izler” gerçeğine uyanıyorum.

    “Yapmamız gereken, bize zaman verildiğinde yapacağımıza karar vermek” diyerek bir gayret yerimde doğrulup göğe avuç açıyorum.

    Ve hayatlardan bir gölge gibi çekiliyorum uzaklarına...



    Ben şiraze, her sabah yeniden doğuyorum; öykülerime bir yenisini eklemek, yeni bir mektuba başlamak için...



    seni temmuz ile selamlıyorum...



    ŞİRAZE
     
  2. Uygu

    Uygu New Member

    [​IMG]


    bîpayanım

    aguş-i mevtte başlar hayatım

    yalan ile bir ömür ey yâr

    bir kendimi kandırırım



    Birgün seni yazmaktan vazgeçersem şiraze, bu hâmuşun ardına düşme. Gün gelir herkes ve her şey susar şiraze. Açanlar solmak, duranlar eğilmek, parlayanlar sönmek, gidenler dönmek mecburiyetinden baş eğer de bu muammanın içinde kalır bir başına. Takatimin bittiği yerde kargaların döne döne uçuşlarını izliyorum şu soğuk havada. Yağmur bir yandan kar bir yandan şiraze, kuzeyin sert rüzgarı dudaklarımda derin yaralar açarken; bir yılın son noktasının eğlentisini yapar insanlar. Giden zamana yakılan mumlar etrafında döner şu zeminin zavallıları. Ağla şiraze, benim ağladıklarıma sen de ağla. Aşk

    değil gönül gönül dolaşmak, aşk değil demden deme akmak, aşk değil yön değiştirip yol çizmek, aşk değil gözyaşına tutsak hüzne zincir dolamak. Aşk değil şiraze masalarda uyuyakalmak. Ağla şiraze, benim ağladıklarıma sen de ağla. Geçen zamandan bîhaberlerin yitişine sarf-ı nazar et. Geceleri orta yere saçılıp gündüzleri gizlenenlerin hâline, ötelerden gelen sesin yanıbaşlarında dönmesine aldırış etmeyenlerin çilesine, gayr-i mahdut eyleşmelerde tükenen hâl dilinin çırpınışına şiraze...

    bendideyim...



    Benim ağladıklarıma sen de ağla. Sensizliğe, sensiz geçen her gecenin sabahına, sabahların soğuk dokunuşunda an an vuruluşumuza, yüze inen her çizgiye, her çizginin sensiz çekilişine, dumana, bozkır kışına, çamurda kalan yanlarımın ne etsem lekelerini çıkaramayışıma, mahşere az kala gözüm gökte yarıldı yarılacak korkularıma... Ağla şiraze; zemin katta istersen, istersen merdiven boşluğunda, istersen terasta ağla. Maziye gir odalarında dolaş, orada ağla. Şimdide dur, durduramadığın zamana ağla. Gelecek girerken kapıdan tut elinden oyala, ninni söyle eğilip kulağına.

    hezayım...



    Başıma doladığım sarı yazma, memleket kokulu. Prut kenarındayım. Bakıyorum akışına, sarı yazma başımda. Diyor bana, “hayattan kaçanlar bende boğulmaya gelir.”

    Şiraze; ne gam yetemem ne sana, ne bana, ne dualarından adım düşmeyen canana.

    Ürperdi tenim. Kılıç keskin şiraze. Kimsenin umursamadığı dik bir kayadan başkası olamadım. Kimse kayaların da kırılabileceğini düşünmüyor şiraze. Kimse kayaların da rüzgara, yağmura direnemediğini bilmiyor şiraze. Kırılıyorum her yanımdan. Un ufak dökülüyorum toprağa, ben de topraktan bir toprak oluyorum şiraze. Aşkındır beni böyle perişan eden, böyle bedbaht, böyle garip, böyle hey gidi hey şiraze.



    gri bir gök rahmet, sen bu rahmet altında

    sır gibi, inci mercan gibi, bir can gibi taşıdığım

    söz olsun dönmeyeceğim, seni görüp yüzümü yüzüne dönmeyeceğim



    sen bende hayat şiraze

    sen bende hep şiraze

    Ş İ R A Z E
     
  3. Uygu

    Uygu New Member

    [​IMG]


    Dediler ki, “bahar geldi dayandı kapıya.
    Dedim sevinçle, “nerede, hani?
    Dediler ki, “işte tık tık’ları açacak çiçeklerin habercisi.”
    Dedim bir telaş bir telaş, “çiçeklerle mi gelir bahar hep böyle?”
    Dediler ki, “elbet ya, rengi rengine uymaz her ağacın, açılır da saçılır göğe doğru.
    Dedim merak içinde, “ben hiç bahar görmemişim demek, bir görsem.
    Dediler ki, “hiç olur mu öyle şey, nasıl geldin bu yaşa baharsız?”
    Dedim biraz üzgün, “hiç tanıştırmadılar ki baharla beni, görsem bile bilemem ki.
    Dediler ki, “kimlerle yaşadın bunca zaman?
    Dedim buruk buruk, “bir annem var, bir de babam; biri bahçede biri denizde.
    Dediler ki, “söylemediler mi bahar geldiğinde
    Dedim ki ürkek, “yok söylemediler, bir konuşabilseler bir sürü diyecekleri vardır elbet.
    Dediler ki, “ne oldu, kim susturdu?
    Dedim ki nemli gözlerle bakarak, “az gördüm onları, hatırlamam bile yüzlerini.
    Dediler ki, “nasıl yani?
    Dedim ki hasretle, “annemi bahçenin toprağına vermişler daha ben pek küçükken, babam denizde kaybolup gitmiş derinlere.
    Dediler ki, “vah ah, ah vah!
    Dedim ki tebessümle, “ben de arkalarından gidecekmişim birgün, ellerini öpecekmişim.

    Dediler ki, “bak işte bahar gelmiş bile, çiçekleri açmış ilk senin yüreğinde.
    Uzun uzun zamandır yoksun. Bahar gelince daha bir yokluğun dört yanda şiraze. Ağaçların dallarında sen, toprağın renginde sen, rüzgarın dokunuşunda sen; su, hava, ateş sen şiraze.

    Dünya dönüyor, ben dönüyorum sana. Dünya dönüyor, ben dönüyorum bana. Biryerlerde noktaya takılıp düşecek, noktanın büyüdükçe büyüyen cüssesinde kendimden geçeceğim. Yokluğun çökertti her şeyimi. Varlığını bilip de o varlığa dokunamamanın yakan, acıtan, bitiren demindeyim yine. Bak şiraze. Canlanan hayata bak. Yeniden doğanlara, şahlanıp savrulanlara bak. Her umudu besleyebilecek yer bulanlara bak. Bir de dön o güzel yüzünü, bana bak. Bak şiraze. Otur karşıma asırlarını asırlarıma ekle, hep suskunluğuma sebep cümleleri yakala da birbirine düğümle.

    Şiraze bak bana. Gerilerde bulacaklarından endişesiz, karşılaşacağın karmaşadan ürkmeden, her şeye hazır ve her olabileceğe dimdik durarak bak bana. Ne kadar acz içinde oluşuma tanık olacaksın. Yapamadıklarıma sürekli ah’lanışıma belki bir an sekte koyacaksın. Olamayışıma. Olduramayışıma. Hep eksik yanıma. Bana, benle olanlara, benle olmayı arzulayanlara, yoklarıma, varlarıma, var olmasını dileyip de tutamadıklarıma... dur da bir bak. Ben bile bihaber bendekinden, ben bile bigâne bendekine, ben bile garîp, acîp... Şaşma şiraze.

    Kendimi bilmeye çabalamaktan düşen dimağımda bir karmaşa, bir tökezleyip yere serilme, bir umudun yiten aydınlığında kayıp gitme... Enginlerine al beni şiraze. Ver elini, ver sen’i şiraze. Eyyamında bu zamanımın titrek yaşıyorum. Sözlerin epeydir oldu dibe vuruşu. Gözlerinde kaybolsam sessiz, gözlerin bitirse beni. Olsam bir okyanus, masmavi; olsam bir sahra, sarı; olsam bir asuman; laciverd... sere serpe, uçsuz bucaksız bakan yitse rengimde, dalan çıkamasın hep derinlerde hep derinlerde ve düşen yansın, yansın, yansın da kül olup savrulsun ötelere. Şiraze...

    Karşısına geçip durmaya yok mecalim. O denli esfelim o denli esfel. Ne baharı görür gözüm bu hal bende, ne bahar beni görür bu hal bende, ne bahar bilir beni bu hal bende, ne ben baharı bilirim bu hal bende. Şiraze ben baharı yüreğime uyandıramayışımın kaçıncı durağındayım. Üçe beş eklemeye, beşten on çıkarmaya, onla bini çarpıp milyona bölmeye çabalayışım beni içe çekiyor. İçte bir batak. İçte bir batak şiraze. Çektikçe çekiyor. Çektikçe çekiyor şiraze.

    Geceleri bir mum karşısında oturup salınışına bakıyorum alevinin. Öyle narin kıpırdanışı var ki şiraze, dinginliğine doyamıyorum. Azar azar yanıp, yandıkça azar azar erimek ve nihayetinde kaybolup gitmek... şiraze ben yandıkça haykırıyorum. Şiraze ben eridikçe korkuya kapılıyorum. Şiraze ben ebede kayışımı tedirgin izliyorum.

    Benden bir ben, benden daha bir ben doğuyor sabaha; diyorum “kimsin?
    Aslınım” diyor.
    Aslıma bakıp kendimi onda bulmaya çalışıyorum; diyorum “ne kadar güzelsin.
    Güzelsin” diyor. “Bahar açmış saçlarında bak.
    Bakıyorum. Göremiyorum şiraze.

    ŞİRAZE
     
  4. Uygu

    Uygu New Member

    [​IMG]


    Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze. Seni pamuklara yatırıp uyutmak geçti içimden.
    O kadar narindi yüreğime yansıyan duruşun. O kadar narin...
    Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze. Ben garip bir küçük kız, sana baktım uzun uzun.
    Yüzümden döküldü parçalanmış yaşanmışlar. Sen ne kadar erişilmezsen, ben o kadar çukurdaydım.
    Sen ne kadar mutmain bakıyorsan dünyaya, ben o kadar eksiktim. Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze.
    Parıldayan bir gözlerin, bir parmaklarının ziyneti kıymetli yüzüklerin değildi.
    Her şeyinle, nurdu üzerinden damlayan. Ben o damlalardan birine dokunabilsem diye iç geçirirken...
    her şey karardı. Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze.
    Düşlerin en güzelini en güzel yapan, senin duruşun... bakışın... ve suskunluğundu.
    Gökten inen her kar tanesini, her yağmur damlasını taşımakla vazifeli meleklerden biriydin belki...
    belki öyle gelmiştin düşüme. Bir rahmet... bir bereket... Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze.
    Bir sarkıt gibi dondum yerimde; ne bir adım ileri, ne de geri...
    Sen gelmiştin düş senfonime, sen gelmiştin... insan seni görünce belki ne istemesi gerektiğini fark ediyor.
    Ben de belki, işte sırf bu yüzden uzandım sana, ‘bir dokunsam’ dedim.
    Dedim de öylece kaldım. Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze.

    Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze. Biri aldı götürdü beni senden.
    Bir evdi belki, bir oda... bir... bir... düş bu Şiraze.
    Gerçeğin çizgilerine uymuyor ki. Oturdum bir başıma, gözlerimde sönmeyen ışıltın.
    Bembeyazlığınla kalabalıklara yön oldun.
    Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze.
    ‘Yüzünü dökme küçük kız’ dedim kendime. ‘Bırak üzülmeyi’ dedim.
    ‘Yalnız sen misin bir düşün, unutan sevilmeyi.’ Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze.
    Biliyorum, bir kere çıktın karşıma, düş olsa da fark etmez.
    Bir kere girdin yüreğime. Biliyorum, ‘her siyahın bir beyazı, gecelerin gündüzü de vardır.’
    Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze.

    Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze. Yürüdüğüm düş bahçeleri beni sana taşıdı.
    Yine de kalakalsam da böyle tek... böyle kimsesiz; dedim, ‘yüzünü dökme küçük kız, kızma onlara.
    Buruk bir tadı vardı yalnızlığımın, sen hep kalabalıklar içinde kim?
    Ben hep yalnızlıklar içinde kim?Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze.
    Dedim kendime, ‘yalnız sen misin bir düşün, zincir oranda buranda.
    Her tutsağın bir kaçışı, uykunun uyanışı da vardır.’ Uyansam yitiririm seni ben.
    Biliyorum ki, uyansam yitiririm seni ben. Bir daha çıkmazsın karşıma hiç.
    Üstelik dokunamadım da o naz ellerine. Ellerin ki belki kurtuluşum...
    ellerin ki belki tek umudum... Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze.

    Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze.
    ‘Gördüm düşümden büyük bahçe yok.’ Ve gördüm düşümün en güzel çiçeği sensin.
    Kalabalıkların sevdiği, kalabalıkların sende dinlendiği... gecenin aydınlığı sensin.
    Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze.
    ‘Düş’ dedim, ‘görmek istediğim mi?’ ‘Düş’ dedim, ‘geleceğimden bir mektup mu?’
    Seni buldum Şiraze, düşte de olsa... İzin ver dokunayım, belki hep kalırım yanında. Gittin...
    Hangi yöne? Hangi gemiyle? Yine kalan ben oldum.
    Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze. Ve ben, ‘yüzünü dökme küçük kız’ dedim kendime.
    ‘Yaşamın anlamını bul, sonra dinle kendini yolunu bil’ dedim.
    Sen uzaklardan ses veren, bir kere çıkıp karşıma ışıltını da alıp giden Şiraze...
    Sen yüreğinin götürdüğü yeri bilen, ben yüreğimin sesini bile duymaktan aciz...
    Aramızdaki ayrılıkların dozajının ayrımına varmak ne güç.
    Ne güç seni bir kere görüp yeniden bulma ümidiyle yaşamak.
    Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze.
    Ne kadar güzel, ne kadar derin...

    Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze.
    Bir dahası olur mu düşlerin? Tekerrür eden düşler de var mıdır?
    Geceler midir düşlerin mekanı? Mekansa sınırlar mı seni?
    Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze. Vel hasılı...
    Düşlerin en güzelinde çıktın karşıma Şiraze.

    ŞİRAZE
     
  5. Uygu

    Uygu New Member

    [​IMG]


    ilk kez düşünce sıcak gezen sokaklara sevda,
    tüm serinliği dokunurdu uzanıp...
    geceydi
    gece gece korku dolaşırdı ağaç gövdelerinin gerisinde,
    işçiler yürürdü
    ben beklerdim duvar diplerinde
    hem korkardı pabuçlarım
    hem götürürlerdi beni sahilin en karanlık yerine
    gece indiğinde uyurdu bağıranlar her şeye
    harfi r için korkularım pusardı köşelere
    en köşelere

    Şimdi en acayip evhamlar üzerime üzerime geliyor şiraze.
    Dolunay mı düşecek yoksa. Ya dünya mı yarılacak orta yerinden.
    Ya arabalar mı girecek penceremden salon koltuğuma.
    Yağmur başladı devrilecek mi ağaçlar.
    Şiraze her şeyden korkar olmanın korkusunu duyuyorum.
    Hemen kulağımın dibinde. Korkunun sesi de hiç çekilmiyor şiraze.
    Korkunun sesi hiç de hoş değil şiraze.
    [Bir yol bulsam da atsam onları bir bilinmeyene, en ücrasına uzaklarımın.
    Bir kuyu mu, bir karanlık oda mı, ötesi dünyanın da ötesi mi...

    şiraze korkularımın içinde ben, bir meczuba dönüşme endişesindeyim.
    Endişelerimdir beni büyüten, endişelerimdir bana “büyü artık” diyen.
    Ben büyümek istemiyorum şiraze.
    Ben büyüyüp incir ağacından inmek istemiyorum şiraze.
    Orada kalmak hep; nar tadı dilimde, rengi ellerimde...

    Ne çok acı biriktiriyoruz şiraze. Hep acı mı biriktiriyoruz şiraze?
    Acılar mı büyütüyor bizi, acılar mı dolduruyor böyle içimizi,
    acılar mı değiştiriyor birzamanlarki her şeyimizi?
    Ne çok acı biriktiriyoruz şiraze.
    Her dolabın içinde, her sandığın bohçasında, her çekmecede,
    her defterin birçok satırında, yatak çarşaflarının yamalarında...
    ne çok acı biriktiriyoruz biz şiraze.
    Oysa gülen gözlerimiz vardı, derlerdi “ne çok yakışıyor size tebessüm”.
    Koşarak inerdik merdivenleri, müzik ruhumuzun gıdasıydı,
    satın aldığımız her kitabı bir solukta bitirecek bol zamanla çevriliydik;
    sinemalara gider, tiyatro üzerine alkış tutardık...

    şiraze biz en mutlu olduğumuz zamanlarda bile
    tebessüm arasına gözyaşı koymayı bir huy edinmiştik.
    Severdik şiraze. Sevilirdik bir de...
    şimdilerde sadece telaşlarımız var hayat üzerine.
    Hayat şimdilerde telaş üstüne telaş şiraze.
    Bu telaş ile ne kadar yürüyebilirim, ne kadar toplayabilirim
    güzellikleri. Ne kadar verebilirim bir de benden herkese ve her şeye ve kendime...
    Şiraze ben acının hangi asrında, hangi sarayının ahşap korkuluğunda,
    hangi duvarının çatlağında, hangi “bulunmaz” denen kumaşının renginde...
    kendime tutunma vaktindeyim.

    Bir minyatürün içinde gezinen çekik gözlü kız, gravürlerden taşan renk;
    bir sfenksin sağ gözü, saçı, kuyruğu;
    sıcağın nemi, gecenin en sükuta sarılan demi;
    usturuplu belki, belki de en engebeli duruşun doruk noktasıyım şiraze.
    Varım. Yokum. Yokum. Varım.
    Kime göre var, kime göre yokum?
    Kim bilir varlığımı, kim bilir varlığıma rağmen yokluğumu?
    Kimle varım, kimle yokum? Neredeyim şiraze?
    Neresindeyim senin bulunduğun yerin?
    “Güney” desem, güneyi güney yapan ne?
    “Kuzey” desem, kuzeyi kuzey yapan ne?
    Doğu, batı... bütün bunların arasında mı?
    Nerede var ya da nerede yok’um şiraze?
    Yönlerimde sorular raks ile gezinmede.
    Yıpranmış bir gondol yanaşıp yanıma alıyor beni,
    sorularım kalıyor geride.
    Gondolcu yaşlı bir kadın şiraze.
    Su kahverengi, kahverengi bence susmanın rengi.
    Susuyoruz şiraze. Ben ve gondolcu...
    Bu zeminde bana hep susmak düştü şiraze.
    Sus ve sus ve sus...

    sınamadan önce
    sınavdasın farket

    Şiraze
     
  6. Uygu

    Uygu New Member

    [​IMG]



    gülrûya hiddetin bir hiçâhiçten

    bilinmez ki ferdada neler gizlidir



    Öfkeliyim bugün. Öfkeliyim şiraze. Bulutlar salkım saçak geçiyorlar göğümden, güneş arada göz kırpıyor, baharınsa sonu geldi buralara, kış camın ardında esiyor. Öfkeliyim şiraze. Nereden başlayacağımı bir türlü bilemediğim ruh esintilerimin gerisinde oradan oraya şiraze, oradan oraya şiraze, bazen de buradan oraya şiraze, savruluyorum. Öfkemi durdurmanın, olmadı susturmanın, olmadı alevini söndürmenin, daha da olmadı yok etmenin bir yolu belki on yolu, belki de sayısız yolu var da ben birini bile bulup içine dalamıyorum. Şiraze öfkeliyim bugün.

    Öfkeliyim bugün şiraze. Bu yerde nokta olup da gelene geçene bir fasılalık ferahlık veremeyişime. Bu yerde karanlığın güneşe duruşundan an alıp üzerime, sunamayışıma her işi boş koşturup duranlara. Bu yerden geçtim şiraze. Geçtim de imdat edenlerin sesini duyamayışıma öfkeliyim. Kendime, içimde dolanmada nefsime... “İnsan olan anlar” dediler. “İnsan olan hem anlar, hem yapar” dediler. “İnsan olan hem anlar, hem yapar, hem de teslim olur” dediler. Dediler şiraze. Ben’in anlamayışına, ben’in yapmayışına, bir de ben’in teslim olamayışına öfkeliyim şiraze. Katlardan uçursam bu divaneyi, yerlere çalsam bu viraneyi, hasret ile eritsem bu belvayı, daha da aç bıraksam ziyafet masalarında, susuz koysam ırmak kenarlarında... öfkeliyim kendime şiraze.



    Bir sayfa daha kapandı, bir ismin devri sonlandı şiraze. Ağlasak dönmeyecek, dövünsek kâr etmeyecek. Giden gitmiştir. Giden gitmiştir şiraze. Öfkeliyim hâlâ kör gözlerimin açılamayışına gerçeğe. Öfkeliyim duyduklarımı yüreğime indiremeyişime. Öfkeliyim dar-ı dünyaya sahip çıkışıma. Öfkeliyim şiraze bu denli kendime dayanıp yükselemeyişime. Bir de şu aşk üzerine dem tutuşum medrese odasına kapanıp. Aşk kim ben kim şiraze... aşk kime ben kime şiraze...



    Cinnah’ta geceler uzun, soğuk ve tedirgindi. Her geceye bin araba düşerdi. Kaldırımdan kayan gölgeler ya bir kötünün elindeydi, ya kötünün kendisiydi. Geride ağaçlar oynaşırken koşana, kaçana, korkana, aranana göz ucuyla bakarken kimi kalın gövdeler gizlerdi abes olanı, kimi gövdeler de ifşa ederdi. Cinnah’ta kış donardı. Ben donardım şiraze. Ellerimin çatlaklarından akan kan canımı yakardı. Eldiven taksam şiraze, sanki hep kış kalacaktı. Kış bana gelir, ben kışa karşı dururdum. O güler ben somurturdum. Bir salep sıcaklığına şiraze, aşkı unuturdum. Aşk beni yakalar, damdan dama atardı. O attıkça ağlardım. Ağladıkça şiraze, annemin ütülediği beyaz mendiller gelirdi hatırıma. Mendiller unutuldu, yerine başka mendiller bulundu şiraze. Öfkeliyim işte. Her unutulanın yerine bir yenisini yakıştırana. Her unutulanın yerine bir başkasının konmasına...



    Aylardan bir ay, günlerden herhangi biri.

    Ben ben’i karşıma geçirmiş seyretmedeyim şiraze. Gözlerimden akan kahverengi, saçlarımdan dökülen beyaz “bu sen değilsin” diyor bana. Kendime yabancılaşmışlığımın hesabını sormadayım. Kendi kendime küsmüşlüğümün nedenlerine saplanmış çırpınmadayım. Hareket kalmadı şiraze, arzuların dibine vurduk, püf noktaları püf diye uçup gitti şiraze. Kalsam böyle, hep kalakalsam böyle, bir öyle bir böyle hep takılsam şiraze. Askılardan alıp giyseler üzerlerine, dolaplardan çıkarıp taksalar başlarına; halı yapıp çiğneseler, balkonda kurutsalar, mobilya gibi tozumu alsalar şiraze.

    Körelir miyim?



    şiraze, bir anlatabilsem seni

    bütün ah’lar devrilecek



    Ş İ R A Z E
     
  7. Uygu

    Uygu New Member

    [​IMG]



    Ey sen’i ben bilip ben’i sen’de

    sen’i ben’de erittiğim! Ayıl da

    ayıl da

    kaç meş’um hergelenin çelmesine takıldığımızı gör.

    Aşk da bir çukurmuş aslında

    ehil olmayana,

    cehennem gibi

    Bir velvelenin orta yerinde, sürgün’lerin alevlere atıldığı zamanlardan kalma beş bin mısrayı maziye kaptırdık şiraze. Mazide gezinen filozofların kule diplerinde oturan siluetleri fısıldıyor en anlamlı kelimelerini, bir de siyaha çalan cübbeleri oynaşıyor geceyle, gözlerinin gerisinden fışkıran “yapmayın, etmeyin, aldanmayın” feryatları geziniyor kıyı şeridinde. Mahareti hıza vurduk şiraze. Uyuduk kaldık gecelerin yumuşak yataklarında. İçimizden gelen bir şey yok; yemedik, gezmedik; konuşmaya, yazmaya, yürümeye üşendik; istemek hissi tükendi şiraze. Artık ertelemekten de vazgeçtik. Kıyı şeridi ninni söylüyor, dalgalar salınıyor öne arkaya, taşlardan yükselen şıkırtılar bir dansın giriş bölümünde tekerrüre düşüyor. Ben takılıyorum şiraze. Buhranlara, anaforlara, uzay boşluğunun zamansızlığına... Bir ezan ile doğrulurken efdal olanın güzelliği yansıyor yüzüme. Artık şu nefs denene anlatmalı, dünyanın işveli görünen vechine bir kırıntı gözü ile bakmanın zamanıdır diye şiraze. Zamanıdır yüzmenin tatlı sularda ve zamanıdır uçmanın bulutların yukarısında. Zamanıdır kavuşmanın, zamanıdır kabullenmenin. Ve zamanıdır şiraze aşkı aşk ile öldürmenin.



    şitaya girerken çöktü üzerimize ağırlık

    neşideler yastadır şimdi

    ne melikler ne melîkeler mes’ud

    safabahş sabahlar yastadır şimdi

    Varna’da hatırladım Sonya’yı, bir dağ yamacından Karadeniz’e el ederken şiraze. Sonya bir memeleketin bana yabancı kızı. Gözleri yosun yeşili. Kitabın birinde diyordu “Sonya bir yere gitti / Döndüğünde artık eksikti / Ya da eskisinden fazlaydı belki / Eksik ya da fazla / Eskisi gibi değildi yani.” Gözleri yosun yeşili şiraze. Denizin toprakların önünü kestiği yerlerden birinde serpildi. Ben de bir deniz kızı, sen o deniz kızının hep hayalinde üzerine titrediği şiraze. Gözleri yosun yeşili. Gözleri yosun yeşili, dilinde anlamını çözemediğim bir heyûla. Baktıkça dalgalanıyor üzerimde, şeffaf zamanlardan kalma hançerlerin derin oyuklarını “hatırla” dercesine. Gözleri yosun yeşili şiraze.

    bimeal...



    Kendimi bulmak için çıktım yola, kendimsiz kime olsun faydam şiraze.

    Bulayım derken daha çok yittim dehlizlerde, kim duysun bu mağrur sesimi şiraze.

    Ene’lerle kavgam, ene’lerle mücadelem; ene’ler ene’ler ene’ler şiraze. Var ya; bu kadar mı çok olunur, bu kadar mı çok şiraze.

    Bir çıkmazda dalgalanan ak bayrağın altında dökülen kan, kavganın al’ı şiraze.

    Ak ve al sen, al ve ak sen; simsiyah sonunda ben şiraze.

    O gün geldiğinde bir “ah” çekeceğim, diyeceğim “eyvah”.



    Eyvah ki eyvah şiraze.

    Ben senden değil, seni zamana sıkıştırıp beklemekten vazgeçtim. Sensizlikten vazgeçtim. Seni mekanda aramaktan vazgeçtim. Benden vazgeçtim. Hayat felsefesinden, sosyal olan her şeyden, toplumsalcılık oynamaktan, kültürel faaliyetlerin her birinden, ney’den, Beşevler’den, duvar gazetesinden, pembe boyalı binadaki odalardan, sağa sola çiziktirmekten... Vazgeçtim şiraze kuralları bir bir çiğnemekten. İster yak beni, ister karala. İstersen al da as duvarına. Vazgeçmekten başka işim kalmadı benim.



    İyi bilirim şiraze, sen benim ezberimdesin.


    Ş İ R A Z E
     
  8. Uygu

    Uygu New Member

    [​IMG]

    kesme nevanı

    içine salsalar da keder

    kırılsa gönül medd ü cezr ile

    hepsi geçer...

    hepsi geçer...

    El’an şiraze, gün yüzünü dönerken geceye tırmanıyorum içimdeki Altay’a. Ben hep tırmanıyorum şiraze. Tırmandıkça dikleşiyor yokuşlarım. Annem düşüyor aklıma bir ara. Annem şiraze, hep uzağımda hep uzağımda. “Bir gelse” diyorum, sanki bitecek yorgunluklarım. İşte o an başlayacak evcilik oyunlarım.



    El’an şiraze, herkes evine çekilirken sevilmediğimin altını çiziyorum koyu kırmızı bir kalemle. Sevmek de sevilmek de bir türlü içinden çıkamadığım şiraze. Altını çizdikçe belirginleşiyor yalnızlığım. Yalnızlık Yusuf’un kuyusu, içine düşen ben şiraze. Kervanlar bekliyorum, başı belli sonu olmayan. Anlat bana rüyamı, anlat da çözülsün dilim. Söylenmemişleri dizeyim ardı ardına anlasın karşıma çıkanlar taşlar nerelerden sürüklenir gelir. Dünyanın bir ucundan diğer ucuna şiraze. Dünyanın bir ucu diğer ucu, diğer ucu bir ucu şiraze.



    bir lâhza durup

    lûtf ile

    mercanları saçsan

    düşse sana kem bakan...

    düşse sana kem bakan...

    El’an şiraze, memleket büyüyor gözlerimde allı yeşilli, morlu mavili. İçim titriyor, içimden katarlar geçiyor; göğümde beyaz bulutlar, rüzgar desen of be şiraze. Ne aramak, ne özlemek hepsini sil baştan. Sil baştan şiraze. Sildikçe açılacaksın, hayat bir “dur” çekecek. Durmadan bakılmıyor şiraze. Durmadan da üstelik gidilmiyor şiraze. Dur kalk nöbetlerimde ağrılar saplanıyor başımın sol cenahına. Çömeliyorum kıyı köşeye; kıyı köşede sol cenahım azdıkça azıyor. Uyumalıyım. Uyuyup ağrılarımı uyutmalıyım. Bir yol bulup onu atmalıyım ya da satmalıyım, mümkünse fırlatmalıyım.



    nazenin olanın halinden

    bihaber

    açar zakkumlar pembe ve beyaz

    “dalmışlar tahayyüle” der

    incinir kelebekler...

    incinir kelebekler...



    El’an şiraze, vakti dayadık vakte vazifeleri unuttuk yine. Gündelik telaşların çemberinde sesimizi yükselttik hiç üstüne. Bir hiç olsa olsa hiçtir işte. Bu ne biçim iştir şiraze. Sevdamın taktığı çelmelerle yara berelenmiş dört yanımdan sızan kanlarda boğulmak üzereyim. Boğulsam sevda mı kalır şiraze? Kalsa da kime kalır şiraze? Vurulmadan önce zamanı durdurmalı, bakmalı iyiden. Vurulmadan önce bir güzel ağlamalı, kurutmalı yaşları dipten. Vurulmadan önce yüreği vurmalı, bitirmeli hepten.



    Ben şiraze, her damlada yitişimi izlemedeyim.

    Ben şiraze; hep gidenlere, bir türlü gelemeyenlere laf üstüne laf dizmedeyim.

    Ben şiraze, her sabah yeni bir ene silmedeyim.

    Ben şiraze; hep bir yerde, hep bir yerde beklemedeyim.

    Ben şiraze, biledikçe sensizliği bilenmedeyim.


    Ş İ R A Z E
     
  9. Uygu

    Uygu New Member

    [​IMG]

    Susacak kadar sus, susamayacak kadar pus. Sus ve de pus, suspus şiraze. Biri daha gidiyor, bir yakınlık daha uzak olmaya saat on yedi sularında başlayacak. Az uzak, az biraz uzak, az biraz daha uzak. Gidenlerin ardından insan hep suspus şiraze.

    vefalı mıyım

    vefadan eser miyim

    vefanın v’sinde, fa’nın nesindeyim



    Ardında olmayı düşünüyorum bu aralar. Bu aralar ardındalığın sahibini arıyorum şiraze. Sokaklar pus, adımlar sus şiraze. Geceler pus, yıldızlar sus şiraze. Ağaçlar pus, yapraklar sus şiraze. Menziller pus, yolcular sus şiraze. Hayat böyle hep suspus şiraze.



    Zamansız kendimden geçmelerimde yine elim ayağım dolanıyor, dilim oldu epeydir sus. Ya senin olmayışının kesinleştiği vakte denk düştü bu, ya da zaten hiç olmamışlığının farkındalığına şiraze. Alım balım, canım cicim, tadım tuzum; yüreğim suspus şiraze. Korkuyorum boş gitmekten. Korkuyorum bakide kaybetmekten. Ben suspus, hep suspus, sus ve de pus şiraze. Bıraktım anlatsın hâl dilim düştüğüm karanlığı. Aşk ile tökezledim, aşk ile doğrulma çabasında zuhûrum suspus şiraze. Meyletme bana, meyletme ışığıma, meyletme aşk çemberimde kalana. Döndükçe döner başın, döndükçe döner başın, döndükçe dönersin şiraze. Olmayınca olmuyorsun, olsan bile olamıyorsun, “ol” deyince hiç olmuyorsun. Olmaklığım suspus şiraze.

    Yıllar oldu gelemiyorum sahiline. Sahilde kum çok, bende hâl yok şiraze.

    Yıllar oldu Boğaz’a uzanamıyorum Beyoğlu’ndan. Beyoğlu’nda hayat çok, bende mecal yok şiraze.

    Yıllar oldu basmadım bıraktığın izlerin üzerine. İzler çok, bende ikbal yok şiraze.

    Hâl, mecal, ikbal suspus şiraze.

    Hangi demde, hagi haldesin bilmeden; gecelerimde, gecelerimin düş bahçelerinde, bahçelerimin en izbesindesin şiraze. Ne gel göreyim yeşil gözlerini, ne gel... ne de gel. Gelmeler de gitmeler gibi suspus şiraze.



    Kelam bitti

    Kalem bitti

    Noktaları koyduk, “son” diye ekledik nihaî sahifeye, bütün söylenecekleri söyledik, filhakika bitti şiraze. Şimdi dünya suspus dönüyor, döndükçe üşüyor, üşüdükçe üşütüyor, üşüyenlerden biri benim, biri de sensin şiraze. Bilmek hiç yetmiyor. Bilmekten öte geçip anlamak arzusu yakıyor. Anlamayan yürek acıtıyor şiraze.



    bütün suzişimle giryefeşanım

    bir de an be an değişmelerde

    handefeşanım

    çöz çözebilirsen hallerimi

    mihr ü mah ile tesellideyim



    Ş İ R A Z E
     

Bu Sayfayı Paylaş