Müjde Aklanoğlu-KURŞUNİ-1

'Hikayeler, Efsaneler ..' forumunda Müjde Aklanoğlu tarafından 10 Eki 2013 tarihinde açılan konu

  1. KURŞUNİ
    TÜR: Aksiyon, Romantik, Tutku
    1.BÖLÜM__/( Bazen susmakta, en etkili haykırıştır…M. AK )

    Gölgelerin arasından beliren iri beden öne çıktığında genç kızın bedeni neredeyse ayazda kalmış meczup gibi titriyordu. Ellerini koyacak yer bulamadığından aşağıya cansız bir et parçası gibi saldı. Sonra tırnakları teniyle buluştu, parmaklarını etine geçirdiğinden habersiz canı yanıyor ama o anın dehşetiyle bunu dahi hissetmiyordu. Kalbi… Öyle bir şey var mıydı? Bu adamı ne zaman görse kalbi sanki ona isyan ederek yerinden çıkarcasına hiddetle atıyordu. O, katil olan adamdı! Şu anda pervasız kişiliğiyle karşısında dururken, iri bedeninden kapattığı kapının önünde belirmişti. Dışarıdan vuran ışığın yanlarından sızmasıyla, cehennemin daimi bekçisi gibi durmuş ona dik dik baygın gözleriyle sabırsızca bakıyordu. Sivri çenesini kaldırıp, insanın içini donduran buz gibi sesiyle sadece emrediyordu.

    “Yaklaş kedicik seni göremiyorum. Gel!”

    Rüya panikle yutkundu. Yaklaşmak mı? Ona kendini göstermek konusunda hala çekinikçe tereddütlüydü. Karanlık mahzenin duvar dibi, şu anda onun sığınak gibi korunaklı gelmişti. Sanki heybetli bir çınarın en üst dalında unutulmuş kırlangıç kadar korkak ama aynı zamanda uçmayı cesaret edecek kadarda sakin hissediyordu. Biliyordu, korktukça üzerine gelecekti. Sonra o tok ses daha da sabırsızlandı. “Dima’yı göndermemi mi istiyorsun galiba?” Başını hafifçe yana çevirip arkasında duran goril kılıklı adama kaşını kaldırarak baktı. Dima arsızca sırıtarak öne doğru bir adım atınca Rüya dehşetle irkildi.


    “Geliyor musun, yoksa getirteyim mi?”


    Rüya hiç istemede yerinde huzursuzca kıpırdadı. O adamın, geçen sefer yaptığı sapıklıklar aklına gelince dehşetle irkildi benliği, sanki bedeninde gene onun iğrenç pis elleri geziyormuş gibi oldu ve ürpererek üşümeye başladı. Öyle ki, deminden beri soğuğa savaş açan kaygılı bedeni, şimdi ruhuyla birlikte zemheride kalmışçasına bu düşünceyle titremeye başlamıştı. Narin bedeninde bulunan kalbi, kaburgalarını delercesine çırpınmaya başladı. Midesi kasılırken, hiç istemese de sıkıntıyla önce doğru ürkekçe bir adım attı. Dışarıdan içeri vuran titrek ışık hafifçe onun yüzüne süzüldü. Melek yüzü kirlerin ardına saklanmış, bedeni bitap, gözleri yorgun bakıyordu. Adam onun görünüşüyle yüzünü tuhafça süzdürdü. Karanlığın içinde zaten kirden gözükmeyen beyaz yüzü, artık eski bir halı kadar sert ve keçeye dönmüş kara saçları ve insanın içini dahi donduracak kadar soğuk ve aynı zamanda ürkekliğini saklayacak kadar koyu hırçın kara gözleri... Tuna birkaç saniye onun üzerinde bakışlarını gezdirdi.


    “Kaçmaya çalışacak mısın Rüya? Bunu gene deneyecek misin?”


    Rüya gene konuşmadı. Sanki ağzına kilit vurmuşçasına temkinliydi bu sefer. Her nasılsa beyni işleme girmiş ve konuşacağı kelimeleri tahayyül etmeden söze karışmıyordu. Önce konuşacaklarını tasarlıyordu zihninde. Bir gün daha burada kalmaya dayanamazdı hele o iğrenç mahlûkların yediği şeyi gördükten sonra. Bu adamı ağzını açarak kızdırmayacaktı. Allah biliyordu ya, fırsat bulduğu ilk anda yapacağı yegâne şey bu olacaktı. Hiç kıpırdamadan, konuşmadan, cansız bir varlık gibi dikildi adamın karşısında. Dik dik bakışlarını yüzünden çekmeden sadece baktı.

    “Demek akıllanmadın! Yazık olacak sana bir daha ki sefere bu kadar insaflı olmam. Bunu yaparsan seni bu kadar hafif cezalandırmam ve inana bana bu işten en karlı çıkanda” yanında biten adamı, arsızca geniş omuzlarını gerdi. “Görüldüğü üzeri Dima olur. Zaten onu zor tutuyorum. Sana özel bir zaafı var fak ettin mi? Neyse! Şimdi, sana konuş dediğimde sesini duymazsam, dilini koparmam zira onu Dima ağzıyla yapacağına dair yeminler ediyordu. Bir daha soruyorum, vaktim kısıtlı” birkaç saniye durdu ve genç kıza düşünme şansı verirmiş gibi bekledi. Ardından kolundaki saate baktı.


    “Tekrar kaçacak mısın? Arkandaki salağa güvenme o içeride olduğu sürece sen benimsin. O yüzden konuşurken cevap ver bana!” dudaklarını tuhafça gerdi. “Böyle kendimi aynayla konuşuyormuşum gibi hissediyorum ve bu hiç hoşuma gitmiyor inan. ”


    Rüya ellerini iyice sıktı ve yumruk yaptı. Yanağının içinden dişlerken, önce belli belirsiz ürkekçe başını salladı. Adam gaddarca dürtüleriyle tehdit edercesine tek kaşını kaldırınca “Ha… Hayır!” dediğinde titrek bir sesle kekeleyerek, buna kendisi dahi inanamazken, o adamın şüpheyle bakması çok normaldi.

    Tuna başını salladı. Sanki adının dilindeki tesiri ölçercesine tekrarladı. “Rüya! Rüya! Rüya!” dediğinde bıkkınca “Artık seninle bu şekilde konuşmayacağım. Sanma ki sana bir şey yapamam, inan ağabeyin umurumda değil, seni zerre olacak kadar silik bir hale getiririm. Sen, o gelene kadar bana aitsin. Ben benim olanlarla ilgilemesini iyi bilirim merak etme.”

    Tuna konuştu Rüya sustu ve sonra ruhsuzca ardını döndü. “Götürün odasına temizlensin, sonrada beni beklesin.” dedi ve o titrek ışığın içinde kayboldu. Genç kız onun kapıda kaybolmasının ardından gözlerini sıkıca yumdu. Allah’ım sonunda buradan çıkıyor muydu? Adamın gitmesinin ardından Dima sırıtarak içeri girdi. Genç kız üzerine düşen gölgeyi hissedince gözleri açtı. O yaklaştıkça Rüya başını geriye attı. O kadar iriydi ki. İnsan sadece görünüşünden dahi ürküyordu. Hele yüzündeki çarpık sırıtışı, arsızca bakan baygın gözleri ve insanı iğrenç hislerin kucağına iten hareketleri! Onu gördüğünde aklına gelen ilk şey her zaman ölüm oluyordu. Fakat bu fikirler neredeyse hep onu nasıl öldüreceği gibi teoriyle bitiyordu.

    Dima aynı patronu gibi olmuş keş gözlerini baygınca kızın üzerinde gezdirip, genç kız daha ne olduğunu anlayamadan kolundan acıtasıya tutularak yanına çekti. “Gene bana kaldın güzelim. Bak gördün mü? Sen bensiz, ben de sensiz olamıyoruz. Bu sefer kafama atacağı bardakta yok etrafta. Şimdi ne yapacaksın?” Bakışlarını kapıdan genç kıza çevirdi. “ Çıkmadan önce biraz eğlenelim mi, ne dersin?”

    “Bana dokunamazsın!”

    “Şimdilik belki. Ama o gün gelecek ve sen buna karşı koyamayacaksın.”

    “O gün asla gelmeyecek.”

    “Kendine çok güveniyorsun.”

    “Hayır. Ben kendime güvenmiyorum. Gücüm size yetmeyeceğinin farkındayım ama onun yetiyor. Bana dokunduğunu duyduğu zaman ne yapar biliyorsun değil mi?”

    Adam öfkeyle kaşlarını çattı. Dişlerini sıktığı gibi genç kızın narin kolunu da sıktı ve Rüya onun baskısıyla hafifçe uyunarak yerinde kıpırdadı. “Senin dilini zevkle keseceğim ve bana söyleyeceğin tek şey zevk içindeki inlemelerin olacak. Konuşmanı sana yasaklamayacağım” derken başını iki ana sallıyordu.” Hayır, bunu yapmam” sonra gözleri tuhaf bir sadistlikle parladı.” Onu kopardığım da zaten konuşmayacaksın.”

    Rüya kolunu acıtasıya sıkan can acısını es geçerek kolunu çekmeye çalıştı. Dişlerini sıktı. Birkaç saniye bekleyip “Çek, o ön ayaklarını üzerimden.” diyerek tısladı. Aldırmadı Dima. Aksanlı Türkçesiyle başını aşağı eğip genç kızın simsiyah olmuş yüzüne yüzü yaklaştırdı. Rüya bakışlarını onun yanağındaki yanık izine çevirdi. Kocaman kırmızılık, bir yanağını kaplayacak kadar belirgin bir yara halinde beliriyordu. Yeni olmuşa benziyordu. Biri canına fena okumuştu. Hala üzerinde yer yer kabuklar vardı. “Çok kötü görünüyorsun güzelim. Bu halinle bana bile cazip gelmedin… Cık.” dedi ve ardından genç kızı sürüklercesine kapıya yönlendirdi.


    Rüya haftalar sonra ilk defa yürümeye başladığı için bacakları cansız, adımları sarsaktı. Ne kadar bu gorilin onu tutmasını istemese de, lakin bu da bir gerçekti ki eğer o tutmazsa yere kapaklanması da an meselesiydi. Karanlık mahzenden dışarı çıktıklarında, titrek floresanların ışıttığı dar bir hole geçtiler. Ürkek bakışlarını etrafta dolaştırdı. Hiç bu kadar ağır bir ceza almamış, haftalarca bir fare gibi yaşamamıştı. En fazla verdiği ceza odasında aç kalmaktı ama bu sefer Tuna bile ağabeyini umursamamıştı. Etrafta küf kokuyordu. Duvarlardaki boyalar dökülmüş ve her yeri yeşermişti. Bir ara yürüyemediği için çalışmayan kaslarının azizliğine uğrayıp sendeledi. Yanındaki adam kolunu daha da sıkarak” Çok pis kokuyorsun güzelim, yaklaşma. Ama temizlenince bunu yaparsan sevinirim.” diye düz bir sesle soludu. Rüya derhal kendini toparlayıp ondan ayrıldı. Biraz daha yürürlerse yere kapaklanacaktı. Hiç gücü yoktu, sanki ardında büyük bir mesafe kat etmişçesine nefes nefese kalıyordu. Her adımda açlığı ve susuzluğu gün yüzüne çıkıyordu. Gözlerini girişten alamıyordu. Sıra sıra demir kapılar vardı ve içlerinden birisinden inleme sesleri geliyordu. Acı acı feryat gibi inlemeler. Elinden gelse kulaklarını tıkardı. Nasıl bir vicdansızlıktı ki bu böyle, hiç aldırmadan, sırf insanla işkence etmek için böyle bir yer kurmuşlardı? Yaklaştıkça ses netleşti. Bu bir kadının cansızca mahzenlerden birinden sızan inleme sesiydi. Bedenini kontrol edemedi ve hafifçe titredi. Dima bunu fark edince, başını yana çevirip onun baktığı kapıya baktı.” Yeni düştü, henüz liseli bir çıtır. Bizimkiler ona işin inceliklerini öğrettiğine bahse girerim.” dediğinde iğrenç yüzü hazla kasılmıştı. Sanki orada, onlara eşlik etmek istermiş gibi yanından geçtiği kapıya bakarak iç gerdi. Rüya başını aşağı eğdi. Her adımında genç kızın acı dolu inlemeleri azalmaya başlamıştı. Artık sesler ardında kalmaya, onların eziyetlerini duymamaya başlamıştı. Haftalardır ne kadar alıştım dese de, o seslere kayıtsız kalması imkânsızdı. Bu mümkün değildi. Bazı geceler kulaklarını sağır etmeyi bile düşünmüştü. Vicdanı bazı sesleri kaldıramadığı zamanlardan birinde, bunu hunlarca denemiş ve canı yanında bırakmıştı. Kendine zarar verememişti. Can o kadar tatlıydı ki, çaresizce o sesleri kulak ardı etmeyi öğrenmeye çalışmıştı. Her ne kadar başaramasa da, bunu mecbur kaldığından dolayı denemişti. Allah’ım nasıl bir yerdi burası?


    Sonunda yol bitti. Bir sürü holün ve kapının ardından dışarı çıktıklarında buranın sığınak gibi kamufle edilmiş bir yer olduğunu fark etti. Gelirken baygın olduğundan fark nereye geldiğini bilmiyordu. Ormanda bir yerdi. Kaçarken burayı hiç fark etmemişti oysa. Dima ağaçların arasından onu sürükleyerek evin bahçesine soktu. Sonunda karanlığı yaran ışıklar ve bahçe aydınlatması devreye girdi. Rüya ne arkasına bakabiliyordu sığınağın yerini kestirmek için, ne de yanına göz atabiliyordu. Sadece adımlarını sayıyordu. Şu ana kadar sığınaktan çıktıklarından beri 300 adım olmuştu doğuya doğru. Allahtan yön bilgisi sağlamdı. Eve yaklaştıklarında kapısında bekleyen korumalar bakışlarını onlara çevirdi. İçlerinden birisi öne çıktı.


    “Demek kıymetli hazinemiz teşrif ettiler.” diye alayla soluyunca, Dima adama katı gözleriyle ters ters baktı ve genç koruma bir adım geriledi. Dima bundan hoşlanarak, kocaman adamları korkutmanın hazzıyla bir anda sırttı. Aynı anda bir insanı hem korkutup hem rahatlatan bu dengesiz ayıdan fena hâlde korkuyordu. Üç katlı Köşkün giriş kapısına geldiklerinde kapılar açıldı ve içeri adımını attılar. Dima onu odasının olduğu alt kata yönlendirirken, yanlarına gelen yaşlı kâhyaya bakarak “Hemen bit şampuanı bul, birde ne kadar koku varsa getir” derken kıza baktı. “Hanım efendinin özel bir görüşmesi var.”


    Rüya odaya ötelendiğinde gerisin geri kapıya dönerek, ardından süratle kapanan kapıya baktı. Gene aynı yerdeydi işte. Artık ilk geldiği günlerdeki gibi şaşkın ya da ablak değildi. Ne sızlanıyor ne de ağlıyordu. Galiba cesur olmayı, vicdansızlarla savaşmayı öğreniyordu. Onların cani kurallarını öğrenmişti. Burada ağlayana, korkana, sızlanana her istediklerini yapıyorlar ve bundan zevk alıyorlar ama kötü, cesur, eğilmez olana gıpta ediliyordu. Bakışları cama kaydı. Odayı şöyle bir göz ucuyla bakınırken, derince iç gerdi. İlk geldiği yer! Buraya geldiği için minnet duyacağını, Allah’a dua edeceğini hiç sanmazdı. Bakışlarını boş oda yerine, kendi bedenine dikerek üzerine bakındı. Hemen duş almak istiyordu. Uzun süre su altında çıkmamak. Nitekim bu uzunda sürmedi. Suyun altında en son bir saatten fazla oturduğunu hatırlıyordu. Artık teni büzüşmeye başladığında ise hiç istemede kalktı. Su… Su onun için ekmekten, aştan daha değerli hiç olmamıştı. Daha önce duş hayaliyle, günlerce yanıp kavrulmamıştı. Oysa şimdi hiç çıkmadan sadece burada durabilirdi. Zaten sonra her şey ışık hızıyla gelişti. Banyodan çıktığında dışarıda kâhyanın yardımcısı olan kadınla karşılaştı. Hiç konuşmazdı kadın, sadece hizmet eder evin içinde ruh gibi gezerdi. Varlığıyla yokluğu belirsizdi. Kör, sağır ve ruhsuz gibiydi. Öyle kederli gözleri vardı ki, öyle hüzün yüklü duruşa sahipti ki; Rüya ona ne zaman baksa yüreği buruluyordu. Sanki dünya onun omuzlarının üzerinde dönüyordu. Onun hantal hareketlerle işini yapışını izlerken gene içi sızladı genç kızın, kim bilir ne derdi vardı. Yoksa bu pislik çukurunda kim gönüllü olarak kalmak isterdi! Dilini bilse konuşurdu onunla ama Yunanca bilmiyordu.

    Üzerini giyinip yemeğini yediğini yerken, Dima bir an da kapıyı çalma zahmetine dahi girmeden içeri dalmış, ona konuşma hatta kendini kurtarma hakkı dahi tanımadan sürükleyerek dışarıda hazır bekleyen araca bindirmişti. Nereye gidiyordu? Ne yapacaklardı bilmiyordu. Sadece konuşmadan, sessizce itaat ederek aracın içinde oturuyordu. Dalgın bakışlarını camdan dışarı çevirdiğinde, sokaklarda yürüyen insanlara gıptayla baktı. Özgürce yüzüyorlardı.

    “Haddin olmayan konuşmalara girmeyeceksin? Sadece görüşeceksin.” Dediğinde Dima, anladı Rüya. Başını yana çevirip ellerini kucağında bağladı. Yüzünde buruk bir tebessüm belirirken, içinde kederli bir rahatlama hissetti. Ona gidiyorlardı demek. Şimdi anladı bir anda o mahzenden çıkmasının sebebini. Olsun, onu görecekti ya… Bu en güzel haberdi şimdi. Ne çok özlemişti onu. Gerçi sarılamayacaktı ama olsun iyi olduğundan emin olacaktı. Uzun bir yolun ardından araç cezaevi sokağına yöneldi. Geniş büyük duvarla çevrili alana geçti. Etrafını dikenli tellerle çevrelemişlerdi. Ardından araç, ihtişamlı kocaman demir bir kapısının önünde durdu. Rüya araçtan indiğinde demir kapıya kalbi hızlanarak bakıyordu. Ne çok özlemişti onu. Dima elindeki izin belgelerini genç kıza uzatıp başıyla kapıyı göstererek” Hadi git, ona iyi olduğunu söyle. Seni nasıl güzel ağırladığımızı söylemeyi de unutma.” Rüya tam hareketleniyordu ki konu kapanan elle duraladı. Başını omzunun üzerine yıktı ama genç adama bakmadı. Suratını görmek istemiyordu. Dima nefesini yüzüne üflercesine tıslayarak” Yanlış bir şey yaparsan yakarım seni kedicik.” Dedi ve geri çekildi. Ardına rahat bir hale bürünen yüzüyle “ Semih’e selam özledik onu, sabretsin az kaldı.” diye söylendi. Rüya dişlerini sıkarak adımlarını atmaya başladı.

    Bakışlarını oturduğu yerde bezgince gezdirdi. Önünde kocaman bir cam, yanında sıra sıra dizilmiş koltuklar... Her biri için ufacık bir kabin havası verilmiş. Mahremiyet sağlamak istemişlerdi. Burada, mahremiyetin olmayacağını kanıtlamak isteler gibi. Sonra ağır demir kapı açıldı ve içinde o çok özlediği kişi çıktı. Rüya heyecanla yerinden fırlarken, yanındaki görevli hemen yerinden hareketlendi. Rüya’nın anlamadığı şu lanet dil de bir şeyler söyledi. Bilmiyordu ki o Yunanca konuşmayı. Umursamadı görevliyi ellerini buz gibi cama dayayarak titreşen sesiyle fısıldadı.

    “Ağabeyim!”

    Mahzun gözleri karşısına odakladı: Gözlerini turuncu hapishane tulumunun içinde, iri bedeniyle kolundan tutularak getirilen ağabeyinin üzerinden çekmeksizin baktı. Semih birden yanındaki adamı koluyla ittirip öne atıldı. O da aldırmadı aynı kardeşi gibi, hasretle elini buz gibi cama dayayıp sanki ona dokunuyormuş gibi, dokununca hissedecekmiş gibi elini buz gibi cama dayadı ve genç kızın elinin olduğu camı öptü. Sonra Rüya’nın yanındaki görevli adam huzursuzca koluna dokunup, onu geri çekerek yerine oturttu. Bir sürüde bir şey söylemişti kaşlarını çatarak. Semih adama başıyla geriyi gitmesini işaret edince adam bir adım geriledi. Rüya gardiyanın ağabeyinden çekindiğini o ana kadar fak etmemişti. O oturunca ağabeyi de oturup eline telefonu aldı. Rüya telefonu titrek elleriyle kavrayıp kulağına koyarak bekledi. Hüznün gark olduğu gözleri, sevdiği, şu anda tek varlığı olan ağabeyiyle birleşirken, tazecik yanaklarına doğru yaşlar süzülmeye başladı.

    “Ağabey...” dedi tekrar titrekçe sesi fısıltı gibi süzülürken. “İyi misin?”

    Yutkundukça yumrular çoğalıyordu boğazında. Düğümlendikçe düğümleniyordu kelimeler gırtlağında. Ellerinin titremesi gibi bedeninkisini de engelleyemiyordu oysa. Ağlamak, doyasıya sarılmak istiyordu ona ama yapamıyordu. Sıcaklığını, güvende olduğunu, ağabey şefkatini hissedemiyordu. Gözleri bakıyor ama göremiyordu şimdi. Yaşlardan gözlerini göremiyordu. O özlediği sert gözleri yumuşamış, ona şefkatle bakıyordu oysa.

    “Ben iyiyim canım sen…” Derken genç adamın sesi bıçakla kesmiş gibi kurulmuştu. “Sana ne oldu böyle bu halin ne?”

    Semih kardeşine tartarak baktı. Zayıflamıştı hem de öyle üç beş kilo değildi verdiği. Baya baya eriyip akmıştı. Gözlerinin önündeki mor halkalarını makyajla kapamayı denemişti ama başaramamıştı. Rüya kırıkça tebessüm etti. “İyiyim ben merak etme. Sadece…” biraz duraksadı ve dudaklarını gergince büktü. “Sadece rejime başladım, fazla kilolarımı veriyorum ağabey. Biliyorsun manken gibi olmayı hep istemişimdir” dudaklarını yaladı.” İşte şimdi oldum bak tığ gibiyim.” dediğinde alaylı çıkarmaya çalıştığı sesi, narinlikten yoksun çatallı çıkmıştı. “Ben iyiyim ağabey asıl sen… sen nasılsın? Ben çok korkuyorum ağabey buralarda sana bir şey olacak diye. Dayanamam. Sana bir şey olursa işte o zaman sana verdiğim sözün hiçbir hükmü kalmaz ben ölürüm.”

    “Korkma meleğim bir şey olmaz. Hem direneceksin. Başını eğmeyeceksin sna öğrettiklerimi hatırla. Cesur olmak zorundasın. Kırılgan yanını kimse bilmeyecek, sen narin olmayı unutacaksın. Ne olur meleğim benim içim cesur ol.” Derken koyu gözleri kısıldı.” Hem… seni bu sefer neden geç getirdiler? İki haftadır seni bekliyorum.”

    Rüya dudaklarını büktü. Başını aşağı eğdi. Ağabeyini üzmekten korkuyordu. Onun zaten burada sıkıntısı kendine yeterdi. “Ben biraz yaramazlık yaptım sanırım,” dedi gözlerini yere çevirerek. Aslında işi alaya vurmaktı niyeti ama kulağına tiz bir biçimde vuran tedirgin ve endişenin kol gezdiği sesle irkildi.

    “Sana ne yaptılar?”

    Semih neredeyse camı ardından gürledi. Yanındaki gardiyan hemen hareketlenip bir şeyler söyledi… Ve oda elini kaldırıp her şeyin yolunda olduğunu belirten el hareketi yaptı. Koyu gözlerini kardeşine katı bir biçimde dikerek neredeyse tısladı. “ Onlar… sana… ne yaptılar ağabeyim?” derken kelimeler aralarında derin boşluklar bırakıyordu. “Canını yaktılar mı? Sonra bu… bu… “ dediğinde onun dilinden bir türlü dökülmeyen şeyin ne olduğunu Rüya anladı. Başını iki yana sallayarak “Yok ağabeyim merak etme. Sadece ceza verdiler. Ben dayanamadım. O kadar adiler ki, ufacık kızı zorla alı koyuyorlardı ve ben… Ben dayanamadım ağabey… Özür dilerim.”

    “Ah Rüyam… Ah be güzelim, sana gözlerini kapatacaksın, kulaklarını sağır edeceksin derken, işte tamda bundan korkuyordum. Ağabeyim… Güzel meleğim benim... Kör ol, sağır ol, vicdanını sustur, geçecek. Korkma onlar sana kötü bir şey yapamaz, bunu biliyorlar. Ama onun için her şey… Ben bu pisliğe onun için bulaştım, hiç istemesem de senide bulaştırdım. Hepsi benim dikkatsizliğim yüzünden oldu.” Ellerini kısacık kesilmiş saçlarına daldırıp parmaklarını içinde gezdirdi. Yakışıklı yüzü asıl, sesi kendiliğinden kasılmıştı.

    “Onun yerini öğrenene kadar dayan. Ben olduğum sürece sana zarar veremezler. Ama gene de dikkatli ol o adam tam bir çatlak.”

    Rüya ürkek bakışlarını ağabeyinin cesaret veren bakışlarına dikti. “Ya yaparlarsa ağabey. Ben… Ben çok korkuyorum. O, Tuna denen adam çok kötü! Nasıl cani, nasıl gaddar bilemesin. Yaptıklarına birebir şahit oldum, nasıl bir manyak olduğunu gözlerimle gördüm hiç çekinmiyor, gösteriş yapar gibi herkese izletiyor. Bu nasıl bir cesaret ağabey? Hiç kimseden korkmuyor bu manyak, seni içeri atan hukuk neden onun üzerinde işe yaramıyor.”

    “Beni hukuk atmadı ki tatlım buralara, sadece istediklerini yapmam için beni ellerinin altında tutuyorlar. Bana muhtaçlar ve sırf bu işi yapmam için, seni de bana kullanıyorlar.”

    Semih kardeşine doyasıya baktı. Onun süzülmüş yüzüne, ürkek bakışlarına baktı. Ve kendine gene lanetler yağdırdı. Zaten bu ara fare gibi deliğe sıkıştığından beri yaptığı tek şey buydu. Eğer görevi açığa çıkmasaydı şimdi hem ufak kardeşini kurtaracak, hem de Rüya’sını bu işe karıştırmayacaktı. Ama o gün Rüya onu görüp, koşarak yanına gelmeseydi hiçbir şey açığa çıkmayacak, polis olduğu anlaşılmayacaktı. Lanet olsun! Onları koruyamamıştı. Ailesinin emanetlerine sahip çıkamamıştı. Güneşi kim bilir ne haldeydi, Rüyaya ne yapıyorlardı da böyle süzülüp ruha dönmüş, gözbebeklerindeki hayat belirtileri ölmüştü.

    “Ağabeyim, ya onu bulamazsak. Ya, bir şey yaptıysalar... Yok, her yeri inceledim ama hiçbir evrakı ortada bırakmıyorlar.

    Semih başını geriye attı ve elini çenesinde gezdirdi.” Bak güzelim onlar Güneş’in kardeşimiz olduğunu bilmediği sürece bir sorun yok. Zaten onun soyadı başka olduğu için bir bağlantı kuramazlar bu imkânsız ama gene de sen dikkatli ol.” Derince iç gerdi. “ Korkma olur mu? Bunu Güneş için yapacaksın, unutma! Sadece Güneşimiz için!” dediğinde kederin gark olduğu tok sesi rabıtalı çıkmıştı, genç kız düşündüğü şeyle titrekçe iç gerdi. Narin bedenindeki kalbi kaygıyla hızlandı, hiddetle göğüs kafesine ağır darbeler halinde çarpmaya başladı. Kulaklarında kendi kalbinin gümbürtüleri uğulduyordu. Kucağına koyduğu eli kasıldı, tırnaklarını bacağına geçirdi. Diğer elinde sıkıca kavradığı telefon hafifçe titredi. “Mecbursun?…” dedi aynı tok ses, hiç tereddütsüz kat'i bir tonda. “Başka çaremiz yok… Madem sen de bu işe dâhil oldun, hiç istemesek de onu bulana kadar buna mecburuz.” diye de ekledi aynı anda. “Yoksa sana da bir şey yap…” derken kelimeler yarım kaldı her şey gibi, konuşamadı genç adam hüsranla sustu. Ne zordu onlara sahip çıkamamak, dünyayı yakamamak, onları kurtaramamak…


    Rüya! Adı gibi rüyalar kadar güzel melek yüzünü ukdeyle kaldırdı. Koyulmuş, zindana kesmiş, gecenin dehlizleri gibi simsiyahların hâsıl olduğu gözlerini ürkekçe ağabeyinin durgun gözlerine çevirdi. O, anda bilmiyordu genç kız, gözbebeklerinde mum ışığı gibi ufacık, korkakça bir ışık belirdiğini ve rüzgârın körüklediği yangın gibi çoğalarak büyümeye başladığını idrak edemedi. Dolgun dudakları kaygıyla bükülerek kıpırdanıp titrekçe aralandı.


    “Korkuyorum ağabey… Ya?… Ya bana da bir şey yaparlarsa…” derken gafletle yüzü asıldı. “Korkum... Korkum ama canımdan değil… Hayatım umurumda dahi değil ağabey sadece… sadece?” derken sustu kısacık ve kederin sardığı benliğiyle derince iç gerdi.” Onu kaybetmekten, bulamamaktan korkuyorum! Öldü mü kaldı mı? Nerelerde benim ufak meleğim. O daha on atı yaşında ağabey… Ürkek bakışları gözlerimde duruyor, melek yüzü her gece kâbusum olup, bana neredesin der gibi bakıyor… Soğuk resimlerine bir ömür bakmaktan çok korkuyorum ağabeyi. Ben o kadar güçlü değilim… Ya onu kurtaramazsam… yerini öğrenemezsem… sahip çıkamazsam! ” titreyen kirpiklerini hantalca yanaklarının üzerine döktü ve yağmura yüz tutmuş koyuluklarını gizledi. Gür kirpikleri bembeyaz tenin üzerinde gölgeler oluşturarak duraladı.


    “Sen güçlüsün Rüya’m… Sen kendini korumayı başarırsın bundan eminim ama… ama o?” dedi genç adam yutkundu. Dişlerini sıktığını duyumsadı genç kız. Semih, gözlerini kapatıp elini yumruk yaptı. Acizlik ne zordu? Elinin kolunun bağlanıp, kıpırdayamamak, mecbur kalmak… Mutlak bir azaptı. “ Sen güçlüsün meleğim ama Güneş… O daha ufacık, güçsüz ve kırılgan… Ona bir şey olmadan oradan kurtarmalısın…” Daha fazla konuşamadan yanlarına biri belirdi: Uzun iri gölgesi genç adamın üzerine zebellah gibi düştü. Genç adam, başını geriye atıp bir-iki saniye bekledi ve koyulmuş katı gözlerini ölüm gibi yıkarken, başını yana çevirdi tepesindeki görevliye dik dik baktı. Vakit bitmişti. Onların vuslatı sona ermişti. Gardiyan, Semih’in hiddetiyle boğan bakışlarıyla bir adım geriledi; ama hepsi o kadardı. Vakit bitti diyerek diretti.


    Rüya bakışlarını o iri adamdan, Semih’e çevirdi ve gözleri hasretle kesişti tekrar. Camın arkasındaki ağabeyi telefonu sıkıca kavradı öyle ki, onun iri güçlü parmaklarının arasında duran beyaz telefon neredeyse kırılacaktı. Semih diğer elini cama uzattı ve avucunu pürüzsüz, şeffaf, soğuk duvara bastırdı. Kardeşine güç vererek buruk bir tebessümle baktı. Rüya’nın gözleri, kopkoyu gecede doğan dolunay gibi yaşlarla parladı ve belirginleşti. Derhal gözlerindeki canını yakan gözyaşlarını bertaraf etmeye zorladı kendini. Başını kaldırıp dik tuttu. Gamzeli çenesini gerdi ve cesurca baktı bu sefer ağabeyine. Ürkek değil metotlu ve disiplinli yüz ifadesiyle hissizce donuk bakıyordu. Kadife gibi tatlı şuh sesi yerine, katı otoriter bir sele mırıldanıyordu.


    “Merak etme ağabey… Güneşimiz yeniden doğacak…”

    Yaza Notu: Bölüm için öncelikle yorumlarınızı istiyorum ki yeni bölüm hemencecik gelsin… Sık sık yamayı düşünüyorum…
     
  2. sultan123

    sultan123 New Member

    teşekkürler
     
  3. mervebs

    mervebs New Member

    Cok guzel bi hikaye.. nolur diger bolumler de hemen gelsin..:Lv:
     
  4. eminetezcan1

    eminetezcan1 New Member

    teşekkürler
     
  5. eminetezcan1

    eminetezcan1 New Member

    Link yok...
     
  6. mervebs

    mervebs New Member

    Neden yeni bölüm hâlâ gelmedi..:eek:ff: her gün sayfayı kontrol etmekten yoruldm resmen.. bnce kitaplarınız kadar güzel olucak bi hikaye bu.. devamını da sabırsızlıkla bekliyorum..:)
     
  7. mellhelenya

    mellhelenya Member

    Kitap mı olacak acaba bu seri merak ediyorum ayrıca bu tanıtım mıydı bölüm müydü çözemedim? ama sen zatewn asla normal bir giriş yapmazsın ki kitaplarında :D
     
  8. teşekkürler
     

Bu Sayfayı Paylaş