Zahmin

'Yazılar, Denemeler.' forumunda Uygu tarafından 8 Eki 2012 tarihinde açılan konu

  1. Uygu

    Uygu New Member

    Cengizhan Konuş





    [​IMG]

    1

    Bu acıya bu kadar şiir fazla…

    Aşkın eşref saati… Kanımı yalayıp içime biriken suskuların hayalet cümleleriyle konuşmaktayım. Yitirerek susan ve kıyasıya tükenen sensin. Belki de sesimin ucundaki kundaklanmış ceset bundan. Ucumu kaybediyorum gözlerimin önünde git gide; aşkı bir daha yitirmek adına. ‘O’ şehrin boğazıma iliştirdiği ünlemleri yutkunarak saklanıyorum senden. Sense kaçtığım şehirlerin griliğini teneffüsleniyorsun. Bensizliğin gözlerinin içine kendini yoklaştırırcasına bakarak benden yüzleri soru işaretli anlamlar türetiyorsun. Tırnak diplerinde affedilmez yanılgıların külleri… Pişmanlığın önce İstanbul’dan başlıyor seni cümlesizleştirmeye. Ne kadar da cesaretli yalnızlıkların… Beni yalnızlığına terk ederek gidiyorsun senin yalnızın olacağımı bile bile. Bakışmalar arası korunaksız bir kimsesizlik aramızda gelgitlenen deniz. Ey zahmin! Sensizlik sana niye benzemiyor? Terk-i kalbe süslenemeyişim aykırılığa utangaçlığından mı? Zamanın varsa sensizliğe gel…


    Usanılası hayatlara başkalığı naçarlaştıran sancı yüklü duruşlar ilikliyorum. Soluğun ciğerimde duraklıyor. Aklımda içime savrulan saçlarının kıyameti. Saklanışlarım kendime sobe ancak biliyorum. Sana bakarak eskittim yüzümü söyle şimdi hangi acının ağrılı kahkahasızlığına çıkar yüzüm? Kim çevirecek beni kaldığım yerden? Ey zahmin! Ağlamak yüz kızartıcı bir suç aşkın yırtılıp durduğu satır aralarında. Peki cümle sonları sensizliğin kör bakışlarına çıkan yazgının alfabesinde ölmekte mi suç? Selam olsun dağlar gibi hasretine. Kalbime giyiyorum aşkı delilik gömleği diye zahmin.

    Yüzümüzün akının geceye yakıştığı gibi yakışıyorduk aşka. Gözlerim içine emanetti. Aynı cümlenin içinde acıya haykıran sessiz harflerdik kursağımızda kaldı dipnotsuz hikâyemiz. Yüzün dünden kalan bir anı mı olacak kederime? Gittin bari bunu şarkılara söyleme ve beni bekleme gelemem. Yokluğunla avunmaktayım. Ey zahmin! Şefaatin kalbin dileğince ağlayan aşka olsun.

    Yakın bir ağrısın. Uzak duruyorsun aşka yakınlığıma. Ben sana hayata devrik düşmeyen düşler büyütüyorum kefenimin iç cebinde. Aramızdan körkütük aşık şarkılar geçiyor sen görmüyorsun. Sana dokundukça islenen gözlerim cana bela bakışmaları yükleniyor. Ama ayrılıktan gayrı her şeye küsüyor sigaranın dumanından şakaklarıma savrulan efkâr. Saçlarım boyu uzuyor hayatsızlığıma çarpan çehrenin beyazından yayılan hüzün. Ellerinin az ötesinden kırık nakaratlar yuvarlanıyor gülüşüme. Bu acınılmayası acıya kahır dolu şarkıların notaları çok ağır değil mi zahmin? Kaldır aşka cevaz taşımayan yangınları kalbin üstünden ve sus sükût içimden aşk geçiyor. Ah kalbim düş içimden. Ayrılığın ayak seslerini duyuyorum bende sana yer kalmadı. Topla kendini kalbim! Miracına vurulduk aşkın.


    ‘Dur gitme’li ağlayışlar yanaklarıma yuvalanırken bana yetişemeyen aşkın karanlığını yokluyor çifte minareli camîlerin göğü. Saçlarım değiyor ıslaklığına esriyor martıların gözlerinde kanayan çığlıklar. Uzun uzadıya göğsümü deliyor hasretin. Çiğneyip geçiyor vapur soğukları beynimin narkoza yatan İstanbul suskunluğunu. Kuşlar asın beni kirpiğimden bulutlara ne olur. Kin tutuyor yaramı çoğullaştıran mahkumun tel örgülü yakasından. Eskiye çalan fırtınalı bir lanetin uğultusuna öykünüyor dilim: ‘’Dile verdin ya hatırımı bozdur bozdur harca’’.

    Kan kaybı az geliyor efkârı tütün molalı aşk zayiatına. Yarınım dünden heder. Sana şiir yazmak gelmiyor içimden içim sana şiir değil mi zaten? Nefesin uzanır mı yine kimliksiz kalmış kirpiğime yakmak için arkasına tufan yığılan gözevimi? Bir sigara yakıp ciğerimi küllemeliyim hüznüme karşı. Yatırıp seni dizlerime uyutmalıyım yokluğunu bir kanama boyu. Sende eğ başını rüzgâr kalakalma yazılanın koynunda ıpıslak.

    Ey zahmin! Ötesi sen berisi aşk… Nasıl çıkarım bu yalnızlığın içinden? Ben şehadet ederim ki gözlerin ölümden güzel…
     
  2. Uygu

    Uygu New Member

    [​IMG]

    Adının baş harfindeyim ‘f’ tipi yalnızlıkta…

    Adından başlayarak sayıyorum ölüme kaç adım kaldığını. Sara nöbetlerinde sarsılan bedenim düşüne yatılmaz intiharlara kalkışıyor. Ceplerimde bir yangın ertesizliğine zerk edilmiş kanamalı günahlar. Ey zahmin! Aşk iki deniz arası çırpınışların uykusuzluğunda yapayalnız kâbuslar görmek belki de. Sonrasına geç kalınmış hayatın iz bırakmamışlığında kaybolan hayallerimin yolu darağacına çıkıyor zemherilerde. İki büklüm rüyalarım. Bana sebep bana ziyan atalarından miras gülüşün. Kaç durak sonra bitecek otobüs gürültüsü boyunca uzayan gitmelerin?

    Hıncımın saçlarını tarıyorum esaretin ensesinde ispiyonculuğa soyunan lanetkârın yol’suzluğuna dikenli teller batsın diye. Sevmekten yargılı bir sonbahar düşü gibi gelip duruyorsun saçlarımın rüzgârına. Muammalığı tutuluyor gecenin ay dolunayken. Olmamışlığım zamanın karabasanlarına sığmazken içimden dehşetini kabullenemediğim hüzzam ağıtlar geçiyor. Seni duymak için sağır ediyorum iç denizleri dalgalandıran fırtınanın türküsünü. Duası devşirilmesin aşkın. Ruhuma uzanan nefesine göm beni. Yüzüne sar güzelleşeyim diye. Avuç içlerimi yokluyor güle har sıcaklığın. Kaçsam kaç sene sonra terk eder gözlerin beni? Eceliyle ölmeyen turnalar ayaza vuruyor haykırışlarını. Kaybediş turnaya ecel midir zahmin?

    Arkandan ağlayan susuşlarımı galiz sancılarla ve sensizliğin karşı koyulmazlığıyla alazlıyorum. Dokunduğun yerleri bana uçurumlaşıyor tenimin. İçim aşkın yas renginde. Kime çarpsam ihtilal sorumlusu kalbimi ve hangi yağmurdan erken uyandırsam gözlerimi yenilgiyi kuşanıyor ömrüm. Sevdalı yanlarım derme-çatma uykulara yaslanan. Sol bileği aşktan kesik bir sürgünlük benimkisi inadıma acının sırtına yol alan. Asaletini kurşun rengi toprakların üstüne yağdıran kalmaktan yorgun düşen bu aşk benim. Durup durup ayrılık biriktiriyorum akşamüstü kanayışlara. Ensemizden mi üflenecek sur kabzedilmeden evvel düşlerimiz? Bu sensizlik seansları hiç bitmeyecek mi ve ateş sonrası külle yıkanır mı ´kirletilmiş aşk’ dediğin?


    Yitirdiğimiz ne varsa şimdi hepsi mayınlı bir duruşla sınıyor beni. Harf harf eksiltirken alın yazımı silinmişlik ben doğruları söylüyorum ama yalan kalıyorum hüznün şahitliğine. Başkasına aitliği ispatlanamamış aşkın kötürümlüğüne jurnal dururken çehren siyah bir uğultu yokluyor kahrımı. Recmedilmeye yatırılan kalbimin günahkârlığı susuşundan belli. Ah bu ben! Mazeretleri çürüterek aslını günbatımında hecelemeyi öğrenemedin. Çek kokunu yalnızlığımdan boğuluyorum. Sana ihanetten öldüğümü gözlerine duyurma zahmin!

    Uyu ve rüyama kahırlansın hasır altı edilen gözyaşımın tuzu. Ömrümden uzun acılarım var benim ucu babama çıkan. Sen uyurken hiç ağladın mı? Kendine kör kalmayan aynalarım kırıldı döküldü sırrımın sahtiyanı yüzümden. Sınanmamış hayatın denenmemiş intiharlarıydı solukladığım. Ruhumun tanrıçası yalnızlık ısıttı bileklerimi kasım akşamlarında. Miraca kalktı kuşlar karanlık aldatırken kan hevesli soyumu. Yusuf gömleğini yırtsın şimdi Züleyha diye…

    Sensiz olamayacak kadar sen dursam da kaşlarımın çatıklığına…
    Sevilmenin öznesi hep sen olsan da yüklemi uçurum bu kan revan cümlenin.
    Gelme iade-i taahhütlü değil yokluğun.
    Geleceksen kalbimi sensizlikten arındırayım öyle gel..
     
  3. Uygu

    Uygu New Member

    [​IMG]

    Aşk kendi yokluğunu var ederek varlaşıyor içimizde…

    Nedeni bana kalan susuşun namsızlığı içimizi kötüye çıkaran. Dibe vuruyor aşkın gerekliliği için kendini hırpalayan acının mürekkebi. Ben solcu gibi duvarlara karşı ağlarken gözlerimin kalabalık sus’larında kodes karanlığı diriliyor. Ellerimde aralıktan kalma küf kokusu yarınların. Sök beni yaranın tınlayıp durduğu beyaz kâğıt hiçliğinin satır önlerinden gör nasıl hıçkırıp delirecek şair o zaman. Kırılmaya yüz tutmuş kelimelerin isyanından başlıyorum kendimi aynaların pullu sırrından dökmeye. Eski bir hezimetin an be an çoğalan esmerliğinde sızlıyor yalnızlık denilen işgüzâr oyun. Ey zahmin! Bakışlarınla yüzümü mü çağırıyorsun saçlarının siyahlığına? Hiç gitmeyen nasıl gelir ki?

    Bin beterim hezeyanın haykırışından da sükûtum darp izi taşıyor anlık yakarışlara. Zamanın serseriliğinden an kaybına uğruyor nifak düşlü cinnetlerim. Ham vakitlerin güç yetmezliğinde barınırken alın çizgilerimi silen sızı öfkeye delâlet ıslıkları boğumluyorum gırtlağımda. Kandil ışığında seyrediyorum yüzüme bulaşan karanlığı. Kırk beşlik ampullerin tafrası yetmiyor gözyaşımı sarmalayan ah’ı aydınlatmaya. İfademi alıyor kayda geçilmemiş hikâyenin geçmiş zaman suretli celladı. Tenimde kalıyor kanımın içime akmamışlığı. Ey zahmin! Al cismimi aşka çarp nasıl olsa tarumar kıyametlerin mecazında sere serpe yokluğa uzanan benim. Acı yalnızlığın gıyabında yaşanır mı hüzünbaz duruşlar süpürülemezken alnımızdan? Aşk senden bir alıntıdır künyemde ve hangi anlamı yüklerlerse yüklesinler senden başka anlamı yok aşkın.

    Gün arkasına sızarken sensizliğin oldu bittiye getirilen ilk hecesi yosunlu kirpiklerime ağ atıyor iyot kokulu balıkçılar. Bela hükmü taşıyor çehremin uyumsuzluğundan azade gülüşün. Kısa kalıyorum seni uzun uzun soluklamalara. Dursun ve derin derin boğulsun aşk kendinde. Giderek sıklaşan bir acı tutunuyor diz kapaklarıma. Nefesime karışıyor iç kanamalı nikotin efkârı. Tek başınalığın nöbetçisi mi sancı zahmin? Kırık bir mihraptayım şimdi. Oturup seyrediyorum kallavi hüzünle dağılan kalbimi. Ebkem kasırgaların yanağında dövünen yağmurların gölgesinde mahmurluğuna sesleniyorum sesimin. Açılmıyor feryadımın suskunluğu. Bu puslu coğrafyayı güneşin ırgatları çocuklar taşıyor nafile sonun hudutsuzluğu için. Yıkılırken tapınak sütunları yeryüzünün üstüne bir elem dolaşıyor dilime: Saten bir tendir ölüm doğarken giydiğimiz. Tanrım neden babalar erken ölüyor ve neden herkes kendi cesedinden sorumlu bu şehirde?


    Hayatla uzlaşamayan militan kederimden tanıyor suçlarım beni. Gecenin şafağında aşk üstü yakalanırken kalbim ayet olup iniyorsun benzimin senliliğine. Saçların karda yıkanırken soğuk ülkelerin ayazına yaslıyorsun ömrünü. Kibrit kutularına yığılan bungunsuz yangınların islenişini çekiyorum ciğerlerime. Sana şiir olmak için katlediyorum bütün şairlerin şah damar şiirlerini. Ne çok aynısın yüzümle. Bakma bana öyle zahmin! Avazımın benden çıktığı kadar susmak için harap denizlerin durulmasını bekliyorum. Pişman gemileri bekliyorum içimden gitmek için. Üstüne alınma notası felç şarkıların kristal kanamalarını. Çünkü üstü hep bende kalıyor zifiri hayallere müptela gidişlerin. Dar zamanlara rastlasada aşkın hayattan arta kalan anları oyala gözlerini ne olur. Bir yanı doludizgin yaşamaksa da diğer yanı ertelenemez sondur gözlerine bakmanın. Ölebilecek kadar sensiz değilim daha.

    Fikr-i delilikle yıkarken tuvâllere resmedilemeyen ürpertimi toplu katliam merasimlerimde buluyorum can sürgünü bedenimi. Melekler solumdan atlıyor uçurumlara tamamlamak için yokluğunun eksik harflerini. Iska geçebilseydi rüzgârım saçlarını belki intiharı fermanlardım benliğime. Belki çığlığımı düğümlerdim kirpiğinin en avuntusuz yerine. Bir masal bulup kaçabilir miyim kendimden sen uzağına? Aşkın çıplaklığına kaç yalan sığdırılabilir ki? Şımarık mevsimlerde biteviye kavrulsa da hicranım bendesiyim güle vuran sevdanın. Göğsüme dağ gibi yuvarlansa da fırtınalar aşkının ölmezi benim. Kıyamet alâmeti şimdi avuç içi sıcaklığının bu katran karası gecede beni terk edişi.


    Ömür kaç nefeslik hayat eder aşk için? Sen imanın aşk yanısın zahmin…
     
  4. Uygu

    Uygu New Member

    [​IMG]

    O kadar intihar ettim ki yaşamaya mecalsizim…

    Sivil kalp ağrılarımdan mızraklıyor göçmen mevsimler beni. Sığmıyor sükûnet pencere önü bekleyişlerin zamansızlığına. Boş bırakıyorum haykırışların karalanmamış karelerini. Teni paslı kuyulara terk etsem utancımı dirilir mi kimliksiz uyur-gezer ölüler? Lâhitlere gömüyor sahte acıları benimseyen kadınlar kirli camekân yüzümü. Talan meraklısı eylül teğet geçmiyor aşka kıymadan. Pinti bir ecel kaplıyor dargın mezarlıkların killi toprağını. Ey zahmin! Ateşkesler durdurur mu gitmelerini? Ayrılık aşkın hedonistliği değil de nedir? Gözlerindir gecenin mahremiyetine sığınan kutsal cümlelerin ışığı. Öte yanı yalnızlık kadar çığlık kirpiklerinin. Beri yanı aşk kadar uçurum ellerinin. Gelsen içini karanlıkta kalmış kelimelere batırarak kaç susmayı göze alabilirim ki zahmin?

    Budala aynaların önünde kendini dökme seremonileri düzenliyor sonbahar. Kış göğsüme saklanıyor. Ölmek için susmayı bekliyor beklediğim sevinçler. Kutsalı katlanıp raflara kaldırılıyor aklanmamış maktul yanıma yaslanan tebessümlerimin. Suları sağır sensizliğe kıyıp bir avuç deniz getir diz üstümde ısrarla kanayan atlas yılgını gemilere. Tedavülden kalkmadan aşk al yokluğunu benden. Çığırından çıkmış yaslı koridorların ucuz loşluğuna uzatma bedenimi. Rengini as yüzüme zahmin. Ben senin gözlerini tavaf ederken kahrolası tükenişlerim suya iniyor. Döşümde uğulduyor sık sık yatak değiştiren uslanmaz nehir. Tecride meyilli uykusuzluğumun ensesini sıvazlıyor mülayim heveslerin rüzgârı. Defolu bu dilhun keder. Kullanmıyorum.

    Yokluğundan ezberliyorum gülüşünü önce. Gelişlerinin cehennemlerine denk geliyor yalnızlığım. Tanrı affetsin kabuk bağlamayı bilmeyen tek başınalığımı.

    Faili malum düşlerin ayaklanmalarını özleyerek kanatıyorum faili kim sarsıntılarımı her gece. Bu yüzden batıyor içime paslı makaslar ve sonu belli masallarda bu yüzden onaramıyorum kasvetli çocukluğumu. Erken bir ağıt gibi göğsümde sabahlıyor saçların sızıma tekmil dağılmışlığıyla. Yakılmış bir şarkıya benziyor bu şehrin damar damar üzgünlüğü. Her nakaratta kendimi kollamaktan yoruldum. Uzak kasaba ezgilerinde harmanlanıyor fitili ateşlenmiş kavgalar. Kime varsam seyrelmemiş bir acı menfez açıyor şakaklarımda. Bütün uzuvlarımda aşk geceliyor yine ve otogar kalabalığında arkamdan avunan kız benden başlıyor ölgün hayatları tümcesiz kusmaya. Münzevi feryatlar tahayyüle sığmayan küfürlerde ıslanıyor. Şimdi uzat güneşe ellerini anne yoksa dizlerinde solacak papatyalar.


    Münferit kaygıların aleve değen ıslaklığını öperken denizin çocukları alnımda kandan utanan karanfiller taşıyorum. Giderayak çoğalıyor esrikliğin tadı. Yalvarışların tuzu dokunuyor yaranın en dokunaklısına. Tütün dediğin de yaraya basmak içindir oysa. Kursağımda kalıyor yankısızlığı cebimde duran sesin tınısında ayağa kalkan kentlerin sarsaklığı. Dudağımda bir kurşun karası yalnızlık. Biliyorum okyanuslar yanağında durulacak bu gece kendimi düğümlerken yüzünün kör/düğümlerine. Tenhalığından eskitiyorum adımı. Devrimin küllerinde yazgısından vurulurken eylem her bilinç kendi kaybından mesul tutuluyor. ‘Ayıp’ diyor bir kadın ‘Aşkı harfsizliğinden yorumlamak ayıp’. Ey zahmin! Ben babamın ölümünü görmek için büyümüştüm. Dalgın uyansada insan sefaletinden aşk kabul edilebilir bir uyuma şeklidir.

    Alazına kahır düşmüş öykülerde nabzı dururken kurgusuz aşkın serencamı muğlak kahramanlara henüz yazılmamış kırıklıkları yaftalıyorum. Terimle yıkanıyor mürekkebi kurumayan yazı. Olmamışa kasem veriyor boşlukta sersemleyen çığırtkan turna. Gözyaşı selinde arınmak mı yağmurda savrulasıya kıvranmanın diyeti? Yağmalanmış telaşların kapısında alabildiğine öksürüyor inzivaya çekilen karaltım. Bir adım sonrası kül olmak bu hicranın. Belki de kabule şayan bir eksilmedir aşk. Sahi sen kendine ağladıklarını başkalarında avuttun mu? Öykünme sensizliğe ben kadar yok olursun.


    Suskunluğumun devrikebir makamında büyütüyorum ömre bedel sunulan harf kesiği ağlayışlarımı. Terlemiş bir uğultu saplanıyor kulağımın örsüne. Çaresiz sesler doluyor zamanın kendini kovaladığı düşlerime. Hazirandan kalma ıssız günlerin alacalığını biriktiriyorum kısır hayatın güncesinde sen inadına üşüyorsun düşlerinin buz kesmiş yanlarından. Ağlama zahmin! Gözyaşından tuzlu değil kederin tadı. Meleği yanmış sağ omzum sayrık bir ölüme gönüllü şimdi. Gücüm yetmiyor hüznün göğsümü deşen karaltısının izine bile. Gözlerime sökün eden yabancılıktan yakala gidişlerimi. Bas zülfünün telini içime daha senli kanasın diye. Severek kutsa beni.

    Sen imanın aşk yanıydın ve şimdi Tanrı’ya imanımdır gözlerin zahmin.
     
  5. Uygu

    Uygu New Member

    [​IMG]

    Düşün zahmin sensin beni aşka delilikle süsleyen…

    Sen uyurken de güzelsin uyumanın acılarına son verişiyle hakikate bürünüyor çehren. Kimeydi bu lüzumsuz elem? Unut bütün söylenmemişleri aşk uyusun diye. Ellerin diz'e insin; ki biliyor Marmara bütün şarkılar yüzünde yeşeren Gülşen-i İrem için. Metinler arası sürüklenerek akan bir hikayedir yalnızlık okudukça çoğalıyor acımın bana acıması. Şimdi olmaz yüreğim şimdi ölünmez çift kişilik; tek kişilik yaşamaktır aşk bağıra çağıra. Böyle susulmaz yüreğim ağlamayı haram etme bana. Kim şair duruyorsa ayrılığın küs yanına o yaslansın içinde biriken yangın maskelerine. Ben çekiliyorum asi bir dille dil kurumunun tavsiye etmediği yalnızlığın imla hatalarına.

    Sana dokunan bütün ağrılar kahrımdan sökün eder. Bir deniz kadar ıssız ve ıslak gözlerin. Çoğul yangınlardan geldim düşlerim yanık. Su içsem harlanır her yanı ceylanın. Değsem ıhlamur yaprağına düşer bütün baharlar bahtımdan. Silinirim uzak ara benden sıyrılan yüreğimin kamburundan. İzafiyette kavrulan her mevsim kendi sınırından çatlar rüzgâr bir kurşunluk gövde durur kendine. Şen şakrak avunur nehirler; sahi ömrünün en dalgın an’ında zifiri aşk şiirlerde kaybolan hüzün kimin? Kabil’in damarlarından emdim zehri. Habil yok sayıldı kavim tutanaklarında. İnsandım ilk hâlim kadar. Ben sende kimliğimi kaybettim. Oysa seni en iyi yokluğun anlatıyor o som sessizlikte zahmin.

    Gözlerimi çeke çeke getirdim içinden. Haliç’in soğuk sularına dayıyorum bakışlarımı kesik kesik sürgünlüklerde delirmekten yanayken aklım. Gecenin felç sessizliğinde vakit hezeyanda boğulurken belada yıkıyorum sözcüklerimi. Can aklımın ucundan damlıyor betonarme hislerime. Eşkâli yarasız cinayetler sırdan azade mahkûmiyette sırlanırken kavle arsız kalıyorum. Sözünde durmayan söz’üm çoğalan fırtınalarda dağılıyor. Suskun bir kavga oluyor güncem. Nasır bağlıyor talihe zift çeken karakışlar. Yansız kalıyorum yanıma. Ah’ın törpülüyor ömrümün kızıla çalan harflerini. Gemiler gelip geçiyor da seferi bitmiş kalabalığımdan yalnızlığından vuruluyor ‘hoşça kalma’lar. Aramızda ağlanacak ne kaldıysa sende dursun. Ezberimde tutuşan bizsizlik yeter bana.

    Karanlıkta bıraktığım kadın beni lânetliyor ölgün bir denizin ötesinden. Ayın şavkı düşerken kentin uzatmalı bakışlarına kuyuda küfleniyorum. Kendimi helalden saymıyorum tenhalığıma. Sabır tespihle sınanan cinnet hâli bu dergâhta. Ayrılığın dilenmemiş denenmemiş yanlarıyla ve en kül hâliyle ensemden varıyorum sur’un üflenmemişliğine. İsrafil sesime dur ve bu gecede gelme yine. Ben nabzımda uyaklarım kıyamet kesilen bekleyişleri. Söndür ışıkları zahmin kalbim kararmaktan hükümlü. Aşka molasız ağrılar iliklemekten yargılıyım. Yüzümden başla beni uçurum kenarlarında terk etmeye. Kanımdan çek senliliğimi. Ağlamaya en elverişli utangaçlık göğsün hadi uyut beni kanatmadan. Ölmem için yokluğunu almalısın evvela.

    Yenik kahramanlığımın gölgesi dolaşıyor serzenişlerin kara sularında. Mahrem kaygıların cenderesinde sesimi yutuyorum. Kaybettikçe feryadımın rengini yol boyu savrulan gidişlerine sunuluyorum yeniden yansın diye ellerim. Parmaklarım soyuluyor sokulduğum ince sızılarda. Vitrinde göstermelik aşkları sergiliyor paslı yanılgılarda üşüyen kız. Ah rüyaların neden böyle bölünmüş serseri? Zifiriliğe batır kirpiklerimi alaşağı. Geriye dönüşsüz yolculuklarda ardımca yürüsün boynu bükük zaferler. Tut şarkıları içim ayetliğine göçüyor. Hiçliğimden makamlar uydurma sırası bende. Oysa ben demedim saçlarının ıslaklığında cehennem yanar diye. Ben demedim sicilimde kan var diye.

    Ey zahmin! Aynalardaki seni kıracak kadar ölesim var ölesim… Kaldığın ayrılığa ve daldığın yaraya gömülesim...
     
  6. Uygu

    Uygu New Member

    [​IMG]

    Her ölüm aşka götürüyorsa her aşkta ölümü getirir.
    Aşk’sın sadece sana varabilirim.
    Ölüm’üm sadece bana varabilirsin.

    Aşk kendini bitiyor işte. Düşüyorum sere serpe ömrümün dışına. Aşkın dolaylarında üzgün esintiler fısıldayan ben çelişkili intihar notu bırakarak kaşınla gözün arasına hüsrana yenik düşüyorum. Yenilgiye yeniliyorum. Kavram kargaşasında anlamın on üç ayaklı köprüsünden geçemeyip aşkın en öznel dizesindeyken sende dize geliyorum. Yokluğumun derinliğinde yok oluyorum. Sürükleniyorum. Varlığım varlıksız. Noktasını koyamadığım ünlem beni bilmiyor. Seni ihlâle itekliyorum benden. Sadakatin evhamını kimse kabullenemez biliyorum. Avlunun sonrasında hayat kirli ellerini suyunda yıkayan simsiyah bir deniz mi? Durup durup kirlenmeler ve nihayetinde ölümle arınmalar bundan mı?


    Karanlığın bana benzediğini en çok ben biliyorum. Acısını ıslaklığında kaydırıp saçlarını yangına sürükleyen kadınlar bölüyor rüyalarımı. Kelimesizliğinin cümle sonlarına yığılan bir şair oluyorum ansızın. Uykusuzluğunu gözkapaklarında uyutup oyundan kaçan lâl bir deliyi oynuyorum bu dramda oysa. Bakıyorum ki uçurumlar daha yakın kirpiklerimden; bir uçtan bir uca eskiyor satırlara çarpıp dibacesinde bin parça olan öykünün sessizliği. Kara çalıyor kanıksadığım deliliğim bilincime. Sevdiğim! Ayrıcalıklı acılarda derinleşen devrik hayatın üstüne sil baştan yaşanmıyor aşk. Felahımdın feryadım oldun.

    Nefretimden tenimin cüzamı dökülüyor pul pul. Bitmiş bir öykünün geç gelmişliğine ağlıyorum iskele direklerine yaslanarak. Ağ atıyorum hayata kendimi inşirahta yakalamak için. Yerleşik acılarla bağdaşamayan bağlaçlardayım. İmgelerle öksüren ayrılıktan arta kalmışlığım akıyor sol omzumdan. Dilimde cehennem kafiyesiyle uyuşmayan sahtelikler zilsiyah bir gecede akıl oyunlarıyla çıldırıyor. Ey zahmin! Yalan sözcüklere kanıp uğunan gidişlere uğradın. Başkalarının huysuz cümleleriyle susup yalnızlığın bana ikinci el kalan öksüzlüğü bıraktın. Azat ettin gamzenden. Avunmasın gözlerin. Yansın ellerin ellerimin sıcaklığını her özlediğinde. Şimdi son kadar ayyuka çıkabilir avazın isli coğrafyalara dalarak. Kaybettikçe anlıyorum yitirilmeye değmezmiş aşk.

    Şarkılar kavgamdan utanan turna sürüsü. Yoksun notalarım kurşunlanıyor. Kırk yerimden ezberlenerek düş yiyorum. Onulmaz harflerle süslüyorum kayda geçmeyen kederi sabitken acının sansürü. Dokunuyorum kırıklarıma içimdeki hülyaların nemlenişi uzuyor şeritler boyu. Rengimi bozuyorum çift dikişli yalnızlıkta. İstanbul gibi her gidenin ardından kovalıyorum geçmişimi karartmak için. Biliyorum yüzün uzak bir memlekete sürgün. Ey zahmin! Kentime kendimden önce gelen yağmurdun ilkin şakaklarımdan çekildin. Örtbas ederek aşkı otobüs camlarına dönen çehreni bağışladın balkondan fırlattığım mektup nüshalarına. Haklılığına sebepler buluyorsun hikâyesizliğimizden. ‘ Asılsız bu sancılar. Bağla sana çıkan doğruları. Replikleri yalan kalbimi sınattığım senin. Sahnelenmesin pürisyan kahrı nefeslendiğim tek kişilik aşk oyunları’ diye bağırmak için susuyorsun. Benden başka kim ömrünün figüranı olabilir ki? Çevirsem başımı tabelasız vurgunluklara içim dönüyor yollarına. Sen senin uzağınsın aslında.


    Bakışından mesul bir ağustos serinliğisin. Seni her gece çoğaltarak kuşkularınla sensiz kalıyorum çığlığım efkârımın suskusunu yutsun diye. Vapur homurtularına çarparken gündüzü eksik hayat sorgusuz bir şiire gözyaşından bitap mercan damlalar damlıyor. Anlıyorum bu şehirde adam başı cinayet var ve her cinayet kendine sokuluyor kanını gizleyerek. Ten artığı akrepler değiyor yarama. Vakit azalan sevinçlere yorgun kalıyor. Dakikalar seyrelmekte hara vuran ateşli soluklarla. Farazî düşlerimi kırbaçlayarak benliğimden söküyorum sende uzun kalmaları annem henüz dikmişken bedenimin çıplaklığını. Aşk dedim yarasına sarıldım. Sarılmasaydım daha beter ölürdü rüzgârı kaşlarımı eğen saçların. Sensizliğe dair anları biriktirsem de yokluğunun yeknesak alfabesine aldanıyorum. Sıklaşan ağrılara boylu boyunca uzanılmıyor nasılsa.

    Hüznün avuçlarında buharlaşmayan yorgunluğun izlerini görüyorum. Demlenmeye hazır ağır yalnızlığın iç koridor voltalarındayım. Yaşamın en kırılgan noktasında son nefesime sürünen aşk zabıtları yırtılıyor içimde. Arınmamış paslı iklimlerden çıkamayan adı belli küfürleri lânetliyorum sesimin en ağlamaklı duruşuyla. Çember daralıyor ve aşılmıyor dağlar. Bağrına taş basan kırk ikindi türküleri gezgin düş damlaları doluyor bilincimin en kusursuz görüntüsüne. Aşk kalmayı kaldıramıyor ve hiçbir ayrılık elemini yüzünden süpürerek son/baharında ölmemeyi beceremiyor. ‘Gittin kendimi özlüyorum’ diyerek akşamsızlığımda imha ediyorum kalbimi.

    İçimde biriken enkazlara bir enkaz daha ekleyip sevilmekten yorgun düşmüş en sevi halimle savruluyorum. Yokluğumu terk edip dağınık ömrüme yaşamak için gidiyorum. Bakıyorum ayrılığın yürek çöplüğü gözlerine son kez. Bırakıyorum kendimi gidişlerin kollarına. Biliyor musun acıma ağlayarak benliğimde büyüttüğüm firakın uçurumlarını daha çok seviyorum ben. Kalbimden kovulup sana gelmiştim oysa. Zahmin seni kime yazdı Yaradan?


    Kapanıyorken perde sızımı selamlamak için kendimle yer değiştiriyorum:
    Sen giderken acemi ve küskün anılarım vardı bu şehirde. Şimdi sen yoksun ya çıkardım aklımdan anılarımı.
     
  7. Uygu

    Uygu New Member

    [​IMG]

    Gözyaşının tuzunda kerâhat vakti iken yüreğim zahmin’e heveslen yeniden.

    Biz seninle hep… yağmurda… yağmurda… yağmurda… Dudaklarım sırılsıklam…

    Zahmin! Başka hayatlarda gülüşsek bile aşkın özlem hâlleri hep aynı diyerek sana geldim. Uçurumların birinden çıkıp diğerine düştüm. En güzeli de yüzünün kalabalığında yırtıldım. Günahkar bakışlarımı bakışının öfkesinde boğdum acımı acıtarak. Mil çekildi sana suskun harflerin ıslak ve ölü gözlerine. Üvey bir yaşamaktı yanağın. Öz’üm aslında ağlamaktı. İçinden düşle geçilmeyen puslu dilekler benim değilse kimin? Kapana kıstırılmış yağmurlarla yıkarken çirkin suretimi susmayı göze alacak kadar bağırdım seni. Şimdi ve hemen: Terk etmeni istiyorum onarmaya yatırdığım beni.

    Ölü bir aşkın sahibisin. Unutabilmenin izi tortularından döküldü. Gözlerinin renginden ödün veren deniz külleri doldu sırrına. Hayattan azledilmenin kekremsiliğini tadarken ve ay düşerken denize aklına yatmadı gece. Aşk gibi gülümseyebilmenin bedelini acı burukluğun kırıntılarını yüzüne gizleyerek ödet bana. Sızını gizli bir darp izi gibi tenimde sakla. Yakın yıldızlar bütün parlaklığıyla avuçlarından kaydı. Uzaktı gökyüzü şakaklarına. Düşlerin kurudu alabildiğine sarışın stepler boyu. Devşirme sözcüklerin arkasına kasten yığıldı içimdeki kin dağ gibi. Öfkesi dinmeyen şuh sessizliğe döktüm ruhumu. Aşk yokluğu sesimde duyacaksın değil mi?

    Çağlar boyu uzarken hayallerinin senden sonraki zamana süzülerek kırılması bütün gemileri uğurladım hayatımdan. ‘Eylül olsaydım kırılırdı canımın cehennemden geçen yanında biriktirdiğim sözcükler. Kesilirdi ruhsatsız şiirlerin şah damarı’ dedim ve karanfili yazgına batırdım. Yitik bir kadın kaldın öncesine hülyalarımın. Kâbuslarımı beslemek için rüyasızlığına sarıldım. Küfret birbiri ardınca. Kırılmazsam gerçek değilim. Kimliğim doğrulandı. Yastığımın çukuruna tükürdü şarkılar. Kuldan geçip küle yandım. Ay ışığı kamaşırken uykum geldi uyandım. Çöz bileğimden damarımda sendeleyen kanı zahmin. Seni sen öldürmedinse sen kimin cesedisin?

    Ağıtlar sürdün bu olmayası ve ölesi kentin yapışkan saçlarına. Ensende kaldı marazlı düşlere yaktığın yorgun ter damlaları. Çığlıklar demledin sağaltamadığın yaralarımda ve en çok iflah olmazlığında suskunluğumun. Ama dolunay yüzünde eskirken darmadağın iyileşmeye yüz tutacak adımlarım biliyorum. Kirpiklerin kalbime batarken ve mevsim ikindilerinin en sus haline yaslanırken aşktan yana ceylanlar suya inmeye utandı. Suda izin vardı. Sözlerin muhannet bir infazdan kalmışçasına yarımdı. Delirmiş ağlayışlara eşlik etti faili aşk kahkahaların. Ama mef’uldü kalp. Uyma yüreğinin beni hatırlayıp durmalarına. Kahır dediğin bir içimlik acı su zahmin. Yüreğimi korku ayinlerine düşürme. Alevliliğimden kül yığını bırakma bana. Bak tütsüleniyor içim salınarak geçişine kurşun gibi el edişine. Aşkın zorda kalışısın. Sil baştan öyküler yazıp olabildiğince derin ve rezilce yaşamalısın aşkı. Geçmişin tozlarını silkeleyip üstünden ve eylül düştüğünde gecenin rengine hayata yakalanmalısın.

    Aklıma gelmek için neden olmadığın anları kolluyorsun? Beş harflik yalnızlığını dizlerinde uyutmak için daha ne zaman uyanacaksın? Deliliğimin delilini istiyorum. Yalnızlığa ayraç ellerini değil zahmin.

    Kefenimin artmışlığına bir ölüm arıyordum. Sana vurdum başımı. Ancak kendime döndüm. Kanım akmadı ekmeğime. Korktum çürümekten ve korktum içimde cesetlenmenden. Ayakucumun üzerinden yansıyan aynalara düşürdüğümde suretini yüzüm bin parçaya bölündü. Kaç hayattan sürünerek geçtim bilmiyorum ama avucum geceydi hep. Sorumlusuydum kul inciten karanlığın. Sana bembeyaz saatlerin akreplerini vurarak geldim. Seni bende okusunlar. Eğer gözlerimde yoksan kirpiklerimle mil çeksinler adıma; seni bulmak adına. Zehir gibi tiryakiyim elzemin dilinde aşk olan sol omzuna.

    Kaç ağız sonra bitecek dilsizliğin? Sonrasında ne var son’un? Şimdi annem çocukluğuma yaslanır. Dalarım. Bir kez daha bin kez daha dalarım babam gibi dönmemek üzere. Gemiler geçer gözyaşımdan. Kanserli dümenlere dokunamam. Son cümlesinde vururum çocukluk öykülerimi. –ve ellerin değer ruhumun o en dokunulmaz en savunmasız en kırılgan yarasına- İçimdeki kalabalıkları boşaltıp koridorlara yer açan korkak kanayışları sende sevdim ben. Mahremin zevalindeki hüzn-ü evsa düşüme –adı aşk- yüzün düşer. Gülüşümü gömme kabristanlara. Her solukta biraz daha yanan bu hayatı bir solukla indirme düşler boyu inciten iç kanamalara. Bağırttırma ömrümü.’ İkinci el yürek satılır’ diye bağırttırma. Seni sensizlikte yaşayana sensizliği dayatamazsın.

    Sen yazgısı koynunda kalansın. Uçurumlar alnından başladı kendi yüksekliğinden düşmeye. Aynaya isimsin. Ayna derininden çıkıp sana düşünce unuttu gizine münhasır görünmezliğini. İki yana açıldı da ayna ben’ine baktıkça esrarına gömüldü. Sana aktıkça çıkamadı seyrinden. Şiirlerimdi sesinde bir o yana bir bu yana savrulan rüzgâr. Gece melekleri okşadı papatya kokan saçlarını. Gözü ihtilale kayan coğrafyada bad-ı saba uyumak nedir bilmedi. Adının gerisinde heyecanla uçuşan kuşlara ne yaptın? Konuşmaya yeltenemeyecek kadar kelimesiz mi suskunluğun? Bu kadar aşk olmasaydın bir karış kanda boğar mıydım aklımı? İki büklüm rüyalarım. Avucumda gökyüzü. Hasretim kapında. Aç peçeni zahmin! Günah kadar güzelsin. Güzel ne güzelsin.


    Ben’dim gülün siyahına dokunup kendi karanlığını fehmeden kuyu. Geldin Yusuf güzelliğinle –ki asıl değil surettin ve dahî mana değil kelamdın ama illaki güzeldin- çıktım çöl karanlığımın derininden. Suyun açılmamış kokusu yüzümdü ben’im. Kimse bilemedi alkış tutulan acılarını kıyasıya sınayan ben’in kaderini. Ama ben kaderimde gizliyim sen gibi. Kaderime… kederime… kelamın sırrının manada olduğunu muştulayan mühr-ü nebi güzelliğine bismillah dedim girdim molla cünun’un kapısından cübbemi toprağa serip. Ölümle ömür arasındaki perdenin yanarak kaldırılışı değil midir aşk? Açıldı perde: Aşk. Oynandı oyun: Aşk. Kapandı perde: Aşk. Kaldı ruh. Hâl hâlini kaldıramadı hiçlikte boy vermiş sende bana yazılmış imanımın. Öyleyse değil mi son aşkın? Söz gibi. Ölümde aşkın.

    Bende çözülmeyen bir yangın kadar sürgündür sır. Belki yalnızlık o kadar kolay değildir an’ları yırtılırken anıların. Gül bahçesi değil artık dudağım. Dudağının izini kaybettim. Bırak parmak uçlarımdan akıp gitsin kederin grisi. Bırak bitmesin cellada boynumu uzatırken seni temaşa edişlerim. Biliyor musun; aşk kendini tükettiğinde ve siretin aynası kırıldığında utancından secdeye kapanan kuşlar gördüm rüyanda. Bende yara var. Bende yar/a gül kıyamet yara var. Uyu fırtınanın koptuğu yerde deniz kalacağını bilerek. Yokluğumun sol omzuna yaslanarak ve gözyaşlarını avucuma saklayarak uyu. Şimdi soru işaretlerinin çengellerine assam da kendimi ‘’elveda’nın başladığı yerde uykuların beni çığlık çığlık sana getirecek.

    Bin bedene sığmasamda bir ölüm’e sığarım. Dizinin dizime değişidir ölümüm bilirim. Kapat gözlerini. Körebe. Aç gözlerini. Körebe. Bu oyun bitmez zahmin.
     
  8. Uygu

    Uygu New Member

    [​IMG]

    ‘’Rüzgâr! Sen saçlarımdan geçerken geçmişken okudum saçlarımdaki tel tel şiir boşluğunu.’’



    Dargın düşkünlükler geçiyor düş izin kalan alnımın çizgi aralarından. Durup durup yoruluyorum kaydı silinmiş ayrılığa. İçimden çıkarıp attığım aynada görünmeyen yüzümün incitici sahteliğiyle ‘ben’ kırılıyorum. Doldurulmasına kimsenin göz yummadığı boşluk oluyor her yanım. Küfürbaz susmaların eşiğinde kaskatı bir figan gibi asılı duruyor öpülesi ellerin. Adıma çizdiğin her yalnızlık seni çağırıyor benden. Geç kalıyorum ardımca uzayıp duran saçlarına. Yağmurun damlalarına masallar yaz zahmin. Birde ıslat şarkıları dudaklarında. Ellerim gözlerinin içine sığınmış. Çekemem kendime.



    Yoğun bakım gecelerindeyim. Kanatma günlerine süsleniyorum heyecanla. Telaşı hırpalanmış mısralar ayakucumda ayaklanan bir ihtilalin kanında pıhtılaşıyor. Tenimde kalakalan acıyı sesinin koridorunda çırılçıplak bırakıp sürgün voltalar biriktiriyorum esmer adamların yorgunluğuna. Her gece uykusuzluğumu yakıyor taş yatakların arkasına yatıp kirpikleriyle yağmurları emen bulutlar. Yenilgilerim alıp başımı yürüyor. Vurdurma beni bana. Gençliğimi tabut gıcırtılarına sığdırmak ar geliyor. Daha dağlar aşıp çöle düşmedim. Çöllerden geçip saçlarını öpmedim. Sızla! düştüğüm yerde… hadi bana hınçla susmayı öğret.




    Islak gözlerimin ardından adımlarımın beni terk edişini seyrediyorum. Yüreğimde biriken şiirlerin omuzlarıma bıraktığı yorgunluktan sıyrılarak yürüyorum gecenin ardına. Kırılan aynaların içine batan rüyalarımın kanından akıyor suretim. Unutuyorum yüzümün adını. Gece gözlerinin ardında. Dönmüyor. Bana dönmüyor gece. Gözlerinde uyusun sözlerim. Sözlerinle ısınsın yüreğim. Efkârından sarıl bana. Yollara çizsem adınıdamlalardan düşersin diye çekmiyorum alnımı.



    Vadedilmiş tüm kahkahaların yangınlarını eski ahitlerin satır sonlarında yok edişlerine kan döküyorum. Gelecek gün için beni yitirme ayinlerim. Eylemine zamansız kalsam da sensizliğin ölüm duraklarında seni beklemelerim hiç bitmiyor. Kelimeler ifraz edilirken Beytulhazan’da kalbimi uzaklara yatırıp göğsünü ovuyorum saçlarınla rüzgârın. Toprağa sür kirpiklerini. Korkma çekip gelemezsin hikâyeme. Aşk sadece cümlenin kalbine. Ten birazda senin niyetine heba. Bu deniz tamam zahmin. Bırak dalgalar içime aksın. Gecenin sol omzuna çarpıp nehirlerin beyazlığına melek sancısı bırakan yokluğuna aldırmıyorum. Ben sana yokluğundan aşinayım. Yırtılmış yanlarıma şarkılarından nakaratlar giydirmen değil de kokunun kıyısında uykusuz bırakman ne güzel.



    Parmak ucunda saklanan öykünü yazamayacak kadar kelimesiz suskunluğun. Sen kendine cümleler kuramadan konuşmayı savunmuştun oysa; kuramadığın cümlelerin nokta işaretlerinden vuruluyorsun şimdi. Bir yanının kaldığı yoklukta unutuyorsun zamanı. Ayaklarından geçen yaprakların savrukluğunda kalıyorsun. Yazamaz seni hiçbir şair. İnciteceğim düşlerin ağlayan kadınlığından daha büyükken celladın dudağını öpmekte neyin nesi? Karanlığımı çekiyorum insan kalabalığında eriyen düş uçurumlarının isimsiz esintilerinden. Dönüyorum gizli bir öznenin yıkılmaya meyilli duvar diplerine. Kuşkunun ensesinden (günahkar) şarkılar geçiyor durmaksızın. ‘Herkesin bir yarası vardır yazar kendimi. Uçun kuşlar uçun bende mevsim zahmin. Aklın fesadına uğrayıp bakışlarımı yasaklayan bir aşka cinnetler ve cinayetler ortasında tövbeler biriktiriyorum. Düğümlendikçe acıya kendimi kaybediyorum yüzümün şairden bozma yanında. Baba erken ölme uykusuz rüyalarımda. Çocukluğumu susturamıyorum. Delilik provalarından bıktım. Delirmek istiyorum.



    Kefenime üryan çığlıklar bulaştırırken soysuz cesetler kederin ateş bahçelerine değdiği yerde kırıyorum ehilleştirilmiş cümleleri. Mahcup sular ihanetlerimi arşınlıyor yer ve gök arası. Boşluğa yapıştıkça feryadımın eskimeyen tınısı ben sana başka bir şeyim zahmin.



    Başka sen kalmadan suretimde caddeleri yakılmış şehir içimin sokaklarında kalıyor. Birde notası ıslak şarkılar… Beklemiyorum artık yolumun sonundan gidenleri. Ellerimde kalan tekliğimin resmini parçalıyorum kara sularında. Yıldızlar kaymaya hâlâ meyilliyken ağıtlar tutuyorum bir ömür boyu düşmek için. Bana tahammülsüzlüğümden kirleniyorum. Gözlerimin daldığı noktada çerçevesiz asılı kalıyor bakışlarım. Azalan bir su olmak istiyorum kendime. Ama sen ol geçtiğim yol. Öyle öl ki bende senden başkasında yaşamayayım. Yağmur yağacakmış gibi dokun saçlarıma. Bilmediklerim var kendimde beni düşüren. Beni benden alıp sana düşüren. Git suretinden.




    Ellerine sığınan kuytu şehir dalgınlığındasın biliyorum. Derinliğinden sıcak cümleler geçen öykümü gece geçerken yalın ayak parmaklarını yakıyorsun avuntusuz bir hayatta. Saçlarını kesiyorsun ellerimin izini sökmek için. Ayrılık aşkın iç kanaması diyerek sende öznesizleştiriyorum kendimi. Şimdi ceplerimde bağrı ıslak martıları yakılmış mektup satırlarını ve rüzgârın kırık esişini taşıyorum. Lekesiz değilim. Meğer hayat ölümden başka adres göstermiyormuş insana sevgilim.



    Hiçliğe yol alan sessizliğimin adım adım susmalarını izlerken bulmuştum varlığıma sürünen yokluğumu. Saat başı yokluk çeken içimin ertesinde bitmeli öyküm. Sakin değil yollar. Yarılan acıların ortasından gidenlerin bıraktıkları şahit değil. Sen bana inmeye korkan uçurumken bitmeli öyküm. Ben yazmadan..



    Zahmin! Biz yine… yağmurda… yağmurda… yağmurda… Dudaklarım sırılsıklam yine. Gidersem gelir misin benimle ayrılık için?
     
  9. Uygu

    Uygu New Member

    [​IMG]




    Aşktı ne yapsa zahmindi. Yağmur yutup ağıt büyüten vaveylanın ilk harfiydi. Sabırdı ağrıydı hazdı. Tek acıya münhasır cinayetti. Kendi gerçekliğinde maktul olurken geçmişten gelen hayalete hiçbir gülüşü teselli edemezdi. Meridyenler boyu sürgünlük biriktirirken aynı yerden sustuğumuz aşk en erken yalnızlığımızı zîr û zeber ederdi. Ne kadar iyisin sen canhıraşken feryadın hâli kalkıp izini sürmüyorsun gözyaşıma konan meleklerin.

    Birbirimize çaresizliğimizden ağlar örerken bize aşkın bir soluk sonrasında kalıyoruz. Özlemekten durulamayan ama hep ayrılıkla ödüllendirilen acuze pişmanlıkları ekliyoruz künyemize. Durup durup yanağını okşuyoruz kutsal cümlelerin. Bilmiyoruz bizi en önce harflerin terk ettiğini. Ben sana meftun sen bana giryan… Oysa bu ayrılıktan ancak bir biz çıkar. Saçlarında yorulan rüzgârda kalıyor ömrümün neşidesi. Hayatla acı arasındaki köprüde kalbimi ihlal ediyorum aminsiz dualarla. Mayınlar patlarken geçmişimizde yüzümüzü sakınamıyoruz karakışlardan. Aşkın onuru sana beni bulabileceğin bir hece bile bırakmadan öyküm siliniyor dudağıma bulaşan yağmurdan. Umudu kangren özleyişlere çeviren bekleyişler alnımdaki yazgıyı incitirken yorulmaz mı başımızı okşayan gökyüzü? Bir çıkar yol göster bana seni terk etmem için zahmin.


    Kan tüküren özleyişlerimin sessizliğinde kıvranarak yağmalıyorum bastığın toprağın insan cürümünü. Çehremdeki soluksuzluğumu üstlenen beyazlık ölümdendir aldırma. Her adımda sarsıntılarla soru işaretlerine uyuyor bedenim. Sarılıyorum hayatın kuytusuna. Sesli bir harf gibi kıvrılarak aminle tövbe arasındaki zincir pasına sürgünlüğümü sürüyorum vuslata. İsyan yol başlangıcında milat. Kan şehre yağmur yağarken gözlerine miat. Aşk ellerinden hicret. Kilit vurulurken tuhfeye tutulan zerreye bir çocuk boyu dalgalar alabora. Hadi gidişimi seyrettirirken bana içinin sağına ve soluna yağdır ruhumu.


    Sis içinde yüzün kaybederek ne çok incitiyorsun ellerimi. Dokunduğunda şakağında kıyametler koparan ellerimi… Şehir yanıyor öte yanda. Adımlarımdan çekilirken denizin mavisi küle yığılan adım utanarak and veriyor seni unutmalara. Kimine yağmur kimine yangın… Hep bana şarkıların yırtılmışlığı. Geçip duruyor gemiler zamanın ağladığın vaktinde. Sırtına esen rüzgârdan yorulmuşluğunun saçlarında dinginleşmesiyim. Çözülürken ensende kokunda unuttuğum tenimi bir parça toprakla yıkıyorum. Kirlenmiş neharın utancı bu dipsiz ağıtlar. Doğmamak için annemin rahmini yırtsam direnir mi hayat bana Tanrım? Ha gayret aklım dayan insan zulmünün cinnet feracesine. Zeytin dalı gümüş gök ve beyza gece biraz ötende. Uzat ellerini ya da biraz daha vefa delirmeye.

    Her ayrılıkta dönüyorum gözlerine. Ele verip yelime utanç kalan gözlerine zahmin… Aşkın yarasında kayıtsız ağrılar yüklenerek aklanıyorum. Noktalığım ziyanda. Tabut hayattan kurtarılmış ölüm bölgesi. Geçmiyor. Yüzün geçmiyor aşk zabıtlarında. Şimdi nasıl yırtılır ki kalbim sana sevgisizliğimle? Öbür yanda çığlıklarla üşüyen bir adamın hikâyesinden doğdum ben. Hikâyemi yeniden yenileyerek uyduramayışım bundan. Güzeldin sadakati celladın kılıcının ucundaki kana dokunduracak kadar. Cesaretli yalnızlıkların vardı bana ihtiyaçsız özleyebiliyordun gülüşümü. Hiç kimseydim sende her şeyliğimi kuşatan. Anılarımızın karlı caddesinde beklemenin kara ceketini giyip adım'layabiliyordun bana rastlamak pahasına. Aşkı bu yüzden sende kaybettim ben.

    Yorulmaz sancılarla yürürken sanrının kamburunu ayaklarıma kan güzeli dikenler batıyor. İsimden aşka uzanan yolun sırtında anka'nın kül yutan yanını dağıtıyorum. Hasretine kelepçelenmiş dilim gözlerine söylenmemiş sağır şarkımızın nakaratında külliyatını yutuyor: hasretimsin yaramı tenine sar bu gece / varlığınla ziyadeyim yokluğunla tek hece. Gölgemin sır tutuşuna kanıp umudumu eziyorum. Çünkü umudun ruhunu cezbe dönerken kalbim ömrümün geleceğini sildim ben. Bu aşk bizsiz daha çok aşk zahmin. Şafak söküyorsa gözkapaklarının altında bir tende kaç koku yaşar bunu söyle. Kalbin aşk yalanından ve 'geleceğim' teranelerinden usandım. Varlığını heceleme yazık günceme

    Zahmin! Su kokusunu sardunyadan alırken sırda ayana karışıp bezm-i elest’te varlığına yakın durdum. Dur ve bir kez göz gezdir yarama diye. Hicran ayak sesimize denk düşerken koridor boşluğunda şah damarımızı tutanın gülpençeye sürdüğü nurla ağladık. Eksildik aşkın adının ve adından öte cisminin geçtiği her şeyde. Birazda kendimizden… Dön bu gece yüzümüze aşk diyerek sığındık kalbin ölümüne. Yavaş yavaş tükenişin dilimizde bıraktığı suskunluğu çözmeye bir cümlen yeterdi. Sesimize oturan buz dağının bedeli miydi yangın tutuşmaların içimizde döneleyişi?

    El insaf yağmur içimden geçip dışıma düşme. Başaklarım çocuk kalıyor. Dudaklarım yağmur ıslaklığıyla sen kesilirken sana değilse bile gölgene diz çöküp yalvardım cadde boyu karanlığın merhametine sığınıp. Gözlerimi de al anılarına zahmin.



    CENGİZHAN KONUŞ
     

Bu Sayfayı Paylaş