Tanrı'nın varlığını kabul eden ve etmeyen görüşlere göre karşılaştırılması

'Felsefe-Psikoloji-Sosyoloji' forumunda sha. tarafından 2 Oca 2010 tarihinde açılan konu

  1. sha.

    sha. ..daha çirkin, daha huysuz

    TANRI’NIN VARLIĞI
    Tanrı'nın varlığıyla ilgili argümanlar filozoflar, teologlar ve diğer düşünürler tarafından öne sürülmüştür. Felsefi terminolojide, Tanrı'nın varlığı problemi, Tanrı ontolojisinin bilgi kuramı ile ilgilidir. Bilgi kuramı, epistemoloji, bilgiye olan yaklaşımı, doğru bilgiye nasıl ulaşılacağını inceler. Ontolojiyse, varlık/yokluk konuları üzerindeki argümanlardan oluşur. Yani, Tanrı ontolojisinin bilgi kuramı, Tanrı'nın var olup olmadığı konusunda nasıl akıl yürüteceğimiz üzerinedir.
    Tanrı'nın varlığı konusunu tartışmak, birçok felsefi problemi beraberinde getirir. Temel bir problem, evrensel olarak kabul gören bir Tanrı tanımının yapılamamasıdır. Bazı Tanrı tanımlamaları o şekildedir ki, tanıma uyan bir şeylerin varlığı kesindir, öte yandan, bazı tanımlar öz çelişkilidir. Tanrı'nın varlığını destekleyen argümanlar genellikle metafiziksel, ampirik, tümevarımsal ve öznel şekildedir. Tanrı'nın varlığının karşısında olan argümanlarsa genel olarak ampirik, tümdengelimsel ve tümevarımsal yöntemleri kullanır. Tanrı'nın varlığı problemine bakış açıları temel olarak üç grupta toplanabilir: "Tanrı vardır." önermesini destekleyici, "Tanrı yoktur." önermesini destekleyici ve "Bu problem bilinemez." önermesini destekleyici nitelikteki argümanlar…

    TANRI’NIN VARLIĞINI VE MADDENİN YARATILMIŞ OLDUĞUNU
    KABUL EDEN GÖRÜŞ
    Bu görüşü savunan tarihteki en önemli aktör, hatta tek aktör tek Tanrılı dinlerdir. Tek Tanrı’ya inanan dinler, kendilerinin dışında herkese karşı Tanrı’nın var olduğunu, maddenin ve evrenin yaratılmış olduğunu savunmuşlardır. Yahudilik, Hristiyanlık ve Müslümanlığın mezhepleri arasında birçok farklar olmakla beraber, Tanrı’nın ezeli varlığı ve maddenin yaratılmış olması konusunda üç büyük din bütün mezheplerinde aynı ortak görüşe sahiptir. Bu dinler bu görüşlerini kutsal kitaplarına dayandırarak temellendirir. Maddeci ateizmin, maddenin ezeliliği konusundaki ortak görüşe karşın, tek Tanrı’ya inanan dinlerin maddenin yaratılmışlığı ve dolayısıyla başlangıcı olduğu konusundaki ortak görüşü önemlidir. Bu tek Tanrılı dinler, kendileri dışındaki her görüşten ayıran temel bir konudur.
    Tek Tanrılı dinlerde Tanrı’nın yüceliği ve kudreti en temel kavramlardır. Bu yüzden Tanrı’nın yüceliğine ve kudretine ters düşecek bütün izahlar reddedilir. Tanrı’ya eksiklik atfeden anlatımlar, görüşler dışlanır. Yaratılmamış, kendi kendine var olma fikriyle madde, Tanrı’nın gücü ve kudretinden bağımsız bir varlık kazanmış olur. Bu yüzden yaratılmamış madde fikri, tek Tanrılı dinlerin kesinlikle karşı çıktıkları bir kavramdır.
    Kutsal Kitap’ta geçen Tanrı’nın var oluşuna dair delillerden başka, mantıksal deliller de var. En başta, ontolojik delil var. Ontolojik delillerin en popüler versiyonu, Tanrı’nın var oluşunu ispatlamak için Tanrı kavramlarının kendisini kullanıyor. Başlangıç noktası, Tanrı sözcüğünün tanımıdır: ‘‘daha büyüğü düşünülmesi mümkün olmayan varlık’’. Onun ardından, var olmak, var olmaktan daha büyütür diye öne sürülüyor. O yüzden düşünülebilen en büyük varlık gerçekten var olmalı. Tanrı var olmazsa, Tanrı düşünülebilen en büyük varlık olmaktan çıkardı – oysa bu, Tanrı’nın tanımına ters düşüyor. İkinci bir delil, teleolojik delildir. Teleolojik delil, evrenin şaşılacak bir tasarı sergilediğini ortaya koyuyor ve ona bakarak tasarlayan bir Tanrı’nın var olduğu sonucu ortaya çıkıyor. Örneğin: dünya güneşten sadece birkaç yüz kilometre uzak ya da ona daha yakın olsa, şu anda yaptığı gibi, yaşam desteklemeyecekti. Atmosferin içindeki elementlerin oranı ancak yüzde bir olarak farklı olsa, yeryüzünde yaşayan her varlık ölecekti.
    Tanrı’nın var oluşunu ispatlayan delillerin üçüncüsü de kozmolojik delildir. Her sonucun bir sebebi olması gerekiyor. Evren ve içinde bulunan her şey bir sonuçtur. Her şeyin var olmasına sebep olan bir şeyin olması gerekiyor. Son olarak, ‘‘sebeplenmemiş’’ bir şeyin var olması gerekiyor ki, ondan başka her şeyin var oluşuna sebep olsun. Bu ‘‘sebeplenmemiş şey’’ Tanrı’dır. Dördüncü bir delil, ahlaksal delildir. Tarih boyunca her medeniyet bir çeşit yasa meydana getirmiştir. Katillik, yalan, hırsızlık, ahlaksızlık neredeyse evrensel bir biçimde kınanıyor. Bu doğru ve yanlış ayrımına meydana getiren nedir, eğer Tanrı’dan başka bir şey değilse?

    TANRI’NIN VARLIĞINI İNKÂR EDEN VE MADDENİN EZELİLİĞİNİ
    KABUL EDEN GÖRÜŞ
    Materyalist felsefenin en temel tezi olan bu görüşe göre yalnız madde gerçektir ve onun dışında hiç bir şey yoktur. Madde yaratılmamıştır, yok edilemez, kendiliğinden varlığını sürdürür, evrenin tek yapı taşıdır. Materyalizmin bu inancından ortaya çıkarttığı sonuca göre Tanrı yoktur, dolayısıyla Tanrı’nın varlığı fikri üzerine inşa edilmiş dinlere inanç yanlıştır.
    Maddenin ezeliliği fikri, materyalist felsefenin dışında da savunulmuştur. Örneğin: Budizm’de, Tanrı’nın hiçbir müdahalesi olmadan, var olan her şeyin mekanik yasalara uygun olarak maddeden meydana geldiği söylenir. Budizm’in bazı konularında Tanrı’nın varlığı kabul edilmiş olabilir, fakat temel metinlerde Tanrı’dan hiç bahsedilmediği ve evren ezeli kabul edildiği için; Budizm, Tanrı’yı yok sayan ve maddeyi ezeli kabul eden başlığın altında incelenebilir.
    Hint felsefesinin önemli bir bölümü evreni ezeli kabul eder ve Tanrı’ya yer vermeden evreni açıklamaya çalışır. Çin düşüncesindeki Taoizm’de de her şeyin kendiliğinde oluştuğu ve evrenin ezeli olduğu fikrine rastlanır.
    Eski Yunan’ın atomcuları Demokritos ve ondan felsefesinin ana çizgilerini alan Epikuros, günümüz materyalist görüşlerinin babası kabul edilirler. Onlar da evreni ezeli ve ebedi kabul ediyorlardı ve Tanrı’ya yer vermiyorlardı. Fakat Tanrı’yı açıkça inkâr ederek evreni ezeli kabul etme ilk olarak Lucretius’ta kendini gösterir. İlk olarak onda apaçık gözüken ateizmden dolayı, onu, materyalist felsefenin ilk temsilcisi olarak kabul edenlerde vardır.
    Felsefe tarihindeki matematikçi Alembert, iktisatçı Turgot, ayrıca Condorcet, Baron Holbach da materyalist felsefenin temsilcileridir. Fakat hiç şüphesiz ki materyalist felsefenin en ünlü ve en etkili olmuş temsilcileri Karl Marks ve Friedrich Engels’tir. Felsefelerini eylemle birleştiren Marksçılar, Marks’ın ölümünden 70 yıl sonra dünyanın üçte birini yanlarını almışlardır. Karl Marks’ın dışında düşünceleri bu kadar kısa bir zamanda bu denli büyük etki yaratmış bir düşünürün olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Marks’ın ve Engels’in yazılarını okuyanlar, onların felsefesinin en temel sorununu şu şekilde ortaya koyduklarına tanık olacaklardır:
    1- Ya madde ve doğa öncedir, Tanrı yoktur.
    2- Ya da Tanrı öncedir, madde ve doğa Tanrı’nın eseridir.
    Onlara göre felsefenin en temel sorunu budur. Onlar felsefenin en temel sorununu ortaya koyarken birinci maddenin doğruluğunu savunmuşlardır. Materyalist felsefenin en ünlü ideologları bilimi kutsamışlar, dinlerle beraber agnostikliğin (bilinemezciliğin) her türlüsüne de karşı çıkmışlardır. Onlar bilimin hakemliğini kabul etmişlerdi, bilimin felsefi sonuçlara yol açacağını savunuyorlardı.

    HEM TANRI’NIN HEM DE MADDENİN VARLIĞI EZELİ
    KABUL EDEN GÖRÜŞ
    Materyalistlerin de kabul ettiği gibi iki temel görüş vardır. Ya madde ezelidir ve Tanrı yoktur, ya da Tanrı ezelidir ve madde sonradan yaratılmıştır. Fakat felsefe tarihinde çok geniş bir yer kaplayan felsefecilerden Platon’un ve Aristo’nun, hem Tanrı’nın hem de maddenin varlığı ezeli kabul eden görüşte olmaları, bu fikrin de özel bir bölüm olarak ele alınmasının sebebidir.
    Evrenin ezeliliği fikri Aristo’da kendini daha açık bir şekilde gösterir. Ona göre yıldızlar ezeli bir yakıtla yanarlar ve ebedidirler. Platon her şeyin ‘‘kaos’’ tan çıktığını söylerken, onun bu açıklamasının yoktan yaratılışa daha yakın olduğu söylenebilir, fakat Platon yorumcularının çoğunluğuna göre Platon da maddenin ezeliliği fikrine inanmaktır.
    Bu görüşün tarihteki en önemli savunucuları Platon ve Aristo olmakla beraber, onlardan sonra gelip onlardan etkilenen filozoflar da benzeri görüşleri savunmuşlardır. Örneğin: Farabi ve İbni Sina’nın bu görüşlerinden etkilenmesi ve Gazali’nin onlara getirdiği eleştiriler İslam dünyasında çok ünlüdür.
    AGNOSTİK (BİLİNEMEZCİ) TAVIR
    Tanrı’nın varlığı ve maddenin ezeli olup olmaması konusunda iki temel görüş vardır, Platon ve Aristo’nun görüşleri ise üçüncü bir görüş olarak bunlara ilave edilebilir. Felsefe tarihini incelerken, bu konuda dördüncü bir görüş olmasa da, bu üç görüşe girmeyen, fakat önemli bir yer işgal eden dördüncü bir tavıra rastlanır. Bu agnostik (bilinemezci) tavırdır. Agnostik tavır, daha önce sayılan görüşlerin hangisinin doğru olduğunun bilinemeyeceği iddiasındadır. Yoksa agnostizm alternatif bir model sunmamaktadır. Bu tavıra sahip olanlar da üçe ayrılır:
    1- Agnostik – Ateistler: Bu tavırda olanlar, Tanrı’nın varlığının bilenemeyeceğini iddia ederler ve bu noktadan ateizme geçip, bilinemeyen bir Tanrı’yı yok kabul etmenin doğru olacağını düşünürler.
    2- Agnostik – Fideistler: Bu tavırda olanlar, akılla ne Tanrı’ya inanabileceğini ne de Tanrı’nın reddedebileceğini belirttikten sonra, aklın karışmadığı bir imana geniş bir yer açarlar ve Tanrı’nın varlığına inanırlar. Tarihin en ünlü agnostiği Kant da bu sınıfa dâhil edilebilir.
    3- Agnostik olup daha ileri gitmeyenler: Bu tavıra sahip kişiler ise agnostik tavırlardan daha ileri gitmezler. Agnostiklikten Tanrı’ya inanca veya ateizme geçmezler. Bunların hareket noktası aynı zamanda durdukları noktadır.
    Agnostizm, pozitivist ya da materyalist öğretilerde karşımıza çıkan nihai gerçekliğin bilinemez olduğu görüşü olarak tarif edilir. Hepsinden önemlisi agnostizm, Tanrı’nın var olup olmadığını bilmeyeceğimizi söyler. Tabi ki agnostizme göre maddenin, evrenin başlangıcı olup olmadığı da bilinemezler listesindedir.
    Agnostikliğin kökeni Eski Yunan’da aranır ve benzeri görüşler Sofistler’e kadar götürülerek aktarılır. Kesin ve mutlak bilginin imkânsızlığını savunan Protogoras ve Gorgias Sofistler’in bu konudaki en ünlü örnekleridir.
    Fakat agnostizm denince felsefe tarihindeki iki önemli isim gündeme gelir. Bunlardan birincisi David Hume, ikincisi ise ondan etkilenen ve ondan daha da ünlü olan Immanuel Kant’tır. Bu iki isim de Tanrı’nın var olup olmadığını bilemeyeceğimizi, pekala maddenin de ezeli olabileceğini, fakat bunu da bilemeyeceğimizi söylemişlerdir. Tanrı’nın varlığını kanıtlayan delillere bu ikilinin yönelttiği itirazların temelinde bu görüş vardır.


    Soru: Tanrı var mıdır?
    Yanıt olarak: Son yapılan araştırmalara göre, dünya çapında insanların yüzde doksanı Tanrı’nın ya da üstün bir gücün var olduğuna inanıyor. Buna rağmen, Tanrı’nın var olduğunu kanıtlama sorumluluğu, onun var olduğuna inanan insanlara yükleniyor. Tanrı’nın var olmadığına inananların bunu kanıtlama sorumluluğu vardır.
    Tüm tarih boyunca, tüm halklarda, tüm medeniyetlerde insanların yüzde doksan sekizinden fazlası herhangi bir Tanrı’nın var olduğuna inandıklarına göre, bu inanca sebep olan bir şey ( ya da birisi) gerçekten var olmalı.
    Tanrı’ya inanmamak için sık sık öyle bir inancın ‘bilimsel’ olmadığı, ya da ‘delillerin olmadığı’ iddia ediliyor. Oysa gerçek sebep başkadır: insanlar bir kere Tanrı’nın var oluşunu kabul ettikten sonra, o Tanrı’nın karşısında sorumlu olurlar, onun tarafından bağışlama almak zorunda olduklarını kabul etmelidirler.

    Sonuç olarak: ne Tanrı’nın varlığı ne de onun var olmadığı kanıtlanabilir. Hatta, Kutsal Kitap’ta; Tanrı’nın var olduğunu imanla kabul etmeliyiz: ‘‘İman olmadan Tanrı’yı hoşnut etmek olanaksızdır. Tanrı’ya yaklaşan, O’nun var olduğuna ve kendisini arayanları ödüllendireceğine iman etmelidir.’’
    Tanrı’ya iman etmek, karanlık bir yere atlamak değildir, zaten insanların yüzde doksanı içinde bulunan iyi aydınlatmış bir odanın içine emin bir adım atmaktır.
     

Bu Sayfayı Paylaş