Türkler'in Konar-Göçer Bir Hayat Sürmelerinin Nedenleri

'Tarih' forumunda Uygu tarafından 3 Eki 2012 tarihinde açılan konu

  1. Uygu

    Uygu New Member



    Uçsuz bucaksız topraklara sahip Orta Asya’da (Türkistan), en eski devirlerden itibaren birbirine zıt iki kültürün geliştiği anlaşılmaktadır. Kuzeyde, her zaman hareket halinde ve harekete hazır topluluklar bulunmaktadır. Güneyde, su kenarlarında yerleşmiş bulunan toplulukların kültürleri çok yönlü gelişmektedir.

    Bozkırda görülen ilk göçebe insan toplulukları, hayatlarını vahalarda tarımla uğraşarak devam ettiriyorlardı. Zamanla iklim kuraklaşmış, yağışlar yetersiz kalmış ve ırmaklardan sulamada faydalanmak mümkün olmamıştır. Vahalardaki insan toplulukları, iklimin kuraklaşması sebebiyle tarımı bir yana bırakmışlardır. Hayvanlarına elverişli otlaklar bulmak amacı ile başka yerlere göç etmek mecburiyetinde kalmışlardır.

    Hayvancılık dar ve geniş vadilerde gelişmiştir. Artan nüfusun yiyecek, giyecek ve barınak ihtiyacını karşılamak amacı ile yeni otlaklar arayıp bulmak zaruri olmuştur. Yapılan araştırmalar ve arkeolojik kazılar neticesinde göçebe hayat tarzının, uzun zaman devam eden karışık bir ekonomik durumdan doğduğu ve geliştiği anlaşılmıştır.

    Yağışların yetersizliğinden bozkırlardaki otlar tamamen kururdu. Tabiatın bu kısırlığından büyük ölçüde etkilenen göçebe Türkler, koyun ve atlarının beslenmesi için devamlı otlak arama ihtiyacını duyarlardı. Hayvanlarını besleyebilmek için yaz mevsiminde otu ve suyu bol yaylalara, dağ eteklerine giderlerdi. Bu durum aylarca süren bir göç hayatını doğururdu.

    Güz ortalarından itibaren, soğuk kış mevsiminde kendilerini muhafaza edecek uygun vadiler ararlardı. Kış mevsimi, ırmak boylan, çukur ve alçak vadilerde geçirilirdi. Yazın gidilen yerlere yaylak (yayla), kışın oturulan yerlere de kışlak denirdi.
    “Bazı milletler, bazı devirlerde oturdukları saha, münhasıran ziraatle geçinmeyi mümkün kılmadığı için, büyük miktarda hayvan beslemeye mecbur oluyorlar, hayvan beslemeye mecbur oldukları için göçebelik hayatı sürüyorlar.”

    “Ziraatle uğraşan Türklerin başlıca serveti, küçük ziraat sahalarından ibaret tarlalar olduğu gibi, göçebe Türklerin esas serveti hayvan sürülerinden ibaret olurdu. Onun için göçebe Türkler hayvanlara “tavar” derlerdi. Eski Türkçede tavar sadece “servet” manasını ifade eder. Göçebe Türklerin esas serveti, hayvanlardan ibaret olduğundan, hayvanlara “tavar” demişlerdi. Bu tavar kelimesi Anadolu Türkçesinde davar telaffuz olunmaktadır. Mevlana’nın oğlu Sultan Veled’in şiirlerinde tavar, servet manasında kullanmıştır. Bu kelimeyi Mahmut Kaşgari de bu manada kullanmıştır. Tavar kelimesi Türkçeden Rus diline de geçmiştir. Ruslar bugün ticaret mallarına “Marchandise e towar” derler.”
    Türk boylarının kışlak ve yaylak arasındaki yıllık göçleri, töre, ekonomik şartlar ve mülkiyet esasına göre yürütülürdü. Her boyun yaylak ve kışlağı belli idi.

    “Kışlak sahalar komşulardan genellikle tabii sınırlarla ayrılacak şekilde bölünmüştür. Bunlar dere, göl, tepe, yamaç vb. nesnelerle sınırlanır. Tabii sınırlar bulunmadığı taktirde direk ve taş gibi suni işaretler dikilir. Bir sahanın sının bütün akraba ve komşularca bilinir, dokunulmaz ve bunlar soylann himayesinde bulunur. Kışlaklar bir şahsın mülkü sayıldığı halde, yaylaklar soyun ortak malıdır.”
    Göçebe Türkler yiyecek, giyecek, barınak ve göçle ilgili araçlannı kendileri temin ederlerdi.

    Buna karşılık yerleşik komşulanndan (şehirlilerden) tahıl, baharat, çay, pirinç vb. şeyler alırlar ve ellerindeki mallar ile değiştirirlerdi. Her göçebe Türk ailesi, bu değiştirme sayesinde kendi kendine yeterli bir seviyeye gelmiştir. Bu durumdan da büyük bir istiklal ve hürriyet fikri doğmuştur.
    Göçebelik, birçok yönüyle yerleşik topluluklardan (çiftçilerden) daha üstün özelliklere sahip bir hayat tarzı idi. Hayvan ehlileştirmek, yetiştirmek, bitkilerin yetiştirilmesinden ve haşatından daha zor bir işti. Hayvan yetiştirmek emek, enerji ve tecrübe isteyen bir sanattı. Hayvanı ehlileştirmekle iş bitmezdi.



    Hayvanlan besleyip doyurmak için otlak peşinde dolaşılır, yeşillik aranır ve yedirilirdi. Bu emeğe karşılık süt, et, deri ve yapağı elde edilirdi. Bu zahmetli ve güç şartlar altındaki yaşayışla çobanlık mahareti yanında askerlik yeteneği kazanılırdı. Aynca sorumluluk, ileri görüşlülük, fiziki ve ahlaki gelişmeler kuvveüenirdi.M.Ö. I. binde Orta Asya’da binicilik ileri ve yaygın bir durumda idi. Bu sebeple Türkler, at sayesinde önemli ve süratli bir yer değiştirme aracına sahip bulunuyorlardı. Atlı Türkler, büyük mevsim göçlerini çabucak yapıyor, istedikleri yerde aniden konaklayabiliyorlardı.

    Göçebelik, yeşil vadilerde ve ırmak kenarlannda, mevsimlere bağlı olarak yapılan ekincilik ve ormanlık bölgelerdeki avcılıktan daha faydalı bir yaşama tarzı idi. Göçebe At, en eski Türk topluluklarından zamanımıza kadar insanla birlikte savaşlara katılmıştır. Kaderini sahibinin kaderine bağlamış bir mahlûk (yaratık) olarak tanınmıştır. Birçok Türk boylan, bu derin sevgi ve bağlılıktan dolayı atın adını almış ve kullanmışlardır (Suru Külbey, Kara Bey, Boyla Çoban, Alayundluğ, Toraygır, San-Tay, Boz-Tay, Celalüddin Karatay).

    Türkler'in yerleşik olduktan bölgelerde yapılan kazılar neticesinde, ehlileştirilen (evcil) hayvanlar arasında ilk sırayı atın aldığı açıklık kazanmıştır. Şibe, Katanda, Başadar, Berel, Tüekta, Pazınk ve Noin-Ula kurganlannda at cesetleri çıkmıştır. Atlann gömüldüğü bölümlerden koşum takımlan, eyerler, eyer altı örtüleri ve atla ilgili zengin malzeme ele geçmiştir. Binicilik dışında at beslemenin sebebi eti, sütü ve derisinden faydalanmaktı. Türkler atın etini yer, sütünden kımız yaparak içerlerdi. Derisini de giyecek malzemesi olarak kullanırlardı.

    Alıntı


     

Bu Sayfayı Paylaş