Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir.[351 (1)]* Ulus sözünden ne anlaşılır ; ne anlaşılması gerekir? Bunu anlatayım: Sözlerimin kolay anlaşılması için yine Türk ulusuna bakacağım ; çünkü yeryüzünde ondan daha büyük, ondan daha eski, ondan daha temiz bir ulus yoktur ve bütün insanlık tarihinde de görülmemiştir. Bugünkü Türk ulusuna, bir resim tablosuna bakar gibi bakalım ve şimdiye değin edindiğimiz bilgilerin yardımıyla düşünelim; bu tabloda neler görüyorsak, bu tablo neler anımsatıyorsa, onları birer, birer söyleyelim: 1) Türk ulusu, bir halk yönetimi olan Cumhuriyet le yönetilen bir devlet kurmuştur.( 352 (2)] 2)Türk devleti laiktir. Her yetişkin dinini seçmekte özgürdür. 3)Türk ulusunun dini, Türkçedir. Türk dili yeryüzünde en güzel en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir .Bu nedenle her Türk, dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır .Birde Türk dili, Türk ulusu için kutsal bir hazinedir .Çünkü T ürk ulusu, geçirdiği sayısız sarsıntılar içinde ahlakının, erdemlerinin gelenek ve göreneklerinin, anılarının kendi yararlarının, kısaca bugün kendi ulusallığını oluşturan her şeyin diliyle korunduğunu görüyor .Türk dili, Türk ulusunun yüreğidir, belleğidir. 4)Türk ulusu Asyanın batısında [353(2)] ve Avrupanın doğusunda olmak üzere kara ve deniz sınırlarıyla ayrılımı, dünyaca tanınmış büyük bir yurtta yaşar .Onun adına Türk Eli , Türk Yurdu derler. Türk yurdu çok daha büyüktü .Yakın ve uzak çağlar düşünülürse, Türke yurtluk etmemiş bir anakara (kıta ) yoktur .Bütün yeryüzünde Asya, Avrupa, Afrika Türk atalarına yurt olmuştur. Bu gerçekleri eski ve özellikle yeni tarih belgeleri göstermektedir .Fakat bugünkü Türk ulusu, varlığı için bugünkü yurdundan memnundur Çünkü Türk derin ve ünlü geçmişinin, büyük ve güçlü atalarının kutsal kalıtlarını bu yurtta da koruyabileceğini; o kalıtları, şimdiye değin olduğundan çok daha fazla zenginleştirebileceğine inanmaktadır. 5) Türk ulusunun her bir bireyi, bazı ayrılıklar dışında genellikle birbirine benzer .Kimi yaradılış ayrılıklarını ise doğal karşılamak gerekir .Çünkü Mezopotamya Mısır koyaklarından başlayan bilinen tarihten önce, Sibirya steplerinden başlayarak Orta Asya, Rusya, Kafkasya, Anadolu dünkü ve bugünkü Yunanistan, Girit ve Romalılardan önceki Orta İtalya kısacası Akdeniz kıyılarına değin yayılmış, yerleşmiş ve birbirinden farklı iklimlerin etkisi altında başka soylardan gelen insanlarla binlerce yıl yaşamış kaynaşmıştır. Bu denli eski bu denli büyük insan topluluğunun bugünkü çocuklarının tamamen birbirlerine tıpatıp benzemelerine olanak var mıdır? Hiçbir zaman ve hiçbir yerde küçük bir ailenin bile çocuklarının bütünüyle birbirlerine benzedikleri görülmemiştir Türkleri yalnız bir noktada, iklim farklılıkları olmayan dar bölgede ortaya çıkmış sanmak doğru değildir. Türkleri yukarıda söylediğimiz gibi, çok geniş bir yeryüzü alanında ortaya çıkmış; ailelerin birleşerek ve soyların birleşerek boy ve boyların birleşerek öz ve özlerinde birleşerek siyasal bir topluluk olan el en son olarak da el lebin bir özekte birleşmesiyle büyük bir toplum oluşturmuşlardır .Büyük Türk topluluğunu oluşturan budunların nitelikleri yönünden aralarında büyük bir ayrım bulunmamakla birlikte geniş bir soy kaynağından gelmeleri ve nüfus yoğunluğu açılarından düşünülecek olurlarsa Türk budunları arasındaki manevi bağın gevşek olması, çeşitli adlar altında, çeşitli roller oynamaları çok doğaldır. Bu nedenledir ki tarih, olaylarını yazdığı budunları nerede, nasıl ve hangi adla tanıdıysa o biçimde yazmıştır. Böyle olmakla birlikte, bugünkü Türk ulusunun aslı aynı kökenin, aynı uzun ve ortak geçmişin saptadığı belli tiptir, Türk tipi. 6)Bu son sözlerden anlaşılıyor ki Türk ulusunu oluşturan insanların tarihi birdir. 7)Türk ulusunun ortak niteliği olarak yansıyan başka bir yanı daha vardır. Gerçekten dikkat edilecek olursa, Türkler in aşağı yukarı hep aynı ahlak anlayışına sahip oldukları görülür. Bu yüksek ahlak başka hiçbir ulusun ahlak anlayışına benzemez. Ahlakın ise ulusun oluşumundaki yeri çok büyüktür ve çok önemlidir. Bu önemi iyice anlamak için ahlak üzerine birkaç söz söylemek yerinde olur .Ahlak dediğim zaman, ahlak kitaplarında yazılı olan öğütleri demek istemiyorum; şundan dolayı ki ahlaklılıktır. Diye yaptığımız davranışlar ve yapmaktan çekindiğimiz davranışlar; kitaplarda yazılı olan yada birtakım ahlak öğreticilerin önerdikleri şeylerden daha önce gelir. Ve bu davranışlar , o sözlerden, öğütlerden ayrı olarak, onlara kesinlikle kulak vermeksizin insanların yaptığı davranışlardır. Davranış kuramların yönlendiricisi ve buyurucusudur. Ahlak kurallarının nasıl konulması gerektiği, ahlaklılık olduğu anlaşılan davranışlar yapıldıktan, denendikten sonra anlaşılır. Bir iş her neye ilişkin olursa olsun insanın bir güç kullanmasını, yorulmasını gerektirir. İnsanlar zorunlu olmadıkça kendilerini yormak istemezler. Oysa kimi işler vardır ki ; kendiliğinden, o insana,, onu yapmak için içinden gelen bir istek bir eğilim esinler ve o iş istenen bir iş olur. İşte ahlaksal davranışlarda aynı zamanda hem zorunlu ve hem de istenen davranışlardır. Bir işin davranışın ahlaksal bir değer taşıması onun, tek, tek, insanların ötesinde daha yüce daha üstün bir kaynaktan doğmasındandır. Kaynak toplumdur, ulustur. Gerçekte ahlaksal düzen tek, tek belli kişilerin ötesinde ve üstünde yalnız toplumsal ulusal olabilir .Ulusun toplumsal düzeni ve güvenliği bugünkü ve gelecekteki rahatlığı, mutluluğu, esenliliği ve korunmuşluğu uygarlıkta ilerleme ve yükselmesi için insanlardan her bakımdan ilgi çaba, özveri, gerektiğinde seve, seve, öz varlığını, gözden çıkarmayı isteyen ulusal bir ahlaktır. Her yönden gelişmiş ve eksiksiz bir düzeye ulaşmış bir ulusta ulusal ahlak gerekleri, o ulusun bireylerince öyle ki ulusa vurulmaksızın vicdan sesiyle ve3 duygusal bir güdü ile yapılır. En büyük ulusal duygu, ulusal coşku, işte budur. Ulus analarının, ulus babalarının ulus öğretmenlerinin ve ulus büyüklerinin; evde, okulda, orduda, fabrikada her yerde ve her işte ulus çocuklarına, ulusun her bireyine bıkmaksızın ve sürekli olarak verecekleri ulusal eğitimin amacı, işte bu ulusal duyguyu sağlamlaştırmak olmalıdır. 8)Ahlakın ulusal toplum olduğunu söylemek ve o, ortak vicdanın dile gelmesidir demek, aynı zamanda ahlakın kutsal niteliğini de tanımaktır. Ahlak kutsaldır; çünkü aynı değerde eşi yoktur ve başka hiçbir tür değerle ölçülemez. Ahlak kutsaldır, çünkü en büyük ahlaksal gerçeklik sahibi olan bir gerçekleştiriciye dayanmaktadır. O gerçekleştirici de yalnız ve yalnız toplumdur. Ondan başka gerçekleştirici yoktur. Tanrısallık; değiştirilmiş, simgesel olarak düşünülmüş olan toplum da içermektir. Çünkü vicdanlarımız üzerinde etkili olan ruhsal yaşam, toplum bireyleri arasındaki etki ve tepkilerden oluşur. Gerçekte toplum yoğun bir düşünce ve ahlak etkinliklerinin odağıdır. 9) Din birliğinin de bir ulusun kuruluşunda etkili olduğu söyleyenler vardır. Ne var ki biz, bizim gözümüzün önündeki Türk ulusu tablosunda bunun tersini görmekteyiz. Türkler, İslam dinini benimsemeden sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan İranlıların nede Mısırlıların ve başkalarının Türklerle birleşip bir ulus oluşturmaya yol açtı. Tersine Türk ulusunun ulusal bağlarını gevşetti; ulusal duygularını, ulusal coşkusunu uyuşturdu. Bu çok doğaldı. Çünkü Muhammedin kurduğu din bütün ulusallıkların üstünde yaygın bir Arap ulusçuluğu politikasına dayanıyordu. Bu Arap düşüncesi, ümmet sözcüğü ile ifade olundu. Muhammedin dinini kabul edenler kendilerini unutmaya, hayatlarını Allah sözcüğünün yer yerde yükseltilmesine adamaya zorunlu idiler. Bununla birlikte Allaha kendi ulusal dilinde değil, Allahın Arap budununa gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve duada bulunacaklardı. Arapça öğrenmedikçe Allaha ne dediğini bilmeyecekti Bu durum karşısında Türk ulusu birçok yüzyıllar boyunca ne yaptığını, ne yapacağını bilmeksizin, adeta bir sözcüğünün bile anlamını anlamadan Kuranı ezberleyip beyni sulanmış hafızlara döndüler. Başlarına geçebilmiş olan hırslı hükümdarlar Türk ulusunca ne olduğunu, kim olduğu belirsiz cahil hocalar ağzıyla saçılan ateş ve azap ile korkunç bir karanlık ve karışıklık içinde kalan dini kendi tutkuları ve politikaları uğruna araç olarak kullandılar. Bir yandan Arapları zorla buyrukları altına aldılar, bir yandan Avrupa Allah sözcüğünün kutsal parolası altında Hıristiyan ulusları yönetimleri altına aldılar .Fakat onların dinlerine ve ulusallıklarına ilişmeyi düşünmediler. Ne omları ümmet yaptılar nede onlarla birleşerek güçlü bir ulus yarattılar. Mısırda belirsiz bir adamı halifedir diye yok ettiler; hırkasıdır diye, bir palas pareyi halifelik belgesi ve üstünlüğü olarak altın sandıklara koydular . Halife oldular. Kimi zaman doğuya, kimi zaman batıya kimi zaman da dört bir yana saldıra, saldıra Türk ulusunu Allah için Peygamber için topraklarını, çıkarlarını ve benliğini unutturacak, yalnız Allah yolunda olacak denli derin bir kendinden geçmişlik ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. Ulusal duyguyu yok eden, bu dünyaya değer vermeyen; yoksulluklar ve kötülükler baş göstermeye başlayınca da, asıl gerçek mutluluğa öldükten sonra öbür dünyaya kavuşulacağı inancını aşılayan dinsel doğma ve dinsel duygu, ne var ki ulusun uyanıp aklı başına geldiği zaman şu acı gerçeği görmesine engel olamadı. Bu korkunç manzara karşısında kalanlara, kendilerinden önce ölenlerin ahiretteki mutluluklarını düşünerek yada biran önce ölmeye dua ederek ahiret e kavuşmayı öğütleyen bir din duygusu dünyanın en acı tokadıyla Türk ulusunun vicdanındaki çadırını yıktı; çağrılıları, Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. Türklerin ortak vicdanı, derhal yüzlerce yıllık güçle ve açılıp ilerleme tutkusuyla, büyük bir coşku ile çarpışıyordu. Ne oldu ? Türk!ün ulusal duygusu artık ocağında ateşlenmişti. Artık Türk, cenneti değil, eski ve gerçek büyük Türk atalarının kutsal kalıtlarının son Türk el erinin savunma ve korunmasını düşünüyordu. İşte dinin, ve din duygusuyla Türk ulusuna bıraktığı anı. 10)Türk ulusu, ulusal duyguyu din duygusuyla değil fakat insanlık duygusuyla yan yana düşünmekten zevk alır. Vicdanında ulusal duygunun yanında insanlık duygusunun onurlu yerini her zaman korumakla övünç duyar. Çünkü Türk ulusu bilir ki ; bugün tuttuğu dönülmez uygarlık yolunda bağımsız; fakat kendileriyle koşut düzeyde ilerlediği tüm uygar uluslarla karşılıklı insancıl ve uygar ilişki, elbette gelişmemizi sürdürmek için gereklidir. Ve yine bilinmektedir ki Türk ulusu, her uygar ulus gibi geçmişin tüm evrelerinde buluşlarıyla bulgularıyla uygarlık dünyasına katkıda bulunmuş insanların, ulusların değeri bilir ve onların insanlığa bıraktıkları kalıtsal anıları saygıyla korur. Türk ulusu, insanlık evrelerine gönülden bağlı bir üye ailedir. Özetleme: Bütün bu söylediklerimizi kısa bir çerçeve içine sokmak istersem, şöyle diyebiliriz ;Türk ulusunun ortaya çıkışında etkisi görülen doğal ve tarihsel olgular şunlardır: a) Siyasal varlıkta birlik b) Dil birliği c) Yurt birliği d) Soy ve köken birliği e) Tarihsel yakınlık f) Ahlak yakınlığı ***Atatürk 'ün yazdığı Yurttaşlık Bilgileri metinlerindeki; [351 (1)] bu ve bundan sonra sürüp gidecek olan köşeli ayraç içindeki bu sayılar, Türk Tarih Kurumu 'nca 1969 yılında yayımlanan Prof. Afetinan 'ın "Medeni Bilgiler" kitabında Atatürk 'ün el yazılarının yer aldığı sayfa ve bölümleri göstermektedir. Alıntı