Nazim Hikmet Ran Şiirleri..

'Ünlü Şairlerden Şiirler' forumunda sha. tarafından 30 Ağu 2009 tarihinde açılan konu

Konu etiketleri:
  1. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    MEMEDE SON MEKTUBUMDUR

    Bir yandan cellatlar girdi araya,
    Bir yandan, oyun etti bana
    bu mendebur yürek,

    Nasip olmayacak Memed'im yavrum,
    seni bir daha görmek.

    Biliyorum,

    buğday başağı gibi delikanlı olacaksın,
    ben de öyleydim gençliğimde,
    kumral, ince, uzun;

    gözlerin ananınkiler gibi kocaman,
    bazen de bir parça bir tuhaf mahzun;
    alnın alabildiğine aydınlık;
    herhalde sesin de olacak
    - berbattı benimkisi -

    türküler döktüreceksin yanık mi yanık...
    Konuşmasını mı bileceksin
    - ben de becerirdim o işi
    sinirlenmediğim zamanlar -

    bal damlayacak dilinden.
    Vay, Memet, kızların çekeceği var
    senin elinden.

    Müşküldür
    babasız büyütmek erkek evladı.

    Ananı üzme oğlum,
    ben güldürmedim yüzünü,
    sen güldür.

    Anan,
    ipek gibi kuvvetli, ipek gibi yumuşak;
    anan,
    nineliğinde bile güzel olacak
    onu ilk gördüğüm günkü gibi,
    Boğaziçi�de,
    on yedisinde
    ay ışığı, gün ışığı, can eriği,
    dünya güzeli.

    Anan,
    ayrıldık bir sabah,
    buluşmak üzre,
    buluşamadık.

    Anan,
    anaların en iyisi en akıllısı,
    yüz yıl yaşar inşallah...

    Ölmekten, oğlum korkmuyorum,
    ama ne de olsa
    iş arasında bazen
    irkilip ansızın,

    yahut yalnızlığında uyku öncesinin
    günleri saymak biraz zor.

    Dünyada doymak olmuyor, Medet,
    doymak olmuyor...

    Dünyada kiracı gibi değil,
    yazlığa gelmiş gibi de değil,
    yaşa dünyada babanın eviymiş gibi...
    Tohuma, toprağa, denize inan.
    İnsana hepsinden önce.

    Bulutu, makineyi, kitabi sev,
    insani hepsinden önce.

    Kuruyan dalın
    sönen yıldızın
    sakat hayvanın
    duy kederini,
    hepsinden önce de insanın.

    Sevindirsin seni cümlesi nimetlerin
    sevindirsin seni karanlık ve aydınlık,
    sevindirsin seni dört mevsim.
    ama hepsinden önce insan sevindirsin seni.
    Memet,
    memleketler içinde bir şirin memlekettir
    Türkiye,
    bizim memleket,
    insanı da,
    su katılmamışı,
    çalışkandır, ağırbaşlı, yiğittir,
    ama dehşetli fakir.

    .............
    ...............

    Memet,
    ben dilimden, türkülerimden,
    tuzumdan, ekmeğimden uzakta,
    anana hasret, sana hasret,
    yoldaşlarıma, halkıma hasret öleceğim,
    ama sürgünde değil,
    gurbet ellerde değil,

    öleceğim rüyalarımın memleketinde,
    beyaz şehrinde en güzel günlerimin.

    NAZIM HİKMET
     
  2. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    NASILSIN

    İyi günlerimde çok eller uzanır ellerime,
    Resmimi, suratımı baş köşeye asarlar...
    Fakat demir kapıların her kapanışında üzerime,
    Ardında taş duvarların her kaldığım zaman,
    Ne arayan beni, ne soran...

    Eeeehh, daha iyi be, bunun böyle olduğu...
    Minnetim ve borçluluğum yalnız sana kalsın.
    İyi günlerimde benim unuttuğum insan eli
    Nasılsın?...

    NAZIM HİKMET
     
  3. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    NE GÜZEL ŞEY HATIRLAMAK SENİ

    Ne güzel şey hatırlamak seni:
    ölüm ve zafer haberleri içinden,
    hapiste
    ve yaşım kırkı geçmiş iken...

    Ne güzel şey hatırlamak seni:
    bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
    ve saçlarında
    vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
    İçimde ikinci bir insan gibidir
    seni sevmek saadeti...
    Parmakların ucunda kalan kokusu sarduya yaprağının,
    güneşli bir rahatlık
    ve etin daveti:
    kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
    sıcak koyu bir karanlık...

    Ne güzel şey hatırlamak seni,
    yazamak sana dair,
    hapiste sırt üstü yatıp seni düşünmek:
    filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,
    kendisi değil
    edasındaki dünya...

    Ne güzel şey hatırlamak seni.
    Sana tahtadan birşeyler oymalıyım yine:
    bir çekmece
    bir yüzük,
    ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
    Ve hemen
    fırlayarak yerimden
    penceremde demirlere yapışarak
    hürriyetin sütbeyaz maviliğine
    sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

    Ne güzel şey hatırlamak seni:
    ölüm ve zafer haberleri içinde,
    hapiste
    ve yaşım kırkı geçmiş iken...

    NAZIM HİKMET
     
  4. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    O MAVİ GÖZLÜ BİR DEVDİ

    O mavi gözlü bir devdi.

    Minnacık bir kadın sevdi.
    Kadının hayali minnacık bir evdi,
    bahçesinde ebruliii
    hanımeli
    açan bir ev.
    Bir dev gibi seviyordu dev.
    Ve elleri öyle büyük işler için
    hazırlanmıştı ki devin,
    yapamazdı yapısını,
    çalamazdı kapısını
    bahçesinde ebruliiii
    hanımeli
    açan evin.

    O mavi gözlü bir devdi.
    Minnacık bir kadın sevdi.
    Mini minnacıktı kadın.
    Rahata acıktı kadın
    yoruldu devin büyük yolunda.
    Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
    girdi zengin bir cücenin kolunda
    bahçesinde ebruliiii
    hanımeli
    açan eve.

    Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
    dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
    bahçesinde ebruliiiii
    hanımeli
    açan ev..

    NAZIM HİKMET
     
  5. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    OTOBİYOGRAFİ..

    1902'de doğdum
    doğduğum şehre dönmedim bir daha
    geriye dönmeyi sevmem
    üç yaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim
    on dokuzumda Moskova'da komünist Üniversite öğrenciliği
    kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu
    ve on dördümden beri şairlik ederim

    kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
    ben ayrılıkların
    kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
    ben hasretlerin

    hapislerde de yattım büyük otellerde de
    açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir

    otuzumda asılmamı istediler
    kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
    verdiler de
    otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu
    elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ'dan Havana'ya

    Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'de
    961'de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır

    partimden koparmağa yeltendiler beni
    sökmedi
    yıkılan putların altında da ezilmedim

    951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
    52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü

    sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
    şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile
    aldattım kadınlarımı
    konuşmadım arkasından dostlarımın

    içtim ama akşamcı olmadım
    hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana

    başkasının hesabına utandım yalan söyledim
    yalan söyledim başkasını üzmemek için
    ama durup dururken de yalan söyledim

    bindim tirene uçağa otomobile
    çoğunluk binemiyor
    operaya gittim
    çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
    çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri
    camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
    ama kahve falıma baktırdığım oldu

    yazılarım otuz kırk dilde basılır
    Türkiye'mde Türkçemle yasak

    kansere yakalanmadım daha
    yakalanmam da şart değil
    başbakan filân olacağım yok
    meraklısı da değilim bu işin
    bir de harbe girmedim
    sığınaklara da inmedim gece yarıları
    yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
    ama sevdalandım altmışıma yakın
    sözün kısası yoldaşlar
    bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da
    insanca yaşadım diyebilirim
    ve daha ne kadar yaşarım
    başımdan neler geçer daha
    kim bilir.

    NAZIM HİKMET
     
  6. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    ÖLÜME DAİR

    Buyrun, oturun dostlar,
    hoş gelip sefalar getirdiniz.
    Biliyorum, ben uyurken
    hücreme pencereden girdiniz.
    Ne ince boyunlu ilâç şişesini
    ne kırmızı kutuyu devirdiniz.
    Yüzünüzde yıldızların aydınlığı
    başucumda durup el ele verdiniz.
    Buyrun, oturun dostlar
    hoş gelip sefalar getirdiniz.

    Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakılıyor?
    Osman oğlu Hâşim.
    Ne tuhaf şey,
    hani siz ölmüştünüz kardeşim.
    İstanbul limanında
    kömür yüklerken bir İngiliz şilebine,
    kömür küfesiyle beraber
    ambarın dibine...

    Şilebin vinci çıkartmıştı nâşınızı
    ve paydostan önce yıkamıştı kıpkırmızı kanınız
    simsiyah başınızı.
    Kim bilir nasıl yanmıştır canınız...
    Ayakta durmayın, oturun,
    ben sizi ölmüş zannediyordum,
    hücreme pencereden girdiniz.
    Yüzünüzde yıldızların aydınlığı
    hoş gelip sefalar getirdiniz...

    Yayalar-köylü Yakup,
    iki gözüm, merhaba.

    Siz de ölmediniz miydi?
    Çocuklara sıtmayı ve açlığı bırakıp
    çok sıcak bir yaz günü
    yapraksız kabristana gömülmediniz miydi?
    Demek ölmemişsiniz?

    Ya siz?
    Muharrir Ahmet Cemil?
    Gözümle gördüm
    tabutunuzun toprağa indiğini.

    Hem galiba
    tabut biraz kısaydı boyunuzdan.
    Onu bırakın Ahmet Cemil,
    vazgeçmemişsiniz eski huyunuzdan,
    o ilâç şişesidir
    rakı şişesi değil.
    Günde elli kuruşu tutabilmek için,
    yapyalnız
    dünyayı unutabilmek için
    ne kadar çok içerdiniz...
    Ben sizi ölmüş zannediyordum.
    Başucumda durup el ele verdiniz,
    buyrun, oturun dostlar,
    hoş gelip sefalar getirdiniz...

    Bir eski Acem şairi:
    «Ölüm âdildir» diyor,
    «aynı haşmetle vurur şahı fakiri.»

    Hâşim,
    neden şaşıyorsunuz?
    Hiç duymadınız mıydı kardeşim,
    herhangi bir şahın bir gemi ambarında
    bir kömür küfesiyle öldüğünü? ...

    Bir eski Acem şairi:
    «Ölüm âdildir» diyor.
    Yakup,
    ne güzel güldünüz, iki gözüm.
    Yaşarken bir kerre olsun böyle gülmemişsinizdir...
    Fakat bekleyin, bitsin sözüm.
    Bir eski Acem şairi:
    «Ölüm âdil...»
    Şişeyi bırakın Ahmet Cemil.
    Boşuna hiddet ediyorsunuz.
    Biliyorum,
    ölümün âdil olması için
    hayatın âdil olması lâzım, diyorsunuz...

    Bir eski Acem şairi...
    Dostlar beni bırakıp,
    dostlar, böyle hışımla
    nereye gidiyorsunuz?

    NAZIM HİKMET
     
  7. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    PENCERELER

    Sabaha karşı mıydı bilmiyorum
    yoksa akşamüstü müydü
    belkide gece yarısı
    bilmiyorum
    girdi odama pencereler
    perdeli perdesiz
    ben basma perdeleri severim
    ama tül perdeler de vardı
    kara ustorlar da
    ustorları çekip çekip bırakıyordum
    bir daha inmez oldu kimisi
    kimisi bir daha çıkamadı yukarı
    ve camları kırık pencereler
    elimi kestim
    kimi camsızdı büsbütün
    camsız pencereler içime dokunur
    camsız gözlükler gibi

    Pencereler
    yağmur yağıyordu camlarınıza
    kızıl saçları kederli uzun
    ben alt dudağımda cıgaram
    türkü söylüyordum içimden
    yağmur sesini kendi sesimden çok severim

    Pencereler
    beşinci katta güneşli boşluğunuzda bir deniz
    bir deniz mavi yüzük taşından
    serçe parmağıma geçirdim usulcacık
    üç kere öptüm ağlayarak
    öpüp alnıma koydum üç kere

    Pencereler
    çıktım kırmızı velenseli yataktan
    çocuk burnumu dayadım terli camına pencerenin
    oda sıcaktı ve genç anamın kokusu vardı odada
    dışarda kar yağıyordu
    ben kızamık çıkarıyordum

    Pencereler
    sabaha karşı mıydı bilmiyorum
    belki de gece yarısı
    bilmiyorum
    odamın içindeydi yıldızlar
    ve gece kelebekleri gibi
    çırpınıyorlardı camlarınızda
    ben onlara dokunmaktan çekinerek
    açtım sizi pencereler
    salıverdim yıldızları geceye
    aydınlık sınırsız hür geceye
    yapma ayların geçtiği geceye

    kurtlar duruyor ayın altında
    hasta aç kurtlar
    kurtlar duruyor önünde pencerenin
    kadife perdeleri kapasam da sımsıkı
    ordadırlar bilirim
    gözetliyorlar beni

    Pencereler
    düştüm bir pencereden
    bir güzele bakarken
    dünya halime güldü
    güzel dönüp bakmadı
    belki farkında değildi

    Pencereler
    pencereler
    kırk evin penceresi odama girdi
    ben oturdum birinin içine
    sarkıttım ayaklarımı bulutlara
    bahtiyarım
    diyebilirdim belki

    NAZIM HİKMET
     
  8. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    PİRAYE İÇİN YAZILMIŞ 21-22 ŞİİRLERİ

    22 Eylül 1945

    Kitap okurum:
    içinde sen varsın,
    şarkı dinlerim:
    içinde sen.
    Oturdum ekmeğimi yerim:
    karşımda sen oturursun,
    çalışırım:
    karşımda sen.
    Sen ki, her yerde "hâzırı nâzır"ımsın,
    konuşamayız seninle,
    duyamayız sesini birbirimizin:
    sen benim sekiz yıldır dul karımsın...


    23 Eylül 1945

    O şimdi ne yapıyor
    şu anda, şimdi, şimdi?
    Evde mi, sokakta mı,
    çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?
    Kolunu kaldırmış olabilir,
    - hey gülüm,
    beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi...

    O şimdi ne yapıyor,
    şu anda, şimdi, şimdi?
    Belki dizinde bir kedi yavrusu var,
    okşuyor.
    Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir,
    - her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren
    sevgili, canımın içi ayaklar!..
    Ve ne düşünüyor
    beni mi?
    Yoksa
    ne bileyim
    fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi?
    Yahut, insanların çoğunun
    neden böyle bedbaht olduğunu mu?

    O şimdi ne düşünüyor,
    şu anda, şimdi, şimdi?..


    24 Eylül 1945

    En güzel deniz:
    henüz gidilmemiş olandır.
    En güzel çocuk:
    henüz büyümedi.
    En güzel günlerimiz:
    henüz yaşamadıklarımız.
    Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
    henüz söylememiş olduğum sözdür...


    30 Eylül 1945

    Seni düşünmek güzel şey
    ümitli şey
    dünyanın en güzel sesinden en güzel
    şarkıyı dinlemek gibi bir şey.
    Fakat artık ümit yetmiyor bana,
    ben artık şarkı dinlemek değil
    şarkı söylemek istiyorum...


    1 Ekim 1945

    Dağın üstünde:
    akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var
    dağın üstünde.
    Bugün de:
    sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti
    bugün de.
    Birazdan açar
    kırmızı kırmızı:
    gecesefeları birazdan açar kırmızı kırmızı.
    Taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar
    vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı...


    6 Ekim 1945

    Bulutlar geçiyor: haberlerle yüklü, ağır.
    Buruşuyor hâlâ gelmeyen mektup avucumda.
    Yürek kirpiklerin ucunda uzayıp giden toprak uğurlanır.
    Benim bağırasım gelir: -"Pîrâye, Pîrâye!.." diye

    NAZIM HİKMET
     
  9. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    PİRAYE İÇİN

    Ne güzel şey hatırlamak seni;
    ölüm ve zafer haberleri içinden,
    hapiste
    ve yaşım kırkı geçmiş iken...

    Ne güzel şey hatırlamak seni:
    bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
    ve saçlarında
    vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
    İçimde ikinci bir insan gibidir
    seni sevmek saadeti...
    Parmaklarının ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
    güneşli bir rahatlık
    ve etin daveti:
    kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
    sıcak
    koyu bir karanlık...

    Ne güzel şey hatırlamak seni,
    yazmak sana dair
    hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek:
    filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,
    kendisi değil
    edasındaki dünya...

    Ne güzel şey hatırlamak seni.
    Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine:
    bir çekmece
    bir yüzük,
    ve üç metre kadar ince ipek dokumalıyım.
    Ve hemen
    fırlayarak yerimden
    penceremde demirlere yapışarak
    hürriyetin sütbeyaz maviliğine
    sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

    Ne güzel şey hatırlamak seni:
    ölüm ve zafer haberleri içinden,
    hapiste
    ve yaşım kırkı geçmiş iken...

    NAZIM HİKMET

     
  10. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    SALKIM SÖĞÜT

    Akıyordu su

    gösterip aynasında söğüt ağaçlarını.
    Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını!
    Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere
    koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere!
    Birden
    bire kuş gibi
    vurulmuş gibi
    kanadından
    yaralı bir atlı yuvarlandı atından!
    Bağırmadı,
    gidenleri geri çağırmadı,
    baktı yalnız dolu gözlerle
    uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!

    Ah ne yazık!
    Ne yazık ki ona
    dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,
    beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!

    Nal sesleri sönüyor perde perde,
    atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!

    Atlılar atlılar kızıl atlılar,
    atları rüzgâr kanatlılar!
    Atları rüzgâr kanat...
    Atları rüzgâr...
    Atları...
    At...

    Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!

    Akar suyun sesi dindi.
    Gölgeler gölgelendi
    renkler silindi.
    Siyah örtüler indi
    mavi gözlerine,
    sarktı salkımsöğütler
    sarı saçlarının
    üzerine!

    Ağlama salkımsöğüt
    ağlama,
    Kara suyun aynasında el bağlama!
    el bağlama!
    ağlama!

    NAZIM HİKMET
     
  11. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    SAMAN SARISI

    Seher vakti habersizce girdi gara ekspres

    kar içindeydi
    ben paltomun yakasını kaldırmış perondaydım
    peronda benden başka da kimseler yoktu
    durdu önümde yataklı vagonun pencerelerinden biri
    perdesi aralıktı
    genç bir kadın uyuyordu alacakaranlıkta alt ranzada
    saçları saman sarısı kirpikleri mavi
    kırmızı dolgun dudaklarıysa şımarık ve somurtkandı
    üst ranzada uyuyanı göremedim
    habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres
    bilmiyorum nerden gelip nereye gittiğini
    baktım arkasından
    üst ranzada ben uyuyorum
    Varşova'da Biristol Oteli'nde
    yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığım yoktu
    oysa karyolam tahtaydı dardı
    genç bir kadın uyuyor başka bir karyolada
    saçları saman sarısı kirpikleri mavi
    ak boynu uzundu yuvarlaktı
    yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
    oysa karyolası tahtaydı dardı
    vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına
    yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığımız yoktu
    oysa karyolalar tahtaydı dardı
    iniyorum merdivenleri dördüncü kattan
    asansör bozulmuş yine
    aynaların içinde iniyorum merdivenleri
    belki yirmi yaşımdayım belki yüz yaşımdayım
    vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına
    üçüncü katta bir kapının ötesinde bir kadın gülüyor sağ elimde kederli bir
    gül açıldı ağır ağır
    Kübalı bir balerinle karşılaştım ikinci katta karlı pencerelerde
    taze esmer bir yalaza gibi geçti alnımın üzerinden
    şair Nikolas Gilyen Havana'ya döndü çoktan
    yıllarca Avrupa ve Asya otellerinin hollerinde oturup içtikti yudum
    yudum şehirlerimizin hasretini
    iki şey var ancak ölümle unutulur
    anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü
    kapıcı uğurladı beni gocuğu geceye batık
    yürüdüm buz gibi esen yelin ve neonların içinde yürüdüm
    vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına
    çıktılar önüme ansızın
    oraları gündüz gibi aydınlıktı ama onları benden başka gören olmadı
    bir mangaydılar
    kısa konçlu çizmeleri pantolonları ceketleri
    kolları kollarında gamalı haç işaretleri
    elleri ellerinde otomatikleri vardı
    omuzları miğferleri vardı ama başları yoktu
    omuzlarıyla miğferlerinin arası boşluktu
    hattâ yakaları boyunları vardı ama başları yoktu
    ölümlerine ağlanmayan askerlerdendiler
    yürüdük
    korktukları hem de hayvanca korktukları belli
    gözlerinden belli diyemem
    başları yok ki gözleri olsun
    korktukları hem de hayvanca korktukları belli
    belli çizmelerinden
    korku belli mi olur çizmelerden
    oluyordu onlarınki
    korkularından ateş etmeğe de başladılar artsız arasız
    bütün yapılara bütün taşıt araçlarına bütün canlılara
    her sese her kımıltıya ateş ediyorlar
    hattâ Şopen Sokağı'nda mavi balıklı bir afişe ateş ettiler
    ama ne bir sıva parçası düşüyor ne bir cam kırılıyor
    ve kurşun seslerini benden başka duyan yok
    ölüler bir SS mangası da olsa ölüler öldüremez
    ölüler dirilerek öldürür kurt olup elmanın içine girerek
    ama korktukları hem de hayvanca korktukları belli
    bu şehir öldürülmemiş miydi kendileri öldürülmeden önce
    bu şehrin kemikleri birer birer kırılıp derisi yüzülmemiş miydi
    derisinden kitap kabı yapılmamış mıydı yağından sabun saçlarından sicim
    ama işte duruyordu karşılarında gecenin ve buz gibi esen yelin içinde sıcak
    bir fırancala gibi
    vakit hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına
    Belveder yolunda düşündüm Lehlileri
    kahraman bir mazurka oynuyorlar tarihleri boyunca
    Belveder yolunda düşündüm Lehlileri
    bana ilk ve belki de son nişanımı bu sarayda verdiler
    tören memuru açtı yaldızlı ak kapıyı
    girdim büyük salona genç bir kadınla
    saçları saman sarısı kirpikleri mavi
    ortalıkta da ikimizden başka kimseler yoktu
    bir de akvareller bir de incecik koltuklar kanapeler bebekevlerindeki gibi
    ve sen bundan dolayı
    bir resimdin açık maviyle çizilmiş belki de bir taş bebektin
    belki bir pırıltıydın düşümden damlamış sol mememin üstüne
    uyuyordun alacakaranlıkta alt ranzada
    ak boynun uzundu yuvarlaktı
    yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığın yoktu
    ve işte Kırakof şehrinde Kapris Barı
    vakit hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz
    ayrılık masanın üstündeydi kahve bardağınla limonatamın arasında
    onu oraya sen koydun
    bir taş kuyunun dibindeki suydu
    bakıyorum eğilip
    bir koca kişi gülümsüyor bir buluta belli belirsiz
    sesleniyorum
    seni yitirmiş geri dönüyor sesimin yankıları
    ayrılık masanın üstündeydi cıgara paketinde
    gözlüklü garson getirdi onu ama sen ısmarladın
    kıvrılan bir dumandı gözlerinin içinde senin
    cıgaranın ucunda senin
    ve hoşça kal demeğe hazır olan avucunda
    ayrılık masanın üstünde dirseğini dayadığın yerdeydi
    aklından geçenlerdeydi ayrılık
    benden gizlediklerinde gizlemediklerinde
    ayrılık rahatlığındaydı senin
    senin güvenindeydi bana
    büyük korkundaydı ayrılık
    birdenbire kapın açılır gibi sevdalanmak birilerine ansızın
    oysa beni seviyorsun ama bunun farkında değilsin
    ayrılık bunu farketmeyişindeydi senin
    ayrılık kurtulmuştu yerçekiminden ağırlığı yoktu tüy gibiydi diyemem
    tüyün de ağırlığı var ayrılığın ağırlığı yoktu ama kendisi vardı
    vakit hızla ilerliyor gece yarıları yaklaşıyor bize
    yürüdük yıldızlara değen Ortaçağ duvarlarının karanlığında
    vakit hızla akıyordu geriye doğru
    ayak seslerimizin yankıları sarı sıska köpekler gibi geliyordu
    ardımızdan koşuyordu önümüze
    Yegelon Üniversitesi'nde şeytan taşlara tırnaklarını batıra batıra dolaşıyor
    bozmağa çalışıyor Kopernik'in Araplardan kalma usturlabını
    ve pazar yerinde bezzazlar çarşısının kemerleri altında rok end rol oynuyor Katolik öğrencilerle
    vakit hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz
    vuruyor bulutlara kızıltısı Nova Huta'nın
    orda köylerden gelen genç işçiler madenle birlikte
    ruhlarını da alev alev döküyor yeni kalıplara
    ve ruhların dökümü madenin dökümünden bin kere zordur
    Meryem Ana kilisesinde çan kulesinde saat başlarını çalan borozan gece
    yarısını çaldı
    Ortaçağdan gelen çığlığı yükseldi
    şehre yaklaşan düşmanı verdi haber
    ve sustu gırtlağına saplanan okla ansızın
    borazan iç rahatlığıyla öldü
    ve ben yaklaşan düşmanı görüp de haber veremeden öldürülmenin acısını
    düşündüm
    vakit hızla ilerliyor gece yarıları ışıklarını yeni söndürmüş bir vapur
    iskelesi gibi arkada kaldı
    seher vakti habersizce girdi gara ekspres
    yağmurlar içindeydi Prag
    bir gölün dibinde gümüş kakma bir sandıktı
    kapağını açtım
    içinde genç bir kadın uyuyor camdan kuşların arasında
    saçları saman sarısı kirpikleri mavi
    yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
    kapadım kapağı yükledim sandığı yük vagonuna
    habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres
    baktım arkasından kollarım iki yanıma sarkık
    yağmurlar içindeydi Prag
    sen yoksun
    uyuyorsun alacakaranlıkta alt ranzada
    üst ranza bomboş
    sen yoksun
    yeryüzünün en güzel şehirlerinden biri boşaldı
    içinden elini çektiğin bir eldiven gibi boşaldı
    söndü artık seni görmeyen aynalar nasıl sönerse
    yitirilmiş akşamlar gibi Vıltava suyu akıyor köprülerin altından
    sokaklar bomboş
    bütün pencerelerde perdeler inik
    tıramvaylar bomboş geçiyor
    biletçileri vatmanları bile yok
    kahveler bomboş
    lokantalar barlar da öyle
    vitrinler bomboş
    ne kumaş ne kristal ne et ne şarap
    ne bir kitap ne bir şekerleme kutusu
    ne bir karanfil
    şehri duman gibi saran bu yalnızlığın içinde bir koca kişi yalnızlıkta on kat
    artan ihtiyarlığın kederinden silkinmek için Lejyonerler Köprü-
    sü'nden martılara ekmek atıyor
    gereğinden genç yüreğinin kanına batırıp
    her lokmayı
    vakitleri yakalamak istiyorum
    parmaklarımda kalıyor altın tozları hızlarının
    yataklı vagonda bir kadın uyuyor alt ranzada
    yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
    saçları saman sarısı kirpikleri mavi
    elleriyse gümüş şamdanlarda mumlardı
    üst ranzada uyuyanı göremedim
    ben değilim bir uyuyan varsa orda
    belki de üst ranza boş
    Moskova'ydı üst ranzadaki belki
    duman basmış Leh toprağını
    irest'i de basmış
    iki gündür uçaklar kalkıp inemiyor
    ama tirenler gelip gidiyor bebekleri akmış gözlerin içinden geçiyorlar
    Berlin'den beri kompartımanda bir başımayım
    karlı ovaların güneşiyle uyandım ertesi sabah
    yemekli vagonda kefir denen bir çeşit ayran içtim
    garson kız tanıdı beni
    iki piyesimi seyretmiş Moskova'da
    garda genç bir kadın beni karşıladı
    beli karınca belinden ince
    saçları saman sarısı kirpikleri mavi
    tuttum elinden yürüdük
    yürüdük güneşin altında karları çıtırdata çıtırdata
    o yıl erken gelmişti bahar
    o günler Çobanyıldızına haber uçurulan günlerdi
    Moskova bahtiyardı bahtiyardım bahtiyardık
    yitirdim seni ansızın Mayakovski Alanı'nda yitirdim ansızın seni oysa
    ansızın değil çünkü önce yitirdim avucumda elinin sıcaklığını senin
    sonra elinin yumuşak ağırlığını yitirdim avucumda sonra elini
    ve ayrılık parmaklarımızın birbirine ilk değişinde başlamıştı çoktan
    ama yine de ansızın yitirdim seni
    asfalt denizlerinde otomobilleri durdurup baktım içlerine yoksun
    bulvarlar karlı
    seninkiler yok ayak izleri arasında
    botlu iskarpinli çoraplı çıplak senin ayak izlerini birde tanırım
    milisyonerlere sordum
    görmediniz mi
    eldivenlerini çıkarmışsa ellerini görmemek olmaz
    elleri gümüş şamdanlarda mumlardır
    milisyonerler büyük bir nezaketle karşılık veriyor
    görmedik
    İstanbul'da Sarayburnu akıntısını çıkıyor bir romorkör ardında üç
    mavna
    gak gak ediyor da vak vak ediyor da martı kuşları
    seslendim mavnalara Kızıl Meydan'dan romorkörün kaptanına seslenemedim çünkü makinası öyle
     
  12. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    SEBASTIAN BACH

    Güz sabahı üzüm bağında
    Sıra sıra büklüm büklüm
    Kütüklerin tekrarı.
    Kütüklerde salkımların,
    Salkımlarda tanelerin,
    Tanelerde aydınlığın.

    Geceleyin çok büyük çok beyaz evde,
    Herbirinde ayrı ışık,
    Pencerelerin tekrarı.

    Yağan bütün yağmurların tekrarı
    Toprağa, ağaca, denize,
    Elime, yüzüme, gözüme
    Ve camda ezilen damlalar.

    Günlerimin tekrarı
    Birbirine benzeyen,
    Benzemeyen günlerimin.

    Örülen örgüdeki tekrar,
    Yıldızlı gökyüzündeki tekrar
    Ve bütün dillerde 'seviyorum'un tekrarı
    Ve yapraklarda ağacın tekrarı.
    Ve her ölüm döşeğinde acısı tez biten yaşamanın.

    Yağan kardaki tekrar,
    İncecikten yağan karda,
    Lapa lapa yağan karda,
    Buram buram yağan karda
    Esen tipide savrularak
    Ve yolumu kesen kardaki tekrar.


    Çocuklar koşuyor avluda.
    Avluda koşuyor çocuklar.
    İhtiyar bir kadın geçiyor sokaktan.
    Sokaktan ihtiyar bir kadın geçiyor.
    Geçiyor sokaktan ihtiyar bir kadın.

    Geceleyin çok büyük, çok beyaz evde
    Herbirinde ayrı ışık,
    Pencerelerin tekrarı.

    Salkımlarda tanelerin,
    Tanelerde aydınlığın.

    Yürümek iyiye, haklıya, doğruya
    Dövüşmek yolunda iyinin, haklının, doğrunun
    Zaptetmek iyiyi, haklıyı, doğruyu.

    Sessiz gözyaşın ve gülümsemen gülüm,
    Hıçkırıkların ve kahkahan gülüm.
    Pırıl pırıl bembeyaz dişli kahkahanın tekrarı.

    Güz sabahı üzüm bağında
    Sıra sıra, büklüm büklüm
    Kütüklerin tekrarı.
    Kütüklerde salkımların,
    Salkımlarda tanelerin,
    Tanelerde aydınlığın,
    Aydınlıkta yüreğimin.

    Tekrardaki mucize gülüm,
    Tekrarın tekrarsızlığı!

    NAZIM HİKMET
     
  13. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    SEN BENİM SARHOŞLUĞUMSUN

    Sen benim sarhoşluğumsun
    ne ayıldım
    ne ayılabilirim
    ne ayılmak isterim
    başım ağır
    dizlerim parçalanmış
    üstüm başım çamur içinde
    yanıp sönen ışığına düşe kalka giderim.

    NAZIM HİKMET


     
  14. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    SEN.. ..

    En güzel günlerimin
    üç mel'un adamı var:
    Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye
    en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını
    yer yer tırnaklarımla kazıdım
    hatıralarımın camını..
    En güzel günlerimin
    üç mel'un adamı var:
    Biri sensin,
    biri o,
    biri ötekisi..
    Düşmanımdır ikisi..
    Sana gelince...
    Yazıyorsun..
    Okuyorum..
    Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa,
    insanın
    bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum..
    Ne yazık!..
    Ne kadar
    beraber geçmiş günlerimiz var;
    senin
    ve benim
    en güzel günlerimiz..
    Kalbimin kanıyla götüreceğim
    ebediyete
    ben o günleri..
    Sana gelince, sen o günleri -
    kendi oğluyla yatan,
    kızlarının körpe etini satan
    bir ana gibi satıyorsun!.
    Satıyorsun:
    günde on kaat,
    bir çift rugan pabuç,
    sıcak bir döşek
    ve üç yüz papellik rahat
    için...
    En güzel günlerimin
    üç mel'un adamı var:
    Biri sensin,
    Biri o,
    biri ötekisi...
    Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi...
    Sana gelince...
    Ne ben Sezarım,
    Ne de sen Brütüssün...
    Ne ben sana kızarım
    ne de zatın zahmet edip bana küssün..
    Artık seninle biz,
    düşman bile değiliz..

    NAZIM HİKMET
     
  15. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    SENİ DÜŞÜNMEK

    Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey,
    Dünyanın en güzel sesinden

    En güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey...
    Fakat artık ümit yetmiyor bana,
    Ben artık şarkı dinlemek değil,
    Şarkı söylemek istiyorum.

    NAZIM HİKMET
     
  16. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    SENİ DÜŞÜNÜRÜM

    Seni düşünürüm
    Anamın kokusu gelir burnuma
    Dünya güzeli anamın

    Binmişsin atlıkarıncasına içimdeki bayramın
    Fırdönersin eteklerinle saçların uçuşur
    Bir yitirip bir bulurum al al olmuş yüzünü

    Sebebi ne
    Seni bir bıçak yarası gibi hatırlamamın
    Sen böyle uzakken senin sesini duyup
    Yerimden fırlamamın sebebi ne?

    Diz çöküp bakarım ellerine
    Ellerine dokunmak isterim
    Dokunamam
    Arkasından camın
    Ben bir şaşkın seyircisiyim gülüm
    Alaca karanlığımda oynadığım dramın

    NAZIM HİKMET
     
  17. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    SENİN RESMİNİ BEN YAPACAĞIM

    Kimseler yapamaz senin resmini
    Kıyıdan açılanın tanyerinden esenin
    Aramasınlar seni renklerin atlıkarıncasında
    Dayanmış tahta parmaklığa bir bağ taraçasında iklimler

    Bizden en uzak gezegenin kederi
    Aramasınlar seni uyaklarında ışıkla gölgenin
    Sen oyunun dışındasın oylumların da yüzeylerinde
    Bir yerlerde bir sevinç günün birinde fışkırır

    Kimseler yapamaz senin resmini
    Kıyıdan açılanın tan yerinden esenin
    Sen kendi resmini kendin de yapamazsın
    Gümüş kanatlı bir balık sıçrıyor enginde

    Aynaların içine girip ötelere gitme boşu boşuna geceleri
    Yitirilmiş erkekler gelir kadınlar koğuşuna geceleri
    Sen kendi resmini kendin de yapamazsın
    Bir açılıp bir kapanır kapılar yüreğinde

    Senin resmini ben yapacağım...

    NAZIM HİKMET
     
  18. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    SENSİZ PARİS

    Sensiz paris gülüm bir havai fişeği
    Bir kuru gürültü kederli bir ırmak
    Yıktı mahfetti beni
    Pariste durup dinlenmeden gülüm seni çağırmak.

    NAZIM HİKMET
     
  19. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    SESİMİZ

    Çeneni avuçlarının içine alıp,
    duvara dalıp
    kalma! .
    Çeneni avuçlarının içine alma! .
    Kalk!
    Pencereye gel!
    Bak!
    Dışarda gece bir cenup denizi gibi güzel,
    çarpıyor pencerene dalgaları..
    Gel!
    Dinle havaları:
    havalar seslerin yoludur,
    havalar seslerle doludur:
    toprağın, suyun, yıldızların
    ve bizim seslerimizle...
    Pencereye gel!
    Havaları dinle bir:
    Sesimiz yanındadır,
    sesimiz seninledir...

    NAZIM HİKMET
     
  20. Mαʟєficα•

    Mαʟєficα• New Member

    SEVGİLİM YALAN SÖYLERSEM

    Sevgilim yalan söylersem sana
    Kopsun ve mahrum kalsın dilim
    Seni seviyorum demek bahtiyarlığından

    Sevgilim yalan yazarsam sana
    Kurusun ve mahrum kalsın elim
    Okşayabilmek saadetinden seni

    Sevgilim yalan söylerse sana gözlerim
    İki nadim gözyaşı gibi avuçlarıma aksınlar
    Ve göremesinler seni bir daha

    NAZIM HİKMET
     

Bu Sayfayı Paylaş