Arkeoloji Troya Anadolu'ya Aitti

'Tarih' forumunda Uygu tarafından 25 Eyl 2012 tarihinde açılan konu

  1. Uygu

    Uygu New Member

    Troya, 1870 yılından bu yana üçüncü kez kazılıyor. Üçüncü dalga kazıları yöneten Manfred Korfmann Troya’ya Anadolu’dan bakıyordu. 1982′den beri yörede yaptığı kazılar ve Hititologların bulguları onu haklı çıkardı

    [​IMG]

    Troyalılar Türk müydü? – 3 / Haluk Şahin yazıyor (Milliyet Gazetesi)

    Troyalılar Türk müydü sorusuna sağlıklı bir yanıt verebilmek için önce sormak gerekir: Troya neresidir? Troya nedir? Yüzyılı aşkın bir süreden devam eden arkeolojik araştırmalar, bu sorulara yanıt vermeye çalışıyor ve önemli ilerlemeler kaydediyor.

    Troya, 1870 yılından bu yana üçüncü kez kazılıyor. İlk iki kez kazanlar oraya Yunanistan’dan bakıyorlardı ve kafalarındaki bir şeyi kanıtlamaya çalışıyorlardı. İlk kazıyı başlatan Alman serüvencisi, amatör arkeolog Heinrich Schliemann, bir Homeros ve antik Yunan uygarlığı hayranıydı. Bu yüzden eşini boşayıp Yunanlı bir kadınla evlenmişti. O, İlyada’nın tamamen gerçeklere uygun olduğuna inanıyor, Tahta At hilesiyle düşürülen kenti, Priamos’un sarayının kalıntılarını arıyordu. Ölümünden sonra kazılarını devam ettiren asistanı Dörpfeld de, daha gerçekçi olmakla birlikte, bu bakış açısını paylaşmaktaydı.

    Schliemann, 1874′te bulduğu ve Yunanistan’a kaçırdığı hazinenin Priamos’un hazinesi olduğunu düşünüyordu. Sonradan bunun aslında tam 1200 yıl öncesine, yani MÖ 2500′e ait olduğu kanıtlandı!

    Miken uygarlığı bağlantısı

    Troya kazılarının ikinci dalgasını yöneten (1932-1938) Amerikalı Carl Blegen de bölgeye Atina’dan, benzer bir bakış açısıyla gelmişti. Buluntulara hep Ege’deki Miken uygarlığına bağlantı açısından bakıyor, Troya’nın Yunan uygarlığının bir uç karakolu olduğu düşünüyordu.

    Bunun bir nedeni, bu arkeologların hiç de haksız olmayan antik Yunan uygarlığı hayranlığı ise, bir başka nedeni de henüz Anadolu’da bir alternatifin ortaya çıkmamış olması idi. Schliemann zamanında Hititler hakkında hemen hemen hiçbir şey bilinmiyordu, Blegen zamanında ise Atatürk tarafından da desteklenen “Eti” kazılarının meyveleri yeni yeni toplanmaktaydı.

    Korfmann ve kazılar

    Derken, üçüncü dalga kazılar için bölgeye Almanya’nın Tübingen Üniversitesi’nden Manfred Korfmann geldi. Korfmann’ın kazı geçmişinde Anadolu önemli bir yer tutuyordu. O, Troya’ya Anadolu’dan bakıyordu. 1982 yılından beri yörede yaptığı kazılar ve Hititologların bulguları onu haklı çıkardı: Troya Anadolu’ya aitti!

    Troya’nın o büyük savaşın olduğu dönemde, yani MÖ 12 – 13. yüzyılda Hititlerle sıkı ilişkileri olan Wilusa adlı bir Luvi kenti olduğu artık bilim çevrelerince kabul edilmiş bulunuyor. Yoksa Troya’daki ören yerine mermer üzerinde Wilusa – Ilios levhası asılamazdı. Bu işler belediye encümeni kararıyla sokak adı değiştirmeye benzemiyor.

    Troya’nın Anadoluluğu yukarıda sorduğumuz soru açısından büyük önem taşıyor. Troya Anadolulu, biz de Anadoluluyuz. O zaman Troyalılar ne? Aramızda nasıl bir bağlantı var? Irksal anlamda değilse bile, mekânsal ve tinsel anlamda onlar bizim atalarımız değil mi?

    Troyalılar Türk müydü? sorusuna bir de başka bir sorunun merceğinden bakalım: Hangi Troyalılar?

    1870′lerden beri devam eden kazılar Troya olarak bilinen Hisarlık ören yerinde üst üste dokuz kent olduğunu ortaya koydu. Troya’nın 3000 yılı aşkın yerleşim döneminde, bazen kesintilerle, orada farklı kavimler yaşadı. Bilinenler: Luwiler, Helenler, Romalılar… Muhakkak ki, başkaları da var.

    Ve tabii, ören yerinin hemen yanı başında Tevfikiye köyünde, onuncu Troya’da bugün yaşayanları unutamayız. Son Troyalılar. Onlar kesinlikle Türk!
    Troya filminde öyküsü anlatılan Troyalılara gelince… Onların Hititlerin akrabası Luviler olduğu kabul ediliyor. Hititçeye benzeyen bir dil konuşuyorlarmış. Yani bir Hint – Avrupa dili. Malum, Türkçe o dil ailesine değil, Ural – Altay dilleri ailesine ait.

    Peki, o Troyalılar, kimilerine göre savaş, kimilerine göre yangın, kimilerine göre deprem sonucu kentlerini terk ettikten sonra nereye gittiler? Kimlere karıştılar? Nerelerde yerleştiler?

    İşte bu soruların yanıtı henüz bilinmiyor. Tıpkı bir zamanlar Türklerin ön-atası ilan edilen Hititlerin (Etilerin) nereye gittikleri bilinmediği gibi.

    *

    uqusturk
     
  2. Uygu

    Uygu New Member


    Mustafa Kemal Atatürk’ün de, Fatih Sultan Mehmet gibi, ‘Dumlupınar’da Troyalıların öcünü aldık’ dediği iddia ediliyor…


    [​IMG]

    Troyalılar Türk müydü? – 2 / Haluk Şahin yazıyor (Milliyet Gazetesi)

    Ortaçağ boyunca özellikle Katolik Avrupa’da Türklerin Troyalıların soyundan geldiği inancı çok yaygındı. Peki, Türkler bunun farkında mıydı? Farkında iseler bu konuda ne diyorlardı?

    En azından bir Osmanlı padişahının bunun farkında olduğu hemen hemen kesin: II. Mehmet. Yani Fatih. Onun bu konuda yaptığı söylenen yorum da çağlar ötesinden yankılanarak günümüze ulaşıyor…

    İleri görüşlü bir hükümdar olan II. Mehmet Arapça ve Farsça’nın yanı sıra İtalyanca ve Rumca da biliyordu. Eski Yunanca okuyabilen genç padişah için özel olarak yazılmış Ilyada kopyası Topkapı Müzesi’nde bulunuyor. Geçen yıl İstanbul’da açılan Troya sergisinde sergilendi. Fatih’in İlyada’yı bir çok kez okuduğu, Akhilleus (Aşil) ve Hektor gibi kahramanları iyi bildiği düşünülüyor.
    Fatih’in Troya’ya ilişkin sözlerinin kaynağı İmrozlu Kristovulos adlı bir Rum tarihçi. İmroz bugünkü adıyla Gökçeada. Kritovulos bir çeşit saray tarihçisi olarak padişahla seferlere katılırmış.

    Prof. Dr. Ekrem Akurgal’ın Anadolu Uygarlıkları kitabına göre, Fatih’in yakın çevresinde bulunan bu tarihçinin tek nüsha olarak yazdığı eser yüzyıllar boyu Topkapı Sarayı arşivinde unutulmuş olarak kaldıktan sonra bulunmuş ve 1912 yılında Osmanlı Meclisi’ninde İzmir milletvekili Karolidi tarafından Türkçeye çevrilmiş.

    Haksızlığın cezasını verdim

    Fatih’in 1462 yılında çıktığı seferi Kritovulos anlatıyor: “II. Mehmet Çanakkale Boğazı’nı ordusuyla birlikte geçti, Küçük Frigya’ya doğru ilerledi ve Ilion’a vardı. Harabeleri ve eski Troya kentinin kalıntılarını gezerek, büyüklüğünü, konumunu, artbölgesinin genişliğini, karayla ve denizle olan ilişkisinin yararlarını inceledi. Akhilleus ve Ajaks gibi kahramanların mezarları hakkında da bilgi aldı. Anılarını ve kahramanlıklarını saygıyla andı ve bu yüce anıyı yaşatan Homeros gibi şairleri bulunduğu için mutlu olduklarını düşündü. Başını yavaştan sallayarak ‘Tanrı bunca yıl sonra da olsa bu şehrin ve sakinlerinin öcünü almayı bana bahşetti. Düşmanlarını dize getirmek, şehirlerini talan etmek ve ganimeti Mysia’lılara vermek bana nasip oldu.

    Geçmişte bu toprakları Grekler, Makedonyalılar, Tesalyalılar ve Peleponezliler talan etmişlerdi. Onların soyundan gelenlere hak ettikleri cezayı ben verdim, o zaman ve daha sonraki yıllarda biz Asyalılara yapılan haksızlık benim gayretlerimle telafi oldu’ dediği rivayet edilir.”

    ‘Biz Asyalılar’
    Bu çeviriyi Stefanos Yerasimos’un “Kostantiniye ve Ayasofya Efsaneleri” adlı kitabından aldım. Yerasimos, Toplumsal Tarih dergisinin 116. sayısında çıkan yazısında, bu alıntının “resmi tarihçi” Kritovulos tarafından Fatih’in onayı olmaksızın yazılamayacağına göre, gerçeği yansıtması olasılığının yüksek olduğunu belirtiyor. Görüldüğü gibi, bu alıntıda Fatih Sultan Mehmet, Troya kentinin öcünü aldığını açıkça söylüyor ve kendisinden “Biz Asyalılar” dize söz ediyor. Asyalılık hep Troyalılığın övünülen özelliklerinden birisi olagelmiş. Troya Savaşı da (tıpkı 3 bin yıl sonraki Çanakkale Savaşı gibi) başta Heredot olmak üzere tarihçiler tarafından bir Avrupa – Asya savaşı olarak değerlendirilmiş.

    Asya: Soyluluğun kaynağı
    1951 yılında “Türklerin Avrupalılarla Müşterek Troya Menşeleri Efsanesi Üzerinde Araştırma” başlıklı bir kitapçık yayımlayan tarihçi Reşid Saffet Atabinen, Homeros’un İlyada’yı yazdığı ya da topladığı dönemde Avrupa – Asya kavramının Ege denizinin doğu ve batı kıyılarına özgü olduğunu hatırlatıyor ve

    “Şu halde Troya menşei denilmekten maksat, Avrupa Helenlerine karşı Asya menşeidir” diyor. Yani: Bir yanda Yunanlılar, öte yanda Troyalılar. Bir yanda Avrupalılar, öte yanda Asyalılar! Avrupalı ulusların ve soyluların kökenlerini Troya’ya bağlamak istemelerinin nedeni ise, Ortaçağ’da Troya’nın, yani Asya’nın, üstün cengaverliği ve ahlakı temsil ettiğine inanılmasıdır. Avrupalı kendi soyluluğunu, kökenlerini Asya’ya bağlayarak kanıtlamaya çalışmaktadır. Üstün ve görkemli olan Asya’dır!

    Fatih’in Bizans’ı mağlup ederek Troya’nın öcünü aldığı görüşüne İstanbul’un fethinden sonra Batılı kaynaklarda da rastlanıyor. Tarihçi Atabinen, Floransa şehrinde Yunan edebiyatı okutan Demetrius Chalcondylas’ın 1462 tarihinde (yani Fatih’in Troya’yı ziyaret ettiği yıl) yazdığı eserde şöyle bir söylentiyi kağıda döktüğünü belirtiyor: “Vaktiyle Troya şehri Rumlar tarafından tahrip edilmiş olup, İstanbul’un bu Troyalıların (soyundan) geldikleri söylenen yabancılar tarafından zaptı, bir çoklarının ve bilhassa Latinlerin kanaatlarına göre, tedip ve intikam eseri olarak telakki edilmiştir.” Kostantinopolis’in kuşatması sırasında kentte bulunan Kardinal İsidore’nin yazdığı bir mektupta Sultan II. Mehmet’e “Troyalıların Prensi” demesi de anlamlıdır. Demek ki, kuşatma altındaki kentte de Türkleri Troyalıların devamı sayanlar varmış.

    Fatih’ten Papa’ya mektup

    Fatih’in İstanbul’u aldıktan sonra kendisini Roma İmparatorluğu’nun varisi saydığı biliniyor. Bu yüzden ülkeden “diyar-ı Rum”, Fatih’ten de “Kayzer-i Rum” yani “Roma hükümdarı” diye söz edildiği de olmuş. Fatih, bu iddiayı, biraz da, Romalılar gibi Türklerin de Troyalıların soyundan geldiklerine dayanarak yapmış olabilir mi?

    Bu görüşü destekleyen önemli bir işaret var. Hem de edebiyatta deneme türünün babası sayılan Montaigne’nin denemelerine geçmiş bir “belge”. Buna göre Fatih kendisine karşı kampanya açmış olan Papa II. Pius’a mektup yazarak şöyle demiş: “İtalyanlarla aynı kökten olduğumuz ve onlar gibi Rumlardan Hektor’un kanının intikamını almaya hakkım olduğu halde, İtalyanların bana düşmanca davranmalarına ve Rumları bana karşı korumalarına hayret ediyorum.”

    Troya Savaşı sürüyor!

    Daha önce belirttiğim gibi, Osmanlı’nın yükselişi ve Avrupa’nın içlerinde ilerleyişi Katolikleri de tehdit etmeye başlayınca, o güne kadar yüzlerce yıl Türklerin Troya kökenli olduğunu savunan çevreler bu kez Türklerin niçin Troyalı olamayacağının gerekçelerini araştırmaya başlamışlardır.

    Papa II. Pius bunlardan biridir. Katolik dünyası Türklere karşı Hristiyanlık duvarını yükseltme çabasındadır. Aradan 500 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen Katolik çevrelerin bu kez de Türklerin Avrupa Birliği’ne alınmasına karşı benzer savlar kullanmaları ilginçtir. “Türkiye alınırsa Avrupa biter,” diyen Giscard d’Estaing gibi koyu Katolikler aşağı yukarı Papa II. Pius’la aynı dili kullanıyorlar. Bu anlamda Doğu – Batı çatışmasını simgeleyen Troya savaşı hala devam ediyor!

    Atatürk de dedi mi?

    Bu savaşın bir başka evresinde Mustafa Kemal Atatürk’ün de Fatih gibi “Hektor’un öcünü aldık!” deyip demediğine gelince… Sabahattin Eyüboğlu “Mavi ve Kara” adlı denemeler kitabında Atatürk’ün yanındaki bir subaya “Dumlupınar’da Troyalıların öcünü aldık,” dediğini yazar, benzer sözleri 1921′de Sakarya muharebesinden sonra söylediğini öne sürenlere de rastladım. Ancak tarihsel belge yok. Bu konulara çok kafa yormuş sinema yönetmeni ve araştırmacı Metin Erksan bu iddianın doğru olmadığını söylüyor…

    En büyük Troya savaşlarından biri olan Çanakkale’de yıldızı parlamış olan ve saldırganlara karşı Asyalıların onurunu savunmuş olan Mustafa Kemal’in böyle bir şeyi söylemiş olmasa bile, söyleyebileceğini varsayabiliriz.

    Düşünün ki, 1915′te, yani tam 3000 yıl sonra aynı yöreye saldıran düşmanın gemilerinden birisi Akhalıların komutan Agamemnon’un adını taşıyordu.

    *
    uqusturk
     
  3. Uygu

    Uygu New Member


    Ortaçağda özellikle Katolik Avrupa, Türklerin Troya kökeninden geldiğine inanıyordu. Avrupalının o zaman da sorduğu soru şuydu: “Bu Türkler de nereden çıktı? Bunlar bizden mi, değil mi?”

    [​IMG]

    Troyalılar Türk müydü? – 1 / Haluk Şahin yazıyor (Milliyet Gazetesi)

    Tarihte bazı tartışmalar mevsim fırtınalarına benziyor: Bir süre estikten sonra duruyor. Zamanla insanlar öyle bir fırtına olduğunu bile unutuyorlar. Ama, günün birinde rüzgâr yeniden esmeye başlıyor. Bakıyorsunuz, a, aynı fırtına!
    Troyalıların Türk olup olmadığı tartışması böyle bir şey. Ortaçağ boyunca Avrupa’da tüm şiddetiyle esmiş. Sonra yavaş yavaş unutulmuş. Ama zaman zaman, çeşitli vesilelerle yeniden hissettirmiş kendisini. Tıpkı şimdi, Troya filminin ardından, bir kez daha hatırlanması gibi.

    İkinci filmin altyapısı mı?

    Filmi görenler biliyorlar. Troya’nın tahta at hilesi sonucunda düşmesinin ardından, kent cayır cayır yanarken, güzel Helen’in sevgilisi Paris, babası Kral Priamos’un kendisine verdiği Troya kılıcını Aenas adlı bir gence (ki yeğenidir) veriyor ve ona ağzında bulundukları tünelden kenti terk etmesini söylüyor. Burada belki de yönetmen Wolfgang Petersen bundan sonra yapacağı bir filmin altyapısını hazırlıyor.
    Çünkü, Aenas’ın Troya’dan kaçısı ve İtalya’ya gelerek Roma’yı kuruşu, büyük Latin ozanı Vergilius’un Aenid adlı klasik eserinin konusunu oluşturur. Bakarsınız, Troya’nın gişe başarısından memnun kalan Warner Brothers şirketi, Petersen’e Troya soyundan gelenlerin serüvenlerine ilişkin bir “epik” film daha yaptırır…

    Troyalılar ‘örnek-ata’

    Troya savaşının öyküsü efsane ile tarih arasındaki gri bölgede olsa da, Yunanlıların kılıcından kurtulmayı başarabilen Troyalıların nereye gittikleri, neler yaptıkları hep merak konusu olmuştur. Avrupa’da bu konuda çeşitli spekülasyonlar yapılmış, özellikle şövalyeler döneminde Troyalı kahramanlardan esinlenen pek çok öykü yazılmıştır.
    Anadolulu ozan Homeros’un İlyada adlı destanında sevecen bir yaklaşımla anlattığı Troya yiğitleri, birçok Avrupalı ulus için “örnek-ata” rolü oynamış; başta İtalyanlar, Fransızlar, İsveçliler olmak üzere pek çoğu soylarının Troya’ya dayandığını öne sürmüştür.
    Türklerin Troyalı olduğu iddiası bunlardan biraz farklı, çünkü Türklerin Troyalı olduğu iddiası bizzat Avrupalılardan geliyor. Gerçi daha sonra Fatih Sultan Mehmet de bu iddiayı destekleyen şeyler söylüyor ama; soru, Avrupalıların kafasında beliren ve bugün bile tam olarak yanıtlayamadıkları anlaşılan bir sorudur:
    “Bu Türkler de nereden çıktı? Bunlar bizden mi, değil mi?”
    Bu sorunun özellikle Türklerin Malazgirt Savaşı’yla (1071) Anadolu’nun kapılarını açmaları ve Türk akıncıların Avrupa sınırlarını zorlamaya başlamalarıyla Avrupalıları sıkıştırmaya başladığını, 1453′te İstanbul’u almalarıyla doruğa çıktığını düşünebiliriz. Hiç tanınmayan, farklı bir dini olan, Asyalı bir güç hızla ilerlemektedir. Kimdir bunlar? Niçin bu kadar güçlü ve başarılıdır?

    Türkler, Turkus’un torunları

    Türklerin Troyalıların soyundan gelmiş olabileceği iddiası bu bağlamda ortaya atılır. Bu öneriye göre, Türkler Troya’nın soylu cengâverlerinden Turkus’un torunlarıdır. Troya düştükten sonra Asya’nın içlerine çekilmiş olan bu Turkusçular, intikam almak için geri dönmektedir.
    Benim Türklerin Troyalılığına değinildiğini gördüğüm ilk kaynak da 6. yüzyıla gidiyor. Yani Türklerin Avrupa’ya yönelmelerinden çok öncelerine. Fransız tarihçisi Jean Poucet, “Le myth de l’origine troyenne au Moyen age et la Renaissance: un exemple d’ideologie politique” (Ortaçağda ve Rönesans’ta Troyalı kökenlilik mitosu: siyasal bir ideoloji örneği) adlı kitapçığında 6. yüzyılda yaşamış olan tarihçi Fredegaire’ın şunları yazdığını aktarıyor:
    “Troyalılar Avrupa’ya geldiklerinde ikiye ayrıldılar. Bir tanesi Francion’lu Frankların, ötekisi ise Turcoth’lu Türklerin ortaya çıkmasına yol açtı. Franklar Ren Nehri’ne doğru yöneldiler, ötekiler ise Tuna dolaylarında kaldılar. Bunlar kendilerine Turcoth adlı bir kral seçtiler. Türklerin adı da buradan geliyor.”

    Franklar ve Türkler

    Yine Poucet, 1190 ile 1264 yılları arasında yaşamış olan Vincent de Beauvais’nin “Speculum historiale” adlı Latince eserinden şu alıntıyı yapıyor:
    “Troya’nın tahrip edilmesinden sonra Troya askerleri ikiye ayrıldılar. Bir grup Troya kralı Priamos’un oğlu Hektor’dan torunu Francon’u takip etti; ötekilerse Priamos’un oğlu Troilus’tan torunu Turkus’un peşinden gittiler. İşte bu yüzden bugün adları Franklar ve Türkler olan iki halk var.”
    Görüldüğü gibi, Kral Louis IX’a sunulan ve o dönemdeki tarih bilgisini özetleyen bu eserde spekülatif değil, olgusal bir dil kullanılmış.

    Kafkas dağlarının arkası

    Tarih Vakfı tarafından yayımlanan Toplumsal Tarih dergisinin 116. ve 118. sayılarında bu tartışmayı geçen yıl gündeme getirmiş olan tarihçi Stefanos Yerasimos, o dönemde egemen olan algılamaya örnek olarak Andrea Dandolo adlı Venedik tarihçisinin 1354 yılında yazdığı şu cümleleri örnek gösteriyor:
    “Türklerin vatanı Kafkas dağlarının ‘Türklerin vatanı Kafkas dağlarının arkasındadır. Kökenleri Troyalıların kralı Priamos’un oğlu Troilos’un oğlu Turkos’a dayanmaktadır. Turkos kentin alınmasından sonra yandaşlarının büyük bir bölümüyle bu yörelere sığınmıştır.’

    Gene Fransız tarihçisi Poucet’ye göre, 1460′lı yıllarda yazan Sebastien Mamerot adlı tarihçi de benzer şeyler yazmıştır:

    ‘İşte bu yüzden günümüzde oralarda egemen olan Türk kadın ve erkekleri çok yiğit ve çok güçlü Hektor’un soyundan gelmektedir.’

    Bu arada Türklerle Troyalılar arasındaki ilişkiyi Vergilius’un sözünü ettiği ‘Teucri’ye bağlayanlar, bu kelimeyi ‘Türk’ anlamına gelen Latince ‘Turci’ ve İtayanca ‘Turchi’ kelimelerinin kaynağı sayanlar da çıkmış.

    ‘Troya’nın öcü alınacak”

    Öyle anlaşılıyor ki, ayrıntılarda farklılıklar olsa da, Türklerin Troya kökenli olduğu ‘mitos’u, bu dönemde Katolik Avrupasında çok yaygın kabul görmüş, adeta sorgulanmaz bir olguya dönüşmüştür. Bunu Ortaçağın sonlarında Türkiye’yi ziyaret eden gezginlerin yazdıklarından da anlıyoruz.

    Örneğin, İstanbul’un Fatih tarafından alınmasından 15 yıl kadar önce Türkiye’ye gelen, bu arada Troya’yı arayan ve Bozcaada’yı gezen Katalan gezgin Petro Tafur, Türklerin Troyalı olmaları nedeniyle Troya’nın öcünü mutlaka alacaklarını yazmıştır. Hiç lamı cimi yoktur.

    Ondan 5 – 6 yıl sonra (1444) gelen gezgin Anconalı Cyriac da Türklerin Troyalılığını sorgulamaya bile gerek görmemiştir. Ona göre dünyamız (ki Akdeniz o dönemde öyle görülüyordu) ikiye parçalanmıştır ve bu bölünmüşlüğe son vermenin sorumluluğu iki kavmin omuzlarındadır:

    ‘Yunanların çocuklarınınve Troyalıların çocukları olan Türklerin!’

    Anconalı Cyriac, 15. yüzyılda Türklerle Yunanlıları barış yapmaya ve uygarlıklar çatışmasına son vermeye davet ediyor!

    Günümüzde Ege’nin nasıl paylaşılacağı ya da bütünleştirileceğinin tartışmasını yapan Türk ve Yunan diplomatları rollerinin bir zamanlar böyle tanımlandığının farkındalar mı acaba?

    Bu dönemde Türklerle Troyalıların özdeş tutulmalarının bir örneğine de Eski İzlandaca sözlüklerde rastlıyoruz. Bu sözlüklerde ‘Tyrkir’ kelimesinin iki anlamı olduğu görülüyor:

    1) Türk, 2) Troyalı.

    Ortadokslarla çatışma

    Türklerin Troya kökenli olduğuna ilişkin savının özellikle Katolik dünyasında benimsenmiş olmasını, onların büyük rakipleri Ortodokslarla çatışmaları çerçevesinde açıklayabiliyoruz. Türklerin Ortodoks Bizansı yenmesi, Trakya’ya geçip Ortodoks Sırpları yenilgiye uğratması, Katolik dünyasında memnuniyet yaratmıştı. Balkanlarda Ortodoksların da, Katolik boyunduruğuna düşmektense Müslüman Osmanlıların yönetimi altında yaşamayı tercih ettiklerini söylediklerini tarihçiler belirtiyorlar…

    Ama, ne zaman ki, Osmanlılar Avrupa’nın içlerine yönelip Katolikler için de tehlikeli hale geliyorlar, bu kez tam tersi oluyor, bizzat Katolikler tarafından Türklerin asla Troyalı olamayacağı yönünde savlar üretilmeye başlanıyor.

    Tehdit olunca savlar değişti

    Tarihçi James Harper, bu dönüşümü şöyle anlatıyor:


    ‘Katolik Avrupa, Osmanlı İmparatorluğu’nun yeni topraklar alarak genişlemesinden ve kültürel ‘ötekiliğinden’ doğrudan doğruya tehdit edildiğini hissettiğinde Türklerin Troyalılığına karşı çıkan savlar büyük bir önem kazandı. Troya kökeni soyluluk ve üstün ahlaklılık işareti sayılıyordu; İstanbul ile Roma arasındaki düşmanlık artınca, bu hasletlerin düşman halka tanınmaması bir zorunluluk haline geldi. Başta Papa II. Pius olmak üzere alimler tüm enerjilerini Türklerin Troyalı olamayacağını kanıtlamaya yönelttiler.’ (‘Rome versus Istanbul: Competing Claims and the Moral Value of Trojan Heritage’ – Roma İstanbul’a karşı: Karşılıklı İddialar ve Troya Kökenliliğin Ahlaki Değeri.)

    Roma’da durum değişmişti. Peki, bu sırada İstanbul ne yapıyordu?

    *

    uqusturk
     

Bu Sayfayı Paylaş