Durdum, bir şeyler değişmişti bu şehrin havasında.Baktım,yollarındaki şeritlerde kırılmalar vardı; tabelaları başka istikametlere çevrilmişti.Dinledim, dinlenecek pek de farklı bir şey yoktu; yalnızca gök her zamankinden fazla inliyordu.Sessizliğimce hırçınlaşıyordu bulutlar ve suskunlukla ütülenmişti dilim. İstanbul,alıştığım şehir değildi artık.Ben de İstanbul'un alıştığı halimden epey başkaydım.Umuttu bu şehrin temeline attığım;sen öyle vurunca birden,şehir ne yapsın! Yıkılmıştık ve enkaz altımız dahi yoktu.Soluğu umrumuzda,gözünün feri aklımızda çakılı kalan bir sen vardın çünkü;yokluğunla sınayınca bizi,enkazlar bomboş kaldı böyle.Umudumuzu öldürmenle gelen felaketler,yokluğundan daha büyük felaket olamadı. Ağladım,gözümden akan kuru umutların adını yaş koymuştu birileri.Ateşi söndürmeyene nasıl yaş denir;hele ki yangını körüklüyorsa...Yazdım,hiçbir cümlemin senin kalbini bana çarptıracak kadar ünlem olmadığını bilerek yazdım.Anlattım kuru umutlar göz kapaklarımı sıvazlarken.Dost omzuna yasladım başımı;yine de varamadığım omzun gibi benimseyemedim dostun şefkatini. İstanbul suretini değiştirmişti umutlar kaybolunca ama hala yeditepede senden bir şeyler vardı.Denizin kokusu,genzimi isminle karışarak yakıyordu.Kız kulesi'nin maviler ortasındaki o duruşu, imkansızlığını anlatıyordu.İstiklal'in kalabalığı aşıladığın yalnızlığın elçisiydi yine.İstediği kadar inkar etsin İstanbul,bu şehrin her çehresi sensin.Yıkık döküklere rağmen, enkazlara rağmen her şeysin işte bu şehirde.Ben de bu şehrin içindeyim ya hala; en az İstanbul kadar sen'im. Meltem Çalışkan