Bitlis'te İz Bırakanlar

'Doğu Anadolu Bölgesi' forumunda sha. tarafından 30 Ara 2009 tarihinde açılan konu

Konu etiketleri:
  1. sha.

    sha. ..daha çirkin, daha huysuz

    Bitlis'te İz Bırakanlar - Bitlis - İz Bırakanlar


    Ahmet Faik Han

    Tasavvuf şairi, Şerefhanoğulları’ndandır. XVIII.yy’da yaşamıştır. Şems-i Bitlisi’nin öğrencisi ve müridi olmuştur. Şiirlerinin yanı sıra bir de Türkçe divanı bulunduğu bilinmektedir. Ancak, şiirlerinin bir çoğu ve divanı kaybolmuştur. Şems-i Bitlisi için yazdığı mersiyesi ünlüdür.


    Hulusi Bitlis Aktürk (1881-1967)

    Hukukçu, yazar. Hakimlik ve avukatlık yapan Aktürk’üni yayınlanmış bir çok yapıtı bulunmaktadır.

    Bunlardan bazıları:
    Elvah-ı Seba
    Miftah- Hakikat
    Matem
    Terkib-i Bend’dir.


    Dervişoğlu (1845-1915)

    Halk ozanı. Asıl adı recep’tir. Ahlat’da doğmuş ve yaşamıştır. Kavalcı Recep diye anılmaktadır. Şiirlerinde Yunus Emre’den büyük ölçüde etkilenmiş, onun yolunda daha çok hicviye ve methiyeler yazmıştır.


    Ebul Fadil Mehmed Efendi (?- 1574)

    Devlet adamı, tarihçi.İdris-i Bitlisi’nin oğludur. Babasının Heşt Behişt adlı yapıtını tamamlamış, (1513) çeviriler yapmıştır. Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde Rumeli Defterdarlığı yapmış, Kanuni’nin iki emrini yasalara aykırı olduğu gerekçesiyle geri çevirmiş ve görevinden ayrılmıştır. Nafiz Şirazi’ye yazdığı nazireyle ahlak üstüne risaleleri ünlüdür.


    Hüsameddin-i Ali-ul Bitlisi (?-1494)

    Din Bilgini. İdris-i Bitlisi’nin babası, Nurbahşı Tarikatı’nın kurucusudur.Mehmet Nur Bahşi’nin yanında eğitim, onun düşüncelerini benimsemiştir. İşaret-ul Muzel-ili Kitap adlı iki ciltlik bir tefsiri (yorumu) vardır. Bu yapıtın bir nüshası Edirne Sultan Selim Kitaplığındadır. Bir çok yapıtı da açımlanmıştır. Şerefhanoğulları’ndan Abdal Han’ın Zeydan Mahallesindeki türbesinde gömülüdür.


    İdris-i Bitlisi (? –1520)

    Şair, devlet adamı, hattat. Bugün kendi adıyla anılan İdrisiye medresesinde eğitim görmüş, o dönemde İran’da güçlenmekte olan Akkoyunlu Hükümdarı Şah Yakup’un çağrısıyla İran’a gitmiştir. Hükümdarın divan katipliğinde bulunmuş, Osmanlılarla çarpışmalar sırasında II.Beyazıt’ın hizmetine girmiştir.
    Padişahın isteği üzerine, o zamana değin hüküm sürmüş Osmanlı padişahlarını anlatan 80.000 beyitlik Heşt Behişt (8 Cennet) adlı yapıtı kaleme almıştır. Yavuz’un Doğu Anadolu seferi sırasında önemli hizmetlerde bulunmuş, Osmanlı yönetimine girmek istemeyen 25 beyliği, barışçı yöntemlerle buna razı etmiştir.
    Heşt Behişt dışında, bir çok yapıtı bulunmaktadır.Bunlardan bazıları:

    Haşiye-i Ala Tefsir-i Beydavi
    Şerh-i Hadis-i Erbain
    Haşiye-i Şerh-i Tecrit’tir.


    Kamran İNAN (1929- )

    Politikacı, diplomat. Hukuk Fakültesini ve Cenevre Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesini bitirdi. Uzun yıllar diplomatlık yaptı. NATO Genel Sekreter yardımcılığı görevinde bulundu.

    1977 seçimlerinde Adalet partisinden senatör oldu. AP Genel İdare Kurulu üyeliği, Cumhuriyet Senatosu Dışişleri Komisyon Başkanlığında bulundu. 1977’de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı oldu. Birleşmiş Milletlerde görev aldı.


    Cevdet MENTEŞ (1915- )

    Hukukçu. Hukuk Fakültesini bitirdi. Çeşitli yerlerde savcılık yaptı. 1958’de Yargıtay üyeliğine atandı.1966’da Yargıtay 7.Ceza Dairesi Başkanı oldu.1972’de seçildiği Yargıtay Başkanlığından 1980’de emekli oldu. Aynı yıl önce kontenjan senatörü, ardından da Ulusu Hükümetinde Adalet bakanı oldu.


    Müştak Baba (1766-1834)

    Divan şairi. Müştak-ı Bitlisi adıyla da anılır. Asıl adı Mustafa’dır. Bir süre medrese öğrenimi görmüş, daha sonra Şems-i Bitlisi’den ders almıştır. Müzikle de ilgilenmiştir.

    Divanında, dönemin ünlü şairlerinden Uryan Baba’ya geniş yer vermiş, yapıta Asar-ül Müştak fi-Eser-il Uşak adı verilmiştir. Yapıt, “Müştak Baba” adıyla anılır.
    Siyasi nedenlerle Muş’ta öldürülen sanatçının divanı, 1946’da İstanbul’da yeniden yayınlanmıştır. Ayrıca Asar adlı bir başka divanı daha vardır.


    Yaşar Nezihi (1902-1961)

    Tiyatro sanatçısı. Balkan Savaşı yıllarında İstanbul’a yerleşti, Üsküdar Rüştiye’sinde ve Darülmuallim’de okudu. Öğrencilik yıllarında, Dilküşa Tiyatrosunda çalıştı. Bir süre Burhaneddin Bey Topluluğunda figüranlık yaptıktan sonra Darülbedayi’ye geçti. Milli Sahne, Türk Tiyatrosu, Raşit Rıza gibi topluluklarda yer alan Özsoy, 1937’de Şehir Tiyatrosuna geçti ve ölümüne kadar burada çalıştı.
    Uzun sanat yaşamı boyunca 100’ün üzerinde oyunda rol aldı. Bunlardan bazıları: Leblebici Horhor, Harput’ta Bir Amerikalı, Cimri, Balıkesir Muhasebecisi’dir.


    Saidi Nursi (1873-1960)

    Nurs Köyünde doğdu. İlköğrenimini burada yaptı. İstanbul’a geldi, Arapça ve İslami bilgilerle ilgilendi. 1908’de İstanbul’da yayınlanmakta olan Volkan gazetesinde yazıları yayınlandı. 1909’da, gerici bir kuruluş olan İttihad-ı Muhammet Fırkası’nın kuruluşuna katıldı. 31 Mart Olaylarında etkisi olduğu gerekçesi ile Isparta’ya sürüldü. Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara Hükümeti’yle görüştü. Önceleri destekler gibi göründüğü Ulusal Kurtuluş Hareketi’ne karşı tavır aldı.

    Cumhuriyetin ilanından sonra da, İslam ilkelerine yer vermediği gerekçesiyle Ankara’dan ayrılarak Van’a yerleşti.
    Şeyh Sait Ayaklanması’na adı karıştığı için 1925’te İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı. Burdur, Isparta, Barla, Kastamonu ve Emirdağ’da zorunlu yerleşimle cezalandırıldı. 130’a yakın risalesi vardır; tümü Risale-i Nur adıyla yayınlanmıştır. Bu risalelerden dolayı hakkında bir çok dava açılmıştır.


    Şems-i Bitlisi (?-1788)

    Tasavvuf düşünürü. Asıl adı Mahmut’tur. XVIII.yüzyılın seçkin düşünürlerindendir. Yayınlanan bazı yapıtları olduğu biliniyorsa da günümüzde hiçbir örnek ele geçirilememiştir. Müştak baba, Uryan baba, faik Han, hacı hasan Şirvani gibi bir çok sanatçı ve tasavvufçu yetiştirmiştir.


    Şeref Han (1220 - 1650)

    Ozan, tarihçi. 1220 - 1650 yıllarında yaşadığı biliniyor. Bitlis’te hükümdarlık eden Şerefhanlar soyundandır. Günümüzde de ilgi gören Şerefname adlı yapıtıyla ün kazanmıştır. Farsça yazılan yapıt, Doğu Anadolu tarihi niteliğindedir. Arapça, Türkçe, İngilizce ve Rusça’ya çevrilmiştir.


    Şükr-i Bitlisi

    Osmanlı yazar ve tarihçilerinden. XVI.yüzyılın ilk yarısında yaşamıştır. İlköğrenimini bugün kendi adıyla anılan Şükriye Medresesinde tamamlamış, IV.Emir Şerif’in hizmetine girmiştir. İstanbul’da Sultan I.Selim’in yanında da bulunmuş, Selimname adlı bir yapıtından dolayı ödüllendirilmiştir. Aynı yapıtı 1637’de Cevri, yeniden düzenleyerek yayınlanmıştır. Her iki nüsha da Milli Kütüphanededir.

    Kaynaklarda kendisinden Mevlana Şükri, Mevlana Aşık gibi isimlerle de bahsedilen Şükri-i Bitlisi, tahsili daha sonra kendi ismiyle anılan Bitlis’teki Şükriye Medresesinde yapmıştır. Şuara Tezkiresinde Şükri-i’nin ümeradan olduğu belirtilmektedir. Türkçe’de Bey kelimesiyle karşılanan Emirlik rütbesi, Şükri-i Bitlisi’ye Osmanlı Devleti tarafından verilmiş değildir.

    Şükri-i, yaşadığı devirde belirli bir bölgede yaşayan, her hangi bir aşiretin beyidir. Bu unvan, bugünkü aşiret reisliği ile aynı manadadır Şükri-i Bitlisi, Yavuz Sultan Selim’in 1512 yılında tahta geçmesiyle İstanbul’a gelmiş ve padişaha bir kaside takdim etmiştir. Bu takdimden sonra onun özel meclisine girmiştir. Şükri-i Bitlisi’nin bu kasideyi takdimine karşılık olarak ayrıca padişah tarafından, Diyarbakır taraflarında belli bir toprak parçasıyla ödüllendirilmiştir. Türk ile Türki, Kürd ile Kürdem, Evde koyuni, yabanda kurdam. Sözü ile Anadolu’nun birliği için ne güzel buyurmuştur.

    Şükri-i Bitlisi, Yavuz Sultan Selim ile İran, Kanuni Sultan Süleyman ile de Belgrad ve Rodos seferlerine katılmıştır. Şairin ölüm tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Prof. Dr. Ahmet Uğur’un, “Şair Kanuni Devri'nin başlarında vefat etmiştir” demesiyle birlikte, eserini Kanuni’ye 1530 yılında takdim ettiğine göre, bu tarihten kısa bir süre sonra vefat etmiş olmalıdır. Şükri-i Bitlisi’nin; Manzum Yemen Tarihi’nin Yazarı Molla Şihabi isimli bir oğlu vardır. İslam-i ilimlerin tamamını bilmekte olup Kadılık, Müftülük ve Müderrislik (Üniversite Hocası) gibi resmi vazifeler yapmıştır. Kendisi devrin en büyük Hatip ve Vaizleri arasında sayılmıştır. Sporla ilgilenmiş; Murat Nehrini baştan başa geçecek kadar iyi yüzme bildiği, iyi ata bindiği, ok atmakta hünerli olduğu, tambur çaldığı ve iyi bir avcı olduğu anlatılmaktadır.

    En büyük eseri Selim-Name’dir. Selim-Namenin tarihi yönü yanında bir başka özelliği de; eserin bütün Türklerin faydalanması için Azeri ve Çağatay Türkçesi'yle yazılmasıdır. Şükri-i Bitlisi tarafından yazılan Selim-Name, bazı kaynaklarda Fütuhatü’s-Selimiyye veya Fütuhatü’s-Selim Han olarak da isimlendirilmektedir.


    Zafer DORUK (1956- )

    Bitlis’te doğdu. Altı yaşından bu yana Adana’da yaşıyor. Adana Erkek Lisesini bitirdikten sonra hayata atıldı. İş bulamayınca uzun yıllar işportacılık yaparak geçimini sağladı. İşportacılık yaptığı sıralar, 1993 yılında Seyhan Belediyesi Orhan Kemal Öykü Yarışmasında ‘Kedi’ adlı öyküsü başarı ödülü aldı. 1995 yılında Çukurova Gazeteciler Cemiyetince düzenlenen ‘Orhan Kemal Öykü Yarışması’nda ‘Bir Uçumluk Kanat Lütfen’ adlı dosyası birincilik ödülünü kazandı.

    Ödüllü dosyası aynı yıl ‘Öteki’ yayınevi tarafından kitaplaştıktan sonra bir özel okul kütüphanesinde iş buldu. Üç öyküsü, Adana’da bir televizyon tarafından filme çekildi. 1996 yılında ‘Canın Çukurova’ya İstanbul’, 1997 yılında ‘Yalınayak Geceler’ adlı öykü kitaplarını borçlarından dolayı yarı yarıya telif karşılığında Adana’daki bir yayımcıya verdi ve bu kitaplar dağıtım şansı bulup Adana dışına çıkamadı. 2000 yılında ‘Oktay Akbal’ Başarı Ödülünü kazandı. 2001 yılında Adana Seyhan Belediyesince düzenlenen Orhan Kemal Öykü Yarışmasının Düzenleme Komitesinde ve Seçici Kurulunda görev aldı.

    2002 Hacı Bektaş Öykü Yarışmasında ikincilik ödülü alan Zafer Doruk’un 4. öykü kitabı ‘Çal Dedim Klarnetçi Çocuğa’ yine aynı yıl Bilgi Yayınları arasında çıktı.


    Zaro Ağa (1774-1934)

    Batı dünyasının da ilgisini çeken ve tam 160 yıl yaşayan Kürt hamalların efsanevi lideri Zaro Ağa, dünyanın en uzun yaşayan adamı ünvanına sahip. Zaro Ağa, yaşadığı dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nda 10 sultan hüküm sürmüş. Kendisi de bu yıllar içinde 6 önemli savaşa katılmış. Birçok evlilik yapan Zaro Ağa hayatında unutamadığı dönemin ise 90 yaşından sonraki gençlik yılları olduğunu söylermiş...
    Yaklaşık 1.5 asır yaşayan Zaro Ağa, ’en uzun hayatta kalan adam’ ünvanıyla tüm dünya basınının ilgisini çekmiş, birçok hekim tarafından incelenmiş, uzun yaşamanın sırrı konusunda kafaları daha da bulandırarak, 160 yaşında hayata gözlerini yummuş.

    ’Eski İstanbul Kürtleri’ adlı Rohat Alakom’un kitabında, Zaro Ağa’nın iri vücudu ve yakışıklı görünümüyle uzun yıllar hamallık yaptığı belirtiliyor. Alokom’un kitabında Zaro Ağa’nın birçok evlilik yaptığı vurgulanırken unutamadığı anlarının 90 yaşından sonraki gençlik yılları olduğu anlatılıyor.

    1774-1934 yılları arasında yaşayan Zaro Ağa, 18. Yüzyılın sonlarına doğru Bitlis’in Merment köyünden İstanbul’a gelmiş. Selimiye Kışlası, Ortaköy ve Tophane Camii’nin inşatında çalışmış, daha sonra da memleketine dönmüş. Memleketinde evlenen, çok para kazanmak için tekrar İstanbul’a gelen Zaro Ağa, yakışıklı, iri yarı, güçlü, kuvvetli olduğundan sarayın dikkatini çekmiş, askerliğini sarayda yapmış. Fakat Rus muhaberesinde memleketine dönmüş, mensup olduğu Şerif Mirza Aşireti’yle birlikte savaşa katılmış ve bu savaşta bacağından yaralanmış.

    Zaro Ağa, ilk Kürt hamallarından biri olarak kabul edilir. Gümrüklerde hamallık yapan Zaro Ağa, bu işte kendisini kısa sürede göstererek hamalların kahyası olmuş ve 20 yıl çalışmış.

    Zaro Ağa’nın nasıl bu kadar uzun yaşayabildiği konusunda çeşitli araştırmalar yapılmış. En çok bulgur ve yoğurt yediği ifade edilen Zaro Ağa’nın öyküsü başlı başına uzun bir inceleme konusu.

    Dünya medyasını en çok ilgilendiren konulardan birisi de Zaro Ağa’nın evlilik yaşamı ve kadınlara bakış açısı olmuş. Sadece memleketinde 7 defa evlenen Zaro Ağa’nın, tam olarak kaç evlilik yaptığı ise bilinmiyor. Bazı kaynaklara göre 13, bazı kaynaklara göre 17, hatta bazı kaynaklara göre 27 evlilik yaptığı iddia ediliyor. Zaro Ağa’nın Beşi kız olmak üzere 13 çocuğu, 29 torunu olduğu söylenir. Zaro Ağa’ya "Neden bu kadar çok evleniyorsun" diye sorulduğunda, "Ne yapayım, aldığım kadınlar çabuk ihtiyarlayıp ölüyorlar" şeklinde cevaplamış.

    Zaro Ağa, son günlerini İstanbul’da geçirmiş. 1934 yılında ölen Zaro Ağa’nın ölüm haberi tüm dünya medyasının ilgilendirir, yatmakda olduğu hastane gazetecilerle dolarken, daha sonra tüm dünya gazeteleri Zaro Ağa’nın ölümünü "Dünyanın en yaşlı adamı öldü" şeklinde duyurmuş. Yaşadığı dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nda yaklaşık 10 sultan hüküm sürmüş.

    Bir kaynakta Mihri Hanım adlı resim öğretmeninin Zaro Ağa’ya ilişkin bir anısına yer veriliyor. Gedikpaşa’daki Nefise Mektebi’ne çağrılan Zaro Ağa, burada model olarak 3 gün çalıştıktan sonra bir daha uğramıyor. Nedenini ise Zaro Ağa şu şekilde açıklamış: "Kızlar hep bana bakıyorlar. Aha biyle biyle göz kırpiyler. Sonra başımı, yanağımı okşiyler. Buraya bah, beri bah dirler, hangisine bahayim, bilmirem. Hepsi huriler gibi, bir iki dene olsa ne ise. Emme ben bu kadar kızı nideyim, daha gelmem vallah..."
     

Bu Sayfayı Paylaş