Ünlü Fransız romancısı Gustave Flaubert (Güstav Flober), 12 Aralık 1821′de Rouende doğdu, 18 Mayıs 1880′de doğduğu yere yakın Croissetde beyin kanamasından yaşama gözlerini yumdu. Bir cerrahın oğlu olan Flaubert, küçük yaşlardan başlayarak aile içinde bir sevgi ortamında büyüdü. Okul çağında kendi yeteneğinin farkındaydı, ama bu sezgisi dışa karşı hep utangaç ve içedönük bir genç olarak tanınmasını engellemedi. Sekiz yıl gittiği Rouen Cimnasyumunda hep yanlış anlaşıldığına ve insanlarca aldatılıp durduğuna inandı. Flaubert, küçük yaşlarda tembel ve dalgacı tanındıysa da sonra birdenbire büyük bir atılımla çalışmaya koyuldu, dokuz yaşında tiyatro oyunları yazmaya başladı, onbirinde Cimnasyumun altıncı sınıfına ulaştı. Yaşam boyu taşıyacağı aşağılık kompleksine karşın olağanüstü bir öğrenci olarak tanındı. Büyük ilgisi edebiyat ve tarih dersleriydi. İlk denemelerini Le Colibri (Sinek kuşu) adlı okul gazetesinde yayımladı.Tüm sınavları verip olgunluk dönemine ulaşan Flaubert, hukuk öğrenimini seçti, Hukuk Fakültesine yazıldı (1840), ancak ağır bir hastalık sonucu kısa bir süre sonra bırakarak Paristen ayrıldı, Croissetye yerleşti, kendini tümüyle yazarlığa adadı. Ruh yapısı gereği mesleğe de, evliliğe de yüz çevirdi, sanata sığındı. Erken yaşta genç düşünür Alfred Le Poittevinin etkisinde kalarak, onun karamsar düşüncelerinden etkilendi. Tüm yaşamını Croissetdeki evinde geçiren Flaubert, birer yıl arayla babasını (1845) ve kızkardeşini (1846) kaybetti. Yoğun bir çalışmaya giren yazar, bu arada birçok ülkeyi gezme, inceleme olanağını buldu. 1845′te italyayı, 1847′de Bretagne ve Normandiyayı, 1849 Ekimi ile 1851 Mayısı arasında Mısırı, 1849′da Türkiyeyi, 18 58′de Cezayir ve Tunusu gördü. Fransanın toplumsal ve siyasal tarihini yirmi yıl süresince inceledi. Yaşamında iki kez düş kırıklığı yaşadı. İlki 1846′da tanıştığı şair Louise Colet ile olan beraberliğini 1855′te sona erdirmesiydi. Otuz dört yaşında Parise uğradığında, doktorunun öğüdüne uyarak eğlenecekti. Macerasız yaşadığına inanmayan arkadaşı George Sand şu ters cevabı verecekti: Sanat ile kadınlar arasında bir seçim yapmak gerek; ben seçtim seçeceğimi çoktandır. Flauberti ikinci bir düş kırıklığına uğratan olay, zengin olma hırsıyla yazdığı Aday adlı oyunun başarısızlığı oldu (1870). Oysa para sıkıntısız bir yaşamı vardı. Bu başarısızlığına sanki sevinerek, yarım kalan yazı çalışmalarına döndü. Ve çok çalışan bir yazar oldu. O kadar ki Yatağa yattığımda cümlelerim, Romalıların yolları inleten atlı arabaları gibi çınlar durur kafamda diyerek yirmi dört saatini edebiyata verdiğini dile getiriyordu. Henri Guilleminnin yazdıklarına göre, mektuplarında çok duyguluydu, ama sözünü sakınmazdı, boş vakti yoktu, yaşlı annesini gezdirmekten hoşlanır, yeğeni Carolinei derse çalıştırmaktan kaçınmazdı. Dostluğa çok önem verirdi. George Sand, İvan Turgenyev, Emile Zola, Guy de Maupassant görüştüğü yakın dostları oldu. Eserlerini Croissetdeki evinde olgunlaştırmaya çalıştı. Adını yaygınlaştıran ve beş yıldır üzerinde çalıştığı eseri Madame Bovary, 1856 yılında Revue de Paris dergisi tarafından bölümler halinde yayımlandı. O kutlama beklerken, yerleşmiş geleneklere, din ve ahlak kurallarına aykırı davranmakla suçlandı, soruşturma açıldı, adalet önünde hesap vermeye çağrıldı (1857). O Madame Bovary benim derken, çağının, gerçeğin aynası olduğunu söylemek istiyordu. Savcının iki aylık hapis istemini reddeden mahkeme, 7 Kasım 1857′de aklanmasını karara bağladı. Flaubertin davası yazarın gerçeği olduğu gibi açıklama hakkı üzerinde döndü. Aklandıktan sonra romanın ün kazanmasına yardım etti. 1857′de kitap olarak yayımlanmasını edebiyat çevreleri coşkuyla karşılasa da Flaubert, mahkemenin getirdiği yıpranmışlıkla üzüntülüydü. Ortamdan uzaklaşmak için Kuzey Afrikaya gitti. Bu gezi sırasında yazmakta olduğu Salambö için doküman topladı. Bu romanı üzerine altı yıl çalıştı. Antik Kartacayı konu alan Salambö da çalışmasına değdi, beğenilen bir roman oldu. Flaubertin daha sonraki çalışması duygusal eğitimi içeren bir kitaptır. Bunu yedi yılda tamamlayabildi. Çünkü arka arkaya üç kez yazdığı bu romanın birkaç adını da değiştirdi. Sonunda Ermiş Antonius dedi. 1870′te yayımlanan Bir Delikanlının Hikâyesinin beğenilmeyişi de onu üzdü. Uzun romanı Bouvard ile Peuchetyi yazarken bir yandan da Trois Contesi (1887, Üç Hikâye) tamamladı. Gustave Flaubert, Fransız edebiyatında gerçekçiliği başlatan yazar oldu, önemi ölümünden sonra anlaşılabüdi. Türk ve Dünya Edebiyatındaki Yeri Türk edebiyatında Flaubertin okunması neredeyse tam bir yüzyıl sonra gerçekleşebildi. 1939′da Ali Kâmil Akyüz, Madam Bovaryyi çevirdi. Aynı tarihlerde İsmail Hakkı Alişan tarafından da Salambo yayımlandı. Türk edebiyatının bu denli geriden izlemesi, aslında bir ölçüde yeni kurulan Cumhuriyetin Batıya açılma politikasıyla mümkün olabildi. O da olmasa, Osmanlı devletinin devamında belki bu olanak da bulunmayacaktı. Öte yandan Cumhuriyet dönemi yazarlarımız, Flaubertden çok etkilendi. Yaşar Kemalden Tahsin Yücele birçok romancının övgüyle söz ettiği yazar oldu. Flaubert, kendisi üzerine yapılan incelemelerin ortaya koyduğuna göre, kimliği delikanlılık çağında oluştu. Her şeyden önce sanatın bir çıkara dayanmaması gerektiğini savundu. Kendi benliğini öne çıkarmayı kabul etmedi. Bir eseri dışında birinci tekil anlatımı da benimsemedi. Öte yandan edebiyatın bir davayı kanatlamakla görevlendirilemeyeceğini savundu. Yani tezli romana karşı çıktı. Tek tutkusu gerçeği görmek, gerçeği söylemekti. Bunun için de yaşamını gerçeği yakalamaya adadı ve şöyle dedi: Tepesine bir meşale yerleştirmek için bir nevi çıplak sütun haline getirmek istiyorum hayatımı. Özetle Flaubertin dünya edebiyatına kazandırdığı da gerçekçi bir yazar olmasıdır. Bu gerçeği de hiçbir zaman yorumlamadı, yalnızca sezdirdi. Böyle bir gerçekçilik anlayışına sahipti. Türkçede de Yayımlanan Başlıca Eserleri Madam Bovary (Ali Kâmi Akyüz, 1939); Saf Bir Kalp (Ferit Namık Hansoy, 1939); Salambö (İsmail Hakkı Alişan, 1935; Samih Tirvakioğlu, 1962); Üç Hikâye (Fikret Anel, 1955;Asım Bezirci, 1955); Madame Bovary, Taşra Yaşayışı (Tahsin Yücel, 1956); Madame Bovary (Samih Tiryakioğlu, 1960; Nurullah Ataç-Sabri Esat Siyavuşgıl, 1967; Nisrin Altınova, 1970); Bir Delikanlının Hikâyesi (Şerif Hulusi Kurbanoğlu, 1964); Ermiş Antionius ve Şeytan (Sabahattin Eyuboğlu, 1968); Gönül İd Yetişmekte (Bir Delikanlının Romanı, C. Süreya, 1982); Madam Bovary (İsmail Yerguz, 2001)