Kıştayım Kar ile nâr arasında Aklıma batan kıymık, ruhumu kanatır olmuş Ruh dediğim, turkuaz kanatlarını gökyüzünün en yakıcı katlarına sürterek uçan hayalgâhımdır. Dil teşne derler ya Mızrabımın titrediği demlerde kelâma sürüklenen sel, âhımdır. Kıştayım Hıçkırıklarıma eşlik eden serçelerin meçhul bakışına maruz kaldığımı saklayarak. Kalemime hayat veren mürekkebin rengi olan siyahı, hâl divanında behemehal aklayarak! Şiir Ayazda açmaya korkan bir çiçekmiş Aman Ya Rabbi! Aklıyla arası hoş olmayan şairin dedikleri de gerçekmiş Kıştayım Kabuğunu terk eden incilerin gerdana dizildiği yerde Toprağın bağrında uyuklayan cevherin güneşle gözlerinin kamaştığı ân Rüzgârın fısıltısından ürken yaprakların, soluk endişelerini gönül ardı ederken Üşüyorum Ellerim kan içinde Tutun beni! Düşüyorum Kıştayım Çocuklar kızaklarına binmiş ümit yokuşuna gidiyor. Kırmızı bereleri, beyaz atkıları ne de hoş Soğuktan üşüyen burunları mosmor Hatta içlerindeki en küçük olanı Hani şu âhu gözlü küçük kız Burnunu çekiyor. Belli ki soğuk almış Kardan adam da yaparız di mi? der gibi bakıyor. Çocukken güzeldir kış Hâlbuki ben ne çocuğum ne de yetişkin! İki arada bir derede kala kalmışım Kıştayım Hangi şehirde olduğum Hangi mevsimi soluduğum mühim değil İç âlemi dışa bağlayan görünmez hatlar üzerinde hüküm süren bir kışta Sanki Rus romancıların kaleminden süzülüp gelen bir bozkır tasvirine düştü yolum İçim çok dar Ve ben bana yine bolum! Kıştayım Kutuplar çöl gelir hâl terazisine İmâle ve zihaf arasına gerilmiş bir ipte, aruzun yardımıyla susmayı öğreniyorum. Çelikten bir sükûtun ipeksi ecelidir tasvire yeltendiğim Mor menekşeler cam kenarındaki yerlerini beğenmiyor anladım Salkım söğütler çoktan çırılçıplak kalmışlar. Yalın ayak başıkabak sıkıntıların ötesine yazılmış bir mektup gibi baharı bekliyorlar. Ne tuhaf! Kıştayım Tepeler tepelenmiş beyaz ile Bir fiskede devrilmiş karton kuleler Tırnaklarını ciğerine saplayan bir kuşun, kara kalem resmidir retinamda muhafaza ettiğim İmlâ hatalarıyla dolu bir nâmede âşikâr edilmiş ne varsa Beyhude! Ellerimin karıncalandığı dualar, dudaklarıma tebessüm bırakmadan mı gitmişler? Kür-Şad ve kırk yiğidine özenmemek elde mi? Börk düşkünü yeleler, kın ve sadak arasında yitirilmiş bir hayal için mi salınır? Sus Tanrı Dağlarının kadim rüzgârı! Duyanlar alınır Kıştayım Bozok diyarında, kara lastik çizmelerini çıkaramayan o adam gibi Soğan ekmek yiyip, zamanı terkisinde taşıyan çobanların kiraz dalından kesilmiş değnekleri gibi Kesilen elektriğe inat, bağlamanın karanlıkları yırtan çığlığını özler gibi şimdi o eller Teller Teller ey fani! Mızrapsız paslanmış teller Cevrimi kuşanır olmuş Kıştayım Erciyesin eteklerinde süzülen bir kartalın kanatlarında Gâvurun Çardağını cinler basmış duydunuz mu? Karakaçanlar bu sebepten huysuzlanır imiş Koç katılmış sürülerin huysuzluğu da bundandır. Türkmen çadırlarının kurulduğu yerlerde efkâr gezinir artık Develerin yattığı sazlıklarda gam sağanak sağanak Çeşmeler kuru Bakraçlar kalaylanmamış Bağlar bozulmuş lakin pekmez kaynatan da yok! Kıştayım Mezarlık yolunun bekçisi iğde dallarıyla hem hâl Yatanı meçhul bir kabir gibidir soluduğum ân Aman bre dünya! Sen seni diline dolayanı ehl-i keyif san! Kefen beyazı duruluğunda bir mırıldanıştır kulaklarına iliştirdiğim Örekesine saçlarımı kaptırdığım bir girdabın ellerinde savrulurken yola çıktım ister istemez. Bağışlayın beni ey takvim yaprakları Yanıma kendimi almayı unutmuşum Kıştayım Bir umursamaz bakıştayım Gecenin en zifiri yerinde bir sigara yakıştayım Aynaların parsellediği yüzüme döşenmiş çizgileri hediye edenin fırçasına ait bir anlamsız nakıştayım Ayaklarım yerden kesilir mi bilinmez? Denilmezleri yazan kalemim için ayakta alkıştayım Kıştayım Buz tutan göllere bir turna sesi de çok gelir gibi Abdurrahim KARAKOÇ üstadın şu mısraları takıldı içimdeki dikenli tellere: Çelik testereyle kestim suları Yıkadım duvara astım suları.. Düşümde düşüme girdim dün gece(1) Dipnot: (1) Abdurrahim KARAKOÇ Beşinci Mevsim, Dün Gece, s.16 * GÜÇER KAFA