APAÇİ GENÇLİK / Apaçi Kimliği Üzerine

'Serbest Kürsü' forumunda zipper tarafından 6 Oca 2014 tarihinde açılan konu

  1. zipper

    zipper quae nocent docent

    Kızıldereli hikayelerinden Fransız romanlarına oradan çeviri romanlar vasıtasıyla hayatımıza giren “apaçi” kavramı kısaca “düzen bozucu” anlamına geliyor.

    İlk kez Fransa’da ortaya çıkan ve Osmanlı’nın son döneminde görülen apaçiler, tekrar 50′li yıllarda İstanbul’a göç sonrası hayatımıza giriyor. 1970’lerde başlayan göç dalgasıyla İstanbul’a ekmek parası için gelen insanlara kent merkezinin yerlileri tarafından “Kıro, maganda, zonta, hırbo, amele, köylü” gibi lakaplar takılarak Anadolu’dan gelen insanları aşağılayan, hor gören, dışlayan bir kavramsallaştırmalar görüyoruz.

    Anadolu’nun dört bir yanından göç etmiş, şehrin kıyısında takılan apaçiler –bu kavramsallaştırmalar bir tarafa–; rengarenk kıyafetleri, havaya dikilmiş saçları, façalı ve dövmeli kollarının yanı sıra dinledikleri özgün müzik ve danslarıyla son dönemdeki popüler gençlik figürlerinden biri olmaya devam ediyorlar.

    İstanbul Esenler örnekleminde apaçi gençleri inceleyen, onların hikayelerini dinleyen Sosyolog Ömer Miraç Yaman’la Açılım Kitap’tan çıkan “Apaçi Gençlik” kitabı üzerine konuştuk.

    “İLK DEFA FRANSIZ ROMANINDA “APAÇİ” KAVRAMI GEÇİYOR”

    Öncelikle, apaçi nedir? Kime apaçi denir? Kavramsal olarak nereden geliyor “apaçi “kavramı?

    Apaçi, kavramsal olarak bizim Kızıldereli hikayelerinden duyduğumuz ve bildiğimiz, Türkiye’de ve Türkçede böyle tanınmış bir kavram. Her ne kadar biz böyle tanımış olsak da işin gerçeği şöyle:

    1800’lerin ortalarında Amerikan kıtasının işgal edildiği yıllarda, Fransız kuvvetlerinin karşısına çıkıyor apaçiler. Amerikan kıtasının doğusunda karşılarına daha önceki yerli kabilelerden biraz daha farklı bir tavırla çıkan Apaçi Kabilesi Fransızlara karşı da direniş gösteriyor. Apaçiler, topraklarını az bir değer karşılığında Fransız sömürgeci güçlere vermek istemiyorlar. Ve bu direniş sonucunda biz 1850’lerden sonra Fransız romanında “apaçi” kavramının “düzen bozucu, eşkiya, modern medeniyet düşmanı, barbar” imgelemi ile birlikte kullanılmaya başlanıldığını görüyoruz. İlk kavramsal kurguyu kıta Avrupa’sında, Fransa’da romanlar üzerinden “apaçi” kavramsallaştırılmasının böyle bir karşılığına rastlıyoruz.

    1900’lere geldiğimizde ise Sanayi Devrimi ile birlikte devam eden ve Avrupa toplumlarını çok derinden etkileyen kültürel ve sosyo-ekonomik anlamda sanayileşme süreci ile, sanayileşme sürecinin dinamosu haline dönüşmüş kıta Avrupası’nın büyük kent merkezlerinden biri olan Paris, hem kendi içine göç alan bir kent görünümüne hem de diğer Avrupa ülkelerinden göç alan fabrika şehrine dönüşmüştür. Yeni gelen bu işçi sınıfının alt kültür formunu tanımlamak için “apaçi” kavramının kullanıldığını görmekteyiz.

    “APAÇİ GENÇLER GİYOTİN MASALARINDA SALLANDIRILIYOR”

    Fransa’daki apaçiler nasıl tanımlanıyor?

    Fransa’daki apaçiler kendilerine ait dans stilleri olan, kesici alet kullanan, kendine ait kıyafet biçimleri olan, renkli ve parlak giyinmeyi seven, flor takan, konuşması argo üzerine kurulu olan, ara sıra şiddet ve yankesicilik olaylarına karışmış bir gençlik olarak ortaya çıkıyor.

    Apaçiler, 15 ila 30 yaş arasındaki gençliği tanımlamak için kullanılan bir kavramsallaştırmaya dönüşüyor. Ki 1902’de biz Fransa’nın meşhur gazetelerin bir tanesinin manşetinde “Apaçilerden Bıktık!” sloganıyla çıktığını görüyoruz. Gazetede apaçi kültürünün Fransız kültürüne çok ciddi zararlar verdiğini ve bunların bir şekilde tasfiye edilmesi gerektiğini ve gerekirse bu gençlerin giyotin masalarında sallandırılarak tasfiye edilmesi gerektiğinden dem vuruluyor. Nitekim süreçte böyle işliyor. “Apaçi” olarak tanımlanan o göçmen nüfus, gerek polis kuvveti gerekse Fransız polisinin baskı ve zorlamalarıyla pek çok şiddet olayıyla karşı karşıya kalıyor. Birçok genç o giyotin masalarında canını veriyor.


    “OSMANLI’DAKİ APAÇİLER İÇİN ‘APAŞ’ KAVRAMI KULLANILIYOR”

    Apaçi kültürü, Fransa’dan sonra ülkemizde nasıl yayılıyor?

    Kıta Avrupa’sında ve Fransa örnekliğinde asıl apaçi kültürünün 1918’de görüyoruz. 1918’de I. Dünya Savaşı’nda apaçiler tasviye ediliyor tıpkı ülkemizde olduğu gibi. Orada da gariban, göçmen ailelerin çocukları I. Dünya Savaşı’nda en önde savaşıyor ve milyonlarca genç orada ölürken bir apaçi kültürü de bu anlamda tasfiye oluyor.

    Aynı dönemde Osmanlı’da aynı kültürün, apaçi kültürünün “apaş” olarak aktarıldığını görüyoruz. Orada da kavramsal olarak benzer bir şeye tekabül ediyor. “Apaş”, düzen bozucu, kent kültürüne uyum sağlayamayan, rahatsızlık veren, cahil, ayak takımı olarak tanımlanıyor. Bizim ilk romanlarımızda “apaş” kavramı sıkça kullanılıyor. Abdulhakhamit Tarhan’dan Ahmet Haşim’e, Peyami Safa’dan Samipaşazade’ye kadar pek çok edebiyatçının bu kavramı romanlarında kullandığını görüyoruz.

    “TÜRKİYE’DE APAÇİ DEDİĞİMİZDE DOĞULU ESMER İNSAN FİGÜRÜ ZİHNİMİZDE CANLANIR”

    Türkiye’de apaçilerin günümüzdeki hikayesi nedir?

    Günümüzdeki hikâyesi… Türkiye’de biz 1950 sonrasında büyük şehirlere gelen göç dalgasıyla birlikte iki ana eksenin oluştuğunu görüyoruz. İlk eksende 1950-1980 arasındaki göç dalgası genelde Orta Anadolu, İç Anadolu ve Doğu Karadeniz merkezliydi. Bu göç dalgasıyla insanlar İstanbul’a ekmek parası için gönüllü olarak gelmişlerdi tabiri caizse.

    Bu süreçte 1970’ten sonra bu insanlara gerek mizah gerekse de argo düzeyinde birtakım lakaplar takılmaya başlandı. “Kıro, maganda, zonta, hırbo, amele, köylü” dendi… Bu kavramlar 1980 öncesi ve hemen 1980 sonrasında ikinci göç dalgası olarak tanımlayabileceğimiz ve tabanını Güneydoğu Anadolu’nun merkeze aldığı, Kürt kardeşlerimizin merkezde olduğu ikinci göç dalgası oluştu ki bu göç dalgası zorunlu göç dalgasıdır. Bu göç dalgasıyla birlikte bu kavramsallaştırmanın daha da fazla kullanıldığı bir süreci hep beraber yaşadık Türkiye’de.

    Bu noktada “apaçi” kavramı 2000’lerin başından sonra biraz önce saymış olduğum “kıro, maganda, zonta, hırbo, amele” kavramlarının tamamının bir üst şemsiyesi olarak kent merkezinin yerlileri tarafından dışarıdan gelenler için kullanılıyor.

    Bir türlü kentin kültürel dokusuna, ekonomik ilişkilerine veya daha farklı pek çok alanda karşılaştıkları birtakım yeniliklere adapte olamayan ve en azından sorun yaşayan ve kendi kültürlerini de bir şekilde kentte yaşama gayreti içerisinde olan geniş göçmen kitleleri tanımlamak için kullanılan bu terim bir kavramsallaştırmaya dönüşüyor. Şu an İstanbul’da ve Türkiye’de “apaçi” dediğimizde bir göçü ve göç etmiş bir insan figürünü zihnimizde canlandırmış oluyoruz, istisnaları ayrı tutarak söylüyorum, genelde doğulu ve esmer bir insan figürü insanların zihninde beliriyor. Böylece bu bir ötekileştirme, dışlama ve bir aşağılama söylemi olarak, halihazırda söylenmeye devam eden, bir retoriğe dönüşmüş oluyor.

    “TÜRKİYE’DE ‘BEN APAÇİYİM’ DİYEN BİR İNSAN BULAMAZSINIZ”

    Bu kavramsallaştırmayı apaçilere sorduğunuzda onlar kendilerini nasıl tanımlıyorlar?

    Onlar kendilerini tanımlamıyorlar, tanımlanan oluyorlar. Şimdi Türkiye’de “ben apaçiyim” diyen bir insan bulamazsınız. Ben bulamadım mesela.

    “BÖYLE GİYİNİRSEM BELKİ KENTLİ OLURUM”

    Peki, Apaçiler günlük hayatta neler yapıyorlar?

    Araştırmamda saha merkezimiz Esenler’di. Özellikle Esenler bölgesini seçtik. (Bunun detayını merak eden okuyucular kitapta bulabileceklerdir.) Esenler’de gençlerle birlikte olduğumuz bir yıl içinde, bu gençlerin birtakım özellikleri ile ön plana çıktıklarına şahit olduk.

    Birincisi, biraz önce bahsetmiş olduğum göç eden ailelerin çocukları olmaları. Bu karşımıza çıkan önemli faktördü. İkincisi, bu çocuklar bir şekilde eğitim hayatından dışlanan, ortaokulu ve liseyi bitirmekte oldukça zorlanan genelde de (% 60-70 oranında) bitiremeyen bir gençlik potansiyelini temsil ediyordu. Bir başka şey, dönüp meslek hayatlarına baktığımızda genellikle hizmet sektörünün en alt birimlerinde çalışan bulaşıkçı ya da komi olan; halde amele yahut hamal olan veya tekstil atölyesinde ortacıya, bir işçiye dönüşen gençlik-çalışma ilişkisine rastladık.

    Bununla birlikte kent kültürüyle uyum sağlamaya çalışan, bu anlamda dışarıdan bakanların kendi yerlilerinin “Aaa kıroya bak marka giyinmeye çalışıyor. Çakma olduğu anlaşılmıyor mu?” diye istihzayla eleştirerek ve alay ederek kullandığı ifadelerin aslında “Demek ki kent kültürü böyle bir şey, ben de böyle giyinirsem belki kentli olurum, belki burada daha az dışlamaya maruz kalırım” temel saikinden de büyük oranda hareket eden bir gençlikle karşılaştık.

    Onun dışında saçlarına ve kıyafetine önem verdiklerini, kendi aralarında özellikle bir argo dilinin yer aldığını, aile ilişkilerinin alabildiğine sorunlu ve problemli olduğunu gördük. Elbette belli özelliklerinden bir tanesi de mutlaka uyuşturucu maddeye bir şekilde bulaşan ve bunu kullanan, suçla çok yakın ilişkiler kuran bir gençlik potansiyeli karşımıza çıktı. “Apaçi gençlik” olarak tanımlanan bu gençlik aşağı yukarı bu 10-12 parametre üzerinden izah edilebilecek bir gerçektir.


    “BU ÇOCUKLAR ÖZ İTİBARIYLA YERLİ ÇOCUKLAR”

    Kitapta apaçi gençlerle konuşmalarınızdan çıkarttığım şeylerden biri de onların yerli ve kendilerine özgü bir taraflarının olması. Sahiciler, kendi kuralları ve şekilleri var. Ağızları bozuk, fakat kıyafetleri bir o kadar gıcır. Hiçbir apaçinin ünlü bir stara benzeme hevesi yok mesela. Ya da o starın şarkılarını dinleyip, yakın takibe alıp hayranlık beslediğini duymuyoruz ilginç bir şekilde. En azından bu yönleriyle ön plana çıktıklarını görmüyoruz.

    Popüler kültüre yem olmuyorlar fakat popüler kültüre malzeme çıkartıyorlar. Kendi danslarını ve kendi şarkılarını var ediyorlar… Bu nasıl oluyor? Apaçileri biraz da bu yönlerini bize anlatabilir misiniz?

    Evet, gençler Batılı müziklerle eğleniyorlar, Batılı kıyafetleri giyiyorlar ama bu çocuklar öz itibarıyla yerli çocuklar. Bu toprakların çocukları. Ve şöyle söyleyebiliriz: Onları “apaçi” olarak tanımlayanlardan çok daha yerliler bir kere, çok daha bu topraklara aitler, çok daha bu kültürel dokuyu korumaya, belli oranlarda bunu temsil etmeye teşneler.

    Tabi bunlar temel ahlaki saikten mi kaynaklanıyor? Bu zor bir soru. Ortam böyle, geleneksel aile yapısı onların çevrelerinde belli oranda hâlâ devam ediyor. Belki bununla izah edebiliriz yaşanan durumu.

    “BİR GENÇLİK AKIMINI BU KADAR NESNELEŞTİRİRSENİZ BU DA SİZİ BİR YERDEN SONRA ETKİLEYECEKTİR”

    Üniversitede okurken bir arkadaşa “barzo” lakabı takılmıştı. Kitabı okurken apaçilerin kendi aralarında a3kullandıkları lakaplardan birisinin de bu olduğunu fark ettim. Demek ki varoşlardan, mahalle aralarından liselere oradan da üniversiteye kadar tırmanan bir yayılma alanı oluşmuş. Bir de apaçi müziği var ki bilmeyene biz gülümsüyoruz artık!..

    Evet, ilginç bir şey. “Apaçi” kültüründen bahsedebilecek miyiz belki kısmen bir alt kültür olarak bahsedebiliriz. Ancak kesinlikle apaçi gençlik kültürü kendisini tanımlayanları etkileyen ve dönüştüren bir yapıya sahip.

    Eskiden bir kimse kırmızı gömleğinin altına yeşil pantolon, altına sarı ayakkabı giyen ve saçlarını da dikmiş bir gençle karşılaştığında “Aaa kıroya bak, apaçiye bak” derdi. Fakat bu sahneyi bugün Etiler’de, Osmanbey’de, Şişli’de görebilirsiniz. Orada gördüğünüz bu çocuk “apaçi” olmuyor, o modanın gerektirdiği bir tavrı sergiliyor ama Esenler’de bunu bir başka çocuk yaptığında “apaçi” oluyor.

    Apaçi müziği, milyonların dinlediği, cep telefonu melodisi haline dönüştürdüğü, Milli Eğitim Bakanlığı’nın bile okul çıkışlarında teneffüs zili olarak çaldığı böyle ilginç bir şeye dönüştü. Apaçi dansı aynı şekilde ki Fransa’daki dansın “tektonik stayla” dedikleri tarzın kısmen Türkçeleştirilmiş, bu topraklaştırılmış halidir. Bir gençlik akımını bu kadar nesneleştirirerek tanımlarsanız bu kadar çok tüketirseniz bu da sizi bir yerden sonra etkileyecektir ister istemez.

    “BİRKAÇ LİRA İÇİN OKULU BIRAKMIŞ ONLARCA GENÇLE GÖRÜŞTÜM”

    Apaçi gençlerin hikayelerinde ailelerinin yanından kaçmış, tek başına sokaklarda yaşayan gençlere… Akşama kadar torna tezgahlarında veya tekstil fabrikalarında çalışan, yaşadıkları hayata ve geleceklerine olumlu bakamayan, belki de bu yüzden büyük hayaller kuran gençlerin hikayeleriyle karşılaşıyoruz. Bu gençlerle ilgili ne gibi çalışmalar yapılması gerektiğini söyleyebilirsiniz?

    Birincisi, bu gençlerin kesinlikle eğitim standartlarının ve eğitim sürecinde kalma imkanlarının arttırılması gerekiyor. En kötü ihtimalle bu gençlerin –bunu ehveni şer olarak değerlendiriyorum- liseyi bitirmeleri gerekiyor. Çünkü lisede olmakla lisede olmamak arasında çok ciddi farklılaşma süreci var.

    Saha çalışması yürüttüğümüz süre boyunca birçok gençle kurmuş olduğumuz sıradan ve doğal ilişki sayesinde pek çok genç okula ya da açık liseye döndü. Madde kullananlardan kullanmayı bırakanlar oldu. Biz eğer hayatın akışı içerisinde onlara göre çok daha normal ve risksiz hayat yaşayan insanlarla onları yakınlaştırabilirsek çok daha doğal ve kolay bir sosyal değişimin yaşanabileceğine inanıyorum.

    Devletin yapması gereken şeyler de var. Türkiye’de üniversite burslarından ziyade lise dönemindeki gençlerin burslarla desteklenmesinin çok daha kıymetli ve önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü ben birkaç lira için ortaokulu, liseyi bırakmış onlarca gençle görüştüm. Üniversitede okuyan bir öğrenciye vereceğiniz bir bursla 5-6 tane daha üniversitede okuma potansiyeline sahip gençleri çoğaltabilirsiniz. Böyle bir burs desteğinin proje olarak bakanlıklar düzeyinde iletmeye çalıştım.

    Ezcümle, toplumun maddi ve manevi olarak toplumun en altını ve en altın bir üstünü oluşturan bu gençlik kesimine karşı alabildiğine duyarlı bir yaklaşım biçiminin geliştirilmesinin çok elzem olduğunu düşünüyorum. Fakat biz bunu geçtik; biz daha “apaçi” ötekileştirmesini de kırmış değiliz. Gördüğümüzde yüzümüzü ekşittiğimiz, kafamızı çevirdiğimiz hatta belki küfrettiğimiz, sövdüğümüz bir gerçeklikten bahsediyoruz.


    Sizi en çok sarsan apaçi gençlik hikayesi hangisi olmuştu?

    Çoğu hikaye sarsıcıydı zaten. Niğdeli bir kızımız vardı. 13 yaşındayken 1 lira kırtasiye parası bulamadığı için okuldan ayrılan, konfeksiyona girip çalışmaya başlayıp tecavüze uğrayan kızın hikayesi beni çok etkilemişti.


    APAÇİ GENÇLERLE YAPILAN GÖRÜŞMELERDEN BAZI BÖLÜMLER:

    Recai, 19, Lise Terk, Sinop

    “Kavgaların % 97’si kız mevzusu abi. Şimdi kızla böyle oturuyorum ya mesela abi affedersin. Buraya, kafeye geldim misal. Baktım bir erkek bakıyor ya kız hemen diyor ya bana bakıyor. Bizde tabi şerefliyiz ya hemen kalkıyoruz gel lan buraya deyip, bir bakmışsın ortalık karışmış abi kız yüzüne.”

    Süleyman, 40, Kafe Sahibi

    “Kavgalarda satır çekerler genelde. Satırları çektikleri zaman adama vururken böyle, düzünü gösterip tersiyle vururlar. Düzünü vuran ancak 100 kişide iki üç kişidir belki. Bu daha çok korkutmak amaçlı; satır çektim falan filan. Ama tersiyle vururlar. Silah nadir kullanılır. Genelde çakı çekerler. Çakı çok popüler savaş aleti burada. Çakısı olduğu zaman cebinde adam, kendini burada güvende hisseder.”

    Gülşen, 18, Lise 4, Malatya

    “Bir insan ne kadar düzgün olursa olsun, ortam, arkadaş çevresi onu çok değiştiriyor. Buradaki arkadaş çevreleri kötü, burada herkes bir şey kullanıyor (uyuşturucu madde). Mesela ben buna takılırsam onun gibi olabilirim. Herşey normal olmuş, bazı duyduğum şeyler bazen benim bile ağzımı açık bırakabiliyor yani.”

    Nur, 18, Lise 3, Edirne

    “-Bence de ev daha güzel, ben de evden çıkmam. Dışarıda ne yapacağız, sakin sakin, sessiz otur, rahat, huzurlu ev.
    -Yani korkuyor musun dışarı çıkınca?
    -Evet. Çünkü… Erkekler bile korkuyor, yemin ederim. Sürekli biri gidiyor yanına bir şey istiyor, nasıl diyeyim, zor yani burada hayat.”

    Lütfü, 19, Lise Terk, Muş

    “Ben hapisten çıktıktan sonra 1 sene hiçbir şey yapmadım ama yine lanet bir arkadaşa uyuyorsun ister istemez Esenler’de. Bu semt, bir uyuşturucu gibidir. Bir bağımlılık yapıyor, bak ben şunu söylüyorum yani; ben istemediğim sürece kimse bana hırsızlık yaptıramaz, yapmam da ama ne oluyor insan arkadaşına uyuyor. Esenler çok lanet bir semt, bu semte bağımlı olacak ne var biz de bilmiyoruz.”

    Hüseyin, 25, Tövbekâr

    “20 yıl Esenler’de oturdum şimdi Başakşehir’de oturuyorum. Ben askerdeydim, yeter dedim. Kaçın dedim, Başakşehir’e gidelim oraya öyle benim ailem elhamdülillah 5 vakit namazlı ağabeylerim, ablalarım, baktım ağabey ailede en bozuk benim yakıştıramadım kendime, yani dedim buradan kaçalım gidelim anca düzeldik yani.”

    Lütfü, 19, Lise Terk, Muş

    “-Kızlar harbiden aştı bizi, bir kere şunu söyleyeyim hocam eğer bir kız bir kafeye takılıyorsa o kız bitti yani ya onun hayatı bitti. O istediği kadar kendine güvensin yine onu çıkartırlar yoldan. Başkası çıkartır. Bu p.... (gençleri göstererek) çıkartmazsa bu çıkartır bu çıkartmazsa ben çıkartırım ben çıkartmazsam ötekisi çıkartır.”

    Buket, 17, Lise Terk-Konfeksiyon Çalışanı, Niğde

    “Babam bir ara 5 lira için annemi, kardeşimi, beni, ablalarımı 1,5 saat boyunca kemerle dövmüştü. Daha sonra o da pantolonun arka cebinde çıktı. Kaybolmamıştı yani. Annem bayılmıştı, yani annemin kalp krizi geçirmesi gözümün önünde onu da hatırlamak istemiyorum. Bazen… Ya ne bileyim insan hatırlamasa bile bak gözlerim doldu yani.

    Malik, 25, Mahallenin Eski Sakinlerinden

    “Buradan iki arkadaş Beşiktaş sahile mangal yapamaya gidiyoruz. Pat polis, dur. Ha nedir yani, sen tipe göre değil herkesi çevir. Oradan binlerce kişi geçiyor arabasıyla adam onu durdurmuyor, gelip seni durduruyor. Ne yani ayrıcalığımız ne bizim?..”

    Abdullah, 29, İmam

    “Her konuda dışlanma hissediyorlar. Mesela saç kesiminden tutun da gömlek yakası açmadan kolye takmadan tutun da, bileklik takmadan giydikleri Torşın ayakkabısına kadar… Şu şekilde vatandaşın bakış açısı: ‘Bu adam hırsız’ ya da ‘bu adam bağımlı’ ya da ‘bu adam işte hiçbir işe yaramaz boş gezenin boş kalfası’.”

    Popülist Kültür Dergisi Aralık Sayısı
     

Bu Sayfayı Paylaş